Tefsir 222-01

222- Tefsir Ders 222 hayat veren nurun keşif notları

222- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 222

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Sevgili dinleyenlerimiz,

Hayat veren derslerimiz devam etmektedir. Hayat veren nurun dersleridir, kaynağı beşer değildir. Sadece kaynağında ilâhî, vahyi ilâhî ve onu haber veren Hz. Muhammed (A.S.V) Kur’an-ı Kerim ve yüksek en yüksek derecede ki, ehliyetli âlimlerimizle beraber hayat derslerimiz sağlam kaynaktan alınarak bütün insanlığın tamamen faydasına sunulmaktadır ki, işte hayat veren nurun dersleridir. Konumuzun bugünkü geldiğimiz dersimizde “Mebde ve Meâd” yani dünyaya bir geliş kânûnları var bir de dünyadan yürüyüş âhirete, bâkî âleme, gerçek âleme yürüyüş var. Buna da meâd denmektedir ki tabii bunun aslı Kur’an-ı Kerim de Cenab-ı Hak Mu’minûn Sûresinde buyuruyor; (مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ) insanoğlunun yaratılış hayat kânûnundan bahsediyor. Tabii ki hayat kânûnu dünya Yüce Allah’ın yaratmasıyla insanlar hayat bulurlar. Yaşatmasıyla da hayatları devam eder. Allah’ın ortaya koyduğu o hayat veren nurun reçetesini Kur’an-ı Kerim, İslam’ı kim uygularsa işte o da sıhhat, afiyet, mutluluk bulur. Ve kişiyi dünyaya göre dünya cennetine, berzâha göre oraya ve öbür âlemde de işte vaad olunan, ebedî hayat olan, Dârusselâm olan, Dârul bekâ olan cenneti Âlâ’ya ve Allah’ın cemâline hazırlayan işte hayat veren nurun reçetesi budur. Seni yaratılış kânûnlarıyla, hayat kânûnlarıyla, bekâya yürüyüş kânûnlarıyla seni ebediyyû’l-ebed mutluluğa hazırlamaktadır. Cenab-ı Hak işte bu âyet-i kerime de (مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ) Cenab-ı Hak, insanları bir sülaleden, (طِينٍ) diyor bak meniden, çamurdan hayata dünyaya geliş kânûnlarını koymuş ve gidiş kânûnları var. Bunu gidiş kânûnunun adı ölümdür. Yalnız İslam’da ki seni hayata hazırlayan kânûnun içinde ölüm seni ölümsüzlüğe hazırlar. Ölüm bir giriş kânûnudur dünyadan bekâya ama bu kaybolmak değil ölümsüzlüğe bir yürüyüştür. Ölümsüzlüğe yürüyüş kânûnu işte ölümdür bunun adı eceldir. Bu ilâhî hayat veren nur ki bu İslam’ın kendisidir seni ölümsüzlüğe hazırlıyor. Çünkü hayatı yaratan yoktan yaratan seni ölümsüz olarak da yaşatmaya da kâdirdir. Ama hepsi ona aittir kimse kendiliğinden bir nefes bile alıp veremez O’nun verdiği hayat olmazsa.

Dakika 5:00

Onun için kimse kendiliğinden ölemez. Ölüm O’nun kânûnudur. Buraları anlamaya çalışalım gerçeği anladıkça hayat bulacağız, yanlıştan kurtulacağız, doğrularla donanıp mutlu olacağız. Yanlışta mutluluk yok ki, bütün mutluluklar doğruda ve gerçektedir o da İslam’dır, o da Kur’an-ı Kerim’dir ve bunun önderi Hz. Muhammed’dir. Ona da bu gerçekleri inzâl eyleyen Yüce Allah’ın kendisidir (C.C). Onun bu kânûnları iyi bilmeli hangi sebeple olursa olsun ecel gelmiş ise ömür kesin bitmiştir. Dünyada ki ömür berzah başlar berzahtan sonra öbür bâkî bekâ âlemi başlar. Onun için netice de ne vardır? Şûra Sûresi’nin 42’nci âyetinde Yüce Rab hayatı ölümü yaratan Allah diyor ki: ( فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ) İçinde mahşere bütün insanlar toplanınca bir fırka cennete gider (fırkanın biri). (وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ) Öbür fırka da diyor cehenneme gider sonuç budur diyor. Yani burada ki (فِي السَّعِيرِ) cehennemin bir adıdır. Cehennem tabaka, tabaka bulunmaktadır. Her tabakaya göre cehennem isim almıştır. Bunlardan bir ismi de (فِي السَّعِيرِ)’dir. Şimdi biz dünya da yaşarken gerçek kânûnları bilmemiz gerekiyor. Şu veya bu kânûnları biliyoruz da beşerî kânûnları, hukukçularımız biliyorsunuz ki, batı hukukunu, doğu hukukunu şu kânûnu bu kânûnu okuyorlar. Esas hayatın kânûnlarını okumak lâzım hayatı yaratanın kânûnları Kur’an-ı Kerim’de ki İslam kânûnlarıdır. Bunlar ‘’Kitâbî’’ ve ‘’Kevnî’’ olmak üzere bunlar Yüce Allah’ın bütün kânûnları âlemde geçerlidir. Başka kânûnları varlığıyla, yokluğuyla eşittir. Bugün var olanı beğenmez o bozar atar. Yarın başka çıkarır ve beşerîdir. Ama İslam İlâhî kânûnlardır.
Allah’ın kânûnlarıdır. Kur’an-ı Kerim İslam’ın bütün emirleri inzâl edilen Hz. Muhammed’e bunlar Vahyi İlâhî’dir. Kâinatta ki, tabiatta ki, bütün kânûnlar, kevnî kânûnlar, bütün kânûnlar ilâhî kânûnlardır. Güneşi birileri toplanıp da oraya götürüp koymadı. İlâhî emir, ilâhî yaratma, ilâhî kânûnunun gereği o güneşi oraya kondu, gezegenler oraya kondu, gökler, âfâkî âlemler düzenlendi yaratıldı. Enfüsî âlemler yaratıldı, Kürre-i Arz yaratılıp içine insanoğlu kondu. Bunlar yaratılırken bu kânûnlar, konurken kimsenin emeği yok ki, Allah’ın şeriki veziri yok ki, kimseye ihtiyacı yok ki o yarattı ve O’nun kânûnları işlemektedir. Birileri çıkmış kendi yapmacık kânûnunu kabul ediyor, dayatıyor. Ama Allah’ın kânûnlarına karşı koymaya çalışıyor ve Kur’an’ı, İslam’ı tanımak istemiyor. Üstelik tanımadığı gibi birde ona karşı cephe alıp yok etmek istiyor.

