4- Tefsir Ders 4 hayat veren nurun keşif notları
4- Kur‘an-ı Kerim Tefsîr Dersi 4
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Rabbimizin Rahmân ve Rahim isimleriyle dersimiz devam etmektedir. Rahmeti Rahmân ve Rahmeti Rahim, her ikisini de Cenab-ı Hak kullarına tecellî etmek her iki rahmetten de ebedî olarak nasiplendirmek için Cenab-ı Hak Rahmân ve Rahmeti Rahîmiyetiyle tecellî etmiş âleme. Tabii ki kim ki bu nîmetlerin kıymetini bilmediği zaman Rahmeti Rahmânı Rahmeti Rahimi kazanamayan Rahmeti Rahmânın rızâsına uygun olarak kullanamayan ne kadar insan varsa Zilzal Sûresinin 7’nci ve 8’nci âyetlerine dikkat etsinler! Netice nedir? Ya ödül veya cezâdır. Ödül alamayan Rahmeti Rahimi kazanamayanlar ‘Rahmeti Rahmân ana sermâyedir’ bu sermâyeyi Allah yolunda kullanamayanlar helede işin içine küfür, şirk, nifâk, isyân girdiği zaman kişi ödül yerine cezâ alacaktır, buda Allah’ın adâletinin gereğidir.
Tâhâ Sûresinin 4’üncü âyetine de şöyle bir göz attığımız zaman bize bu gerçekler açıkca gösterilmektedir. Rahmân diyor ki; Rahmetime nihâyet yok diyor Rahmân olan Allah. Size varlık verdim, varlığın devamını da veririm diyor. Bakın, biz şuanda bir varlık içindeyiz ama birde bu varlığın devamlı olması vardır. Şimdi varlık verdim varlığın devamını da veririm. Nîmet verdim nîmetin devamını da veririm. İyilik verdim ve devamlı veririm diyor. Şimdi işte devamlılığını kazanmak için Rahmeti Rahimi kazanmak gerekiyor. Burada Rahim ismi nedir? Rahim: Rahmetin devamlı olmasıdır. Rahmetin devamlı olması için kul ne yapacaktır? Ey akıl ve irâde sahipleri aklınızı başınıza alın! Rızâmı kazanmak için yaratıldınız diyor Cenab-ı Hak. Ne diyor bize? ? Ey akıl ve irâde sahipleri rızâmı kazanmak için yaratıldınız! Çalıştığınızın karşılığını istediğim kadar veririm, irâdenizi yeter ki iyiye kullanın.
İrâde-i cüz’iyeyi bir defa Allah’ın irâdesine bağlamak gerekiyor. İrâde-i cüz’iye Allah’ın insana verdiği az ve zayıf irâdedir ki kimisi bunu iyiye kullanır, kimisi kötüye kullanmaktadır. İnsan kuvvet bulunca ben der, firavunlaşır. Zayıflayınca da sen der, tapacak bir firavun arar. İnsan bu değildir. İnsan: Hakk’ı bilen, Hakk’ın emrine giren kişidir. Cenab-ı Hak ne diyor? (لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ) Yunus Sûresi 26’ncı âyet-i kerimede; İyilik edenler için diyor, en güzeli vardır muhsinler için. Birde ziyâdesi vardır diyor ziyâde, Allah cemâlini de gösterecektir Cenneti Âlâda. Cenneti verecek birde cemâlini de gösterecektir. İşte ziyâde budur, amma insanoğlu irâdesini kötüye kullanınca bakın dünyada neler oluyor?
(ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ) Cenab-ı Hak diyor ki; fesâd diyor, karalarda denizlerde diyor insanoğlunun eliyle diyor yeryüzünü, karaları, denizleri fesâda uğrattı diyor. Bu insanoğlunun eliyle Cenab-ı Hakk’ın güzel kurduğu düzeni bozmaya çalışmasıdır.
