fikhi-ekber-ders-8-01

8- Ders 8 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren

In this video

Rating

9.3

This is must-watch movie of this year

Video Quality9.5
Original Story9.0
Soundtrack9.3

FIKH-I EKBER DERS 8

 

“Eûzü bi kelimatillahi’t-tammati min şerri ma haleka ve zerae ve berae rabbi eûzû bike min hemezâti’ş-şeyâtin ve eûzû bike rabbi en yahdurûn

26.2 Çok kıymetli ve muhterem efendiler, Fıkh-ı Ekber’den keşif notları vermeye devam ediyoruz. Fıkh-ı Ekber, İmam-ı Âzam’ın kıymetli eserlerinden birisi olduğunu bütün dünya bilmektedir. İmâm-ı Âzam ilimleri önce öğrencilerinin kalbine, kulağından kalbine aktarmış. Onlar da bu ilimleri zapt etmişler, ilimler tedvin (toplamak) edilmiş. İşte Fıkh-ı Ekber ile de itikadi imanla ilgili ilimler burada da Fıkh-ı Ekber ile tedvin edilmiştir. Yüce İslam’ın yüce imanı ile ilgili bunun delilleri ortaya konmuştur. İman edilecek yüce kavramlar, imanın özellikleri anlatılmıştır.

