189 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 189
189- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 189
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ rasûlina Muhammedin ve alâ âli Muhammed’’
‘’Eûzu billahis-semîîl- alimi mineşşeytanirracim min hemzihî ve nefgıhî ve nefsih’’
‘’Bismillahillezi la yedurru mâismûhü şeyün filardı velâ fissemâ vehüvessemiûl âlim’’
‘’ Rabbi Eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem efendiler,
Hadler ve cezâlar uygulanırken araya şefâatçinin girmesi veya müsâmaha gösterilmesi gibi durumlarla ilgili hadis-i şerifler külliyâtından keşif notları vermeye devam ediyoruz.
Hz. Âişe (Radıyallâhu Anha ve Erdahüm Ecmaîn ve Erdahünne) anlatıyor; “Rasûlullah (A.S.V): “Elinizden geldikçe had cezâlarını Müslümanlardan def edin. Mûteber bir özrü varsa hemen salıverin. Zîrâ imamın yanlışlıkla affetmesi yanlışlıkla cezâ vermesinden daha hayırlıdır.” Bunu Tirmizî haber veriyor. “İtibarlı kimselerin hudut dışındaki zellelerinden vazgeçin.” Bunu da Ebû Dâvûd haber veriyor. Yüce İslam cezâdan yana değildir, kişinin ıslâhından yanadır. Şüpheler sebebiyle had tatbikatını terk edin. Yani bir suçun işlenip işlenmemesi konusunda şüphe varsa, ona diyor had cezâsını terk edin, cezâ vermeyin had cezâsı. Zîrâ devlet başkanına had suçu geldi mi cezâ vermesi vaciptir. Yani bunu resmiyete intikâl etmeden önce halledin. Resmiyete intikâl edip hâkimin önüne, devletin önüne bu suç geldiği zaman illâ o suç hak ettiği neyse o cezâyı, cezânın verilmesi gerekir. Yani devlete had suçu geldi mi burada imama diyor had suçu geldi mi imamdan maksat devlet başkanı ve devletin yetkili organlarıdır. O zaman diyor cezâ vermesi vaciptir.
Tîbî der ki: “Bu hadisin mânâsı şu hadisin mânâsını teyit eder. Hadleri kendi aranızda affedin, affı bana bırakmayın, bana bir had intikâl ederse onun infazı vacip olur af mümkün değildir.” Had cezâlarında af yoktur, bunu resmiyete intikal ettirmeden kendi aranızda halledin buyuruyor Peygamberimiz. İmamın yani devlet başkanının hadleri şüphelere dayanarak terk etmekle vazifeli olduğuna bir tembihtir ve uyarıdır.
İbnü’l Müseyyeb (Rahmetullâhi Aleyh) anlatıyor: “Eslem kabilesinden Hezzal denen bir adam bir başkasını Rasûlullah’a (A.S.V) zinâ isnâdı ederek şikâyet etti. Bu hâdise namuslu ve hür kadınlara zinâ isnâdı ile iftira atan sonra bu bapta dört şahit getirmeyen kimselerin her birine de seksen sopa vurun.” (Nur Sûresi âyet 4).
Dakika 5:09
Âyetinin nüzulünden önce idi, Rasûlullah (A.S.V) adama: “Ey Hezzal! Onu rıdan ile örtseydin senin için daha hayırlı idi” dedi. Bunu da Muvattâ ve Ebû Dâvûd haber veriyor.
Evet, sevgili dostlarımız!
İşte görüyorsunuz insanlara ıslâh olması için fırsatlar veriliyor.