Dakika 5:25
Şimdi yeryüzüne bakın. Allah’ın yarattıklarına bakın. İnsan elinin birde değdiklerine bakın. Bilim adı altında yiyeceğiniz, içeceğiniz şeyler bozulmadı mı? Bozmadılar mı? Hava, su kirlenmedi mi? Dünyadaki gerçek adâletin yerini zulüm almadı mı? İlâhî kânûnların yerine tağuti kânûnlar konmadı mı? İnsanlığın bir tarafı sömürü altında ve esâret altında, gelir dağılımı ise bir kurumun avucunda toplanmış dünyadaki bütün insanlığın hakkını yiyen sömüren bir kitle ortaya çıkmış. Şöyle bir bakın dünyaya.
Bugün küresel ısınmadan bahsediliyor ve yeryüzündeki olaylara bir bakın. Hava kirlendi, suların kalitesi bozuldu ve insanoğlunun elinin değdiği her şey bozulmaya başladı. Sebebi nedir? İşte insanoğlu ilmini, bilgisini doğruya kullanması gerekirken Allah’ın ortaya koyduğu sosyal adâlet gerçek ahlâk nizâmının dışına çıkmasıyla rantiyeciler, ehli dünya, ehli zulüm, ehli küfür, ehli şirk bunlar devreye giripte dünyayı bunlar ele geçirdiği zaman işte karalar ve denizler fesâda uğradı. Fesâd ortalığı kapladı, düzen bozuldu, güçlü zayıfları ezmeye başladı, zengin fakiri insan yerine koymamaya başladı. Bugün İslam ise Allah’ın düzenindeyse her yaratıkların tamâmı yerli yerince muhteremdir kıymetlidir. En kıymetlisi ise insandır. İnsana İslam’ın verdiği değeri hiçbir ekol veremez, hiçbir müessese veremez, ancak İlâhî nizâm vermiştir. Başka sistemler onun yanında tamâmen deli saçmasından başka bir şey değildir ve insanlığı delirtmeye çalışmaktadırlar. Şuanda normal insan tipiyle bugün İlâhî nizâmın dışındaki kalan insan tiplerini inceleyin, muâyene edin. insanlar delirtilmektedir, stres adı altında, rûh bozukluğu adı altında, sosyolojik bozukluk adı altında, psikolojik bozukluk adı altında şöyle bir bakın dünyaya. Psikologların bile kendileri bozulmuşlar. Doktorun kendîni tedâvî edecek hâli kalmamış. İslam ise her şeyin tedâvîsi, ilacı ve çâresi İslam’ın içine İlâhî olarak konmuştur. İslam A’ dan Z’ye İlâhi’dir. İlâhî kânûnlar işlemektedir. İlâhî kânûnların yerine beşerî sistemler geçtiği zaman işte insanlık orada bir grup zorbanın elinde kalmaktadır, inim inim inlemektedir.
Emperyalistlerin şöyle bir yaptığına bakın, Siyonistlerin yaptığına bir bakın, zenginin fakire acımaz, bir acımasızca davrandığına bakın. ‘’istisnâlar kaideyi bozmaz’’ buradan baktığımız zaman insan icbâr altında değil, başına buyrukta değildir. ‘’emrun beyne emrayn’’ yani ikisi arasındadır insanoğlu.
Dakika 10:00
İnsan icbâr altında da değildir çünkü irâdesi vardır irâdeli yaratılmış, aklıyla yaratılmış, özgür hür yaratılmış, hürriyetin kefili Allah kendisidir, ve başına buyrukta değildir. Çünkü bir yaratıktır Allah yaratan onu kendi emrinde görmek istemektedir. Çünkü yaratan ona hayat vermektedir ve gerçek hayat veren düzeni de Cenab-ı Hak kurmuştur. İşte hayat veren nizâm İslam’ın kendisidir. Her şeye en mükemmel hayatı İslam verir, Kur’an-ı Kerim verir, Hz. Muhammedîn uyguladığı sistem verir. Bunun için insanoğlu bu sistemde kendini ‘emrun beyne emrayn’ yani ne başına buyruktur nede icbâr altındadır ikisinin arasındadır. Fatalite icbâri diyenler vardır, icbâri değil fatalite yanlıştır. Determinizm’de yanlıştır. Determinizm: insanı çâresiz görür, insanı çâresiz kabûl eder. Bu felsefeler İlâhî yaratılışı fıtri yaratılışı fıtrat dîni olan İslam’ı anlamamışlardır. Liberalizm insanı tam hür kabûl edenler bunlarda Allah’ın kuvvetinin ve irâdesinin durumunu iyice anlasalardı insanı tam hür kabûl edenler. hâlbuki insan Allah’ın kuvvetinin ve irâdesinin şahididir. Yaratıcı değildir insanoğlu. Allah’ın verdiği gücü kullanır. O gücü kullanırken yaratıcı yine yüce Allah’tır. Liberalizmi de burada gerçeği bulamamıştır.