Dakika 10:00

Hiç merak etme ey beyefendi! Ya bu tavrından vazgeçersin, ya Azrâil seni alıp götürür. Nereye? (فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِير)  İslam’ı beğenmeyenler cehenneme gideceklerdir kesin (وَفَرِيقٌ فِي السَّعِير) Allah’u Teâlâ böyle söylüyor. Îmânsız ve İslam ’sızın Allah’ sız ve Peygamberin, Peygamber ’sizlerin, kitapsızların, Allah tanımayanların yeri yurdu              (وَفَرِيقٌ فِي السَّعِير) sağirdir. Cennete kimlerin gireceğini de hayatı kânûnları ortaya koyan Allah cennete gireceklerin özelliklerini de anlatmış, bütün şerâitini anlatmış, cehenneme gideceklerinde bütün özelliklerini sıfatlarını anlatmış. Ruhları yaratan ruhları sana okuyor. Kur’an-ı Kerim sana insanoğlunun ruhunu okur. Ne kadar yanlış, yanıltılmış, bozulmuş ruhlar varsa tedâviyi, ilacı, reçeteyi ortaya koyar, ne kadar sağlam ruhlar varsa onları da ha da sağlam olarak geliştirir. İlâhî’dir çünkü. Yaratan yarattığını bilmez mi? Ruhları kim yarattı? Kalpleri bu organlarımızı, sistemlerimizi, hücrelerimizi, dokularımızı kim yarattı? Yaratan bu yarattığı kulun mutluluğuna göre reçete yazdı. Aklını başına al! Gerçek reçeteyi öncelikle oku. Bu ilâhî reçete hayat veren nurun reçetesi. Onun için Ankebut Sûresi’nin de bak ne diyor Cenab-ı Hak; 64’üncü âyetinde: Ey diyor eceli gelen kişi ömrü bitmiş ecel gelmiş ecel gelmişse kesin kez ömür bitmiştir. Hangi sebeple olursa olsun ecel gelmiş mi hangi sebeple ömür bitmiştir. Ne yaparsanız yapın dünyanın ilaçlarını getiririn, dünyanın tabiplerini toplayın, dünyanın ordularının tamamen tamamını hazır ol vaziyete geçirin. Ecel gelmiş mi saati ölüm saati bu dünya gibi binlerce dünya onun önüne geçemez Azrâil onu alıp götürecektir Allah’ın huzuruna. Boşa kendini yorma, bu Allah’ın kânûnudur. Geldiğin gibi gideceksin, bu dünya da imtihan vereceksin bu imtihanın neticesini de mahşerde göreceksin, Rûz-i Cezâ da büyük mahkeme de. Bu kânûnu ilâhîdir. Değiştir yiğitsen sen bunu dünyaya ben gelmeyeceğim de ve ölmeyeceğim de değiştir, karşı koy hangi babayiğit? Bütün topunu, tüfeğini takın, bütün atomlarını topla, bütün ültimatomlarını ver, ölmeyeceğim ben de Azrâil’e rest çek. Ne ağa dinler Azrâil ne paşa dinler, ne general dinler, ne mareşal dinler, ne zendin, ne fakir, ne hacı dinler, ne hoca dinler alır götürür. Îmânın ve Amel-i Sâlih’in varsa işte ölümsüz mutlu hayat senindir. Ne diyor Cenab-ı Hak, Ankebut Sûresi 64’de; (وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ) Ey dostum şu âyeti de anlasana! Yüce Allah’ın şu kânûnunu anlasana! Şu emri yüce eşsiz yüce emrini, şu kelimesini, kelâmını, ilâhî kelimeleri anlasana! Ne diyor bu âyeti kerimede de, her âyeti yüce olduğu gibi bu yüce âyetinde de diyor ki:

Dakika 15:00

(وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ) Âhiret yurdu var ya şüphesiz ki diyor öbür âlem var ya âhiret âlemi işte o diyor (لَهِيَ الْحَيَوَانُ) işte asıl hayat orada ki hayat asıl hayat odur diyor. Seni dünya da dünyaya göre, berzahta berzaha göre, öbür âlem de ise öbür âleme göre… Bak, ne diyor öbür âlemdekine? İşte asıl hayat odur diyor yani cennette ki hayat, cennete gir ebedî mutlu ol. Şuanda Allah’ın Rahmeti-Rahmân sofrasındasın bu ana sermayeyi iyi değerlendir. Rahmeti-Rahim sofrasına mü’minler, Allah’a itaat edenler, Allah’ın kânûnlarını iyi uygulayanlar ve Allah’ın hükümranlığını tanıyanlar cennete girecek ve ölümsüz hayat onların olacak. Mutlu hayat işte o. Seni hem dünya da hem berzahta yani mezar ve kabirler de seni mutlu edecek ve oradan kaldırıp mahşer de seni cennete Allah’ın cemâline yerleştirecek sana gerçek hayatı veren işte Cenab-ı Hakk’ın kendisidir. Hayat ne diyor (لَهِيَ الْحَيَوَانُ) işte asıl hayat odur diyor. Sen şimdi kalbini unuttun, ruhunu unuttun tabii unutanlara söylüyoruz uyansınlar da hatırlasınlar, gerçek varlıklarını hatırlasınlar. Kalbin senin bu ruh ve beden devletinin bir payitahtıdır başkenti. Senin ruh ve beden devletinin başkentinde kim oturuyor? Îmân oturuyor, Kur’an ora da hükmediyor. Yoksa nefsin ve iblîs mi hükmediyor? Senin o ruh ve beden devletinin kürsülerinde o başkentinde kim oturuyor bir buna bak. Eğer Allah’a itaat ediyorsan orada îmân ve Kur’an hâkimdir oraya. Eğer nefsine, şehvetine, iblîslere, şer güçlere, Allah’ın kânûnlarını tanımayanlara eğer itaat ederek yaşıyorsan senin ruh ve beden devletinin başkenti kalbinin tam merkezinde nefsin ve iblîs oturuyor. Senin orada Şeyhülislâm’ın iblîstir. Fetvâyı nefsinden, iblîsten alma gel Kur’an’dan, Allah’tan, Peygamber Muhammed’den al (A.S.V) benden de alma. Eğer ben doğru söylemiyorsam sakın benden de alma. Direk Kur’an-ı Kerim’den, direk Hz. Muhammed’den al. Yani kitaptan, sünnetten, icmâdan, kıyastan al, aslî kaynaklardan al. Ruh ve beden devletini ilâhî adâletle, îmânla, Kur’an’la yönelt iç dünyanı ve dış dünyanı. Enfüsî ve âfâkî âlemini böyle yönelt işte ferdî istiklâl budur. Toplumun istiklâli ebedî hürriyet yolu budur, ilâhî merhamet budur. Gerçek hak ve adâlet buradadır. Zâlimlerden adâlet beklenmez ki küfürden, şirkten, nifâktan, zulümden, fıskı fücurdan adâlet, doğruluk, merhamet sevgi beklene bilir mi? Zaten kedine acısaydı küfrü seçmezdi îmânı ret etmezdi. Eğer kendine acısaydı şirki seçmezdi, Allah’ı bırakıp birine tapmazdı.