Hânî İbn-i Niyar (R.A) anlatıyor: “Rasûlullah (A.S.V): “Allah’ın hadlerinden bir had olmadıkça hiç kimse on kırbaçtan fazla dayağa mahkûm edilemez” buyurdu. Bunu Buhârî, Müslim ve diğerleri haber veriyor. İrtikâp edenin cezâyı hak ettiği bir kısım cürümler vardır, bunlara verilecek cezâya had denir mi denmez mi ihtilâf edilmiştir. Bunlar âriyet olarak alınan şeyi inkâr, livâta yani homoseksüalite, hayvana temas, kadının erkek hayvanı üzerine çekmesi, musâhaka, tenasüh organlarını birbirine değdirmek sûretiyle tatmin zarûret olmadığı hâlde kan, meyte, lâşe ve domuz eti yemek, sihir yapmak, içki iftirâsında bulunmak, tembellikle namazı terk etmek. Ramazan’ı şerif orucunu mazeretsiz tutmamak, zinâ yaptı diye târizde bulunmak. Evet, sevgili efendiler, burada huduttan kastedilen şey Allah’ın emir ve nehiyleridir. Nitekim şu âyet-i kerime de kastedilen de budur, bunlar Allah’ın hudududur, emirleri kânûnlarıdır. “Kim bunlara uymazsa onlar zâlimdirler.” (Bakara Sûresi’nin 229’uncu âyet-i kerimesi). Bir başka âyet-i kerimede: “Hududa uymayanlar için nefsine zulmetmiştir.” Bu da Talak Sûresi âyet 1’de buyrulmuştur. Bir başka âyet-i kerime de: “Bunlar Allah’ın hudududur, yasakları sakın onlara yaklaşmayın.” Bu da Bakara Sûresi’nin 187’nci âyet-i kerimesinde buyrulmuştur. Bir başka âyet-i kerime de: “Kimde Allah ve Rasûlüne isyân eder ve Allah’ın hududunu, sınırlarını çiğneyip geçerse onu içinde ebedî kalacağı bir ateşe koyar.” Bu da Nisâ Sûresi’nin 14’üncü âyet-i kerimesinde buyrulmuştur. Evet, sevgili dostlarımız, Allah’ın her emri yücedir. Her yasağından da şiddetle sakınmak gerekir.
İbn-i Mâce tâzirle ilgili olarak Ebû Hûreyre’den şu rivâyeti kaydeder; 10 kamçıdan fazla tâzir cezâsı vermeyin. Selef bu hadis-i şerifin delâlet ettiği hükümde yani medlulünde ihtilâfa düşmüştür. Leis ve meşhûr kavlinde Ahmed, İshâk ve bazı Şâfiîler bunun zâhirîni esas almıştır. Mâlik, Şâfiî ve Ebû Hanîfe’nin iki arkadaşı İmâm-ı Muhammed ve Ebû Yusuf 10 kamçıdan fazla cezâ câizdir demişlerdir ancak ziyâde edilebilecek miktarda tekrar ihtilâfa düşmüşlerdir.