Şimdi dersimiz Allah-u Teâlâ’nın fiili sıfatları. Bunlara geldik. Bunlar da şunlardır: Tahlik, terzik, inşa, ibda, sun ve buna benzer sıfatlarıdır. Tahlik, Yüce Allah’ın yaratmasıdır. Terzik, Yüce Allah’ın rızık vermesidir. İnşa, yeniden yapması, yeni baştan yaratmasıdır. İbda ise eşsiz yaratmasıdır. Bir şey yoktan yaratılıyor, benzeri yok çünkü. Yoktan yaratılanın örneği de yok. Sun, yapmak demektir. Öldürmek, diriltmek, bitirmek, üretmek, şekil ve suret vermek de aynı fiili sıfatlardandır. Bu sıfatlardan tahlik, inşa ve sun önceden benzeri olan bir şeyi yaratmak manasına geldiği halde ibda (yoktan var etme) sıfatı bunlardan farklıdır. 3:59 2.10 Çünkü ibda, önceden benzeri olmayan bir şeyi eşsiz ve benzersiz olarak meydana getirmek manasınadır. Yine İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn), bütün İslâm âlimlerinin, ümmet-i Muhammed’in ruhları şad olsun. Dünyada yaşayanlara da gerçek İslâm’ı yaşamayı bir ve beraber olmayı, imanların göğüslerinde ebedi parlamasını Allah nasip eylesin. Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarının önü ve sonu yoktur. Kıymetli dostlarım, Yüce Allah’a iman ederken, onun sıfatlarını anlayıp kavrarken dikkat etmek lazım. Bakın, önemine binaen tekrar ediyorum. Yüce Allah’ın sıfatlarının (celle celahu), isim ve sıfatlarının önü ve sonu yoktur. Onun isim ve sıfatlarının hiçbiri hadis de değildir. Hadis nedir derseniz sonradan olan şeylere denir. Yüce Allah-u Teâlâ’da hadis olan bir şey yoktur. Çünkü o yüce sıfatlarla ezeli, ebedi, muttasıftır (bir şeye nitelik bakımından üstünlük kazandıran). Hadis, önce olmayıp sonra olan şeylere denir. Allah-u Teâlâ isim ve sıfatlarıyla birlikte başlangıcı olmayan, bak isimleri ve sıfatlarıyla birlikte. Burayı da iyi anla, Allah’a doğru iman et. Başlangıcı olmayan, ezelilik ile sonu olmayan ebediliğe sahiptir. Eğer Allah’ın sıfatlarından birisi hadis yani sonradan var olsaydı ya da yok olmuş olsaydı bu sıfatların bulunmadığı zamanlarda uluhiyet sıfatlarında noksanlık olurdu ki bu da şan-ı ilahide muhaldir. Yüce Allah, kemâl sıfatlarla ezeli, ebedi, muttasıftır; noksan sıfatlardan ezeli, ebedi, münezzehtir. Cenab-ı Hak’ta önceden olmayıp da sonradan olan bir şey olmaz. Onun zatında, sıfatlarında, esmasında eksilme, artma olmaz. O çünkü ezeli, ebedi kemâl sıfatların hepsi onda. Eksiklik yok onda ezeli, ebedi. Şu kesindir ki Allah’ın isim ve sıfatlarından hiçbiri hadis değildir. Ezelde ilim sahibi olan, ezelde de âlimdir. Ezelde âlim olan ebette de âlimdir. Onun için Yüce Allah ezeli ve ebedi bütün yüce sıfatlar onda mevcut. Allah’ın sıfatları ezelidir. İmâm-ı Âzam buyurdular ki “Allah (celle celaluhu), Allah Teâlâ ilmiyle daima bilir”. Buraya da dikkat et. Daima bilir. Yani önceden bilir de sonradan bilmez, sonradan bilir de önceden bilmez diye bir şey yok. Daima ezeli, ebedi her an her şeyi bilir, daima bilir. İmâm-ı Âzam’ın Allah’ın sıfatlarını nasıl anladığına da dikkat et. İlim, ezelden onu sıfatıdır. Her şeyi bilen ilim sıfatı onun ezelden sıfatıdır. Kudretiyle kadirdir. Gücünün yetmediği bir şey bulunmaz. Her şeye gücü yeten, kadirdir. Kudret, Allah’ın ezelden sıfatıdır. Kendi kelamıyla konuşur. Kelam, Allah’ın ezeli sıfatıdır. Kendi yaratma sıfatıyla yaratıcıdır. Yaratmak onun ezelden sıfatıdır. Ne yaparsa kendi fiiliyle yapar. Bu da onun ezelden sıfatıdır. İşte kıymetliler, fiil şöyle bir onun yaratma sıfatına bir bak. İmâm-ı Âzam Hazretleri bu gerçekleri ortaya koyuyor burada tekvin, tahlik ve icat manasında. Bakın, fetha (üstün) ile okunduğuna göre fiil mastardır, kesre ile okunursa isim olur. Burada tekvin, tahlik ve icat manasınadır. İmâm-ı Âzam Hazretleri (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn), Allah Teâlâ’nın sıfatlarının sayarken “Lemyezel daimidir” kaydını koymuştur. 10:30 4.3 Yüce Allah lemyezel yani sıfatları ebedidir, daimidir. Allah Teâlâ ilmiyle daima bilir. Bu kayıtla Mûtezile mezhebinin sözlerini reddetmiştir. Mûtezile, ehl-i sünnetin dışında, birçok fikirleri ehl-i sünnete uymayan bir mezheptir. Burada da ona reddiye vardır. Onlar derler ki “Allah’ın sıfatları zatının aynıdır. O, mücerret zatıyla âlim ve kadirdir. İlmiyle âlim, kudretiyle kadir değildir”. Bakın şimdi “kadir değildir”. Bu Mûtezile’nin görüşlerindeki ehl-i sünnete uymayan taraflardan birisi de bunlardır. Bizlere delil olarak İmâm-ı Âzam ve diğer ehl-i sünnet mezhebinin, din ve hidayet imamlarının sözleri kafidir. Ehl-i bid’ata hiç mi hiç gerek yoktur. Ehl-i bid’attan uzak kalın. Şimdi burada İmâm-ı Âzam’ın ilminin öne alınmasının hikmetlerinden biri ehl-i bid’at senin inancına karışmaması için, hak mezheplerin imamları, ehl-i sünnet ve’l-cemaat imamların ilmi işte İslâm’ı iyi anlayan, iyi kavrayan zat-ı muhteremlerin ilmidir. Delilleri sağlamdır, anlayışları sağlamdır. Kıymetliler, bizlere delil olarak hidayet ve din imamları, ehl-i sünnet mezhebinin din ve hidayet imamlarının sözleri bütün dünya gibi çok dünyalara yeter. Sakın ehl-i bid’ata aldanmayın. Bozuk inanç sistemleri var dünyada. İslam’ı da yanlış anlayan, yanlış anlatanlar var. Biz ehl-i sünnet inancını ortaya koyuyoruz ki herkes aklını başına alsın. Derler ki “Allah-u Teâlâ’nın sıfatları ne zatının aynıdır ne de gayrıdır”. Bu meselede de derinliğine dalmak bizim üzerimize bir vazife değildir. Yine İmâm-ı Âzam bakın ne diyor (rahmetüllahi aleyhim ecmaîn): “Allah ne yaparsa (celle celaluhu) kendi fiiliyle yapar. Fiil onun ezelden sıfatıdır. Yapma onun ezelden sıfatı olmakla beraber yapılan mahluktur. Onun bu fiil sıfatı ezelidir, hadis değildir, mahluk da değildir. Her kim bunların aksini söylerse veya şüphe ederse, şüpheyle duraklarsa mümin değildir”14:42 Ders 8.8 demiştir. İşte buraya da çok dikkat lazım. Şimdi bu derslerimizi ya tekrar tekrar dinleyin, iyice anlayın ve bu dersler imanın dersleri olduğu için, imanla ilgili Müslüman bunları tam bilecek ki imanı da gerçek iman olsun. Allah ne yaparsa kendi fiile yapar. Fiil onun ezelden sıfatıdır. Yapma, onun ezelden sıfatı olmakla beraber yapılan mahluktur. Yani yaratıkları mahluktur. Ama onun fiil sıfatı ezelidir kendinde. Onun bu fiil sıfatı ezelidir, hadis değildir. Dikkat et. Hadis olanla ve olmayanı sakın birbirine karıştırma. Mahluk da değildir. Bakın, onun fiil sıfatı ezelidir, hadis değildir, mahluk da değildir. Her kim bunların aksini söylerse veya şüphe ederse, şüphe ile duraklarsa mümin değildir, diyor İmâm-ı Âzam. Şimdi müçtehitlerin içtihatları, din anlayışları dünyada da geçerli, mahşerde de geçerlidir. Çünkü bilmeyenler, bilen müçtehitlerin ilmini ne yaparlar? Uygularlar, ona tabi olurlar. Yüce Allah müçtehitlere bu salahiyeti vermiştir. Bugün bu İmâm-ı Âzam ekolunda yetişen ne kadar İslâm âlimleri varsa -buna Hanefi ekolu denir- bunların hepsi ehl-i sünnet âlimidirler. Maliki de böyle, Şafiî, Hanbeli de böyledir. Bu ekoller sağlam ekollerdir. Şimdi biz burada bu sağlam ekollerin en başında gelenlerden İmâm-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’indeki imanla, akaidle ilgili ilm-i irfanı, iman ilmini ortaya koyuyoruz. Zaten ehl-i sünnet inancı aynıdır. Bu dört mezhebin inancında temel konularda hiçbir fark yoktur. Duraklama kişinin inadından veya cehaletinden dolayı Allah’ın sıfatlarının varlığı veya yokluğu konusunda, dikkat et, hüküm verememesi demektir. Şek ve şüphe ise lügatte yakinin zıttıdır.  