Dîn günü nedir? Şimdi Fâtihâ’nın, Elhâm’ın içinde çok şey okunmaktadır. Dîn günü Ruz-i Cezâ son gün demektir. Sevap ve azâb günüdür. Dünyada sevapların, günahların karşılığının verildiği güne dîn günü yani Ruz-i Cezâ son gün, sevap ve azâb günü demektir. Îman ve İslam’ın karşılığında tam bir sevap ki Dârusselam cennet var. Küfrün şirkin karşılığında ise tam bir adâlet azâb vardır, onun içinde mahşer gününe azâb günü denmiş. Sevap alanlar içinde sevap günü denmiştir. Dîn kelimesi: cezâ, hesap, kazâ, mahkeme, siyâset, itâat, âdet, durum, kahır, millet, şerîat gibi anlamlar bulunmaktadır bu anlamlar tamâmen Arapçadır ve Arapçadaki anlamlardır. Yani dîn kelimesinin içinde cezâ bulunmaktadır, hesap vardır, kazâ mahkeme vardır, siyâset vardır, itâat vardır, âdet vardır, durum vardır, kahır vardır, millet olma vardır, şerîat vardır ki buradaki esâs olan anlamı ise şerîattır. Birçok anlamları da zâten şerîatta birçok İlâhî kânûnların tümünden meydana gelmiştir. İslam’ın kurallar dîni şerîat olarak ortaya çıkmıştır. İlâhî kuralların ortaya çıkışına da şerîat denir çünkü Şârî Allah’ın kendisidir. Yani şerîat kânûndur, Şârî kânûnu ortaya koyanda Allah’tır (C.C). Şimdi âhiret günü dediğimiz zaman bin veya elli bin gün gibi miktarları bulunmaktadır. Kişinin amelinin karşıtı neyi gerektiriyorsa işte mahşer, âhiret günü kişiye göre durum orada değişmektedir. Kişinin ameli neyi gerektiriyorsa orda kimisi için elli bin gündür, kimisi içinde bin gündür.
Dakika 15:07
Mahşerin de bir günü dünyanın elli bin günü olduğuna göre dünya günleriyle âhiret günlerinin kıyasıda mümkün değildir. Oraya göre günlerdir. Bu tabî orada bir gün öyle bir gün ki elli bin sene olan bir gün var, birde bin sene olan gün var âhiret günleri. Dünya günleri ise bilinen günlerdir. Dünya günleriyle, dünya yıllarıyla âhiretin yıl ve günleri kıyas edilemez.
Şimdi dînin tarifine gelince, dîn: akıl sahiplerini kendi güzel arzularıyla, hür irâdeleriyle bizzat iyilikleri yapmaya sevk eden İlâhî nizâm, İlâhî kânûnlardır. Dîn dediğiniz zaman bunun başka tarifi yoktur, Allah’ın kânûnlarıdır. Bu dînin içine girmek içinde akıl sahipleri kendi güzel arzularıyla bizzat iyilikleri yapmaya dîn sevk eder. Çünkü insanları en güzel âkıbete hazırlamak ister İslam dîni. Başka dîn zâten yoktur. Dînin amacı; insanları en güzel sonuca ulaştırmaktır, ebedî mutluluğu kazandırmaktır. Dînin yeri akıl sahipleridir. Dîn aklı olmayana teklifte bulunmaz. Deliler için, çocuklar için dîn söz konusu değildir. Dînin şartı nedir? Akıl ve istektir. Bir kişi mutlaka dîn sahibi olması için aklı olacak, kendi isteği ile İslam’ı benimsemiş olacak. Başka dîn olmadığı için İslam dînini seve seve kabûl etmiş olacak hem de aklı olacak. Dindarlığın rüknü ise ilimdir, akıldır, irâdedir, seçimdir. Bir insanın dindar olabilmesi için bilgi sahibi olacak, akıl sahibi olacak, irâde sahibi olacak, seçim sahibi olacak. Çünkü dînde bir seçimle elde edilir. Dînsizliği seçenin seçimiyle, irâdesiyle dîni seve seve seçenin seçimi irâdesi elbette ki bir olmadığı gibi karşılığıda bir olmayacaktır.