Dakika 10:05
Şâfiî en az miktardaki hududa ulaşmamalıdır demiştir. Ayrıca en az miktardaki huduttan ne anlamalıdır; Hür kimsenin hududunu mu kölenin hududunu mu? Zîrâ köleye tatbik edilen had hüre takdir edilenin yarısıdır. Bu hususta iki kavil var. Bir kavle göre her tazir kendi cinsinden bir hadde göre tespit edilir ve o haddin miktarını aşmaz. Diğer bir görüşe göre bu imama kalmıştır yani (devletin başkanına). Dilediği miktarda takdir eder Ebû Sevr bu görüştedir. Yani hâkim suçlunun durumunu gözden geçirir. Bu hususta şu farklı görüşler rivâyet edilmiştir. Hz. Ömer’in Ebû Mûsâ’ya (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) tâzir cezâsında 20 kamçıdan fazla vurma diye yazdığı belirtilmiştir. Hz. Osman’a göre tâzir 30 kamçıdır, Hz. Ömer’in kamçıyı yüze çıkardığı da mervîdir. Demek ki, suçlunun pozisyonu değiştikçe tâzir cezâları da ona göre değişiyor. İbn-i Mes’ûd, Mâlik, Ebû Sevr ve Atâ’dan tâzir cezâsı suçu mükerrer işleyene verilmelidir. Bir kere işleyene ne had, ne tâzir vardır dediği rivâyet edilmiştir. Ebû Hanîfe tâzirin 40 kamçıdan az olmasına hükmetmiştir, İbn-i Ebû Leyla ve Ebû Yusuf 95 kamçıyı geçmemeli demişlerdir. İmâm-ı Mâlik ve Ebû Yusuf’tan bir rivâyete göre 80 kamçıya ulaşmamalıdır. Bu haberlerin hepsi doğrudur. Çünkü suçlunun suç pozisyonuna göre hâkim durumu gözden geçirmelidir tâzir cezâları verilirken. Bazıları hadis-i şerifte kaydedilen tahdidin sopa, celde ile ilgili olduğunu söylemiştir. Meselâ çubuk veya elle vurma da 10 vuruştan fazla olabilir ancak hududun en azını geçemez. Şâfiîler de İstahrî böyle demiştir, İstahrî bunu söylerken darp vurma lafzıyla gelen rivâyeti görmediğini ortaya koymuştur. Bazıları bu hadisin mensûh olduğunu söylemiştir. Neshe Ashâbın bununla amel etmeme hususundaki icmâ-ı delâlet eder. Bununla Tâbiînden herhangi birinin amel etmiş olması da reddedilmiştir. Fukahâ’dan, Leys İbn-i Sâd’ın görüşü budur. Bazıları bu hadis-i şerifin kendisinden daha kuvvetli olan bir şeye muhâlefet ettiğini, bu şeyinde tâzirin hududa muhâlif bir cezâ olduğu hususunda ki icmâ olduğunu söylemiştir. Bunlara göre sadedinde olduğumuz hadis-i şerif ise tâziri on ve daha aşağısı ile sınırlamakta ve böylece bir nevî had olmaktadır. Hâlbuki tâzirin miktarını sayı yönüyle değil teşdit ve tahfif yönüyle takdir etme işinin imama bırakıldığı husûsunda da icmâ vardır yani devletin yetkili organlarına. Zîrâ tâzir insanları kötülükten caydırmak için meşrû kılınmıştır. İnsan vardır sözden anlar vazgeçer, insan vardır şiddetli dayakta fayda vermez. Bu sebeple herkese uygulanacak tâzir durumuna göre farklı olabilir. Evet, sevgili dostlarımız, İşte Ulemâ her cepheden inceleme yapmıştır.
Dakika 15:18
Hâkim İbn-i Hizâm (Radıyallâhu Anhü) anlatıyor; “Rasûlullah (A.S.V) mescitte kısas infâzını şiir okunmasını ve hadlerin tatbik edilmesini yasakladı.” Ebû Dâvûd’un haberi bu da.
