Tefsir 398-01

398- Tefsir Ders 398 hayat veren nurun keşif notları

398- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 398

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Mü’minûn Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 118’inci Âyet-i Kerime’ler )

 

 

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn’’

 

Kıymetli izleyenlerimiz,

 

Dersimiz ‘’Mü’minûn Sûresi ile’’ devam etmektedir. Mü’minûn Sûresi de ihtilâfsız “Mekkî Sûrelerdendir” sadece (حَتَّى إِذَا أَخَذْنَامُتْرَفِيهِم) âyet-i kerimesi istisnâ edilmiştir. Tirmizî, Nesâî ve diğerlerinin rivâyet ettiğine göre Ömer Bin Hattab (Radıyallâhu Anhü) demiştir ki: “Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine vahiy indiği zaman biz yanından arı vızıltısı gibi bir şey işitirdik. Bir gün üzerine vahiy indi bir saat bekledik derken hemen açıldı ve hemen kıbleye dönüp ellerini kaldırdı.” Kim? Sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselâtu Vesselâm)

 

(Allâhümme zidnâ velâ tenkusna ve ekrimnâ velâ tühinnâ ve ağfinâ velâ tahrimnâ ve âsirnâ velâ tu’sir Aleynâ ve verdâ annâ ve erdinâ)

 

Yarabbi! Arttır eksiltme, ikrâm et bizi küçük düşürme, bizi ver mahrum etme, bizi tercih et. Bizim üzerimize başkalarını tercih etme, bizden râzı ol ve bizi râzı kıl diye Sevgili Peygamberimiz dua da bulundular. Bana, 10 âyeti indirildi bunları yerine getiren cennete girecektir dedi. İşte Mü’minûn Sûresi’nin bu 10 âyeti hakkında söyledi ki, tabii bu 10 âyeti de diğer âyetler açıklamaktadır. Kur’an-ı Kerim’i Kur’an-ı Kerim açıklar. Kur’an-ı Kerim nur üstüne nurdur. Bütün nurların üstündeki nurda Cenab-ı Hakk’ın kendisidir ki nurun sahibi esas odur. Kur’an-ı Kerim’in tamamen nurdur, Muhammedî nur Peygamberlik Hazreti Muhammed nurdur. İslam A’dan Z’ye nurdur. (نُّورٌ عَلَى نُور) Ey Müslüman! İşte sen bu nurun içindeki insansın kıymetini bil.

 

Cenab-ı Hak bu sûre-i celile de bakalım bizlere ne yüce fermanlar buyuruyor.

 

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ﴿١﴾

 اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ﴿٢﴾

  وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ﴿٣﴾

  وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ﴿٤﴾

  وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ ﴿٥﴾

اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ﴿٦﴾

  فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ﴿٧﴾

  وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ﴿٨﴾

  وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ﴿٩﴾

  اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ﴿١٠﴾

  اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ﴿١١﴾

 

Dakika 6:00

Yüceler yücesi olan Yüce Rabbimiz bu yüce kelimeleri yüce âyetleriyle bakın bize nice yüce fermanda bulunuyor yüce emirler veriyor.

 

Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir diyor.  (قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ) Mü’minler kurtuluşa ermiştir. Mü’min ol mü’min gerçek mü’min ol. Nedir mü’min? Göğsünde îmân nuru, İslam nuru parlayan Kur’an nuru göğsünde parlayan Muhammed’i nur ile sürekli irşâd olunan zât-ı muhteremlere mü’min veya mü’mine denir. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Şimdi huşû nedir? Allah’a derin saygıyı unutma, namazlarında diyor… Dikkat et! Onlar derin huşû içindedirler. Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler, onlar ki, zekât (vazifelerini) yerine getirirler ve onlar ki, iffetlerini, namuslarını korurlar, namusludurlar erkeği de kadını da. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu hizmet (câriyeleri) hâriç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar ki, emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler. Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler. Namazlarını hem kılarlar hem doğru kılarlar hem devamlı kılarlar tam muhafaza ederler. İşte asîl onlar vârislerdir ki, Firdevs’e vâris olan Firdevs cennetine vâris olan bu kimseler orada ebedî kalırlar. Nerede? Firdevs cennetinde. (قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ) “Gerçekten felâh buldu o mü’minler” diyor Cenab-ı Hak. Mü’min olmaya bak, iyi Müslüman olmaya bak. Bak bir felâhtan bahsediyor Cenab-ı Hak. Felâh; Murâda ulaşmaktır hayırda sonsuzluktur. Öyle hayır ki bu burada ki felâh sonsuz bir hayra ulaşmanın murâda ermenin tâ kendisidir felâh. Selâmete ermek huzur bulmak… İşte Cenab-ı Hak burada yedi özelliği saydı.

 

Dakika 10:00

 

Yedi özellikten birincisi îmândır. Bunun için ‘’Bakara Sûresi’nin 3’üncü Âyetinde’’ bu konuyla ayrıca bilgi verilmiştir o dersimize dikkat edenler oradan da o keşif notlarını alırlar. İkincisi şudur ki (اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ) “Ki, onlar namazlarında huşû içindedirler.” Huşû; kalp fiillerinden olmak üzere tarif etmiş aslî kalpte tezâhürü bedende olmak üzere ikisini de içinde bulundurur. Kalbe ait tarafı Rabbin azâmet ve celâli karşısında nefsi Hakk’ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek ve edep ve tâzimden başka bir şeye yönelmeyecek şekilde kalbin son derece bir saygı hissi duymasıdır. Kime? Yüce Allah’a. Buraya dikkat et! Huşû genelde kalp fiillerindendir. Kalbe ait tarafı Rabbin azâmet ve celâli karşısında nefsini Hakk’ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek edep ve tâzimden başka bir şeye yönelmeyecek şekilde kalbin son derece bir saygı hissi duymasıdır Yüce Allah’a… Vücutta tabii ki kalpte bu saygı olunca insanın dış bedeni de bir de bakarsınız kil tam bir sükûnet, huzur, edep, terbiye bürünmüş olur. Bir sakinlik ve sükûnet meydana gelmesi gözlerinin önüne secde yerine bakıp sağa-sola, şuna buna intibak etmemesidir. Bundan dolayı huşûnun aslı namazın şartlarından olan niyetin samîmîliği ile tezâhürleri de namazın âdâb ve diğer tamamlayıcıları ile ilgilidir. Hasen ’den ve İbn-i Sirîn ’den rivâyet olunduğuna göre: “Namazda gözlerini gökyüzüne kaldırırlardı İslam’ın ilk günlerinde.” Bu âyetin inmesi üzerine önlerine eğdiler ve ihtisârı terk ettiler ihtisâr elleri böğürlere koymaktır.

 

Buhârî ve Müslim’de Hazreti Âişe’den (Radıyallâhu Anha) rivâyet edildiğine göre: Sevgili Efendimiz Allah’ın Rasûlü Muhammed; namazda iltifat yüzünü çevirip bakma hakkında sordum buyurdu ki: “O bir çalmadır şeytan onu kulun nazarından çalar.” Şimdi namazda yüzünü evirip-çevirip bakmak, namazdan çalmadır buyuruldu. Çünkü huşû içinde olanın kalbi huşû içinde ise bütün âzâları da huşû içindedir Allah’a saygı içindedir tam bir edep, terbiye bir sükûnet içindedir.

 

Dakika 15:05

 

Hâkim Tirmizî’nin Kâsım bir Muhammed yoluyla Esmâ Binti Ebû Bekir’den Hazreti Âişe’nin annesi Ümmü Rûmân’dan rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte, muhterem Ümmü Rûmân (Radıyallâhu Anha) demiştir ki: Namazında sallanıyordum, Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) gördü beni öyle bir azarladı ki az daha namazdan çıkacaktım. Sonra da dedi ki: “Rasûlullah’ı dinledim” şöyle buyuruyordu: “Herhangi biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, Yahûdîler gibi sallanmasın. Zîrâ namazda âzâların sükûneti namazın tamamındandır” buyurdular. Demek ki Yahûdîler sallanıyorlar (وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ) “Ve onlar ki boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” Mü’min boş şeylerle uğraşmaz, faydasızlarla uğraşmaz. Her dakikasını saniyesini ve nefesini faydalıyla Allah’ın râzı olduğu ve râzı olacağı amellerle uğraşır. Bunun için Müslüman buna da dikkat etmeli ki, ömrünü heder etmemeli en büyük isrâf ömür isrâfıdır. (وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَ) “Onlar ki, zekât vazifelerini yerine getirirler.” Zekâttan maksadın temizlik ve temizleme mânâsı olduğunu söylemişlerdir. Burada nefsi temizleme bedeni temizleme mâlî bir temizleme zekâtın hepsine de şâmil olduğu görülmektedir. Zekâtı verilmeyen mal temiz değildir o malda yoksulların hakkı vardır Allah hakkı vardır, kul hakları vardır. Zekât tam verilince mal da temizlenir. (وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ ) “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar, namusludurlar.” Namuslu olmaya son derece kararlıdırlar namuslu yaşarlar. bu da gerçek mü’min Müslüman olmanın bir özelliğidir. (اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ) “Ancak eşleri ve ellerinin sahip oldukları hâriç zîrâ bunlar kınanmış değillerdir.” (فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَ) “Bunlar kınanmış değillerdir.” Şu hâlde kim bunun ilerisine gitmek istersen yani zinâya giderse helâlini meşrû olanı bırakırsa (فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ) “İşte onlar haddi aşan kimselerdir” ve bunların dünyada da mezar ve mahşerde de çok büyük hüsrânları vardır. (وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ) “Yine onlar ki, emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.” Mü’min olmanın gerçek Müslüman olmanın bir özelliği de budur. Nedir emânet? Yalnız mala has değildir bütün şerî teklifler şeriatın bütün emirleri Şârî Teâlâ Allah’tır. O’nun bütün emirleri Allah’a ait bütün haklar ve kullara ait bütün haklar vekâletler velâyetler memuriyetler ve herkesin görevi vazifesi bunlar birer birer emânettirler.