Dakika 20.00

Kendine acımıyor adam kendinden haberi yok sana mı merhamet edecek? Sana mı adâlet sağlayacak? Bu sırtlanlar âleminden aslanlık belemek gibidir. Sırtlan hiçbir zaman aslan olmaz. Onun için aslanların aslanı adâletin aslı, esası, gerçeği, hakîkati işte Allah’ın ortaya koyduğu adâlettir, merhamettir, sevgidir. Bütün merhametiyle Cenab-ı Hak, İslam
Allah’ın bir merhametidir. Âlemi kucaklamıştır rahmetiyle Hz. Muhammed evrensel Peygamber, rahmet Peygamberidir. Onun için kıymetli dostlarımız, hayatı ilâhî kânûnları iyi okuyalım, iyi tanıyalım, ne aldanalım, ne aldatalım kimseyi aldatmayalım ama aldanmayalım da. Bunun çâresi Yüce Allah’ın ortaya koyduğu kânûnlarını iyi okumaktan geçer. Bu da Kur’an’la, sünnetle, icmâyla, kıyasla İslam’ın yüksek âlimlerinin ilminim ortaya aydınlık içerisinde tahakkuk etmesiyle ortaya çıkar. Onun için İslam ilim dinidir, bilim dinidir, îmân dinidir, adâlet dinidir, merhamet dinidir, sevgiyle dolup taşan âlemleri sevgiyle kuşatan bir dindir. Yapmacık sevgiler İslam’da paslı teneke gibidir bunları ret eder. Altının yanında paslı teneke ne kadar zararlıysa yapmacık sahte sevgiler de böyledir. Seni paran için birisi sever para biter, sevgi biter. O parayı da kötüye kullanır çünkü adam da gerçek sevgi yok ve senin güzelliğin için adam seni sever. Güzelliğin solar solmaz sevgi biter. Ama diğerleri de böyle Allah sevgisiyle seni seven ebediyyû’l-ebed senin ölünü sever, dirini sever. Senin o en yaşlandığın zaman bile merhamet sevgisiyle, merhametiyle en yaşlı, en düşkün, en hasta zamanında seni kucaklar ve merhametle sevgiyle çünkü ilâhîdir. İlâhî sevgiye nihâyet olmaz, ilâhî merhamete nihâyet olmaz bunlar devamlıdır. Her şey de İslam da her şeyin aslı esası vardır taklit ve yapmacıklar bunlar İslam’da geçmez İslam’da barınamaz bunlar. Doğru Müslümanla sahte Müslüman arasında da bu farklar açıktır gece ile gündüz gibidir. Gerçek Müslümanın barında kalbinde îmân hâkimiyeti, Kur’an hâkimiyeti, Allah sevgisi, ilâhî merhamet, sosyal adâlet tamamen kişiyi kuşattığı zaman ondan iyilikten başka bir şey beklenmez. İşte bu kadroyu yok etmek isteyen zihniyet dünyanın kanını emen zihniyettir. Bunla yeryüzünün en zorba kanını emen yamyamlardan değil bunla kitleler hâlinde insan kasaplarıdır bunlar. İnsanlıktan merhameti, gerçek adâleti sevgiyi alıp götüren ve insanlığı robotlaştıran ve insanlığı başka yaratıkların seviyesinden aşağıya düşürmeye çalışan zihniyet insanlığın dostu değildir. Onun için kıymetliler, ilâhî kânûnları okumaya devam edelim.

Dakika 25:00

Şimdi Kur’an-ı Kerim de ecel-i müsemmâdan bahseder. Ecel-i müsemmâ; Takdir olunan eceldir. Herkese Allah (C.C) ömür süresi vermiş bu da onun kânûnu herkese bir ömür vermiş. Ömür süresi bitince biliyorsunuz ki ecel geliyor ömür süresi bitiyor. İşte ecel-i müsemmâ, takdir olunan ecel bu âhiretin başlangıcıdır berzahla başlar. Âhiret âlemi ecel saatin gelince âhiret âleminin başlangıcı başlamıştır işte bu berzahtır. Kişinin bir kısmı berzah âleminde onun ruhu cennetle irtibat kurulur berzaha göre berzah âlemine göre ona bir cennet ortamı hazırlanır. Bir kısmına göre de îmânsız ve hak Allah tanımayan Allah’ın ortaya koyduğu gerçekleri tanımayanlara da Cenab-ı Hak ne yapmış? Yine O’nun berzahıyla ilgili Siccin’i hazırlamış cehennem zindanlarıyla ilgisi var o da berzaha göre. Bunu için insanlar dünyasını da cennet hâline dünyada da insanların cennetle de irtibatı vardır, cehennemle de irtibatı vardır. Nasıldır? Eğer iç dünyanda hakîkî îmân, hakîkî İslam, hakîkî sevgi, hakîkî adâlet, ilim, irfân, hak ve hakîkat seni kuşatmışsa ilâhî feyizler ve lütuflar dünya da bu senin farkında olmadığın ruh dünyan da dünyaya göre bir cennettir bu. Mutluluk budur ama bunun tersi varsa küfür, Allah’a isyan, şirk, inkâr, nifak gibi ruhu, kalbi mahveden ruhu, kalbi esir eden bir eğer oluşum bozulma yanlış bir sistem kurulmuşsa iç dünyanda işte o zaman kişi ıstıraplıdır. İsterse köşklerde lortlar âleminde yaşasın onun ruh âlemi tamamen zemheriden fırtınalı denizlerden ve hattâ bir kısmı mezbahane’ye benzer, bir tarafı onun canavarların boğuştuğu ortama benzer ve huzur diye bir şey olmaz. Bunun kökü nereye dayanıyor bu sözlerin derseniz, ( يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ) iki kelime üzerinde nice “Evliyâ Okullarında, Tasavvuf Okullarında” iki kelimenin içeriğini incelediğin zaman Cenab-ı Hak kişinin kazanımlarına göre kimisinin içini sıkıyor günahının karşılığında ona kazancını veriyor kimisinin de iyilikleri karşısında kalbini, ruhunu açıyor aydınlatıyor. (يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ) diyor. Burada bir inkıbazdan bir imbisattan bahsediyor. Bir tarafta sıkılma, daralma patlamalar olduğu gibi, bir tarafta da mutluluklar, genişlemeler, huzur ve sükûn ortaya çıkıyor. Bunlar kişinin kazanımlarının karşılığıdır. Allah zulüm etmez kimseye, herkese kazancının karşılığını verir. Bir Allah demenin bir kazancı var, “Subhanallah” demenin bir kazancı var, karşılığı var, “Elhamdülillah” demenin bir kazancı karşılığı var, “Amentü Billah” demenin bir karşılığı kazancı var. Ben hak tanımam deyip de küfrün bir karşılığı var, şirkin bir karşılığı var, her günahın karşılığı var, her sevabın karşılığı var.