Ebû Ümâme İbn-i Sehl İbn-i Huneyf Rasûlullah’ın (A.S.V), Ensârî bazı Sahâbîlerinden naklen anlatıyor; “Ensâr’dan bir adam hastalandı ve çöktü, öyle ki bir kemik bir deriye döndü. Bir ara Ashâptan birine ait bir câriye hastanın yanına girmişti. Adam ona münzecip oldu ve temasta bulundu. Bu sırada kavminden kendisine geçmiş olsun ziyaretine gelenler oldu. Yaptığı işi onlara haber verdi ve benim için Rasûlullah’a (A.S.V) sorun, ben yanıma giren bir cariyeye temasta bulundum dedi. Durumu Hz. Peygamber’e (A.S.V) anlattılar ve ilâveten: “Hiç kimsede hastalığın bu derecede şiddetlisini de görmedik. Adamı sana getirmeye kalksak kemikleri kırılıp dağılacaktır, bir kemik bir deriden başka bir şey değil” dediler. Rasûlullah (A.S.V): “100 tane hurma çubuğu alın bunları tek bir sopa hâlinde bağlayıp adama bir kere vurun” diye emretti. Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Mâce’nin haberi bu da. ‘’Eline bir demet sap al da onunla vur, yemininde durmazlık etme’’. Bu da Sâd Sûresi’nin 44’üncü âyet-i kerimesidir. Hz. Eyüp ile ilgilidir. Âyet-i kerime, Hz. Eyüp ile ilgili tefsirlerde gelen açıklamaya göre hastalığı sırasında bir gün çağırdığı zaman hanımı hizmetine geç gelmişti. İyileşince 100 sopa vuracağına yemin etti. Kadın ihlâs ve sadâkat ile hizmet etmekte olduğu için Eyüp peygamber’e (AS.) 100 ekin sapından yapacağı değnekle bir kere vurması böylece yeminini yerine getirmesi vahiy edilmiştir. Hasta sıkıntılı olduğu için hanımı da ona gerçek samîmî olarak hizmet verdiği için Cenab-ı Hak ne yapıyor yeminin yerine gelmesi için 100 tane buğday sapını vuruver diyor, yeminin yerine gelsin diyor. Burada da Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin, merhametinin tecellisini görüyoruz.
Hz. Ali (Radıyallâhu Anhü) anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) buyurdular ki: “Kim bir had cürmü işlerde cezâsı dünyada verilirse yüce Allah’ın adâleti kuluna âhirette ikinci sefer cezâ vermeye müsâade etmez. Kimde bir had cürmü işlemiş, Allah’ta onun günahını örtmüş ve affetmiş ise Allah’ın Kerem’i affettiği şeyden dolayı ona dönüp cezâ vermeye müsâade etmez.” Bu da Tirmizî’nin haberidir. Başkasına gizli kalan günahları örtmek açıklamaktan daha iyidir demek de müttefiktir. Evet, kıymetliler, bu da İslam Ulemâsının ittifâkıdır bu konuda.
Dakika 20:00
Yine Hz. Ali (Radıyallâhu Anhü) anlatıyor; Rasûlullah (A.S.V) buyurdular ki: “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, ihtilâm oluncaya kadar çocuktan, aklı erinceye kadar mecnundan.” Bunu da Ebû Dâvûd, Tirmizî haber veriyor. Ya sebebiyle aklı fesâda uğrayandan… Artık yaşı geçmiş aklı dengesi bozulmuş, ateh hâli gelmiş. Evet, bu üç kişinin birisi çocuk birisi uykuda birisi de mecnun yani aklı başında yok. Batıda bile yakın zamana kadar çocuklar işlediği suça göre idâm edilmeye varıncaya kadar büyüklerle aynı hukûkî sorumluluğa tâbî iken, Yüce İslam bakın 1500 sene önce çocukların durumunu bakın ortaya koymuş ona cezâ vermeyin, onun edep ve terbiyesi, tahsili için uğraşın. Ve dünya medeniyeti İslam’ın 1500 sene gerisinde kalmıştır, hâlâ gerisindedir.
Ey Müslümanlar!