 

Dakika 20:30

 

Ahitte gerçek Allah’a ve Peygambere ve gerekse insanlara karşı olan anlaşmaları ve taahhütleri içine almaktadır. Sözünde dur anlaşmalara dikkat et. Birinci anlaşma Allah’la yapılan anlaşmadır ki bu Kâlû Belâda  ‘’Elestü bi- Rabbiküm’’ de başladı  ‘’Elestü bi- Rabbiküm Kâlû Bela’’ ve dünyaya geldik ‘’Lâ ilâhe illallah Muhammedur Rasûlullah’’ dedik Şârî’in şeriatla ilgili bütün tekliflerini kabul ettik Allah bir anlaşma yaptık. Peygamberin Peygamberliğini kabul ettik ona tâbî olma konusunda bir anlaşmamız var. Kur’an-ı Kerim’e ve İslam’a karşı bir taahhüdümüz var. Bunları yerine getirmeliyiz. Bunun için bir de insanlara karşı olan anlaşmaları ve taahhütleri de içine almaktadır. (وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ) “Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler.” İlâhî emânetlerden olan farz namazlarını geçirmek veya eksik bırakmamak için vakti vaktine şart ve âdâbı ile kılmaya devam ederler. İşte mü’min olmanın bir aslî özelliği de budur. Namazına yerli yerince bütün kurallarına riâyet ederek beş vakit namazını en asgari kılabilmek kılmaktır ve muhafaza etmektir. Yerli yerince kılınca muhafaza edilmiş olur, devam edilince muhafaza edilmiş olur. Yoksa ihânet edilmiş olur. (اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ) “İşte onlar bu vasıfları kendilerinde bulunduran mü’minlerdir. Ancak ve… Buraya dikkat et! O vârislerdir. Bakın mü’minler vârisler nereye?  Bunlar “Firdevs Cennetine” (تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَن كَانَ تَقِيًّا ﴿٦٣﴾) ‘’Meryem Sûresi 63’’ Yüce Rabbimiz diyor ki: “Kullarımızdan takva sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur.” (أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ) “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır.” ‘’Enbiyâ Sûresi 105’’ bir önceki de ‘’Meryem Sûresi 63 âyeti idi.’’ Bakın Cenab-ı Hak bu kullar vâristirler. Nereye? (اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ) “Ki, Firdevs’e vâris olacaklar.” (هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ) “Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.” Firdevs Habeş dilinde ve Rumcada cennet demektir. Rasûlü Ekrem’den (S.A.V) Ebû Mu’ sel Eş’arî rivâyet etmiştir ki (Radıyallâhu Anhü)

 

Dakika 25:05

 

Firdevs Rahmanın maksuresi mahfilidir içinde nehirler ve ağaçlar vardır. Ebû Ümâme (Radıyallâhu Anhü) da şunu rivâyet etmiştir; Allah’tan Firdevs’i isteyin; çünkü o cennetlerin en yücesidir. Firdevs’te bulunanlar Arş’ın gıcırtısı işitirler diye Ebû Ümâme Sevgili Peygamberimizden böyle rivâyet etmiştir. Bunun da kaynağında Kurtubî gibi Allâme bulunmaktadır. İnsan cinsinin yaratılışının 9 derece üzere göstererek bakın buyuruyor ki; Firdevs cennetini istemek için bu Yüce Allah’ın mü’min de bulunması gereken bu özellikleri Müslüman yerine getirmesi lâzım. İşte gerçek îmânla iş başlıyor namaz, namus ve diğerleri ile devam ediyor.

 

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿١٢﴾

ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ ﴿١٣﴾

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماًۗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقاً اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ ﴿١٤﴾

ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَۜ﴿١٥﴾

ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ ﴿١٦﴾

 

 

Andolsun ki biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış bir çamurdan) yarattık diyor Cenab-ı Hak. Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe (sperma) hâline getirdik. Sonra nutfe’yi bir alaka (embriyo) yaratık, derken alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası hâlinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. Sonra siz bunun ardından, muhakkak ki öleceksiniz. Sonra da siz, şüphesiz, kıyâmet gününde tekrar diriltileceksiniz. Hepiniz dirileceksiniz diriltileceksiniz. İstesen de dirileceksin diriltileceksin istemesen de. Allah’ın kânûnları böyle işliyor. Sülâle, Cenab-ı Hak (مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ) diyor. “Çamurdan bir sülâleden” Sülâle: Sel sıyırıp çıkarmak demektir. “Sell-i seyf” denilir ki kılıcın kınından sıyırıp çekmeye “sell-i seyf”  deniliyor. Hülâsa gibi ki sülâle hüname künase gibi Keşşâf’ın açıklamasına göre bu vezim bir kıllet azlık mânâsı ile de ilgilidir. (Ez-Zemahşerî) Bir netice demek olur ki sülâle tâbirinden biri silsile mânâsı düşünülür. Âdem’in yaratıldığı ve dolayısıyla insan cinsinin insan organlarının ilk başladığı evre olmakla hiçbir insan tohumu ile meydana gelmiş değildir. Burada (Tîn) Âdem’in bir ismidir demiş bazıları. Sülâleden maksat Âdem’dir demiş ise de ikisi de doğru değildir. (وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ) Cenab-ı Hak ne diyor; “Biz muhakkak insanı yarattık” diyor. Şimdi buradan bakınca bu sülâlenin Âdem’den önce olmasıdır. Hattâ bir kısım tefsircileri İbn-i Abbâs, İkrime, Katâde ve Mukâtil ’den nakledildiğine göre burada (الْاِنْسَانَ) kelimesini Âdem diye tefsir etmişler. Bunun da kaynağında Âlûsî bulunmaktadır Ruhu’l Meâni de. “Lâm’ı ahit Lâm’ı olarak kabul etmişlerdir.” Gerçi tahkikçi âlimlerin görüşü cins için olmasıdır, sözün gelişi de buna uygundur. Nitekim Ebussuut demiştir ki (الْاِنْسَانَ) ile kastedilen cinstir ‘’Tîn’den’’ yani çamurdan bir sülâleden toplayıp yaratmakla halk ettik bununla beraber ahit olduğu takdirde de zımmen bu mânâ gerekir. (مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ) Bakın burada da, “yoluna girmiş şekillendirilmiş balçık” ‘’Hicr Sûresi 26’ncı âyet-i kerimede.’’ Fahrettin Râzî’nin de kaydettiği üzere; maddeler çamurdan sıyrılmış çıkmış madensel veya bitkisel veya hayvansal maddelerdir elementlerdir. Nitekim sülâle nutfenin meydana geldiği gıda maddeleri. İnsan cinsinin ilk yaratıldığı çamur sülâlesi ilk insanın ve ilk insan hücreciklerinin yaratıldığı zamana kadar çamurdan seçilip çıkarılmış olan ve sonra insanın erzakı hizmetini çamurdan madenleri, bitkileri, hayvanları sıyırıp çıkardıktan sonra bunların hülâsasından da insanı hiç yokken Yüce Allah yaratmış. Hiç yokken dikkat et buraya! Ve insan bunların sonucu olmuştur. Topraktan insana kadar üç şeyin; madenlerin, bitkilerin ve diğer yaratıkların şöyle bir bak,  İbn-i Türketelİsfehanî Fusus Şerhinde demiştir ki; Madenler sonra bitkiler sonra diğer hayvanlar yaratılmıştır diyor. Madenlerin sonunu ve bitkilerin evvelini mantar, bitkilerin sonunu ve hayvanların evvelini hurma, hayvanların sonunu ve insanın evvelini de diğer hayvanlar ve birbirine ulanma birliği bozulmadan değişmeden aralarından kesilmeden korunsun ve birbirine bağlansın diye İbn-i Türketelİsfehanî  de böyle bir görüş belirtmiş.