Yakin, ilimdir. İman, yakin ister kesin tasdik ister kesin ikrar ister. Kalben tasdik demek olan iman, kalpte izan (anlayış), itikat manasınadır. Allah’ın vahdaniyeti ve bütün sıfatları iman edilmesi lazım gelen inanç esasları zümresinden olduğundan bunlara inanmayan Allah’ın sıfatlarını da bilmiyor demektir ki bu da Allah’ı ve peygamberlerini inkâr olur. İşte tehlikeyi burada gösterdi. Şimdi buna çok dikkat lazım. Kalben tasdik demek olan iman, kalbinde izanı (anlayış) yani itikat manasınadır ki Allah’ın vahdaniyet ve bütün sıfatları iman edilmesi lazım gelen inanç esasları zümresinden olduğundan bunlara inanmayan Allah’ın sıfatlarını da bilmiyor demektir ki bu da Allah’ı ve peygamberlerini inkâr olur, denmiştir. Şimdi bu konuya biraz şöyle bakalım.  19:56 11.3 Kitabın aslı muhtasar olduğundan Allah-u Teâlâ hakkında bilinmesi lâzım gelen sıfatlar için kâfi malumat metinde geçmektedir. Bilinmesi lazım gelenleri sıralamakta büyük fayda vardır. Şan-ı ilahide bilinmesi lazım gelen sıfatlar vacip, caiz ve mümteni olmak üzere üç kısımdır. Vacip olan sıfatlar: Vücud, kıdem, bekâ’, vahdâniyet, muhâlefetün-li’l-havâdis, kıyâm binefsihi, hayat, ilim, semi’, basar, irade, kudret, kelam, tekvin. Bu sıfatlardan “vücud” sıfatına “sıfat-ı nefsiye”, bunlardan sonra saydığımız beş sıfata da “sıfat-ı selbiye” veya “sıfat-ı maneviye”, “sıfat-ı tenhiziye” isimleri verilir. Hayat sıfatından başlayarak saydığımız 8 sıfat “sıfat-ı zatiye”, “sıfat-ı subutîye” veya “sıfat-ı vücûdiye” isimleri verilir. Tekvin sıfatına da “sıfat-i fiiliye” adı verilir. Çünkü tekvin sıfatı yaratma sıfatıdır. Onun için fiili sıfatıdır. Caiz olanlar tekvin sıfatı çerçevesinde mütalaa edilen terzik, tenim, ihya ve imate, te’dip gibi sıfatlardır. Bunların zıtları da şan-ı ilahide caizdir. Mümteni olanlar yukarıda saydığımız vacip olan sıfatların mukabilleri, zıtları şan-ı ilahide caiz değildir. Bu hususta geniş bilgi sahibi olmak isteyen bu sahada yazılmış mufassal kitaplara müracaat etmelidirler. Kıymetli dostlarımız, çok kıymetli eserlerimiz var. Fakat bunların temelini, aslını oluşturduğu için Fıkh-ı Ekber, size buradan keşif notlarını veriyoruz ki herkes uyansın, imanına sahip olsun, imana zarar verecek her tehlikeden imanını korusun. Ebedi imanlı olmak zorundasın, ebedi. Yüz sene sonra inanmayacağını söyleyen bir adam bugünden kafirdir. Aklını başına al. İman ebedilik isteyen, ebedi tasdik, ebedi ikrar. Bir an bile kişi imanından şüphe edemez. Şimdi İmam-ı Maturidî’nin Fıkh-ı Ekber’inde şöyle bir izah vardır. “Allah Teâlâ’nın sıfatları zatının ne aynıdır ne gayrıdır. Kaderiyye, Mûtezile mezhebi Allah’ın sıfatlarını nefyederek “Zatının gayrıdır” dediler. Ayrıca Eş’ariyye ve Mûtezileye göre Allah Teâlâ’nın fiili ve sıfatları hadistir”. Bakın, “fiili ve sıfatları hadistir”. “Bunlara göre yazı yazılmadan önce yazılmış olmaz. Bina yapmadan yapılmış olarak görülmez. İşlenen fiil meydana gelince fiil ve fail bilinir. Bundan dolayı da Allah yarattığı zaman yaratıcı, rızık verdiğinde rezzak, irade ettiğinden mürittir” derler. Şimdi İmâm-ı Âzam bu kanaatte değil. İmâm-ı Âzam mükemmel burayı da açıklıyor. Bakın, Maturidî de burada diyor ki “Kadir olan Allah daima kadirdir”. Gördün mü? Allah yaratmaya kadir mi? Yaratmadan önce de kadir. Âlim olan Allah bu ilim sıfatı daimidir. Zati ve fiili sıfatlarının hepsi de ezeli ve daimidir. Allah yaratmadan önce de yaratıcı idi. İşte Maturidî, İmâm-ı Âzam’ın yolunu takip etmektedir.  İmam Maturidî “Allah’ın sıfatları hadistir” diyenlere şöyle cevap veririz, der: “Allah (celle celaluhu) bir işi yapmadan önce de yapıcı, yaratıcıdır. Yazmadan önce de yazma sıfatına sahiptir. Eğer yaratmadan önce yaratıcı olmasaydı veya yaratma fiilini kendisi için ihdas etseydi Allah Teâlâ’nın bu sıfata sahip olmadan önce aciz olması gerekirdi. Bunu da düşünmek bile caiz değildir. Allah’ın sıfatları konusunda sahih olan görüş şudur: Sıfat-ı ilahi haktır. Ezelidir, ebedidir. Ne zatının aynıdır ne gayri. İsim ve sıfatlarının ezeli ve ebedi oluşu bakımından aralarında hiçbir farkı yoktur”. Maturidî, Fıkh-ı Ekber Şerhi. 27:08 18.3 Kıymetli dostlarımız, işte İmâm-ı Âzam farkı, Maturidî farkına dikkat etmek lazım. Burada İmâm-ı Âzam’ın farkı bellidir. Her konuda farklı bir, şanlı bir İslâm âlimidir İmâm-ı Âzam. Bütün âlimlerimize de Allah rahmet eylesin. İmâm-ı Âzam’ı da bütün dünya tanımış ve dünyaya onun ilmi yayılmış. Bakın 13 asır veya 14 asır kabul edersek İmâm-ı Âzam’dan bugüne kadar hâlâ dünya ondan nasıl faydalanıyor (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn)? Kur’an-ı Kerim, Allah kelamıdır. Bunu aksini savunanlara karşı işte hak İslâm inancını İmâm-ı Âzam burada da ortaya koymuştur. Kur’an-ı Kerim’in nasıl bir kitap olduğunu çok mükemmel ortaya koymuş bir zat-ı muhteremdir. İmâm-ı Âzam Hazretleri bakın ne diyorlar: “Kur’an-ı Kerim mushaflarda yazılan, kalplerde hıfz olan, ezberlenen, dillerde okunan Allah kelamı olup Peygamber Aleyhisselama indirilmiştir”. Allah’tan Hz. Muhammed’e indirilmiştir Kur’an-ı Kerim. Kur’an-ı Kerim telaffuz edişimiz mahluktur. Yani bizim sesimiz, sözümüz, mesela ağzımızdaki harfler, mürekkepler, sesler bunlar mahluktur. Kur’an-ı Kerim’in kendisi Allah’ın kelamıdır. Onun yazışımız, onu yazıyoruz mürekkep nedir, kâğıt, mürekkep? Onlar mahluktur. Ama Kur’an-ı Kerim’in kendisi Allah kelamıdır. Onu yazışımız mahluktur. Kur’an ise katiyen mahluk değil Allah kelamıdır. Şimdi buraları da iyi anlamak lazımdır. Allah’ın sıfatı olan kelamı, melek yani Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla işitilen harflerden oluşan sözlerle okunmakta ve ezberlenmektedir. Çünkü bunlar bizim işlerimizdendir. İşlerimizin hepsi de Allah’ın yaratmasıyla mahluktur. Harfler, yazı, kâğıt, kalemler, ayetler hepsi bunların muhtaç oldukları birer Kur’an aletidirler. Dikkat et, bunlar Kur’an