Senin medeniyetine kimse ulaşamaz, Yüce İslam’ı iyi anlayın, iyi kavrayın, iyi yaşayın. Müslümanların tâ hidâyetten beri bu hâdise dayanarak çocukları yaptıklarından sorumlu tutmamış olması müstesnâ bir husûsiyet İslam’a has bir orijinalitedir. Çocuğun sorumluluğa geçiş hâli rivâyetin farklı vecihlerinde değişik kelimelerle ifade edilmiştir. Genç oluncaya kadar, büyüyünceye kadar, buluğ erinceye kadar diye. İşte bakın burada da büluğ çağı burada esastır. Aklı başına gelen kişi demektir büluğ çağı. İslam’ı teşriâtın nasıl en modern tespitlerden daha genç, daha taze olduğunu göstermek için şunları belirtmede fayda görüyoruz; Hz. Peygamber (A.S.V) büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, sıhhat buluncaya kadar mecnundan kalem kaldırılmıştır, işledikleri suç yazılmaz. Bunlara cezâ verilmez. Gayri bari ve gayri mümeyyiz olanlar 7 veya 8 yaş arasında olanlar, bunlara hiçbir cezâ uygulanmaz. Bunlar gayri bari ve gayri mümeyyiz olanlar. Gayri bari ve fakat mümeyyiz olanlar, vasati 15 yaşa kadar bunlara suçları ne olursa olsun tâzir adı altında bir nevî tedip ve terbiye uygulanır. Çocukların fiilleri cinâyetle mevsuf olmadıkları için uygulanan cezâ ukubet tariki ile değildir, tedip ve tezhip tariki iledir ve istilâhta tediden tâzir denir. Hukûkçularımızdan Naci Şensoy, çocuğa uygulanan bu cezânın terbiyevi tabiatını şöyle ifade etmeye çalışmıştır; 17 yaşına bağli olan ve tâzir altında toplanan cezâlardan suç işlemiş mümeyyiz sabi hakkında sadece ilam, bil celp ilam, vaaz ve nasîhat, tevih ve tektir. Sert yüz göstermek gibi hâkimin ahvel ve şeraik’i ve hususiyetle fâilin bir mümeyyiz sabi oluşunu göz önünde bulundurmak mecburiyetinde olduğu… Ve bir cezâdan ziyâde küçüğün psikolojisine ve manevi durumuna hitabı mutazammın ve îfâ ettiği fiilin kötülüğünü anlatmaya mâtuf ve bir müellifin de işaret ettiği veçhile sırf terbiyevi tedbir nevînden olan kabil-i tatbiktir.
Dakika 25:39
İslam’ın bu mevzuda ki öncüllüğünü İslam’ı anlamak için kadim Hint, Çin, Mısır, Sümer, Asur, Bâbil, Eti, İbrânî milletlerinin hukûkunda suç işlemiş kimselerin mesuliyetlerinin muhtelif yaş derecelerine göre tespit ve tâyin edilmediğini… Bu milletlerde intikâl eden kânûn namelerde yaş küçüklüğünün cezâyı mesuliyeti hafifleteceğine müteallik bir işarete dahi tesâdüf edilmediğini bu çok eski devirlerde suç işlemiş kimselerin yaşları nazar-ı itibare alınmaksızın büyüklerle aynı derecede mesul addedildiklerini bilmek gerek. Tarihi gelişmeyi tasvir ederek sırayla Roma, Justinyen, kilise ve Germen hukûklarında hâkim olan espriyi kısa kısa belirten Naci Şensoy, sözü Avrupa’ya getirerek şu açıklamayı sunar: Fransa’da ilk defa 1791 kânûnudur ki cezâyı tahfif eden sebepler meyanında küçüklerin durumunu da tespit etmiş. 1910 kânûnu ve küçüklüğe müteallik diğer bazı kavâni kânûnlar bu duruma bugünkü şeklini vermiştir. İngiltere’de 19’uncu yüzyıla gelinceye kadar bir suç işleyen büyüklerle küçükler ve çocuklar arasında hiçbir fark gözetildiğinde rastlanmadığını, hapiste büyüklerle küçükler hattâ cins farkı bile gözetilmeksizin aynı yerde yatıp kalkmakta olduklarını belirten bir diğer hukûkçumuz… 18’inci yüzyılda bile eve girmek ve hırsızlıktan suçlu sayılan 8, 12 yaş arasındaki çocukların bile ölüm cezâsına çarptırıldığını kaydeder. Avrupa’da dâhil batılılar dâhil, İslam’ın gerisindedir, dünya 1500 senelik gerisindedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de bu husustaki kânûnu tatbikatın Fransa ve İngiltere’den farklı olmadığı, hattâ ilk çocuk mahkemesinin kurulduğu şehir olan Rinois’te 1899’dan önce ceza kânûnunun suçlu çocuk mevzuunda tesis ve tespit eylemiş olduğu bazı suçlardan dolayı takip ve muhakeme olunduğu… Bu yaştan sonra da cezâ-i ehliyeti bakımından yaşlı bir insan gibi telâkkî edilerek kendisi için hiçbir hafifletici sebep kabul olunmadığı ve büyük suçların tâbi bulunduğu büyük suçluların tâbî bulunduğu, takip ve muhâkeme usullerine tâbî bulunduğu belirtilir.