Dakika 30:05

Bunlar kazanımlardır ağzından çıkan bir kelime senin kazanımındır. Ya lehinedir, ya aleyhinedir. Yaptığın işler bu sevapsa lehinedir, günahsa aleyhinedir. Fayda sevapla beraberdir, zarar ise günahla beraberdir. Allah, kurduğu düzeni faydaya, rahmete, mutluluğa göre kurmuş. İslam tamamen fayda, rahmet, mutluluk, huzur ve huzurun tâ kendisidir. Îmânsız bir yürek mutlu olması mümkün mü? Puta tapanda îmânından bahsediyor îmânım var diyor. Şirk o şirktir îmân değil ki bir kısmı da işine geldiği gibisini alıyor, işine gelmeyeni inkâr ediyor bu da küfürdür. İslam’ın hiçbir emri ret olunamaz İlâhî’dir. Babamın emri, senin babanın, dedenin emri hükümdar emri değil ki İslam, Allah’ın kânûnları. Sen bunun işine geldiğini alacaksın, işine gelmediğini atacaksın orada îmân yok, orada küfür vardır, küfrün karşılığında da bir kazanım vardır. Herkeste bu var bu, o küfrün karşısında ki kazanımların senin içine bomba olarak yerleşir. Her günah bir bomba gibidir. Daha da beteri vardır içinde patlar. Peki, kim kazandı bu bombaları içine yerleştirdi? Senin, benim günahlarımız. Peki, sevap kazansaydık da iç dünyamızda huzur olsaydı, mutluluklar olsaydı. Ruhun semâlarında güneşler doğsaydı, ilâhî feyizler kuşatsaydı, ilâhî lütuflar kuşatsaydı olmaz mıydı? İşte bu bizim suçumuz. Aklımızı başımıza alalım! Bu kânûnları okuyalım, hayat veren reçeteyi iyi okuyalım, hayat veren nur ile hayat bulalım. Bunun için şimdi medde ve meâd kânûnlarından bahsediyoruz. İyi anlayalım, iyi dinleyelim! Seni ne kadar sevdiğimi bil ki, konu açıklığa kavuşması için, senin için çırpınıyorum, seni çok seviyorum. Neden? Rabbimiz yaratmadı mı hepimizi? Rabbin kulları değil miyiz? Yani burada üzüntün varsa hem seni düşündüğüm için, hem kendimi düşündüğüm içindir. Yani kimse niye cennet dururken neden cehenneme gitsin? Mutluluk varken herkes niye mutsuz olsun? Allah’ın sofrasında herkese nimet varken bir taraf niye aç kalsın? Niye açık kalsın? Niye boynu eğri kalsın? Gariban olsun? Neden yetimler ağlasın? Garipler boynu bükük kalsın? Allah’ın sofrasında herkese yetecek nimet yok mu? Zâlimlere dur diyeceksin. O zaman bu sofradan eşit bir şekilde herkes faydalanır ve sen yedikçe binleri yaratılır. Bir yersin, milyarlar yaratılır. Allah vermeyi seviyor ama adâlet istiyor kullarından. Kullarına diyor ki: Siz adâlet yapın, merhameti uygulayın, adâleti uygulayın yaratmak bana ait. Yeter ki çalışın diyor Cenab-ı Hak doğru çalışın. Onun, bunun hakkını çalarak çalışma olur mu? Onun için kıymetli dostlarımız, gelin hiçbir art niyet bulunmadan hedefimizde görüyorsunuz kimse yok. Sadece hedefimizde kim var? Şirk var, küfür var, zulüm var, haksızlık var, cehâlet var, insanlığın düşmanı kimse o var tüm insanlığın îmânın düşmanı kimse, Allah’ın hak düşmanları kimse hedefimizde onlar var şahıslar yok.