aletidirler. Allah-u Teâlâ’nın kelamı ise zatı ile kaim olup manası bu şeylerle anlaşılmıştır. Binaenaleyh her kim “Allah Teâlâ’nın kelamı mahluktur, yaratılmıştır” derse o kimse Allah-u Azimüşşan’a küfretmiş, kafirlik etmiş olur, diyor. Allah’ın kelamı mahluk değildir. İnsanların işte harfleri, sesleri, kalemleri, mürekkepleri bunlar mahluktur ama bunlar Kur’an-ı Kerim’in aletidirler. İnsanların Kur’an-ı Kerim’i anlaması için insanların bunlara ihtiyaçları vardır. Bunun için efendiler “Allah Teâlâ’nın kelamı mahluktur, yaratılmıştır”, diyen kimseler, diyor, küfre giderler. Her kim “Kur’an-ı Kerim yaratılmış” der ve Kur’an sözü ile de Kerrâmiye mezhebinde olduğu gibi Allah’ın zatıyla kaim, kelam-ı nefsiyi kastederse Allah’ın sıfatının ezeliliğini kabul etmediği, Allah’ı hadis olan havadisin mahalli kılmış olduğu için yine küfre girer.32:45 25.3 İmanı imanlıktan çıkar, imanı yok olur. Efendiler, buralara dikkat etmek gerekiyor. Halikin kelamıyla kula ait, mahluk olanı karıştırmamak, ayırmak için de bakın İmâm-ı Âzam ne güzel tarif etmiş, konuyu açıklamış, açıklığa kavuşturmuştur. Kerrâmiye mezhebinin kurucusu Ebû Abdillâh Muhammed bin Kerrâm’dır. Allah’a cisim ve mekân izafe eden, onu hadisata mahal sayan, kalbin tasdiki olmadan da imanın sahih olabileceğini ileri süren bu mezhep mücessime (Allah’a cisim isnat eden fırka) grubuna girmektedir. Fikirleri ve fırkaları hakkında eserler bulunmaktadır. İslam mezhepleri tarihinde de bunlar görülmektedir. El-Fark Beyne’l-Fırak isimli eserde de bunlar anlatılmıştır. Kerrâmiye mezhebi hak mezheplerinden değildir, batıl mezheplerdendir. Şimdi bazı batıl, ehl-i bid’at mezheplere işaret ediyoruz ki Müslümanlar bu tür tehlikelerden uzak dursunlar. İmâm-ı Âzam’ın Kur’an-ı Kerim hakkındaki durumunu iyice anlasınlar. İmâm-ı Âzam’ın notunu tekrar veriyorum. Bu müthiş bir keşif notudur. Bunlar kalbin derinliklerine nakşedilecek, ebediyyil ebed orada kalacak gerçek imanın ilmidir bunlar, iman dersleridir. Kur’an Kerim hakkında İmâm-ı Âzam bak yine ne diyor: “Kur’an-ı Kerim mushaflarda yazılan, kalplerde hıfzolunan, ezberlenen, dillerde okunan Allah kelamı olup Peygamber Aleyhisselama indirilmiştir”.35:31 ders 15.08 Kur’an-ı Kerim’i telaffuz edişimiz, bize ait olan şeyler mahluktur. Onu yazışımız mahluktur. Kur’an ise mahluk değildir. Bizdeki harf var, ses var, kâğıt var, mürekkep var, bunlar bize ait şeylerdir, yaratılmış olanlar ama Kur’an-ı Kerim mahluk değildir, Allah kelamıdır. İşte burayı iyi anlamak gerekmektedir. Yine İmâm-ı Âzam bakın ne diyorlar: “Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de Musa ve diğer peygamberlerden (aleyhimüsselam), Firavun ve Şeytandan hikâye şekliyle buyurduklarının hepsi haber verme cinsinden onun kelamıdır. Bunlar da mahluk değildir. Çünkü bu haberler Allah kelamı ile verilmektedir. Musa Aleyhisselam ve diğer mahlukların kelamı ise yaratılmıştır. Allah kelamı Kur’an-ı Kerim kadimdir, ezelidir. Başkaların kelamı böyle değildir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah her şeyi kendi anlattığı için Kur’an-ı Kerim, Allah kelamıdır ve kadimdir. Eş’ariler 1.4 37:20 “Mushaflarda yazılı olan bizatihi Allah kelamı değil, onun hikâyesidir. Bundan dolayı da mecbur kalındığında yazıların su ile giderilmesine veya yakılmasına cevaz verilmiştir”. Halbuki kelam onun sıfatıdır. Mevsuftan (sıfat) ayrılmaması lazım gelir, derler. “Böyle söyleyenlere deriz ki”, bakın burada Eş’arilere Mâturîdiler cevap veriyorlar, “Eş’arilerin bu görüşü tıpkı Mûtezile gibi şahıslarına aittir, ümmeti bağlamaz. Zira malum olan şey Allah tarafından kendi ilmiyle zaten malumdur. Eğer mushaflarda yazılı olan bizatihi Allah kelamı olmasaydı, Allah’ın kelam sıfatı kullar arasında ma’dum (yok olan) olurdu. Bu takdirde de kitab-i ilahinin fevt (elden çıkma) olmasını gerektirirdi. Bu ise caiz değildir”. İşte İmam-ı Mâturîdi, Eş’ariye bu şekil cevap vermiştir ve burada bizim mezhebimiz İmâm-ı Âzam ve Mâturîdi’dir. Mâturîdi, İmâm-ı Âzam’ın yolundadır. Eş’ari’nin de kendisi yüksek bir âlimdir fakat biz Mâturîdi’den vee İmâm-ı Âzam’dan ayrıldığı noktalara işaret ediyoruz. Evet efendiler, Allah kelamının mahluk olmadığına Kur’an-ı Kerim’in yalnız üç ayetinin bile icaz (aciz bırakma) derecesinde bulunması kâfi (yeterli) bir delildir. Allah kelamının mahluk olmadığına Kur’an-ı Kerim’in yalnız üç ayetinin bile icaz derecesinde bulunması kâfi bir delildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in her cümlesi veciz (etkili söz) ve mucizedir. Kur’an-ı Kerim’de zikredilen kıssalar, ihtiva eden ayetlerle, Ayet-el Kürsi’nin veya İhlas Suresinin Allah kelamı olmaları bakımından aralarında fark yoktur. Allah kelamı olması bakımından Kur’an-ı Kerim’de ne varsa, baştan sona hepsi Allah kelamı olması bakımından fark yoktur ama onların okunması ve zikredilmesi konusunda bazıları mezkûr (zikir edilen), zakir (zikir eden) ve zikir ayetler vardır. Faziletleri farklıdır, yoksa hepsi Allah kelamı olması bakımından aynıdır. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin (celle celaluhu) Kur’an-ı Kerim’de bizlere haber vermek için zikrettiği Musa, İsa Aleyhisselam ve diğer peygamberlere ait hikâye ve haberleri “Firavun ve İblis gibilerin Allah’ın laneti üzerine olsun” sözlerini ve ahvalini anlatan ayetler de diğer ayetler gibi kâinat yaratılmadan önce levh-i mahfuzda yazılı idi hadisin kelamı değildir. Hadis olan ilim işitmekle elde edilir. Kur’an-ı Kerim’deki bu cins haberler onların bir sözünü, lafzını değil manayı nakleder. Çünkü Musa Aleyhisselâm ve diğerlerinin kelamı mahlûktur. Kur’an-ı Kerim ise Allah kelamıdır, mahluk değildir. Yine İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh) bakın ne diyor: “Musa Aleyhisselam, Allah Teâlâ’nın kelamını işitti. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de “Allah-u Teâlâ, Musa’ya hitap ile konuştu” buyurmuştur. Allah Teâlâ (celle celaluhu) Musa Aleyhisselam ile konuşmadan önce de konuşurdu. Kelam sıfatına sahipti”. İşte burada yine ehl-i bid’at görüşlerini reddediyor. Yüce İslâm da İmâm-ı Âzam’ın bu konudaki sağlam din, iman anlayışını ortaya koyuyor. Cenab-ı Hak kuluyla çeşitli yönlerden veya tek yönden konuşmaya kadirdir. Her şeye kadir olduğu halde kelam-ı ezelisini kulunun anlayabilmesi için ses, harf gibi vasıtalarla işittirir. Buraya da dikkat et. Kelam-ı ezelisini kulun anlayabilmesi için ses, harf gibi vasıtalarla işittirir. İfade edilir ki Musa Aleyhisselam Kelamullah’ı kendisini saran direk şeklindeki bir bulutun içinden işitiyordu. Allah-u Teâlâ ezelde Musa’ya sessiz ve harfsiz olarak (Taha/12),