İşte görüyorsunuz, dünya İslam’ı anladıkça medeniyete doğru yürüyor. Teknik teknolojide ilerlediği kadar, İslam’da da ilerleseydi dünya bu dünya bambaşka olurdu.
Dakika 30:00
On dokuzuncu asrın başında küçüklerin işledikleri suçların çoğalması Amerika’da fikirleri işgal eylemeye başladı. Yapılan tetkikler küçüklerin fena muhitlerde yetişmeleri ve âilelerin fakir olması ve işlenen suçlara ait neşriyat ve çocuklarda taklit ve kendinden bahsettirmek zaafının fazla olması hususları ve cânîler gibi muhâkeme olarak bütün gazetelerin kendilerinden bahsetmesini meziyet olarak saymak temayülleri ve bunlara benzer birçok… içtimâî, ruhî âmirler onları yalnız başına ve hattâ çeteler kurarak suç işlemeye zorladığı sonucunu vermiştir. Bu incelemeler umûmî efkâra ve kânûn vâzılarına küçükler için ayrı kânûnlar vâzı ve adliyeden ayrı yerlerde basit döşenmiş mahkemeler kurulması ve mahkemelerin gizli cereyân etmesi ve adliyedeki hâkimlerden başka vasıfları bulunan hâkimler tâyin edilmesi düşüncelerini ilhâm eylemiştir. Çocukların yargı işlerinde büyüklerle bir tutulmasının mahsurlarını Rasim Adasal’da şöyle dile getirir; Klasik adâlet mekanizmasına göre suçlu çocuğu da yargılamak ve ondan sonra da diğer vatandaşlar gibi genel cezâevlerine göndermek icap eder. Fakat bu safhalara kadar çocuk jandarmaların elinde ve karakollarda bir müddet sürünür. Cezâevlerinde cinâyetler işlemiş, büyük dolandırıcılıklar da bulunmuş bir sürü profesyonel ve tehlikeli suç hareketleri ile karşılaşır. Ve bunların menfi telkinleri altında bunların ruhlarını benimser ve birçok ahlâksızlıklara alışır. Mahkemenin azametli kuruluşu ve ciddiyeti hâkimlerin giyinme tarzları, avukatların münakaşaları ve çok defa dinleyen halk kalabalığı da çocuk ruhuna derece, derece tesirler yapar. Artık iyice anlaşılmıştır ki, çocukları cezâlandırmak değil ıslâh etmektir. Evet, efendiler, Bu konuda sizlere İnşâ’Allah başka bilgiler de vermek için çalışacağız. Cürüm yapmış çocuğun bir büyük gibi suçlu sayılmaması istikametinde gelişen bu fikir birçok münakaşalardan sonra ilk defa Amerika’da bazı vilâyetlerde Rinoist ve Chicago’da 1899 yılında çocuk mahkemelerinin kurulmasını netice verdi. Bundan sonra 1908’de İngiltere ve Almanya’da, 1912’de Fransa ve Belçika’da, 1914’te İtalya’da bu mahkemeler kurulmaya başlandı. İşte görüyorsunuz, İslam’ın ne kadar gerisinden geldiklerini. Bu mahkemelerle birlikte cezâi ehliyet yaşı da söz konusu olmaya başlamış çocukların hangi yaşa kadar cezâ konusu olmayacağı, hangi yaşa kadar hafif cezâ verileceği, hangi yaştan sonra da tam cezâya ehil olacağı tespiti işi ele alınmıştır.