Dakika 35:00

Biz şahsiyet yapamayız. İslam evrensel bir din İslam bütün insanlığı kucaklamaya gelmiş, bütün insanlığın mutluluğuna gelmiş. Ama Kur’an-ı Kerim’de bu âyetler kapalı durursa raflar da, kütüphaneler de içinde ki bu ilâhî mesajlar dünyaya duyurulmazsa o zaman Allah’tan gelen mektubu okumamış olursun, mesajı da kabul etmemiş olursun veya gaflet etmiş olursun. Dostundan gelen mektubu okumadan önce Allah’tan geleni oku. Kur’an-ı Kerim Allah’tan geldi. Emin ellere teslim edildi Muhammed’e geldi (A.S.V), o da bunun içinde ki kânûnlarını yerleştirdi, İslam’ı yeryüzüne yerleştirdi. Emâneti boynumuza koydu gitti ve yüce makama yürüdü. Bizde görevimizi yapalım bizde gideceğiz. Azrâil (AS.) bugün mü götürür, yarın mı belli değil ama götürecek illâ doğru gedelim. Onun için kıymetliler, şimdi yer gök mûcizeyle dolup taşmaktadır. Kur’an-ı Kerim en büyük mûcizedir. Kâinatın hep yaratılması mûcizedir. Yani mûcize üstüne hep mûcize var.  Birileri tutuyor da hâlen daha mûcize arıyor oradan, buradan. Şah-ı Nakşibendi’ye sormuşlar bize bir kerâmet göster diye de:          “Ayakta durduğum kerâmet olarak yetmiyor mu” demiş. Ayakta duruyorum ya. Seni kim konuşturuyor? Bu keramet bu mûcize değil mi? Şu gözlerini kim parlattı? Bu cihazları kulakları buraya kim yerleştirdi, bunlar mûcize değil mi? Hangi birini sayacaksın bunların? Onun için bak 8’inci âyette şöyle diyor; Mûcizeyi kim ister de onu görünce îmân etmeyen diyor anında helâk olur. İşte buna dikkat et! O zaman kendi kuyusunu kişi kendisi kazmış olur. Kur’an-ı Kerim’in her âyeti mûcizedir her âyeti en büyük mûcizedir. Kur’an-ı Kerim eşsiz mûcizedir. Yer gökteki yaratılanların tamamını Allah’tan başka kimsenin yaratma şansı olmadığı için her varlık bir mûcize eseri yaratılmıştır Cenab-ı Hak tarafından ve Allah’ın yüce kudretinin delilleridir. Onun için yer gök mûcizedir. Ebû Hayyân 6’ncı âyetle ilgili şöyle diyor; “İsyân ederseniz sizde helâk olacaksınız.” Yani her isyân eden geçmiş tarihte helâk olmuştur, her günah içinde patlamıştır. Günahlar sebebiyle Allah herkesi içten, dıştan yakalamıştır. Onun için Ebû Hayyân öyle diyor 6’ncı âyete istinâden: “İsyân ederseniz sizde helâk olacaksınız.” Yine ibn-i Abbâs’tan gelen bir haberde de: Kimileri Peygamberin melek olmasını istiyorlar idi vaktiyle. Diyor ki: Melek indirseydi erkek şeklinde gelirdi nura bakamazdılar. İnsan sûretine çevrilse o zaman da insan diyeceklerdi. Onu melek şeklinde melekler nurdan yaratıldı. Öyle gösterseydi bu sefer nura bakamayacaklardı. Bu insanoğlu, Rabbi’sine karşı ne kadar yanlış bir tavır içerisinde biliyor musunuz? İnananlar da ne kadar şanslı insanlar. Yine Cenab-ı Hak A’râf Sûresi’nin 34’üncü âyetinde: Dünyada ki bütün milletlere, bütün devletlere bakın bu âyet mesaj veriyor. Diyor ki; (وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ) “Her ümmet için bir ecel vardır, ölüm vardır.”

Dakika 40:05

(وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ) Unutma her ümmet, her millet, her devlet için bir ecel vardır, ölüm saati vardır. Ölecek, yıkılacak. Yıkılmanın sebeplerini kendi eliyle hazırlayacak. Ölmenin sebepleri yine insanoğlunun eliyle hazırlanır. Ama bilemediği, göremediği neler vardır. Bir de orada ecel bir ölüm kânûn olduğu için o saat gelince illâ ölüm olur ömür bitince herkese ömrün süresi bellidir sen kaç nefes alacağın senin ecel sürenin içinde, ömür süresinin içinde nefeslerin sayılıdır. Her nefes alıp vermen ömür süresinden bir zaman parçasıdır, ömür parçasıdır. Her nefes alıp vermen de oraya mühür basılmaktadır. Şu kadar nefesin kaldı onları da alıp verince ölüm olacaktır öleceksin diye mühürlenmektedir. Onun için devletlere de ölüm var, milletlere de ölüm var, fertlere de ölüm var, cemiyetlere de ölüm var, yerlere de ölüm var, göklere de ölüm var. Ölümsüz sadece Allah’u Teâlâ’dır bir de O’nun kendi diledikleri vardır. Dilediğini öldürmez, öldürmüyor. Kıyâmet koparken bile dilediğini yaşatıyor. O her şeye kâdir ama ölümün bir kânûn olduğunu, ölümsüzlüğe yürüyüş olduğunu unutma! Cenab-ı Hak bu dünyadan berzaha, berzahtan öbür âleme seni, beni, hepimizi intikâl ettiriyor. Ne yapıyor netice de? Cennettekini cennette ebedî yaşatıyor. Cehennemdekini de ıstırap, azâb içinde orada da onu yaşatıyor. Öldürmüyor azâb üstüne azâb geliyor. Durum böyle bütün haberlerin, zâhirî haberlerin milyarlarca haberlerin durumu böyle, ama içinde bazı yorumcular başka yorumlar getirmişlerdir. Veya zayıf haberlere dayanarak başka ortaya kanaat koymuşlardır. Bunlar onları bağlar Kur’an-ı Kerim’in kânûnları, hükümleri açıktır. Bunca kânûn ve hükümler açık varken zayıf teorilere göre ümit bağlamakta akıllının işi değildir.  Şimdi kıymetli dostlarımız, yine tabiplerin, filozofların da bir ecel anlayışları var. Şimdi İslam’ın ortaya koyduğu bir ecel anlayışı vardır. Bazı tabiplerin, bazı filozofların da bir ecel anlayışları var. Mesela tabii ömür teorisi, Fahrettin Râzî’nin de bu konu da beyân ettiği gibi. Şimdi tabipler derler ecel-i kaza, ecel-i müsemmâ yine filozoflar tabii ömür teorisini ortaya koymuşlardır ki, bunların sadece şu faydası vardır. Yine Fahrettin Râzî’nin de dediği gibi, tedâvi için bunların tabii ömür teorisi tabiplerin ecel-i kaza, ecel-i müsemmâ dedikleri şey faydalıdır ama ömrü ne uzatır, nede kısaltır. Fakat kula kulluk görevinin yapılmasında katkısı vardır. Tedbirini al, tedâvini der ne güzel bu zaten bunlar İslam da İslam’ın âmir hükümleridir. Ama onlarda şu kanaat gibi bir şey görülmektedir; Yani şöyle yapsaydın ölmezdin, böyle yapsaydın ölmezdin gibi bazı teoriler vardır.