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى

“Ey Musa! Şüphesiz ben senin Rabbinim. Haydi, pabuçlarını çıkar” buyurmuştu. Peygamber Efendimize bu durum hikâye edilirken “Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ. İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyke” diyor bak. İşte Musa ona gidince kendisine şöyle nida olundu. Kur’an-ı Kerim’de de “Ey Musa! Şüphesiz ben senin Rabbinim. Haydi, pabuçlarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadide turdasın. Ben seni peygamberliğe seçtim. Şimdi sana vahyolacakları dinle”. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’i Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (aleyhissalatu vesselam) indireceğini onda peygamberlerin ve başkalarının haberlerini zikredeceğini, emir ve nehiylerde (yasaklama) bulunacağını ezelde biliyordu. Evet kıymetliler, ezelde biliyordu. Onun için Kur’an-ı Kerim, Allah kelamıdır, mahluk değildir. Allah Teâlâ mahlukatı yaratmadan önce yaratıcı, Musa ile konuşmadan önce de kelam sıfatına sahip idi. Onun sıfatlarının hepsi mahlukatın sıfatlarına benzemez. Bilir, bilmesi bizim bilişimiz gibi değildir. Yani onun bilmesi insanlarınki gibi değildir. Her şeye kadirdir. Onun kudreti bizim gibi değildir. O her şeye kadirdir.   8.4 46:39 Sonra bizdeki kuvveti de o vermiştir ama onunki bizimki gibi değildir. Görmesi, işitmesi bizim görmemize ve işitmemize asla benzemez. Konuşması da bizim konuşmamıza benzemez. Biz alet ve harf gibi vasıtalarla konuşuruz. Onun konuşması için vasıtaya ihtiyaç yoktur. Onun konuşması yaratılmış değildir. Allah’ın kelamı ezelidir yani yani Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelamı ezelidir, ebedidir. Tebdil (değiştirme) ve tağyire uğramaz. Hiçbir sıfat da Allah’ın sıfatlarına asla benzemez. Cenab-ı Hak ilim sıfatıyla her şey bilir. İlim sıfatı kadimdir. İnsanların bilgisiyse hadistir. İnsanlarınki sonradan olmadır. Allah’ınki ise ezeli ve ebedidir. Yani halikle mahluku birbirine karıştırılırsa o inanç inançlıktan çıkar, o iman imanlığını kaybeder. Allah (celle celaluhu) kadirdir, kudreti ezeli ve bütün icatlara müessirdir. İnsanların kudretiyse sonradan yaratılma ve eşyaların, olayların icatlarına müessir (etkileyici) değildir. Biz bir şeyi yardımcı esbap (sebepler) ve aletlerle yapabiliyoruz. Allah kadim olan kudretiyle alete, yardıma vesaireye ihtiyacı olmadan Allah kadirdir ve yoktan yaratandır. İnsanlar bakın birçok vasıtalara, aletlere ihtiyacı var. Hatta insanda ne varsa Allah-u Teâlâ’ya muhtaçtır. Allah vermiştir. Her şeye ne verdiyse o vermiştir. Biz renkleri ve şekilleri, alet ve edevat (bir iş için lazım olan malzeme) yardımıyla, vasıtayla görürüz. Allah Teâlâ’nın görmesi için alet ve edevata, şartlara, zaman ve mekâna ihtiyacı yoktur. Yüce Allah (celle celaluhu) kadim olan kelam sıfat-ı zatıyla kaimdir. Allah Teâlâ’nın kadim olan kelam sıfatı zatıyla kaimdir (var olan). Ondan ayrılma kabul etmez. İşte Yüce Allah’ın sıfatları, kadim olan ezeli, ebedi sıfatları ondan ayrılmaz, ayrılmayı kabul etmez. Ama insanların birçok becerileri bugün var, yarın olmayabilir. Mahlukat böyledir. Onun için en başarılı insanlarda bile durum böyledir. İnsan mahluktur, sonradan yaratılmıştır. Yüce Allah’ı iyi tanımak gerekiyor. Yüce İslam, Şanlı Kur’an ve İslam’ın peygamberi, ashaplar ve Kur’an, sünnet, icma, ümmet, kıyas-ı fukaha, yüksek âlim ve müçtehitlerimiz bu “şeyi” biliyorlar. Ders 51:05 30.10 Allah Teâlâ (celle celaluhu) “şey”dir fakat bildiğimiz şeylere benzemez. Bakın, hiçbir şeye benzemez. Onun için o “şey”dir ama başka hiçbir şeye benzemez. Buraya da dikkat et. “Şey” denilmesi mevcudiyetinin cisim, cevher ve arazsız varlığının ispatı içindir. Burayı da iyi anla. Allah Teâlâ “şey”dir, bildiğimiz şeylere asla benzemez. “Şey” denilmesi mevcudiyetinin cisim, cevher ve arazsız varlığının ispatı içindir. Allah cisim değildir, cevher değildir, araz değildir. Bunun için, varlığının ispatı için “şey” denmiştir. Burada gecen “şey” kelimesi mevcut, var olmasındadır. Ayet-i kerimede de aynı manaya kullanılmıştır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (En’am 6/ 19)

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ

“De ki şahit olmak bakımından hangi şey daha büyüktür?”. Bakın, de ki Allah eşsiz büyüktür, en büyüktür. O “şey” cisim değildir, dedik. Zira cisim parçalanır. Her parçalanan mürekkeptir. Her mürekkep de sonradan yaratılmıştır. Her sonradan yaratılan, hadis olan bir yaratıcıya muhtaçtır. Onun için her cisimde vâcibu’l-vücûda yani Yüce Allah’a muhtaçtır. Yine Kur’an-ı Kerim’de (Şura 12):

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Onun benzeri olmak şöyle dursun onun misli hiçbir şey yoktur”. Görüyor musunuz bu ayet bir önceki anlattığımızı açıkça ispat etmektedir. Bir önceki ayet de bu ayet de. İşte o “şey” cevher değildir, cevher hadislerin arazların mahallidir. Tabii ki hadistir. Allah Teâlâ bundan münezzehtir. Araz da değildir çünkü araz kendi başına var olamaz, kendisine tutacak bir yere muhtaçtır. Bundan dolayı da varlığı mümkündür. Yüce Allah araz, cevher değil onları yaratandır. Allah Teâlâ’nın varlığının hududu, zıttı, eşi ve benzeri yoktur. Allah’ı iyi tanımadan iman olmaz (celle celaluhu). Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin (celle celaluhu) hududu, varlığının hududu, zıttı, eşi ve benzeri yoktur. Had (sonuç belirmek), bir şeyin hudut ve maiyetini tarif etmektedir. Bu da parçalarını zikrederek mümkündür. Allah-u Teâlâ’nın varlığı cüz kabul etmeyen bir ferdiyettir. Had bazı kere de nihayet (son) manasına gelir ki bu takdirde Allah her yönden namütenahidir (uçsuz bucaksız sonsuz). Yani varlığının nihayeti, kudretinin sınırı yoktur.

Çok kıymetli efendiler, bu kıymetli ilmi deryadan keşif notları vermeye devam ediyoruz. Ders 56:33 6.11 Cenab-ı Hakkın keyfiyetsiz sıfatları vardır, nasıl ve niceliğini Allah’tan başka kimse hakkıyla bilemez. Kur’an-ı Kerim’de de zikredildiği gibi Allah’ın (celle celaluhu), Allah Teâlâ’nın keyfiyetsiz sıfatlarından, Kur’an-ı Kerim Allah’ın elinden, yüzü ve nefsinden bahseder. Eli, yüzü, nefsi vardır ama onun eli hiçbir ele benzemez. Onun yüzü başka yüze benzemez. Onun nefsi başkalarına benzemez. Bunun nasıl ve niceliğini de Allah’tan başka kimse bilemez. Bunlar keyfiyetsiz sıfatlardır. Keyfiyetsiz, bu nasıldır, deme şansın yok, onu Allah’tan başkası bilmez. 1:40 15.4 Bu sıfatların geçtiği ayet-i kerimeler şunlardır. Bakın, Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bu sıfatları geçer.