Vicdân nedir derseniz vicdân; dînin yerini tutmaz, çünkü her şahsın özel zevki vardır. O zaman kişiler kadar ortaya dîn çıkar. Vicdân zevk olayıdır yani her kalbin bir zevki vardır. Kalpte bir duygudur ama dîn ise İlâhî kânûnlardır. Hak birdir. Öyle ise bütünün vicdânını rûhu bütünlüğü bulmak, bütün rûhların kalbini ölçü almak zarurettir. İşte İslam dîni budur, bütün rûhların kalbini ölçü almıştır. Bütün rûhları Allah yaratmıştır, bütün kalpleri Allah yaratmıştır. Bütün rûhların kalbinin ölçüsü ise İslam’dır. İşte evrensel dîn, rûhu milli İslam’dadır. Îmânı milli de İslam’dadır. Hak Allah bir olduğu için hakîkat birdir, o da İslam dînidir. Hakk’ın birliğini tanırken İslam’ın hakîkatliğini de bir insanın tanımış kavramış olması gerekmektedir. Rûhu milli burada oluşmaktadır. Öyle ise diyor Hak birdir, bütünün vicdânını rûhu bütünlüğü bulmak, bütün rûhların kalbini ölçü alması zarûrettir. Şimdi burada rûhu milli bırakıp da eğer yanlış kişilerin ölçülerini hak olmayan bâtılı ölçü aldığın zaman insanlığı parçalamak demektir.
Dakika 20:05
Vicdânlar parçalanıyor, kalpler parçalanıyor, insanlık paramparça hâle getiriliyor. Çünkü birleştirici bütün rûhların kalbini ölçü alan hakîkat İslam’dır. Bunu bıraktığın zaman nasıl parçalanmış olduğunu gör. Her bir parçan cehennemin neresine düşeceğine de bak çünkü hakta birleşmek ehli hakîkatin vazîfesidir.
Akıl anlama vâsıtasıdır. Cenab-ı Hakk’ın ilk yarattıklarından biri akıldır. Niçin yaratmıştır aklı? Anlama vâsıtası olarak yaratmıştır. Neyi anlayacaktır bu akılla insanoğlu? Allah’a âit nizâmı anlayacak yani İslam’ı anlayıp kavrayacaktır. Aklın verilmesinin birinci şartı budur. Demek ki anlamak için aklın bu gerçeği anlaması içinde prensiplere ihtiyâcı vardır, bu prensiplere muhtaçtır.
İkinci derecede âlettir akıl. Şimdi birinci derecedeki durum nedir? Vahyi İlâhî’dir. Aklın önüne vahyi koyacaksın yani vahiy İslam’ın kendisidir. Birde Vahyi İlâhî’yi Peygamber açıklayacaktır. Aklın hem vahye ihtiyâcı vardır hem Peygambere ihtiyâcı vardır. Ama bazı filozoflar aklı her şey kabûl etmişlerdir, bu tamâmen yanlıştır. Meşşâîye bu yanlışa düşmüştür. Bazıları da vicdânı yeterli görmüşlerdir bunlarda İşrâkiyye felsefesidir, bunlarda yanlışa düşmüşlerdir. Asıl gerçeği bulamamışlardır, gerçek asıl ve hakîkat ise İslam’daki akıl anlayışıdır. Akıl İslam’da memurdur, İslam âmirdir. İslam’daki âmir olan hükümler ise Allah’ın hükmüdür onun emir ve kânûnlarıdır. Aklı Allah’ın yerine koyma şansın olmadığı gibi akıl mahluktur Allah yaratmıştır. Anlama, kavrama gücü olarak verilmiştir insanoğluna. Akıl kalple ilgili hâllerde otorite değildir çünkü kalbin yapısı ayrıdır. Rûhun bütün varlığına uyum sağlayamaz. Bunun için Allah’ın nizâmını anlama ve kabûl etme prensiplerine muhtaçtır. Akılla, aklın kalp ile, rûh ile uyum sağlaması için… Buraya dikkat edin ey insanlık âlemi! Allah’ın nizâmını anlama ve kabûl etme prensiplerine muhtaçtır.