 

Dakika 35:40

 

Tabii bunların açıkçası şudur; Yoktan Cenab-ı Hak bir insan yaratıyor ondan yarattı, bundan yarattı, yoktan yarattı. (ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ ) “Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta rahimde nutfe hâline getirdik” diyor Cenab-ı Hak. (ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۚ)

“Sonra onun zürriyetini nutfeden hakir bir sudan üretmiştir.” Çamur sülâlesini nutfe yaptık bakın demek olmaktadır. Bir şey kendisinin gayrısı olamayacağı gibi tabiatının gayrısı da olamaz. Onun için Cenab-ı Hak, yaratmanın her türlüsünü bildiği için insanoğlunu en mükemmel şekilde yaratıyor. Tabiî ilimler denilen ilimler hiçbir olayın tabiî olmadığını ispat eden ilimlerdir. Evet, tabiatta değişme, seçilme, gelişme yok değildir. Fakat gelişmeyi yapan seçimi yapan tabiat değildir tabiatlar üzerinde hâkim olan yaratıcıdır. Çünkü tabiata, Yüce Allah hâkimdir tabiat Yüce Allah’ın kânûnlarına mahkûmdur. İnsanı yaratan nutfe tabiatı değil nutfeye ve rahime o yaratılış değişimini veren yüce yaratıcıdır. (ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً) “Sonra nutfeyi alaka olarak yarattık” diyor Cenab-ı Hak. ‘عَلَقَةً’ İlişken, yapışkan şey demektir ki, donuk pıhtı kana da denir. Demi, cami, donmuş kan diye tefsir etmişlerse de asıl maksat rahimde aşılanmanın meydana gelmesiyle oluşan aluktur. (Hac Sûresi’nin 5’inci Âyetinde de buna işaret edilmiştir.) Yine (فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً) “Arkasından alaka ’yı mutğa yarattık yani bir çiğnem et parçası hâline değiştirdik.” Bakın o rahim de aşılanmanın meydana gelmesi ile oluşan aluk bu sefer ne oldu; et hâline getirildi.  (فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً) “Arkasından mutğa ‘yı kemikler yarattık.” Bakın, bir çiğnem et parçasından bir takım kemikler yarattık ki, bunlar hikmetin gereği üzere vücudun çatısını meydana getiren direkleridir. Ne hoş ve güzel hikmettir ki, yumurtanın kabuğu tavuğun karnındayken yumuşak, yumuşak olup dışarı çıkınca sertleştiği gibi kemiklerde rahimde iken yumuşak ve çocuk doğduktan sonra sertleşerek bir yaratılışta yaratılmışlardır. Dikkat ettin mi buraya? Kemiklerde rahimde iken yumuşaktır yumurtanın kabuğu tavuğun karnındayken yumuşak olup dışarı çıkınca sertleştiği gibi kemiklerde rahim de iken yumuşak ve çocuk doğduktan sonra sertleşecek bir yaratılışta yaratılmışlardır. Her şey yerli yerince, çünkü yaratıcı her şeye kâdir

 

Dakika 40:58

 

(فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماًۗ) “Bunun arkasından bu kemiklerin bir et giydirdik.” Bütün o kemikler et kisvesiyle giydirilip kuşatıldı. Bakın birde kemiklerin üzerine et giydirildi. Yaratılışa bir bakın hücrelere, dokulara, organ ve sistemlere şöyle bir bakın, bir de buna ruh veriliyor şuna bakın.

(ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقاً اٰخَرَ) “Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak inşa eyledik.” Yani organlarıyla, ruhuyla, kuvveti ile boyu posu ile onda öyle güzel bir yaratılış meydana geldi ki, hiçbir mahlûka benzemez. İnsanoğlu çok üstün yaratılmıştır. En güzel sûrette dilber bir insan oldu. (فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ) “Şimdi yaratanların en güzeli Allah çok büyük çok yücedir.” Her şeyin yaratıcısı O, O’nun yaratmasından sonra vücuda gelen hikmet ve sebeplerin her biri O’nun icadıdır O ilk defa O icat etmiştir. Bütün aslı her şeyin O’nundur O’ yaratmıştır. Bunun için öyle diyor.

 

“Gizlidir zâtın ve gizlilikten bütün âlem görünür,

Yaratış denizin de dalgalar görünür, derinlik görünmez.

Yüksek ve alçak, bütün âlem ebedî varlığının şahididir.

Yok, iken yeryüzü ve gök, ortaya çıkması boşa değildir.

Hikmetinin mânâsı kudret ortaya koymak dilemiş,

Küçücük zerreden dünyayı gösteren bir ayna yaratmıştır.

Âlemin aynası her an kahrından ve lütfundan akis alır.

Onun için bazen bulanık görünüyor, bazen berrak görünür.

Hikmet’in bazen toprağı bin ay yüzlü gizler,

Yaratman bazen, topraktan bir ay yüzlü çıkarır.

Dünya ehline ilminin esrârı, gizli kalmasın diye,

Hikmetin, inkârcılar içinde, peygamberler çıkarır.”

 

 

(ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَۜ) “Sonra şüphesiz bundan sonra muhakkak öleceksiniz.” Ey insanoğlu! Yoktan böyle yaratıldın çocuk hâline geldin bu evrelerden sonra ve dünyaya geldin delikanlı oldun yaşadın ömrün varsa öleceksin. Ve dirileceksin, diriltileceksin, mahşere getirileceksin hesaba çekileceksin.

 

Dakika 45:15

 

(ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ ) “Sonrada muhakkak kıyâmet gününde tekrar diriltileceksiniz ve dünyadaki yaptıklarınızın hepsinden hesaba çekileceksiniz.”

 

وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ﴿١٧﴾

  وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ﴿١٨﴾

فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍۢ لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ﴿١٩﴾

وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ﴿٢٠﴾

  وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ﴿٢١﴾

  وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟﴿٢٢﴾

 

Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz, yaratmaktan habersiz değiliz diyor Cenab-ı Hak. (وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ) buyuruyor. Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu yerde durgunlaştırdık. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter. Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin faydanıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik ki, bunlar da sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. Ötesini düşünün. Tûr-i Sinâ’da (dahi) yetişen bir ağaçta meydana getirdik ki, bu ağaç, hem yağ, hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri bir (zeytin) verir. Hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakilerden size içiririz. Süt veren bir canlıyı düşün; Sana şırıl, şırıl bir inek, bir koyun, bir keçi, bir deve, bir sığır ne yapıyor; Sana şırıl, şırıl süt veriyor. Şu yaratılışa bak, yaratanın yüceliğine bak! Onlarda sizin için bir takım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz. Hem onlara ve hem gemiye yüklenirsiniz. Ya havada, karada, denizde, taşınırsınız.

 

Sevgili dostlar,

 

En güzeli meleklerin çıkış yolları demek olan 7 yol mânâsına göklerde 7 tane yollar yarattığını Cenab-ı Hak söylüyor ki, bunlar beş duyu ile akıl ve vahiy yollarıdır. Bu yolları göklere giden yollar var bir de beş duyu ile akıl ve vahiy yolları var. (وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ) “Ve biz yaratmaktan habersiz değiliz” diyor Cenab-ı Hak. Yaratıcının varlığına ve irâdesine delâlet eder tabiat meselesinin yokluğuna delâlet eder. Çünkü tabiat sonradan yaratılmıştır. Kâinat sonradan yaratılanın dilediği zaman yok olmaya da mahkûmdur. Yaratanın ilmini ve kudretini gösterir. Kudretinin ilminin ve O’nun koruması ve gözetimi altında bulunduğuna delâlet eder.

 

Dakika 50:55

 

Çünkü bütün varlıklar O’nun kudretinin, ilminin, korumasının, gözetiminin altında olduğunu unutmamak gerekiyor. Haşr ve Neşr ’in mümkün olduğunu da haber veriyor. Peygamberlik ve elçilik meselesinin de esâsını bir ispat vardır. Bu haberlerin kaynağı da, Fahrur Râzî de bulunmaktadır. (وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ) “Ve gökten uygun bir ölçüde su indirdik.” Faydalı yağmurlar değişik miktarda yağarlar. Allah’ın dilemesi ve ilmine göre bunlar bir nizâm içindedirler. Suyun oksijen ve hidrojenden meydana gelen birleşik bir madde bulduğu kimya ilminde daha sonraları bilinmiştir. Yaratıcının bu bir sanatıdır. Yağmurlar güneş sıcaklığı ile denizlerden ve yerden buharlaşıp yukarıya çıkan su buharlarının toplanması yoğunlaşması ve suya dönüşmesi ile meydana geldiğinden bahsedilirken, fizikte ilmin tamamı değildir. Bunlardan bahsederken bakın daha bilemediği neler var. Çevredeki temparatüre yani hava sıcaklığının her an aynı seviyede durmadan değişmesi ve “Yüce Yaratıcının” emir ve tedbiri miktarının belirlenmesi ve tespit edilmesi de tamamen ilâhî takdirin emrindedir. O’nun hükmünü altındadır. Özel bir miktar ile bazen normal şekilde bazen normalin üzerinde olarak o suyu gökyüzünden indiren O’dur. Dua ile yağmur yağdığı zaman şaşmamalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak dualara icâbet eden dilediğini aniden yaratandır. (كُنْ) der (فَيَكُونُ) her şey oluverir.                 (فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ) “Ve onu yeryüzünde durdurduk” diyor Cenab-ı Hak suyu, yeryüzünde depoladık diyor.( وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ) “Hâlbuki bizim onu giderivermeye de elbette gücümüz yeter.” Bu suyu yaratan elimizden dilerse alır da. (فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ) “Böyle iken indirdik ve durdurduk da onunla sizin için bahçeler inşa ettik. Hurmalıklar ve üzümlükler cinsinden sizin için onlar da birçok meyveler var. (وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ) ve onlardan yersiniz.”