Dakika 45:00

Şimdi bu konuda da İslam kesin hükmünü vermiştir. Tedâvini ol der İslam tedâvi olmak için, tedbirli olmak için kazalara karşı, belalara karşı bütün koruyucu hekimlik İslam’da vardır. Esas koruyucu hekimliktir İslam’ın kendisi bizâtihi. Şimdi koruyucu hekimliği, tedbirleri, çalışmaları, gayretleri, tedâvilerin tamamını içerir İslam dini. Bunların tamamına rağmen ömür süren biter, ecel gelir, ölüm olur. Doktor da ölür, tabip de ölür, filozof da ölür. Azrâil’e bunların hiç birisi vay efendim ben tedâvi olacaktım, şu eksiğim vardı bunları da yapayım da sonra gel deme şansı var mı kimsenin? Öyle olsaydı doktorlar ölmezdi. Eğer öyle olsaydı, filozofların dediği gibi olsaydı, filozoflar ölmezdi. Sonra bu işin çok mükemmelini bilen peygamberler bunlar da öldüler. Hakka yürüdüler, Âlâ’yı Illiyyîn’e yürüdüler, yüksek makamlara yürüdüler. Şimdi İslam dini her türlü tedbiri al der bu kulluk görevidir. Ama kul ne kadar görevini yaparsa yapsın kul kuldur. Eksikleri vardır, kusurları vardır. Tamamını alsa dahi ecel yine gelecektir, ömür bitecektir. Bunu unutma! Şimdi şunun da iyi anla! “Ecel deyince mümkünü değil, vuku bulanı anlamak gereklidir.” Dikkat et buraya! “Ecel deyince mümkünü değil, vuku bulandır yani vuku bulanı anlamak gerekmektedir.” Vukuundan önce vaki olmadan imkân sahasındaydı. Dikkat et buraya! Vukuundan önce vâki olmadan imkân sahasındaydı, korunması göreviydi. Kulun görevi korunacaktı. Ama dikkat et buraya son cümleye! Vukuu bulmasıyla imkân sahası ne yapmıştır? Kapanmıştır. Ölüm geldi mi? Tamam, imkân sahası bitmiştir. Onun vukuundan önce imkân sahasındaydı. Her türlü tedbiri alırsın, tedâvini olursun. Ama bunlara rağmen ölüm gelmiş mi, ölüm vukuu bulmuş mu? Tamam, ölüm vukuu bulmuştur ve imkân sahası da kapanmıştır. Ölüleri diriltmek için çalışacaksın çalış ama daha kimse bir ölü diriltmedi. Peygamberler mûcize olarak Allah’ın emriyle ölüleri kaldırdılar, konuşturdular. Ama tekrar yine onlar öldüler. Çünkü Cenab-ı Hak peygamberin eliyle Allah diriltiyor, peygamber diriltmiyor ki. Ölüyü dirilten Allah’tır kul değildir ama bu demek değildir ki çalışmayın, bilimsel çalışma yapmayın değil. Sonuna kadar bilimsel çalışmalar devam etmelidir. Ama Yüce Allah ile yarışacak şekilde değil kimse Allah ile yarışamaz. Allah’ın ortaya koyduğu kânûnları keşfetmek için çalışmalıdır ve Allah’ın emrinde yapmalıdır, Allah’ı inkâr ederek değil. Bunun için vukuu bulana teslim olunur. Ölüm vukuu bulmuş mu? Tamam, bu bir kânûndur vukuu bulana teslim olunur. Ömür bitmiştir, ecel gelmiştir. Hangi sebeple olursa olsun ömür bitmiş ecel gelmiştir. Artık vukuu bulmasıyla da imkân sahası kapanmıştır.

Dakika 50:00

Hüküm tamamen hâkimiyet Allah’ındır. Yaratmak O’na ait, öldürmek O’na ait, diriltmek O’na ait, yaşatmak O’na ait, burada O’nun ne şeriki var, ne naziri, ne dengi, ne yardımcısı vardır. O zaman hâkimiyet kayıtsız, şartsız Allah’ındır. Hüküm tabiatı yaratandadır, tabiat hâkim değildir, tabiata Allah’ın hükmü hâkimdir. Tabiat Allah’ın hükmüne mahkûmdur. Onun için tenzîlî, tekvînî deliller ortadır. Tenzîlî deliller: Kur’an-ı Kerim’de ki delillerdir. Tekvînî deliller: İşte kâinatta ki tamamen Cenab-ı Hakk’ın kâinatı yaratması ve kâinatı kânûnlarıyla işletmesidir. (أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ) diyor bak dikkat diyor Cenab-ı Hak! Yaratmak Allah’a ait, emir Allah’a ait, kâinatta ezelî, ebedî O’nun emirleri hükümleri geçerlidir. Çünkü gerçek mutlak hükümdar O’dur. Şimdi bir de karn’dan bahsediyor “karn”, bir zaman ahâlisi sosyal toplum ki, bu yani bir zaman ahâlisi sosyal toplum uzun yılların bir adıdır bu, uzun bir zaman dilimidir. Yine Peygamberi Zîşân Efendimiz bakın ne diyor; (hayrul kurûnî karnî) buyurdular. “Ümmetlerin diyor en hayırlısı benim zamanımda ki ümmettir” diyor. Bakın yani burada (hayrul kurûnî) yani zaman anlamındadır. O zamanın içindeki de bir zaman ahâlisi sosyal toplumdur aynı zaman da. Ne diyor; (hayrul kurûnî karnî) “ümmetlerin diyor en hayırlısı benim zamanımda ki ümmetimdir” diyor. Yani Hz. Muhammed’in ümmetinin kendi saadet devrinde ki ümmetin, o çağın ümmetinin, o zamanın ümmetinin diyor. “Kendi zamanımda ki ümmetin en hayırlı ümmet olduğunu söylüyor.” Zaman müddeti ise burada bir asır yani burada ki, bir asırlık zamana burada (Kurûn) asırlar denmektedir. En hayırlısı benim zamanımda ki ümmetimdir diyor. Zaman müddeti ise bir asır, bir asır biliyorsunuz 100 seneye denmektedir. Cennet gibi vatanlarda yaşarken… Adamın dış dünyasına bakın lortlar âleminde yaşar, fildişi kuleler de yaşar. Ama bakın nerede yaşarsa yaşasın o oralarda yaşarken ne oluyor? Belâ veya ölüm gelir onu oradan alır götürür. Sen fildişi kulelerdesin, lortlar âlemindesin sen ecelin geldi biraz daha dur demez Azrâil (AS.) alır götürür. Sadece geçerli îmân ve Amel-i Sâlih’tir, başka hiçbir şeyin işe yaramaz. Mevkiini, makamını, rütbeni, malını, mülkünü, ilmini, irfânını, bütün mesleğini, her şeyini Allah yolunda kullanmış işsen faydasını göreceksin. Îmân ve Amel-i Sâlih olarak yoksa Allah’ı tanımadan kendi kafana göre, Kur’an tanımıyorsun, Peygamber tanımıyorsun kendi kafana göre işte benim yaptıklarımda işte ibadettir doğrudur diyorsun.