Dakika 35:01
Bu duruma göre muhtelif memleketlerde cezâ dışı bırakılan yaş hudutları şöyledir; Belçika 16, Almanya, Danimarka, İtalya, Rusya 14, Fransa 13, Macaristan, Norveç 12, Türkiye 11, Yunanistan, Bulgaristan 10, İspanya 9, İngiltere 8. Bu yaşlara kadar olan çocuklar suçsuz sayılmış daha ileri yaşlarda da nâkıs mesuliyet esası kabul edilmiştir. Meselâ Fransa’da nâkıs mesuliyet yaşları 13-16, 16-18 yaşları arasıdır. İngiltere’de 8-14, 14-17 yaşlarıdır. Almanya’da 1923, 1933, 1935 ve 1939 yıllarında yapılan muhtelif tâdillerle çocuklarla alâkalı hükümler ıslah edilmiştir. Mesela 18 yaşına kadar işlenen suçların cezası hafiftir, Naci Şensoy, İslam’da cezâi ehliyet hududu olarak tespit edilen büluğ için şu değerlendirmede bulunur. Cezâi mesuliyete esas alınan büluğ kadim, gark memleketlerine nispetle bir taraftan bu mesuliyete sebep gösterilmek bakımından çok daha mugni diğer taraftan tespit edilmiş yaş hadleri itibârıyla çok daha ihâtalı ve dakik tetkiklere tâbî tutulmuş bulunmaktadır. Şunu da belirtmek isteriz ki, çocuk cürmünden dolayı cezâya ehliyet meselesinde büyük ile bir tutulmamakla beraber kendisine karşı işlenen cürümler de büyükle bir telâkkî edilmiştir ve mücrim o cürmü aynen bir büyüğe karşı işlemiş gibi cezâ görmektedir. Bu husûsu İmâm-ı Muhammed Rahimehullah şöyle hülâsa eder; Kişinin nefsine ve uzuvlarına terettüp eden diyet meselesinde çocuk baliğ gibidir. Dil, el, ayak ve benzeri bir uzvun kesilmesi ile bundan hâsıl olan menfaat ortadan kalkıyorsa mücrim bunun diyetini tam olarak ödemek zorundadır.
İşte görüyorsunuz çocuğa karşı işlenen suç büyüklere işlenen suç gibi tespit ve teşhis edilmiştir İslam’da. Ve 1900 yıllarında İslam’a batı yaklaşmaya başlamış ki, İslam’ın 1500 yıl gerisinden gelerek. Ey İslam âlemi! Yüce İslam’ı iyi anlayın, iyi kavrayın, iyi anlatın dünyaya! Siz doğru anlayın, doğru anlatın ötesi Allah’ın hidâyetine kalmıştır. İnsanoğlu kendi bilir, ister o Yüce İslam ile kurtulur o İslam’a sarılır cennete gider, isterse İslam’ı bırakır cehenneme gider kendi bilir. Ama bizim görevimiz İslam âleminin görevi, İslamiyet’i iyi bilmek, iyi öğrenmek, iyi öğretmek, iyi tebliğ etmek. İyi anlarsanız iyi anlatırsınız, o zaman arayış içinde olanlar İslam’a sarılırlar, aradığımı buldum derler. Çünkü cennete giriş dünyada da mutlu yaşantı İslam iledir. İster inan ister inanma bu bir gerçek ve hakîkat. Cenab-ı Hak îmânları kâmil ve dâim olan tüm amelleri sâlih olan, içi dışı îmân ve İslam olan kullarından eylesin.
Dakika 40:16