 

Dakika 55:05

 

Meyveleri yemektir, geçinmektir hayati faydaları hem ekonomik faydaları hatırlatılmış olmaktadır. Hurma ve üzüm gibi zeytinde hayat ve ekonomideki özel önemi nedeniyle buyuruluyor ki; (وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ) “Bir de Tûr-i Sinâ’dan çıkan bir ağaç meydana getirdik ki, hem yağ bitirir, hem de yiyeceklere bir katık” ki zeytin başlangıçta Tûr-i Sinâ’dan çıkmış ve yayılmış veya önemli kısmı orada yetiştiğinden böyle buyrulmuştur. (مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ ) “Mübârek bir zeytin ağacından.” Yine Cenab-ı Hak: “Sizin için hayvanlarda da muhakkak bir ibret vardır.” (وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ) buyuruyor. (نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا ) “Size onların karınlarındakinden içiririz.” Kan ile gübre arasından bembeyaz ve tertemiz su çıkar içilir. Bir kör tabiatla bu nasıl seçilir izah edilir? (وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ)             Sizin için onlar da birçok faydalar da vardır ki (وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ) ve onlardan yersiniz. (وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟) ve onların üzerine ve gemi üzerine yüklenir taşırsınız.” (وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ) “Sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı” diyor. Yaratıcı Cenab-ı Hak’tır bunun için yaratanı iyi tanımalıdır.

 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٢٣﴾

 

Andolsun ki, biz Nûh’u kavmine gönderdik. “Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin. O’ndan başka ilâh yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi Nuh Aleyhisselâm.

 

فَقَالَ الْمَلَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يُر۪يدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَۚ﴿٢٤﴾

  اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِه۪ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ﴿٢٥﴾

 

Bunun üzerine, o kavminin içinden inkârcı kodaman topluluğu: “Bu dediler, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstünde hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık” dediler Nûh peygambere karşı koydular. Kim? O kodaman cinsi. “Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise bir süreye kadar ona katlanıp (durumu) gözetleyin bakalım” dediler. Bakın kendi sapıklıkları görmediler bir peygambere deli dediler.

 

Dakika 1:00:00

 

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ﴿٢٦﴾

 

Nûh peygamber ne dedi bakın; Nûh Aleyhisselâm dedi ki: “Rabbim! Dedi, beni yalana çıkarmalarına karşı bana yardım et!” dedi, Cenab-ı Hak’ka yalvardı.

 

فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ﴿٢٧﴾

 

Cenab-ı Hak şöyle cevap verdi Nuh’un yalvarmasını; Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Bizim nezaretimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler hâlinde iki tane ve bir de içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zîrâ onlar kesinlikle boğulacaklardır gark olup helâk olacaklardır!

 

فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٢٨﴾

 

Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerleştiğinde: “Bizi zâlimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamdolsun” de.

 

‘’Sümme, Sümme Elhamdülillah, Elhamdülillah bi-adedi halkıh Elhamdülillah alâ ni’metil İslam vel Kur’an vel îmân’’

 

Cenab-ı Hak bunu  duyurduktan sonra;

 

وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ﴿٢٩﴾

 

Yine deki diyor bak Cenab-ı Hak: “Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen konuklatanların en hayırlısısın.”

 

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ ﴿٣٠﴾

 

Şüphesiz bunda sizin için bir takım ibretle vardır. Çünkü biz, kullarımızı böyle denemişizdir.

 

İmtihanı kaybedenler helâk oldu inanlar kurtuldu. Ey insanlık âlemi! Gel İslam nurundan kaçma küfrün karanlığına kendini atma, Muhammedî nurdan kaçma, Kurani nurdan kaçma! Gel kendini haktan mahrum etme Allah’ın rahmetinden kendini gark etme mahrum etme! İslam Allah’ın rahmetinin tecellîsidir tam bir nurdur İslam tam bir rahmettir merhamettir. Bütün güzelliklerin bizzat kaynağı bizzat kendisidir.

 

Cenab-ı Hak burada: “Andolsun ki biz, Nûh’u kavmine peygamberlikle gönderdik” dedi. ‘’A’râf Sûresi 59, 64, Hûd Sûresi 36, 49 ve Nûh Sûresinde’’ de geleceği bunlar anlatıldı ve anlatılmaya devam edilecektir. Çünkü Kur’an ne diyorsa onları duymalıyız önermeliyiz bu nurdan nurumuzu almalıyız.

 

Dakika 1:05:15

 

Aynı konu üzerinde başka, başka birer yönün açıklanmasıyla ayrı, ayrı faydalar içeren çeşitli açıklamalardır. Gemi nimetinin kaynağı ve faydası husûsunda peygamberlik meselesinin önemli bir noktasını açıklığa kavuşturma vardır. Her konuda ayrı bir durum anlatılıyor. Her konuda ayrı bir yönden bahsediliyor. Onun için Kur’an-ı Kerim’in tekrar gibi zannedilenleri tekrar değildir, ayrı bir yönünü anlatır. Kodamanlar gürûhu bakın peygamberliği inkâr ederek halka karşı dedi ki: “Bu ancak sizin gibi bir insandır” dediler. Kodamanlar Allah’ın elçisini bakın böyle karşıladılar. Niye? Kodamanları aldatan bir şeyler var. Dünya var, mevki makam var, mal mülk var, nefsâniyet var, iblîsin esâreti var, var da var. Üzerinize çıkmak başınıza geçmek istiyor. Bakın, kodamanlar kendileri hep baş olmak milleti sömürmek milletin tepesinde kalmak onların huy ve tabiatları olduğu için peygamberin getirdiği gerçekleri dahi kabullenemiyorlar. Hâlbuki peygamberleri Allah gönderir Allah görevlendirir. Dünyalık mevki peşinde koşan hırslı ve hasetçi kimselerin çoğunlukla ehliyet ve hak sahipleri kişilere karşı bu tutumları âdetleridir. Firavunluk böyle başlar. Allah’u Teâlâ’yı yarattıklarından habersiz bir tabiat gibi zanneden muattılanın veya Allah’ın mücerret ruhânîlerden başkasına tebligatta bulunmayacağını zanneden Sabiî’lerin zanlarıdır. Hristiyanların Hazreti Îsâ’dan ilâhî bir cevher bulunduğunu iddiaya kalkışmaları ve hattâ Nasturilerin biri ilâhlık biri insanlık diye iki cevher kabul etmelerine bile râzı olmamaları bu iddiaya mağlubiyetlerinin bir neticesidir. Zamanımızda bir takım Avrupalı yazarlarında Hazreti Muhammed’in Peygamberliğini inkâr yönünden şüphe yok ki, Hazreti Muhammed olağanüstü bir beşer pek büyük bir zat. Fakat insanlık üstü bir vücut değil bunu kendisi de söylüyor. ( إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ) “Ben de sizin gibi ancak bir beşerim” diyor. Demeleri biz safsatadan başka bir şey değildir. Nedir Peygamber? Evet, beşerdir Kur’an-ı Kerim’in dediği gibidir, Allah’ın dediği gibidir. Ama en büyük Peygamber’dir ve insanlığın son Peygamber’idir. İnsanı ilâhlaştıranlar Peygamberliği kabul edemiyorlar.