Dakika 55:10

Allah’ınkine ters düştüğü müddetçe, insanlığa fayda sağlamadığı müddetçe temelinde de Allah’ın istediği îmân, Amel-i Sâlih yoksa ihlâs yoksa faydasını göremezsin. Ben yağcılık yapmam bunu da bil! Kur’an-ı Kerim de ne diyor? Îmân ve Amel-i Sâlih diyor. Her îmân, îmân değil İslam’ın ortaya koyduğu îmân îmândır. Bir defa Allah’ın şânına yakışır O’nun isimleriyle, sıfatlarıyla tanıyacaksın, kânûnlarını tanıyacaksın, Kitâb’ını tanıyacaksın. Kitâbı’nın içeriğine muhâlefet etmeyeceksin. Şimdi ben sana yağcılık mı yapıyım? Yani Kur’an’ı tanımasan da îmânın îmân olur mu diyeyim şimdi? Hâşâ Sümme Hâşâ! O zaman beni kimi kurtaracak? Hz. Muhammed’e bile Cenab-ı Hak ne dedi; Eğer Kur’an-ı Kerim’i doğru anlatmasaydın, bir içine katkıda bulunsaydın senin kalp damarlarını koparırdım diyor Cenab-ı Hak. En sevgili kuluna bile böyle diyor. Doğru mesaj verelim, doğru anlayalım, aldatmayalım. Allah’ın isteklerine uymadan kendi kafana göre ne îmân olur, ne Amel-i Sâlih olur. O zaman her putperestin îmânı da geçerli olur. Eğer Allah’ınkini tanımadan bir şey geçerli olacaksa, o zaman her putperestin îmânı îmân olur. Şirk diye bir şey olmaz, küfür olmaz, nifâk olmaz, dere tepe dümdüz olur. Her şey pampak olur öyle bir dâvâ yok. Dünyada hak-bâtıl Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri hakkın karşısına bâtılı koymuş. İmtihan dünyası bu dünya, helâlin karşısına haramı koymuş. Binlerce helâlin karşısında sayılı birkaç tane haramlar var. Îmânın karşısına küfrü koymuş, tevhîd îmânının karşısına şirki koymuş, dürüst bir Müslümanlığın karşısına sahteyi ve münâfıkları koymuş, nifâkı koymuş. Hayat imtihan dünyası, öyle hakkı-bâtıla karıştırarak kimse paçayı kurtaramaz. Hakkı-bâtıla karıştırma, bâtılı-hakka karıştırma! Hak, hak olarak haktır, bâtılda bâtıldır. Bunu birbirine karıştırdığın an kendin boğulur gidersin. Sakın karıştırma! Hakla bâtılın ortasında ki sınırı korumak zorundasın. Bunun içinde bakın hakkı tanımayan kişilerden bazıları örnek veriliyor. İbn-i Ümeyye ne diyor Hz. Muhammed’e, yine Nadr Bin Hâris, Nevfel Bin Hâlid gibiler o çağın şeddeli müşrikleri, putperestleri her çağın tabii ki neyi vardır. İbn-i Ümeyye’leri vardır, çağdaş İbn-i Ümeyye’ler vardır, çağdaş Nevfel’ler vardır, çağdaş Nadr’lar vardır. Yani Ebû Cehil ’in arkadaşları çağdaş Firavunlar vardır, çağdaş Nemrutlar vardır. Bunlar muasır çağdaş zulmü temsil ederler. Şirkin önderleridirler. Îmân ve hakîkat bilim önderi olamazlar, hak ve adâlet önderi olamazlar. Niye? Şirkinden, küfründen vazgeçmiyor ki. Bunlar ne dediler Hz. Muhammed’e o zaman o çağın müşrikleri: “Göğe çıksan, kitap indirsen yine de îmân etmem dediler.”

Dakika 1:00:00

Nereye gittiler onlar tâ o zaman? Cehennemin dibine doğru gittiler, Allah’ın kılıcını yediler. Azrâil bunları kattı önüne zincir vurdu aldı götürdü. Var mı o asırdan bu asıra bir kalan? Hepsi gitti. Bu asırdan başka asırlara kalacak başka var mı? Hepsi gidecek. Kim götürecek? Allah’ın orduları, Azrâil ve onun emrindeki ordular var. Allah’ın ordularını kimse sayma şansı yok. Azrâil onlardan bir tanesi ölüm orduları var. Birde başka ordular var sayısız  (مَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ) “Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir başkaları bilmez.” Cebrâil’in orduları var, İsrâfil ’in orduları var, Mikâil ’in orduları var, Azrâil (AS.) onun orduları var, Hamele-i Arş var, yerlerde göklerde orduları var. Arş’ın etrafında uçsuz, bucaksız orduları var. Saymakla insanoğlu bitiremez ancak Allah biliyor. Onun için îmânsızlar ne yaptılar? Böyle dediler, yani; “Göğe çıksan tekrar yine Kur’an’dan başka kitap indirsen yine de inan îmân etmeyiz” dediler. Îmân edeceğimizi sanmıyorum dediler. Dört melek bize mektup getirsin, sana şahitlik etsin demişlerdi. Cebrâil (AS.) gelip, gelip gidiyordu. Kur’an-ı Kerim’i Hz. Muhammed’e Cebrâil (AS.) getirdi. O da bazen bir sûreyi 50 bin melekle getiriyordu ve sayısız meleklerle de getirdiği rivâyetler de vardır. Cebrâil’in elinde sayısız ordular var. Kur’an-ı Kerim Yüce Allah’tan tam güven ortamında gelmiş Hz. Muhammed’in bağrına yerleştirilmiştir lafzıyla mânâsıyla. Onun için Kur’an-ı Kerim’i Arap dahi, Kur’an-ı Kerim Arapça ama Arap dahi onun mânâsını özel Muhammed’den (A.S.V) öğrendiler. Murâd-ı İlâhî mânâ var Kur’an-ı Kerim’de onu Peygamber açıklar Kur’an’ı gönderen Allah açıkladı ona da. Ve bu Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat yoluyla da bu yol korundu rivâyette ve dirâyette. Öyle herkesin kafasına göre değil. Onun için Cibril’in diyor bir sayhası bir memleketi helâke yeterlidir. Cebrâil (AS.) bir haykırsa bir sayha atsa bir memleket helâk olur diyor. Cebrâil’i sen aslî sûretinde görecek gözünün gücü yetmez iki kanadı şarkıyla kalbi dolduruyor. 600 kanadıyla Peygamber Efendimizin gördüğü rivâyetleri vardır. Ve iki kanadı şarkı kalbi doldurduğuna göre, cevherler saçtığına göre daha Allah’ın tek bir askerine tek bu âlemin gücü yetmez, bu dünyanın. Aklını başına al, Rabbini tanı! Yine Meryem Sûresi’nin 17’nci âyetinde Cebrâil (AS.) Meryem Annemize de göründü. Îsâ’yı ona müjdelemeye gelmişti. O zaman ne yaptı? Erkek şeklinde göründe Meryem Annemize de. İbrâhim (AS.) geldi, Lut (AS.) geldi. Nasıl geldi Cebrâil (AS.)? Ve o zaman da yanında arkadaşları vardı Cebrâil (AS.) arkadaşları vardı melek arkadaşları bunlar da o zaman yine misafir şeklinde göründüler. Kime? İbrâhim (AS.) ve Lut (AS.).