İşte Ebû Cehil’in aklına bakın, Muhammedîn aklına bakın. Firavunların aklına bakın, gerçek îmân ehlinin adâlet ehlinin aklına bakın. Bakın ondada akıl var bundada akıl var ama birinin aklı Allah’ın nizâmına bağlı. Öbürünün aklı ise putlara bağlı. Onun için aklın ne olduğunu da, insanlığın iyi anlaması iyi kavraması gerekiyor. Tekrar ediyorum! Aklın uyum sağlayabilmesi için Allah’ın nizâmını anlama ve kabûl etme prensiplerine muhtaçtır. Allah’ın nizâmı nedir? İslam’dır. İslam’ın bütün kânûnları Allah’ın kânûnlarıdır. Vicdân da bunlara muhtaçtır. İnsan vicdânı da kalpteki zevk olayı da ilahi nizâmın Allah’ın nizâmını anlama ve kabûl etme prensiplerine vicdân da muhtaçtır. Şimdi vicdân diyenler, akıl diyenler bunlara dikkat etsinler.
Dakika 25:00
Vicdânın görevi var aklın görevi var. Nedir bu görev? İlâhî prensiplere ihtiyâcının olması ve onları kabûl etmesidir. Akıl, âlet, vicdân, zevk olayıdır. Kalpte bir duygudur vicdân. Şimdi şöyle bir misal verelim misalle açıklayalım: kalp tarla, vicdân tarlanın tavı, akıl âleti, tohum Vahyi İlâhî, rûh irâde ve rûhun muhteviyâtı da şahsın kendisidir. Şahıs ise âleti ve mülkü kullanandır. İşte durumu böyle anlamak zorundadır. Tekrar ediyorum! Şimdi kalp: tarla, Vicdân: tarlanın tavı. Akıl: Âleti. Tohum: Vahyi İlâhî. Rûh: İrâde ve rûhun muhteviyâtı da şahsın kendisidir. Şahıs ne yapıyor? Âleti ve mülkü kullanmaktadır. İşte bu şahsa şahsiyet kazandırmak için İlâhî nizâmı bir defa yaşayan bir şahsiyet, İlâhî nizâmın bütün ilkelerini kabûl etmiş bir şahsiyet olmak zorunluluğu vardır. Yoksa feverân eder firavunlaşır.
Şimdi vahiy nedir? Birde bunun üzerinde duralım. Vahiy: ilmi zarûrîdir. Vahiy Hz. Muhammed’e Allah’tan gelen İlâhî kânûnlar ve İlâhî nizâmdır. Vahyi iyi anla ey insanlık âlemi! Ey cinler âlemi! Ey insanlık âlemi! Ey doğu felsefesine batı felsefesine bağlı olanlar! Bu felsefelerin doğrusu gerçeğini arıyorsanız İslam’ın içerisine gelin, İslam’a gelin. Vahyi İlâhî’ye gelin. İslam A’dan Z’ye Allah’ın ortaya koyduğu düzenin adı kânûnların bizzat kendisidir, İlâhi’dir…
Öyle ise ilmi zarûrî nedir? İslam’ın ortaya koyduğu Kur’an’ın ilimleri ilmi zarûrîdir insanlık âlemi için. Bu ise Hz. Muhammed’e Allah’tan gelen İlâhî kânûnlardır ve İlâhî nizâmdır. Şimdi Allah’ın eşi yok, dengi yok öyle ise onun kânûnlarında eşi yok, onun nizâmınında eşi yok. Şimdi Allah’ın yerine başka Allah koyamadığımız gibi, O’nun kânûnlarının yerine başka kânûn da koyamayacaksınız. O’nun nizâmının yerine başka nizâm bulamayacaksınız bulduklarınız beşerîdir, şirktir, Allah’ı kabûl etmemek kânûnlarını kabûl etmemektir. İnsanlığa yapılan kötülük burada başlamaktadır, şirkin büyüğü de burada başlamaktadır. Îmânlı rûhlar bütün varlığı ile vahyi kabûl eder. İşte rûhların burada birbirine îmânlı rûhlar var, İlâhî nizâmı İlâhî kânûnları kabûl etmeyen bozulmuş rûhlar var. Îmânlı rûhlar bütün varlığı ile vahyi kabûl eder. Aklın yetişemediği, varlığın bilgi ve sırlarını görür, aklın herşeye yetişmesı mümkün değildir. Amma Vahyi İlâhî bakın aklın yetişemediği varlığın bilgi ve sırlarını görür. Vahiy olmadan bütün ulvî değerleri nereden anlayacaksın? Akıl o ulvi değerleri anlamak için sana verilmiştir. Bunun için o aklın yetişemediği varlığın bilgi ve sırlarını görür. Arzu ve irâdesini ona uydurur. İlmi zarûrî vahyi nübüvvetle İlâhî nizâmla ortaya çıkar. İşte ilmi zarûrî neyle ortaya çıkıyormuş?