 

Dakika 1:10:00

 

Tabiatı ilâhlaştıranlar insanı ilâhlaştıranlar işte Îsâ’yı ilâhlaştırdılar Peygamberlik müessesesini inkâr ettiler tabiatı ilâhlaştırdılar hem Allah’ı inkâr ettiler hem de tabiatı ilâhlaştırdılar. Îsâ’dan, Mûsâ’dan, Muhammed’den ilâh olmaz bunlar Allah’ın seçkin kulları. Tabiattan da ilâh olmaz bunlar Allah’ın yarattığı nedir;  mahlûkatıdır kurduğu düzendir. Kurmuş yarın bozar, yıkar, yok eder başkasını yaratır. Tabiatı ilâhlaştırmak Peygamberlik müessesesini inkâr etmek… Hâlâ bugünkü çağda bile insanlık çok geride kalmış îmânın tevhîd nuruna ulaşamamış nice toplumlar yazarçizerler bulunmaktadır. Hattâ mütefekkir geçinen filozof geçinenler vardır. Îmân nuruna, tevhîd nuruna İslam’ın evrensel nuruna ulaşamamışlardır. Onun bir ilâh veya bir melek olduğu kabul edilmedikçe Rasûl olduğu tasdik olunamazmış gibi bir safsataya dayalı bir anlayışları bulunmaktadır. Peygamber ya ilâh olacak hâşâ, ya melek olacak. Allah’u Teâlâ insanlara peygamberi insanlardan göndermiştir Hazreti Muhammed son Peygamber’dir. O’ndan önce Îsâ peygamberdir Meryem’in oğludur. Mûsâ peygamberdir Dâvûd’lar, Süleymânlar peygamberdir. Ve daha öncesinden İbrâhim’ler, İshâk’lar, İsmâil’ler, Yâkub’lar, Yusuf’lar peygamberdir. Hûd’lar, Sâlih’ler, Nûh’lar, Âdem’e Aleyhisselâm’a kadar Aleyhimüsselâm bunlar peygamberdir. Daha da ismi zikredilmiş nice peygamberler vardır. İslam’ın amentüsü evrenseldir bütün peygamberlere inanır amentüsünün içinde vardır. Bütün ilâhî kitaplara inanır. İslam’ın îmânı evrenseldir ve Kur’an-ı Kerim’in tasdikinden geçen Hazreti Muhammed’in tasdikinden geçen geçmişin bütün değerlerinin şahitliğini yapar. Ve İslam’ın aslî kurallarıyla aslî delillerle de îmân ve amel eder. Bunların bir peygamberin ya melek ya ilâh olmasını isteyen işte zihniyet tam bir safsatayı ileri sürmüş bir zihniyettir. Bütün o inkârcıların peygamberliğin doğruluğu karşısında fiilen yok oldukları anlatılmıştır. Peygamberlik nimeti vermesini mümkün görmüyorlar. Müsadere ale’l-matlûb fesadı bir şeye yine kendisi ile delil göstermeye kalkışan yanılgısı vardır. Müsadere ale’l-matlûb fesadı bulunmaktadır bunlarda. Yani delil davanın aynıdır. Melekleri indirmiş ise her ferde indirmesi gerekirdi diyorlar. Çünkü tabiat küllîdir bu yanlış zanda, Allah’ın mutlak yaratıcı olduğunu inkârdır. Tabiatı ilâhlaştırıyor, kulu ilâhlaştırıyor zihniyetin biri nedir; natürist birisi animist birisi de kulu ilâhlaştırıyor ve adını şu veya bu koyuyor.

 

Dakika 1:15:20

 

Bunların tamamı gerçeğin dışında hakkın dışında küfür ve şirktir, küfür ve şirkle cennete girilmez. Cenab-ı Hak Mü’minûn Sûresi’nde, İbrâhim Sûresi’nde, En’âm Sûresi’nde de bakın bize ne diyor; Evet biz sizin gibi beşerden başkası değiliz. Fakat Allah’ın nimetini kullarından dilediğini lütfeder. Peygamberlik yüce bir mevki makamdır Allah dilediğine vermiştir en sonda en büyük Peygamber olarak Hz. Muhammed’e vermiştir. Biz yaratmaktan gâfil değiliz Allah elçiliği kime vereceğini daha iyi bilir. Avrupalıya danışmaz, Asyalıya da danışmaz. Allah, ne yapacağını kendi bilir. Muhammedi Peygamber gönderirken Avrupalıya danışıp da gönderecek değildir. Asyalıya, Arap’a Türk’e de danışmaz. Allah, yapacağını bilir kime Peygamberlik vereceğini bilir. Muhammed içinde böyle, Îsâ içinde, Mûsâ içinde, İbrâhim içinde, Nûh içinde ve diğerleri içinde böyle Aleyhimüsselâm. Allah’ın ilim ve irâdesini bilmeyen ve kafaları tabiat âdet ve taklitlerle devamlı dolmuş olan inkârcılar dediler ki: (وَمَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ) “Biz önceki atalarımızdan bunu işitmedik.” İşte bunlar ateist atasına tapıyor atası puta tapmış o da tapıyor. Allah ise peygamberleri niçin gönderiyor? Ataları sapan milletleri doğru yola çağırmak için. Cehâletleri o kadar uzamış ki peygamber cinsini duymamışlar. Büyük peygamberlerden bir peygamber olan Nûh’u Aleyhisselâm hiçbir fazilete sahip olmayan basit bir hırslı iddiacı gibi göstermekle kalmayıp daha ileri gittiler. Ona (إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ) bu yalnız kendisinde delilik bulunan bir kimsedir dediler ve delilik sıfatı takmaya kalktılar Nûh Aleyhisselâm’a. “Öyle ise onu bir süreye kadar gözetiniz bakalım” dediler. Nûh Aleyhisselâm ne dedi; Bir peygamber böyle dedikten sonra o kavim daha kurtulamaz. ‘’Allah’u Âlem’’ (قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ ) “Rabbim dedi, beni yalancı saymalarına karşı bana yardım et Rabbim dedi Nûh Aleyhisselâm. Artık o kavim yok olma zamanı geldi. Bir peygamber bunu dedi mi Rabbisi onun duasını geri çevirmez. Bu dua o kâfirlerin yok olması demektir. Bunun üzerine şöyle vahiy ettik: “Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde o gemiyi yap” dedi. İşte inananı kurtaran gemi yapıldı inananlar kurtuldu. Ebedî insanlığı kurtarmaya gelen İslam’ın kendisidir. İslam’ın nuruna bu hidâyet ve nur parlayan doğru cennete Allah’ın cemâline götüren İslam’a Yüce Allah herkesi çağırıyor. Biz de şanlı Kur’an’ı tebliğ etmeye çalışıyoruz. Cenab-ı Hak Nur-u İslam ile nurlanan ebedî mutlu olan kullar zümresine ilhâk eylesin.

 

 

Dakika 1:20:35

 

 

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَۚ﴿٣١﴾

فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ۟ ﴿٣٢﴾

 

Sonra onların ardından ilk başka nesil getirdik. Bunun üzerine, onlar arsından kendilerine; “Allah’a kulluk edin; çünkü sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Hâlâ Allah’tan korkmaz mısınız? (Mesajını ileten) bir Rasûl gönderdik.”

 

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ﴿٣٣﴾

 

Onun kavminden, inkârcı olup âhirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kodaman güruh dedi ki: “Bu dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer” dediler. Yani peygamberin insandan olmasını bir türlü kabullenemiyor.

 

وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ﴿٣٤﴾

اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ﴿٣٥﴾

 

“Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz herhâlde ziyan edersiniz” dediler. “Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını hâline geldiğinizde, mutlak sûrette sizin (tekrar) meydana çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?” dediler.

 

هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ﴿٣٦﴾

 

“(Heyhât) o size vaad edilen şey ne kadar uzak!” dediler.

 

اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ﴿٣٧﴾

 

“Dünya hayatından başka gerçek yoktur. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek değiliz” dediler. İnkârcılığın en derin cehennemde ebedî bırakan îmânsızlık işte burada yatıyor.

 

اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ﴿٣٨﴾

 

“Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz” dediler.

 

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ﴿٣٩﴾

قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ﴿٤٠﴾

فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَٓاءًۚ فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ﴿٤١﴾

 

Dakika 1:25:30

 

O Peygamber dedi ki; bak Cenab-ı Hak’ka yalvarıyor. “Rabbim, dedi beni yalanlamalarına karşı bana yardımcı ol!” dedi. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Pek yakında onlar pişman olacaklar!” buyurdu kıymetli dostlarım. Nitekim Hak tarafından korkunç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen çepeçevre kuşattık. Zâlimler topluluğunun canı cehenneme!

 

İşte kıymetliler inkârın sonu bu. Yaratıldığını görüp de şu âlemi yaratanı ölünce dirilmeyi inkâr edenlerin vay hâline! Âhirette gitmeyi yalanlama nimet ile şımarıklık… Şimdiki çağdaş inkârcıların da dillerine dolandırdıkları sözler tarihte de böyleydi bugün de böyle. İnkârcıların sözleri de kalpleri de birbirine her çağda benzer. İtaatini kayıtsız şartsız inkâr eden bu söz haricîlik ve anarşistlik dâvasıdır ve bir başkanın başkanlığı altında toplanmayan bir insan topluluğu yoktur. Cumhuriyetler bile hür ihtilâlci ne kadar kimseler varsa onlara karşı birleşmek zorundadırlar. İhtilâlcilere karşı, ihtilâlci inkârcılar hürriyet davası adı altında toplum düzenlerini yok etmekten zevk alırlar. Allah’ın emriyle peygambere itaat duygusunu kırmak için esirlik ve ziyân şeklinde göstererek kökünden baltalamaya çalışıyorlardı. Bir milletin ayakta kalmasına en büyük darbe olan bu büyük cinâyetin âhirete ait sorumluluğu söz konusu edildiğinde diyorlardı ki; (اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ) “Size öldüğünüz toprak ve kemik yığını hâline geldiğiniz de mutlak sûrette tekrar meydana çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?” diyorlardı. İşte îmânsızlık burada başlıyor. “Gerçekten tıpkı kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz o takdirde siz hiç şüphesiz ziyandasınızdır” diyorlardı. İşte Hak’ta birleşmeyen toplumların hâli perişandı. Hak’ta Hakk’ın emrinde Hakk’ın önderleri birinciye peygamberler gelir peşinden onu takip eden o peygambere tâbî olanlar gelir. Onun için o Peygambere Hz. Muhammed’e tâbî olanlar bütün dünyada bir ve bütün olmak zorundadırlar. Bu dünyanın refahı mutluluğu ve barışın evrensel olarak gerçekleşmesi için bu şarttır Yüce Allah’ın da kesin kez emridir.