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

“Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir”. Bakın, bu ayet bir elden bahsediyor ama hiç onun benzeri olmadığı için onun eli hiçbir ele, hiçbir mahlukata benzemez. Çünkü onun benzeri, yok misali yok, dengi yok. Elden maksat Allah neyi kastetti onu kendi biliyor çünkü keyfiyetsiz sıfatlar. Yine ayet-i kerimede bakın Fetih Suresinin 10. ayetinde böyle buyururken Rahman Suresi ayet 26-27’de bakın ne buyuruyor:

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ= وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ

“Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir. Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi (keyfiyetsiz yüzü) bakidir”. Bak, “vechi bakidir” diyor. Burada vecihten maksat neyi? Mesela yüz ama nasıl bir, keyfiyetsiz bir sıfat burada vechi. Yüz anlamında ama bu da keyfiyetsiz ki Allah’ın kendinden başka bunu da kimse nasıldır deme, bilme şansı yoktur. Bunlar Allah’ın ilmine bırakılan keyfiyetsiz sıfatlardır. Keyfiyetsiz dediğimiz zaman nasıldır, deme şansın yoktur, onu Allah bilir. Çünkü onun benzeri yok. Nefis kelimesinin geçtiği ayet-i kerime İsa Aleyhisselam ile ilgilidir. Kıyamet günü Allah Teâlâ, İsa Aleyhisselama “Kendini ve anneni ilah yapın diye insanlara sen mi söyledin ey İsa?” diye sorduğunda bakın İsa Aleyhisselam şöyle diyordu. Kur’an-ı Kerim bunları haber veriyor (Maide/116):

وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ

Bak, Yüce Rabbimiz bu kelamında nefsten bahsediyor ama hiç onun benzeri olmadığı için nefisten maksat da yine keyfiyetsiz bir sıfatıdır, Allah’ın kendisi bilir. “Eğer söyledimse” şimdi İsa’ya Cenab-ı Hak sordu “Annemi ve beni ilah edinin diye sen mi söyledin?” Bunu dünyaya duyuruyor ki, İsa böyle bir şey söylemedi, dünya duysun diyor Cenab-ı Hak. İsa da diyor ki “Eğer söyledimse bunu muhakkak ey Yüce Rabbim sen bilirsin. Benim böyle bir şey söyleme şansım yok. Ben senin kulunum” diyor. “Benim içimde olan her şeyi sen bilirsin Allah’ım. Ben ise senin nefsinde olanı bilmem”. Bak, İsa diyor ki “Allah’ım sen benim içimi, dışımı bilirsin. Ama ben senin zatını” diyor “nefsini bilemem” İsa Aleyhisselam. “Senin nefsinde olanı ben bilmem” diyor. “Şüphesiz ki gaypları hakkıyla bilen sensin” diyor yüce Allah’a  1:01:09 20.11 İsa Aleyhisselâm ve İsa dünyada kimseye “Ben Allah’ın oğluyum” demedi. “Beni ilah edinin” demedi. “Annemi ilah edinin” demedi. Deme şansı da yok. Hiçbir peygamber yanlış yapmaz. İnsanlar sonradan uydurdu. Allah da bunu dünyaya duyuruyor. Mahşerde de insanları hesaba çektiği zaman “Dünyada ben sizlere bunları duyurmadım mı? Önceden sizi uyarmadım mı?” diyecektir. İnsanlar ister uyansın ister uyanmasın kendi bilir. Bugün dünya, yarın Mevla. Dünya imtihan yeri. Allah’ı bırakıp da başkalarını ilahlaştıranlar, şirke düşenlerin işte çaresi, kurtuluşu İslam’ın tevhid imanını, İslâm imanını dünya anlayıp kavrayacak. Yüce Allah, İslam ile makbul imanı ortaya koymuştur, iman esaslarını. Bütün dünya Yüce Allah’ın ortaya koyduğu iman esaslarına iman edip kalbi tasdik edecek, dili ikrar edecek, Müslüman olacaktır. Kendisi bilir herkes. İslam kurtarmaya gelmiş sen kurtulmak istemiyorsan kendin bilirsin. Yol iki tane, biri cehenneme, biri cennete gidiyor. 1:04:08 22.4 Birisine Allah razı ve hazırlamış cennetini, rızasını, rıdvanını, cemâlini, uçsuz bucaksız nimetlerini. Ters gidenlere de adaletini uygulayacak cehennemi gösteriyor. İşte ters gidenlerin sonuçta gidecek yerleri oradır. İmanın yoksa, İslâm’ın ortaya koyduğu iman, sahte imanlar değil, şirke sapanların değil, İslam’ın ortaya koyduğu gerçek, hak iman bu iman olmadan cennete kimse girmez, iman ile amel-i salih.

İşte kıymetliler, burada Kur’an-ı Kerim’de zikredilen bu el, yüz ve nefsi sıfatlar bizce keyfiyeti meçhul olan müteşabih sıfatlardır. Müteşabihlerin tevilini Allah bilir. Rasih ulemaya Allah-u Teâlâ bildirmişse ne âlâ. Yoksa rasih ulema ve müminler bu sıfatların Allah’ın sıfatları olduğunu müminler inanırlar ve manasını Allah’a havale ederler. Bunun anlamını, tevilini Allah bilir, derler.

(Âli Îmran -7: Müteşabih ayetleri kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak için kendilerine göre yorumlamaya çalışırlar. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. Ulema-i rasihin “Ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafındadır” derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar).

Ders 22.08 1:05:46 İşte Kur’an-ı Kerim’de müteşabih ayetler bir de keyfiyetsiz sıfatlar vardır. Kıymetli dostlarımız, keyfiyeti meçhul olan bunlar sıfatlardır, nasılını ve niceliğini Allah bilir. Bu sıfatların aslı malum (belli) fakat vasfı (nitelikle ilgili) meçhuldür. Aslı meydanda, Kur’an-ı Kerim’de var. Vasfı meçhul yani manası. Nedir manası? O, Allah-u Teâlâ’ya havale edilmiştir. Vasfını idrakten aciz bulunmak bu sıfatların aslının malum olmadığını gerektirmez. Rivayet edildiğine göre Ahmet İbn-i Hanbel (ölümü 241 Hicri) “Bu sıfatların keyfiyeti meçhuldür. Ondan bahsetmek de bid’attır” buyurdular. Bakın, İmâm-ı Âzam bunları keyfiyetsiz sıfatlar olarak, keyfiyeti meçhul sıfat olarak dünyayı uyarıyor ve gerçeği ortaya koyuyor. İmâm-ı Âzam bu gerçekleri Ahmed bin Hanbel’den de Şafiî’den de (rahmetüllahi aleyhim ecmaîn) çok önce bu gerçekleri hatta Malik’ten de önce bunlar kavranmış, bu ilimler ortaya konmuştur. İmâm-ı Âzam hepsinin burada öncüsüdür. Allah hepsine bol rahmet eylesin.