Dakika 30:05
Nübüvvetle yani Peygamberlikle ortaya çıkıyor çünkü Peygambere geliyor Vahyi İlâhî. Peygamberlerden başkasına vahiy gelmez. İlham gelir, o da kişinin kendini bağlar şerîat hükmünde değildir ancak şerîatın izâhı için gelir.
Bunun için ilmi zarûrî nübüvvetle İlâhî nizâmla ortaya çıkar. Peygamber olmadan İlâhî düzen doğru dürüst uygulanamaz işte Hz. Muhammed İslam nizâmını en güzel şekilde uygulamış. Bütün temeller atılmış, katlar kurulmuş ve ortaya İlâhî bir düzen kurulmuş. Kıyâmete kadar insanlığın saadeti için temel atılmış, bütün ilimlerin hamlesi yapılmış. Seçme, irâde dînin etkili olmasının şartıdır. Burda hürriyet tam bir hürriyet yolu, İslam’ın kendisi tam bir hürriyet yoludur. Seçme ve irâde tamâmen dînin etkili olmasının da şartı olarak konmuştur. Dindarlığında parçasıdır. Seçme olmadan, irâde olmadan dindarlıkta olmaz. Çünkü kişi kendi irâdesiyle, kendi özgür hür seçeneğiyle ne yapacaktır? Dînini seve seve kabûl edip yaşayacaktır. O zaman seçme irâde dindarlığın parçasıdır. Zorla iyilik var mıdır? Evet, zorla iyilik vardır ama kötülük hiç yoktur. Cenab-ı Hak âlemleri rahmetiyle yaratmış, bu ne demektir? Bütün âlemlere ezeli iyiliğini ezeli rahmetini ortaya koymuştur.
Onun için evlat terbiyesi, evlâdı yönlendirme, iyiliği emir, kötülükten sakındırma, nehy gibi durumlarda ve emsallerinde zorla iyilik vardır. Ama kötülük yoktur. Şimdi devletler niçin okullar açmış? Milletine, gençliğine bilgi vermek içindir. Sonra oralardan mezun olmayanlara okullardan iş vermiyor. Bu bir zorlama değil midir? Tam bir zorlamadır. Niçin zorlama yapıyor? Kendîne göre o da iyilik yaptığına inandığı için bunu yapıyor. Demek ki zorla iyilik vardır ama zorla kötülük yoktur. Kolaylıkla da kötülük yoktur. İslam kötülüğü kökünden reddeder.
Şimdi dîndar kimdir? Bide dîndara bakalım: İlâhî emirleri severek, isteyerek taklit edendir dîndar kişi. Dikkat et! Eğer Allah’ı tanıdın, emirlerini tanıdın seve seve isteyerekte bu emirlerin gereğini yerine getiriyor itaat ve taatte bulunuyor, isyân etmiyorsan işte sen dindarsın. Dindarlık budur. Dindarlık, İlâhî emirlerin gereğini yerine getirmektir hemde seve seve. Peki başkalarının emrini yerine getiren Allah’ın emrini yerine getirmeyen, yaratanına karşı isyân eden bir insan tipleri düşünün. Bunlar işte fıtratının yaratılışının tam tersini yapmaktadırlar. İslam ise, tamâmen gerçekleri ortaya koymaktadır.
Dakika 34:25