 

Dakika 1:30:00

 

Dünyadaki Müslümanların bir ve bütün olmak zorundadırlar sırf dünyada barışın, sosyal adâletin gerçekleşmesi için. Ve Allah’ın emrini yerine gelmesi için birçok hizmetleri bünyesinde barındırdığı için zaferin ön şartı da olduğu için. Zamanınız inkârcılarının ve özellikle aydın olduğunu iddia eden zamanımız zındıklarının dine karşı söyledikleri sözlerde eski inkârcıların bu sözlerine benzer sözlerden başkası değildir. Çünkü küfrün adamları aynı zihniyettedirler sonuçta küfür de kalpleri birleşir, şirkte birleşir, nifâkta birleşir. Çünkü küfür, şirk, zulüm, nifâk bunlar tek bir millet oluşturur îmânda tek bir millet oluştur.

 

ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُوناً اٰخَر۪ينَۜ﴿٤٢﴾

مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ ﴿٤٣﴾

ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٤٤﴾

ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٤٥﴾

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْـبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً عَال۪ينَۚ ﴿٤٦﴾

فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ ﴿٤٧﴾

فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ﴿٤٨﴾

 وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٤٩﴾

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟ ﴿٥٠﴾

 

Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik diyor Cenab-ı Hak. Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, nede erteleyebilir.

 

Herkese bir ecel saati hazırlanmıştır, herkesin eceli vardır. Fertlerin, cemiyetlerin, milletlerin, devletlerin, bütün dünyanın, bütün âlemlerin Allah’tan başka herkesin eceli vardır.

 

Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir nede erteleyebilir. Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete Peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından (yokluğa) yuvarladık ve onları efsâne yaptık. Artık îmân etmeyen kavmin canı cehenneme! Sonra bir takım âyetlerimiz ve açık bir ferman ile Mûsâ’yı ve kardeşi Hârun’u gönderdik. Firavun’a ve ileri gelenlerine de (gönderdik). Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar ve büyüklük taslayan zorba bir kavim oldular. Onun için: Biz, dediler, “kavimleri bize kölelik ederken bizim benzerimiz olan bu iki adama inanacak mıyız?” dediler. Kibir, gurur, küfürle birleşince işte böyle bir hâl alıyor.

 

Dakika 1:35:00

 

Allah’a isyân ediyor peygamberine isyân ediyor. Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular. Andolsun biz Mûsâ’ya belki onlar yola gelirler diye, o kitâbı da verdik. Meryemoğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, sulu bir tepeye yerleştirdik.

 

يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ ﴿٥١﴾

وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ ﴿٥٢﴾

 

Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim. Peygamberlerin şahsında Cenab-ı Hak bütün insanlık âlemine bu âyet-i kerimede de mesaj veriyor. “Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse benden sakının” (denildi).

 

İnsanların iliklerini emmezler, insanlığı sömürmezler. Peygamberler adâleti getirir peygamberlerin yolundaki gerçek mü’min ve Müslümanlar da o adâletli uygularlar. İnsanların iliklerini emmezler helâl ve pak olarak hoş ve temiz olan şeylerden yerler. Zevk için değil güzel çalışıp iyi ameller yaparak Allah’a ibadet edip şükürlerini yerine getirmek hikmetiyledir. İnkârcılara, Firavun’lara, zâlimlere itaat etmek ve onlara bağlanmak esirlik ve ziyan olduğu hâlde peygamberlere ve onların yolunda giden Allah adamlarına itaat etmek ilâhî emirlerini yerine getirmek ve onlara uymak dünya ve âhirette güzel ve temiz bir hayat yaşatan bir nimet ve mutluluktur. İslam ve tevhîd esâsında toplanmak, (اُمَّةً وَاحِدَةً) “bir tek ümmet olarak siz ümmetsinizdir sizin ümmetinizdir tekbir ümmet.” Ey Müslümanlar! Yani bütün peygamberlerin din ve şeriatı esâsı budur yani İslam’dır. (وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ) “Ve ben de sizin Rabbinizim.”(فَاتَّقُونِ) Öyle ise benden korkunuz bana kullukta kusur etmeyiniz, isyân etmeyiniz, itaat ediniz. Cenab-ı Hak burada gerekeni kullarına duyuruyor gerçekleri hakkı hakîkati ilân ediyor.

 

فَـتَقَطَّـعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُراًۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ﴿٥٣﴾

فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ ﴿٥٤﴾

اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ ﴿٥٥﴾

نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٥٦﴾

اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ ﴿٥٧﴾

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ ﴿٥٨﴾

وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ ﴿٥٩﴾

وَالَّذ۪ينَ يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَۙ ﴿٦٠﴾

 

Dakika 1:40:20

 

Derken insanların kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi. Sen şimdi onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile baş başa bırak! Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz. Hayır, onlar işin farkına varmıyorlar. Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak tanımayanlar, şirk korkmayanlar ve Rabbine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar;

 

اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ ﴿٦١﴾

 

İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.

 

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٦٢﴾

بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ ﴿٦٣﴾

حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ ﴿٦٤﴾

لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ ﴿٦٥﴾

 

Biz hiçbir kimseyi, gücünün yettiğinden başkasıyla yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Hayır, onların kalpleri bu hususta cehâlet içindedir. Ayrıca onların bundan öte bir takım kötü işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar. Nihâyet, refah bolluk içinde olanları sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar.

 

قَدْ كَانَتْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَۙ ﴿٦٦﴾

اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ﴿٦٨﴾

اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ ﴿٦٩﴾

اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ ﴿٧٠﴾

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ ﴿٧١﴾

أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ ﴿٧٢﴾

وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿٧٣﴾

وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ ﴿٧٤﴾

وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٥﴾

وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ ﴿٧٦﴾

حَتَّى إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ ﴿٧٧﴾

 

Dakika 1:45:20

 

Boşuna feryat etmeyin diyor Cenab-ı Hak bakın şimdi inkârcılar inkârlarından dolayı feryat edecekler. Ne diyor? Boşuna feryat etmeyin bugün! Zîrâ bizden yardım göremeyeceksiniz. Çünkü iş işten geçmiş. Çünkü âyetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz arkanızı dönerdiniz. Kur’an’ı dinlemiyordunuz anlamıyordunuz dinlemek anlamak istemiyordunuz bütün problem burada. Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz, kimisi gece, kimisi gündüz. Onlar bu sözü şanlı (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? Yoksa onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Aksine o, kendilerine hakkı getirmiştir. Dünyada hak ve hakîkat nurunun parladığı kaynak Kur’an-ı Kerim onun önderi Hazreti Muhammed’dir. Hâlbuki onlar haktan hoşlanmamaktadırlar. Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlar da bulunan kimseler bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler. Rasûlüm ey şanlı Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! Yoksa sen onlardan bir haraç mı istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Gerçek şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. Fakat âhirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar. Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi. Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdükten yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru’ ve niyazda da bulunmadılar. Nice inatçı inkârcılar vardır ki Allah ile inatlaşırlar, Allah’ın Kitâb’ı Kur’an ile inatlaşırlar, Peygamberi ile inatlaşırlar inatlaştıkça batarlar cehenneme doğru yol alırlar ebedî orada kalırlar ebedî feryat ederler ebedî ağlarlar. Dünyada inkârın sonu budur yazık ediyorlar kendilerine. Nihâyet üzerlerine, azâbı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır!

 

Cenab-ı Hak her şeyi önceden haber veriyor Kur’an-ı Kerim ile Cenab-ı Hak haber veriyor. Hazreti Muhammed’le haber vermiş. Kur’an ve İslam kıyâmete kadar insanlığa haber veriyor önceden haber veriyor uyan ey insanlık âlemi uyan diyor.

 

وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٨﴾

 

Hâlbuki sizin için o kulağı, o gözleri ve o gönülleri yaratan O’dur. Ne de az şükrediyorsunuz.