Kıymetli efendiler, Allah-u Teâlâ’nın elinden maksat onun kudrettir veya nimetidir, denilmez. Böyle denildiğinde “yed” sıfatı iptal edilmiş olur ki bu da Kaderiyye’nin ve Mûtezile’nin görüşüne uygun olur. Burada da bakın İmâm-ı Âzam son derece itina (özenmek) göstermiştir. Buradaki ehl-i kader terimiyle Mûtezile mezhebiyle, Şia’nın İmamiye kolu kastedilmiştir. Her Mûtezile mezhebinde olan Kaderiyyeci gibi görülürse de her Kaderiyye mensubu Mûtezile değildir. Kaderiyyeciler hakkında hadis-i şerifler vardır. Buraya dikkat. Her Kaderiyye mensubu Mûtezile değildir. Her Mûtezile mezhebinden olan Kaderiyyeci gibi görülürse de her Kaderiyye mensubu Mûtezile değildir. Şimdi bu konuda da şöyle bir bakalım. Şia’dan bahsediliyor. Oraya bir bakalım. “Şia” kelime olarak taraftar demektir. Hz. Osman (radiyallahu anhü) zamanında tohumları atılan, Hz. Ali (radiyallahu anhü) devrinde genişleyen ve meşhur Hakem Olayından sonra tarih sahnesine çıkan, başlangıçta yalnız siyasi gayesi olup daha sonraları aynı zamanda itikadı mezhep haline gelen fırkalar grubunun adıdır Şia. İmamiye de bu Şia’nın büyük gruplarının birinin adıdır. Şia ve İmamiye hakkında geniş bilgiyi Şehristanî’nin El-Milel ve’n-Nihal’inde bulabilirsiniz. Evet kıymetliler, şimdi kader konusunda kaderi Allah’tan nefyedip (olumsuz kılmak) kula yükledikleri için Kaderiyye adını alan bir Kaderiye mezhebi vardır. Bak, bak, dikkat et buraya. Kader konusunda kaderi Allah’tan nefyedip kula yükledikleri için Kaderiyye adını alan bu ehl-i sünnet dışı itikat fırkasının düşünce sistemi olarak diğer fırkalara büyük tesiri olmuştur. Kader konusunda ilk konuşan Irak’ta Ma’bet bin Halid Bin el-Cühenî el-Basrî’dir. Bunun da ölümü 80 yıllarıdır Hicri. Şam’da da Ebû Mervan Ceylan bin Muhsen Etti Meşkidir Umumi manada Mûtezile Mezhebi, Kaderiyye Mezhebi içinde müstakil bir mezhep sayılmıştır. Müellif de bunu dille getirerek “Her Mûtezile mutlaka Kaderiyyecidir” demiştir. Kaderiyye için yine İslâm’da Mezhepler Tarihi diye yazılmış kıymetli eserlerimiz bulunmaktadır. Bunlara bakılabilir. Yeri geldikçe bunlardan zaten önceki derslerimizde, sonraki derslerimizde bilgi vermeye devam edeceğiz. Sevgili Peygamberimiz bakın bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyrulduğu rivayet olunur (Sünnen-i Ebû Davud’da var olan bir hadis-i şerif ve diğerlerinde de): “Her Ümmetin Mecûsileri vardır. Benim ümmetimin Mecûsileri de kader yok, diyenlerdir”. İşte Mûtezile’nin Kaderiye denilen mezhebin durumu Peygamberimiz tarafından önceden bir mucize olarak haber verilmiştir. Bu mezhep ehl-i bid’at ve dalalet, sapık bir mezheptir. Doğru yönleri varsa da yanlış yönleri bulunmaktadır. Hele de itikadı yönden sapık yönleri vardır. Peygamberimiz bunu haber vermiş, “Benim ümmetimin Mecûsileri de kader yok” diyenlerdir.  “Onlardan kim ölürse cenazesine gitmeyin, hastalanırsa ziyaret etmeyin. Onlar Deccal’in taraftarıdırlar. Allah Teâlâ onları Deccal’in zümresine ilhak etmeyi vaat etmiştir”. Allah muhafaza buyursun. İşte bu haber geliyor. Ebû Davud’da geçen bu hadis şerh edilirken Kaderiyyeciler “İyilikler Allah’tan, kötülükler ondan değildir” derken Mecûsilerin hayır ve şer isnadında nur ve zulmet akidelerine teşbih olduğundan Mecûsilere benzetilmişlerdir, denilmektedir. 1:14:48 6.5 Evet kıymetliler, “Kadere iman insandan düşünce ve kederi giderir”. Bu da Suyûti’nin el-Camiu’s-Sağir’inde, El-Fethu’l-Kebir’de, El-Münavi, Feyzü’l-Kadir’inde zikredilmiştir bu hadis-i şerif de. Peygamberimiz ne diyor: “Kadere iman insandan düşünce ve kederi giderir” buyurmuştur.

Evet efendiler, Allah’ın yüzü ve nefsi sıfatları mahiyeti itibariyle “yed” sıfatı gibi keyfiyetsiz sıfatlarındandır. Fahrü’l-İslâm Ali El-Pezdevî, Usûl-i Fıkıh’ında el ve yüz sıfatları için ispatı için bize göre “Aslı malum vasfı müteşabih olan sıfatlardır. Vasfını anlayamadığımız bu sıfatların aslını inkâr etmek caiz değildir. Çünkü Mûtezile Mezhebi sıfatlara akıl erdiremediklerinden asılları reddetmişler ve böylece sapıtmışlardır” der. Kim diyor? Fahrü’l-İslâm Ali El-Pezdevî diyor. Bu zat da çok kıymetli bir yüksek İslâm âlimidir. Allah Teâlâ’nın gazabı ve rızası da keyfiyeti bilinmeyen iki sıfatıdır. İmdi Allah Teâlâ’nın gazabı vardır, rızası vardır ama bunlar da keyfiyeti bilinmeyen iki sıfattır. Bunların aslını da esasını da Allah kendi bilir. Bu sıfatların da keyfiyeti meçhuldür. Onun gazabı ve rızası bizim kızmamıza veya razı olmamıza benzemez. Bizim kızmamız, öfkelenmemiz halkın tabiriyle kanın hücumuyla olduğu gibi rızamız da hoşumuza giden bir şeyin zahirde gerçekleşmesiyle mümkündür. Ama Allah-u Teâlâ’nın gazabı ve rızası hiç başka kimseninkine benzemez. Onun için keyfiyeti meçhul sıfatlardandır, denmiştir. Fıkh-ı Ekber’de bu da anlatılmaktadır.

Kıymetli dostlarım, Allah Teâlâ eşyayı bir şeyden yaratmadı. Eşya yaratılmadan önce de onu biliyordu. Eşyayı takdir eden ve ona hükmeden odur. Yani yoktan yarattığı için bir şeyden yaratmadı, diyor bak. Çünkü Cenab-ı Hak yoktan yarattı her şeyi. Şeyden yaratmış olsa o şeyi de onu yaratmış olması yine gerekiyor. Eşya yaratılmadan önce de onu biliyordu. Eşyayı takdir eden ve ona hükmeden Allah Teâlâ’dır (celle celaluhu). Allah (celle celaluhu) mevcudatı maddeden yaratmadı. Maddeyi o yarattı, yoktan yarattı. Eşyayı takdir eden ve hüküm veren Allah (celle celaluhu) ezelde nasıl olur da eşyayı bilmez? Takdir etmek ve hüküm vermek ancak ilmiyle, ilimle mümkündür. Bakın, Zeccâc ne diyor: Takdir kelimesinin tedbir ile aynı manada olduğunu söyler. Kaza kelimesinin asıl manası da bir şeyi ya söz veya iş ile tamamlamaktır. Bir işin, emrin söz ile tamamlamasına misal:

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ

Ve kadâ rabbuke-Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin. Ana, babaya güzellikle muamele edin” ayet-i kerimesidir. İş olarak tamamlamak manasına misal ise “Fe kadâhunne seb’a semâvâtin- Böylece göklerin 7 kat olarak yaratılmasını 2 günde tamamladı” ayet-i kerimesidir. Kadı Beyzavi’nin tefsirinde de böyle zikredilmiştir.