Dakika 1:05:00

Hz. Muhammed’e de bazen Dihyet-ül Kelbî diye yakışıklı bir Müslüman vardı Peygamberimizin Ashâplarından onun sûretinde gelirdi bazen insan sûretinde Cebrâil (AS.) Peygamberimizden Buhârî Şerif’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte: (ve ahyânen yetemesselü ilel melekü racülen) buyuruyor.  Diyor ki: “Bazen melek bana adam gibi görünürdü” diyor. Erkek şeklinde, bir erkek adam şeklinde gelir görünürdü. Ekseri de Dihyet-ül Kelbî diye bir kişinin şeklinde geliyordu. Onun için kıymetli dostlar, şahitten gaibe geçiş bakış mebdeden başlangıçtan meâda yani sona yürüyüş, geliş ve dünyadan dönüş. Her gelen dünyadan dönecektir. İşte mebde başlangıç meâd sonuçtur. Sona doğru yürümek meâd’dır. Bu da Cenab-ı Hak’tan gen Hakk’a yürüyüşle ne yapıyor? Geliş yaratılış kânûnu mebde ’dir. meâd ise O’na tekrar Hakk’a yürümektir. Rahmet ezelîdir, varlıkları rahmetiyle yaratmıştır. Bütün âlem, bütün varlılar Yüce Allah’ın rahmetinin tecellîsidir. Gazâp hükümleri ilâhî ahlâktan uzaklaşmalarının gereğidir. Allah niye gazâp ediyor insanlara? Aslında rahmet ezelîydi gazâp ise, ne oldu? Gazâp hükümleri İlâhî ahlâktan uzaklaşma sebebidir. Uzaklaşmanın sebebidir Allah’ın gazâp etmesi ilâhî ahlâktan kul uzaklaştığı içindir ki, bu tâlîdir aslî değildir. Eğer kul ilâhî ahlâktan sapmasaydı Allah gazâp etmeyecekti. Ama rahmeti devam edecekti. Rahmet ezelî çünkü hem de ebedî. Onun için rahmeti insanoğlu ne yaptı? Kötüye kullandı. Rahmeti kötüye kullanmasaydı, Allah’a karşı koymasaydı, yaratılış fıtratını bozmasaydı, İslam’la geliştirseydi, itaatini geliştirseydi Allah gazâp etmeyecekti, gazâp hükümlerini de uygulamayacaktı. Onun için insanoğluna Allah hürriyet nimetini verdi hürriyeti kötüye kullandı ve nice nimetler verdi nimetleri kötüye kullandı. İşte yüz çeviren fıtratı değiştirenler Allah’ın gazâbına gazâp hükümlerine çarpıldılar ve çarpılacaklar çünkü adâlet tecellî edecek. İşte âyetten, delilden uzaklaşanlar, Allah göstermiş nurlu bir yolu adam o yoldan gitmem diyor. Allah ortaya kânûnlarını koymuş tanımam diyor. Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin içinde yiyip içiyor mülkünde… O zaman mademki Allah’a itaat etmiyorsun, kânûnlarını tanımıyorsun nimetlerini yeme, mülkünden çık git nereye gideceksen. Mademki mülkündesin rahmetini yiyorsun, nimetinin içindesin itaat et Allah’a yapmıyor. O zaman ne olacak? Allah gazâp hükümlerini uyguluyor işte orada adâlet tecellî ediyor. O da insanoğlunun ana sermayeyi kötüye kullanmasındandır.

Dakika 1:10:00

Nedir ana sermaye? Sana ruh ve bedeni verdi, nimetleri verdi, aklı verdi, hürriyeti verdi, özgürlüğünü verdi, bitmez tükenmez sana rahmet sofrasını kurdu sen bunları kötüye kullandın. Îmân et dedi etmiyorsun, Müslüman ol diyor sana olmuyorsun. Tamam, Rabbine hesap vereceksin, vereceğiz O’na. Onun için yüz çevirenler, fıtratı değiştirenler fıtratın değişikliğine Allah seni İslam fıtratı üzerine yaratmıştı o fıtratı sen bozdun. Başka tarafa çevirdin. Âyetleri sana göndermişti âyetlerden uzaklaştın delilleri ortaya koydu delilleri tanımadın, İlâhî delilleri. Allah’ın rızâsının tersini yaptın. İşte gazâp hükümleri de o zaman ne oldu? Tecellî edecektir ve etti. Etmeye de devam edecektir tâ Rûz-i Cezâ ’ya kadar. Ondan ötesini yine kendi biliyor biz oraya kadarını biliyoruz. Mühlet sonsuz değildir. İnsanlara mehil ve müddet veriyor, ömür süresini veriyor bu bir nedir? Mühlettir ömür süresi, imtihan süresidir aslında bu dünya da ve bu sonsuz değil ki imtihan süresi hiçbir imtihanın süresi sonsuz olmaz zaten. İmtihanın sonu biter, insan süresi biter imtihanın sonucuna göre de kişi ne yapar? Karşılığını verilir ya kazanmıştır, ya kaybetmiştir. İmtihan ya kazanılır ya kaybedilir. Îmân ve Amel-i Sâlih’le Allah’a itaat edenlerin tamamı kazananlardır. Kaybedenlerse onu tanımayanlardır. Rahmetinin nizâmı ebedîdir. İslam Allah’ın rahmet nizâmıdır ve ebedîdir. İnsanların hiçbiri İslam’ı kabul etmese bu ebedîdir. Kabul etmemekle İslam’a zarar gelmez, Allah’a zarar gelmez, hepsi Müslüman olsa Allah’a fayda sağlamaz. Herkesin kendine fayda sağlar. Buraları da doğru bilenler doğru biliyor.

Dakika 1:12:52

 

 

 

 

(Visited 89 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}