 

Dakika 1:50:10

 

Ey insanoğlu! Kulaklarını oraya kim koydu kim yarattı bir baksana, gözlerini sana kim verdi bir baksana, sana gönlünü kim verdi bir baksana düşünsene! Bunu Allah’tan başka yapacak kimse olur mu? Azıcık bir düşünsene Allah’ın verdiği aklı kullansana Kur’an-ı Kerim’le birleştirsene! Aklını Kur’an’la birleştir aklını Allah’ın emrine bağla irâdeni Allah’ın irâdesine bağla da ebedî mutlu ol.

 

وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٩﴾

وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٨٠﴾

بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ﴿٨١﴾

قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٨٢﴾

لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٨٣﴾

قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٤﴾

سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٨٥﴾

قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿٨٦﴾

سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٨٧﴾

 

Ve O, sizi yeryüzünde yaratıp yayan O’dur. Sırf O’nun huzuruna toplanacaksınız. Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O’nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz? mısınız? Hayır, öncekilerin söylediklerinin benzerini söylediler. Dediler ki: “Sahi biz, ölüp de bir toprak kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltilecek miyiz, öylemi?” Dediler. İşte bu öylemi diriltilecek miyiz bu inanmamak bu şüphe kişiyi îmânsız bırakıyor mahvı perişan ediyor.

 

قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٨٨﴾

سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ ﴿٨٩﴾

بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٩٠﴾

مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذاً لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ ﴿٩١﴾

عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟ ﴿٩٢﴾

 

 

Yüce Rabbimiz cihâna mesaj vermeye devam ediyor. “Yemin ederiz ki, gerek bize gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaatte bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir!” dediler inkârcılar böyle dediler. Rasûlüm! De ki bunlara: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım) bu dünya ve ondan bulunanlar kime aittir?” “Allah’a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?” de onlara. “Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş’ın Rabbi kimdir?” diye sor. “(Onlar da) Allah’ındır.” diyecekler “Şu hâlde siz Allah’tan korkmaz mısınız?” de. “Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtü, (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?” diye sor. “(Bunlar da) Allah’ındır.” diyecekler. ve korunmaya ihtiyacı olmayan da Allah’tır. “Öyleyse nasıl olur da büyülenirseniz?” de. Doğrusu biz onlara hakkı getirdik; onlar ise cidden yalancıdırlar. Allah evlat edinmemiştir; O’nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi yarattığını sevk ve idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine galip gelirdi. Allah, onların yapıştırdıkları şeylerden münezzehtir. İki ilâh düşünmek muhâl mümteni imkânsızdır Allah birdir.

 

Dakika 1:56:35

 

Allah, gaybı da, açık olanı da bilir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir. Tabii her inkârcının söylediklerinden biri “esatir” kelimesi masal “esatir ve hurâfe” karışmış bunları düzeltmeli diyerek dindarlık kisvesi altında dinsizlik ilan eden nice kefereyi fecere ve şeytanlar görüyoruz. Hâlbuki İslam “esatir” yani aslı esâsı olmayan geçmişlerin hikâyeleri olmaktan ne kadar uzaktır. İslam hakkın hakîkatin gerçeğin ve bütün ruhları aydınlatan nurun, hidâyetin, rahmetin bizzat kendisidir. Onun için temânu delilinin burada açık bir anlatımı vardır. (لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا) “Eğer Allah’tan başka ilâh bulunsaydı yer gök fesada uğrardı.” ‘’Enbiyâ Sûresi’nin 22’nci Âyeti’’

 

قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ ﴿٩٣﴾

رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٩٤﴾

وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ ﴿٩٥﴾

اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ﴿٩٦﴾

وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ ﴿٩٧﴾

وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ ﴿٩٨﴾

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ ﴿٩٩﴾

لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحاً ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿١٠٠﴾

فَاِذَا نُفِـخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿١٠١﴾

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٢﴾

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ ﴿١٠٣﴾

تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ ﴿١٠٤﴾

اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٠٥﴾

قَالُوا رَبَّـنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْماً ضَٓالّ۪ينَ ﴿١٠٦﴾

رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ ﴿١٠٧﴾

 

Dakika 2:00:40

 

Rasûlüm Şanlı Peygamber ey Hz. Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem! De ki; Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi (dünyevî sıkıntıyı ve uhrevi azâbı) mutlaka göstereceksen, bu durumda beni, o zâlimler topluluğunda bulundurma. Rabbim! Biz, onlara yönettiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz. Habîbim sen, kötülüğü en güzel bir tutumla ortadan kaldırır, çünkü biz onların yakıştırmak da oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz. Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Nihâyet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, “Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönderi” “Tâ ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır! diyor Cenab-ı Hak. Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecek güne kadar (süren) bir berzah vardır. Sûr’a üflendiği zaman aralarında artık ne soy sop (çekişmesi) vardır, ne de birbirlerini soruşturacaklardır. Böylece kimlerin tartıları sevapları ağır basarsa, işte asîl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları yani sevapları hafif gelir günahları ağır gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler. Orada dişleri sırıtır hâlde iken ateş yüzlerini yalar. (Allah’u Teâlâ Celle Celâlühü) size âyetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil mi?… der Cenab-ı Hak. Ey insanlık âlemi! Hepiniz Kur’an’ı Kerim’e sarılın iyi okuyun iyi anlayın iyi inanın gereken Ameli Salihleri işleyin kurtuluş burada. Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz, bir sapıklar topluluğu idik diye orada itiraf ederler ama iş işten geçmiştir.

 

قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ﴿١٠٨﴾

 اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ ﴿١٠٩﴾

فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِياًّ حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ﴿١١٠﴾

 اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿١١١﴾

قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ ﴿١١٢﴾

قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ ﴿١١٣﴾

قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١١٤﴾

 

Dakika 2:05:20

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Bakın ne diyorlar (Allah) buyuruyor ki: Alçaldıkça alçalın orada! Kim diyor? Cehennemliklere Yüce Allah diyor. Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın artık diyor Cenab-ı Hak azarlıyor. Çünkü kullarından bir zümre “Rabbimiz! Biz îmân ettik; öyleyse bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en merhametlisi sensin en iyisisin” diyorlardı. İşte siz onları alay aldınız; sonunda bu davranışınız size beni yâd etmeye unutturdu; çünkü siz onlara gülüyordunuz. Îmânsızlar bu dünyadan îmânlılara gülerler, alay ederler, istihzâ ederler. Cehennemdeki durumda bunun tam tersinedir. Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakîkaten murâdlarına erenlerdir. (Allah inkârcılara) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar. “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor” derler. Buyurur Cenab-ı Hak; Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız! Dünya âhiretin yanında çok azdır.

 

اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ﴿١١٥﴾

فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ﴿١١٦﴾

وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ ﴿١١٧﴾

وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ ﴿١١٨﴾

 

Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hâkim ve hak olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka ilâh yoktur. O bereketli Arş’ın sahibidir. Çünkü o Tebâreke ve Teâlâ olan Allah bunun için Arş’ında sahibidir. Hem de yüksek Arş’ın sahibidir, büyük Arş’ın sahibidir. Her kim Allah ile birlikte diğer bir ilâha taparsa- ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Hesaba çekilecektir Cenab-ı Hak soracak benden başka ilâh yoktur. Sen başkalarını neden ilâh edindin? Şurası muhakkak ki, inkârcılar kurtuluşa eremezler ebedî kurtulamazlar.

 

Dakika 2:10:00

 

Rasûlüm! De ki: Rabbim, bağışla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en merhametlisi sensin.”

 

Bunlar Sevgili Peygamberimizin şahsında bize birer birer emirdir. Biz bu tavsiyelere bu emirlere gereği gibi uymalıyız gerekeni yapmalıyız kurtuluşla ermeliyiz. İslam şanlı Kur’an şanlı Peygamber Hazreti Muhammed insanlığı kurtarmaya geldi. Cenab-ı Hak kurtuluşa eren kullar zümresine ilhâk eylesin. Nur Sûresi ile İnşâ’Allah dersimiz devam edecektir.

 

 

 

 

 

 

 

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Nur sûresi ile Medine döneminde inzâl edilmiş Medenî Sûrelerimizdendir âyet sayısı 64’tür Nur âyeti denilen (اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ) “Allah göklerin ve yerin nurudur” diyen âyetinden dolayı bu ismi almıştır.

 

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

(Nur Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 10’uncu Âyet-i Kerime’ler)

 

سُورَةٌ اَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا وَاَنْزَلْنَا ف۪يهَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ﴿١﴾

 

Yüce Rabbimiz bu âyeti kerimede: (İşte bu âyetler) bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini üzerinize) farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık açık âyetler indirdik.

 

İslam medeniyetinin hukûkunu ve asil vazifelerini gösteren temel çizgilere delil olması açık bir şekilde düşünebilir. İlk önce namus ırz ve aile hukûku meselelerinden başlanarak buyuruluyor ki;

 

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢﴾

اَلزَّان۪ي لَا يَنْكِحُ اِلَّا زَانِيَةً اَوْ مُشْرِكَةًۘ وَالزَّانِيَةُ لَا يَنْكِحُهَٓا اِلَّا زَانٍ اَوْ مُشْرِكٌۚ وَحُرِّمَ ذٰلِكَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٣﴾

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَان۪ينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً اَبَداًۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَۙ ﴿٤﴾

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥﴾

وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ اَزْوَاجَهُمْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ شُهَدَٓاءُ اِلَّٓا اَنْفُسُهُمْ فَشَهَادَةُ اَحَدِهِمْ اَرْبَعُ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ﴿٦﴾

 

Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, bunu yapın adâleti uygulayın. Allah dinini tatbik husûsunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın adâlet yerine gelmez eğer dinin emirlerini yerine getirmezseniz.

 

Dakika 2:15:00

 

Mü’minlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zinâ eden bir kadında kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır. İslam A’dan, Z’ye namustur, iffettir,  haysiyet ve şereftir. Namuslu kadınlara zinâ isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar fâsıktırlar. Ancak bundan sonra tövbe edip ıslah olanlar müstesnâdır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. Eşlerine zinâ isnâdında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir.

 

وَالْخَامِسَةُ اَنَّ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كَانَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٧﴾

وَيَدْرَؤُ۬ا عَنْهَا الْعَذَابَ اَنْ تَشْهَدَ اَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللّٰهِۙ اِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۙ ﴿٨﴾

وَالْخَامِسَةَ اَنَّ غَضَبَ اللّٰهِ عَلَيْهَٓا اِنْ كَانَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٩﴾

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَاَنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ حَك۪يمٌ۟﴿١٠﴾

 

Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Bu da beşinci yeminidir kendi aleyhine. Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dâir dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesidir. Beşinci defa da eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazâbının kendisi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezâyı kaldırır. Ya Allah’ın size bol lütfu ve Merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (hâliniz nice olurdu.)? (اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي) Zâniye ve zâni; Zâniye: zinâ eden kadın; Zâni: zinâ eden erkek demek olduğu açıkça bellidir. Fakat ‘’zâniye’’ ile ‘’mezniyeyi’’ ayırmak gerekir. Her zâniye mezniye ’dir ama her mezniye zâniye değildir. Çünkü mezniye zinâ edilen kadın demektir ki şiddetle de zorla da olabilir buna zâniye denilmez buna mezniye denilir. Zorla zinâ edilen kadın ise hiçbir yönden fâil değil mefuldür zâniye denilmiş mezniye denilmemiştir. Dört şahide veya dört kere ikrar etmeye bağlıdır ki, “onlara içinizden dört şahit getirin” zinâ tespiti için bunlar gereklidir.

 

Dakika 2:20:22

 

Dört şahit veya kocanın böyle beş defa yemin etmesidir gözüyle gördüğüne dâir ve beşincide kendi aleyhine beddua etmesidir. Celde deriye vurmaktır ki her vuruşa celde denir. Keşşâfta derki; “Acı ete geçirilmelidir çünkü celd cilde vurmaktır” nitekim (zaherahu) sırtına vurdu (batanahu) karnına vurdu (reesahu) başına vurdu derisine vurdu mânâsına da (celedehu) denmektedir. Kaba elbisenin üzerinden vurmaya da celd denilmez işkence veya yok edip öldürmede değil zorlama ve terbiye etme olduğu açıktır. Buradaki celdeden maksat bir zorlamadır kötülükten vazgeçirmek ve terbiye etmedir. Eti çürütmeyecek ve tehlikeye sebep olmayacak şekilde hafife yakın orta bir şekilde vurmaktır. Değnek gibi olmayacak parmak kadar düz ve budaksız olacaktır vuran kimse vururken en son omuzu hizasına kadar kaldıracaktır ve omuzundan arkasına aşırtmayacaktır. Üçüncüsü çıplak vücuda vurulmayacak, kalın elbise varsa çıkarılacaktır.

 

Ebû Ubeyde Bin Cerrâh (Radıyallâhu Anh) “had cezâsı” için ona bir adam getirildi. Adam, gömleğini çıkarmaya başladı benim şu günahkâr vücudum dövülürken üzerimde gömlek bulunması uygun değildir dedi. Ebû Ubeyde gömleğini çıkarmasına izin vermeyin dedi ve o şekilde celd edildi celde vuruldu. Yüz, karın ve öd yeri gibi nâzik ve tehlikeli organlara vurulmaz. Hepsi bir yere de vurulmayıp diğer organlara gereği şekilde yaygınlaştırılır. Mâiz ve Gâmidiyye hakkında Peygamber Efendimizin bilinen uygulaması yani bilinen sünnetiyle bu âyetin hükmü muhsan olmayan yani evlenmemiş olanlar hakkında olmak üzere yürürlüktedir. Bu haberin kaynağında Buhârî Şerif, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî bulunmaktadır.

 

Tövbelerine sebep olmak iffet ve namusu koruma ve zinânın genelleşmesini önleyerek nikâhın çoğalmasına çalışmaktadır. (إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاء سَبِيلاً ) “Çünkü bu bir hayâsızlıktır zinâ bir hayâsızlıktır iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.” ‘’Nisâ Sûresi 22’nci Âyet.’’ Nikâh tertemiz nikâh beni helâlin varken zinâ yollarına gidilmez.

 

Dakika 2:25:00

 

Sıhhî, tıbbî, ahlâkî, hukûkî, içtimâi zinâ çok zararlı harap edici bir günahtır. Erkekle kadının yaratılış ihtiyaçlarından olan cinsi münasebetlerinin meşrû ve güzel yolu zinâda değil nikâhtadır. Nikâhta hayatın bir bereketi zinâ ve hayâsızlıkta ise onu yok olmasıdır hayatı zinâ yok eder ve perişan eder. Bunun içinde nikâhta hayat ve mutluluk vardır. Zinânın yayılması da aksine toplum bünyesini kemiren çürüten her türlü ahlâkî kötülüklere sürükleyen tahrip edici şeylerin başıdır. Tıbbî ifade ile zinâ toplum bünyesinin frengisidir.

 

Bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz: “Ey insanlar topluluğu zinâdan kaçınız, çünkü onda altı tane rezâlet vardır. Üçü dünyada üçü âhirettedir. Dünyadakiler değerleri giderir fakirlik getirir ömrü kısaltır ve bütün haysiyet şerefini yok eder. Ahirette de Allah’ın gazâbına hesabın kötülüğüne cehennemde ebedî kalmaya neden olur” buyurmuşlardır. “Ve bu sebepten insanlara yardım ve acıma ona teşvikte değil ondan men etme ve zorlama ile kurtarmakta terbiye etmektedir.” Bu hadis-i şerifin kaynağında da Kurtubî gibi bir allâmede bulunmaktadır. Bu âyette emir olunan 100 sopa vurma ise, sakındırma ve yasaklamanın gâyet basit ve sadece ve her türlü sıkıntı ve korkudan uzak olan en sağlam yoldur. Âyetin nüzûlünden önce İslam’da zinânın cezâsı ‘’Nisâ Sûresi 15, 16’’ da anlatıldığı gibi neydi? Bir ömür boyu mahkûmiyet idi. Fakat sonraki hükümlerle bu, bu şekle getirildi ve bir dünyaya terbiye dersi zinâyı önleme metodu ve hükmü getirildi. Bunun için o âyet-i kerimede: “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıp götürünceye kadar veyahut da Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlere hapsedin.” Yani o zaman ki cezâ evlerde hapisti. “İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa verin” âyeti uyarınca kadınlar için vefat edince veya Allah bir yol açıncaya kadar evlerde hapis erkekler içinde hâkimin görüş ve takdirine uygun bir ezâ ile tâzir idi takdir edilmiş belli bir cezâsı yoktu mahkûmiyet evlerdeydi. Bu âyetin indirilmesiyle beraber bekârlar arasında her ikisine de 100 sopa vurma ile sınırlandırıldı. Zinâya karşılık âdil bir tesir mevcut olduğu gibi zarardan uzak ve masrafsız olman itibariyle de birçok yönden faydalar vardır. İslam her şeyin en güzelini ortaya koyar. Hapis cezasının ahlâkî bir şekilde tatbikatındaki zorluklarla beraber bir taraftan her türlü işi ve gücü durdurma diğer taraftan devlet hazinesine birçok masraflar yüklendiği hesap edilirse… 100 sopa vurulmasının gerek ahlâkî ve gerek iktisâdî ve gerek kolay tatbîki ile adâlet noktayı nazarından faydalı ve netice verici bir terbiye olduğunu kabul etmemek mümkün değildir. Allah’ın emirleri yücedir adâleti de yücedir. “Ve mü’minlerden bir grup da onlara uygulanan cezâya şahit olsun” buyurulmaktadır. Bunun da en azı üç dört kişi olması gerekir. İbn-i Abbâs’tan bunun tefsirinde 4’ten 40’a kadar diye nakledilmiştir.

 

Dakika 2:31:14

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 364 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}