Evet kıymetli efendiler, yüksek âlimlerimizin yüksek ilmini, İmâm-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’ini biz de takdim etmeye, keşif notları vermeye devam ediyoruz.

Dünya ve ahirette hiçbir şey onun dilemesi, ilmi, kazası, kaderi ve levh-i mahfuzda yazısı olmaksızın meydana gelmiş veya gelecek değildir. Yani Allah’ın bir defa yazısı olmaksızın meydana gelmiş veya gelecek değildir. Levh-i mahfuzda yazısı ile taltif (ödüllendirmek) suretiyledir. Hükmetme şeklinde değildir. İşte buralar da çok önemli bilgilerdir sevgili dostlar. Allah-u Teâlâ önce kalemi yarattı, sonra ona “Yaz” diye emretti. Kalem “Ne yazayım ya Rabbi?” dedi. Böyle dediğinde Allah Teâlâ “Kıyamet gününe kadar olacakları yaz” dedi. Her şeyin önceden yazıldığına hadis-i şerifler delildir. Hadis-i şerifleri daha her şeyin önceden yazıldığına bu hadis-i şerifler delildir. Levh-i mahfuzda her şey vasıfları ile yazılmıştır. Mesela güzel-çirkin, uzun-kısa, küçük-büyük, az-çok, ağır-hafif, sıcak-soğuk, yaş-kuru, evsaf (vasıflar)- ahvale (durumlar) dair yazamadığımız daha neler varsa bizim gücümüzün yetmediği, tarif edemediğimiz şeyler yazılmıştır. Her şey yazılırken mücerret (genel) netice olarak yazılmamış, bunların sebepleri, vasıfları belirtilmiştir. Buraya da dikkat et. Bunların sebepleri, vasıfları yazılmış, belirtilmiştir. Yani “böyle olacak” diye zorlanmadan, hükmü ortaya koymadan, hüküm itibariyle değil vasıf itibariyle yazılmış. Mesela Zeyid mümin, Ömer de kafir diye yazılmamıştır. Eğer böyle yazılmış olsaydı birincinin mutlaka mümin, ikinci şahsın da mutlaka kafir olması gerekirdi. Halbuki insanların mümin veya kafir olmaları onların iradelerine, seçmelerine bağlı kılınmıştır. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri (celle celaluhu) dilemiş, kula irade vermemiş olsaydı elbette meydana gelirdi. Bunun için Zeyid’in kendi ihtiyari isteği ile mümin olabileceği belirtilerek, dikkat et buraya, cebir (zorlama) ortadan kaldırılmıştır. Herkes kendi isteği ile ya imanı seçiyor ya küfrü seçiyor.1:24:07 6.5 Cebir durumu kalkmasaydı cezaya lüzum kalmazdı. İşte ona göre durumu iyi anla ey insanoğlu! Cenab-ı Hak oraya vasıf olarak yazdı, hüküm olarak, kimseyi bir şeye zorlayarak yazmadı ve herkesin neyi seçeceği onun iradesine bırakıldı. İradesiyle neler yapılacağı onlar da bilmiyordu. Allah’ın bilmediği bir şey olmaz. İmâm-ı Âzam bu ibareyle (davranışla) Cebriyye Mezhebinin görüşlerini de reddetmiştir. Bakın, İmâm-ı Âzam ehl-i bid’atı bir bir reddediyor, ehl-i sünnetin hak, iman, ilim anlayışını da ortaya koyuyor. Kaza, kader ve bunlar ait meşiyyet, dileme, irade etme sıfatları Cenab-ı Hakkın keyfiyetsiz, mahiyeti bizce bilinmeyen sıfatlardır. Bakın, bu sıfatlar da öyle. Kaza, kader ve bunlar ait meşiyyet, dileme, irade etme sıfatları Cenab-ı Hakkın keyfiyetsiz, mahiyeti bizce bilinmeyen sıfatlarındandır. Biz bu sıfatların tamamına iman ederiz çünkü aslı ortada. Ama nasıl ve niceliklerini Allah-u Teâlâ kendi bilir. Çünkü keyfiyeti meçhul, aslı malum sıfatlar. Bu sıfatların da keyfiyeti açıklanmamıştır. Fakat bu sıfatların aslı kitap, sünnet ve icmai ümmetle de sabittir. Yalnız müteşabihattandır. Ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ

Müteşabihat ayetlerin tevilini ancak Allah bilir. Bu da bu ayet-i kerime de biliyorsun Âli Îmran Suresinin 7. ayet-i kerimesidir. Evet kıymetliler, Cenab-ı Hak imanı kâmil, daim olan amelleri salih olan kullarından eylesin.

Kıymetli izleyenler, muhterem efendiler, Allah (celle celaluhu), Allah Teâlâ ma’dumu (yok olan) yokluk halinde bildiği gibi onu yokluktan varlığa çıkardığı zamanda da o zaman da nasıl olacağını bilir. Mevcudu var iken var olarak bildiği gibi nasıl yok olacağını da bilir. Allah ayakta duranı bu haliyle bildiği gibi oturduğunda da oturuş halini bilir. Allah’ın bilmesi ilminin değişmesi veya ona ziyadelikle değildir. İlimde değişme, başkalaşma ve ihtilaf yaratılmışlara göredir. Allah-u Teâlâ’nın ilminde değişme olmaz. Çünkü onu ilmi ezeli-ebedi her şeyi kuşatmıştır. O değişmeler yaratılmışlara göredir. Yaratılmışlarınki farklı olur, bugün farklı, yarın farklı olur. Ama Allah-u Teâlâ’nın ilmi, ezeli- ebedi her şeyi bilir, her şeyi kuşatmıştır. Allah Teâlâ eşyayı, kadim ve ezeli olan ilmiyle bilir. Çünkü Allah’ın ilmi kadimdir, ezelidir. Onun ilmi daimidir. Onun ilmi değişme, gelişme kabul etmediği gibi, dikkat et, onun ilmi değişme, gelişme kabul etmediği gibi eşyanın değişmesi de onun ilmini değiştirmez. Her şeyi o geliştirir, onun ilmi ezeli-ebedi tamdır. Değişme, gelişme eksik olan yaratıklara mahsustur. Ama Allah’ın eksiği yok ki o eksiklerden münezzeh. Onun ilmi de tam ilim, her şeyi bilen ilim, her şeyi kuşatan ilim. Allah-u Teâlâ (celle celaluhu) ve Tekaddes Hazretleri insanları küfür ve imandan salim (sağlam) olarak yarattı. Dikkat et buraya da. İnsanların yaratılışında küfür yoktur. Sonra onlara hitap etti, iyilikleri emretti, kötülükleri yasakladı. Bunun için kafirin küfrü kendi isteğiyle olmuştur. Küfrü, kafir kendi kazanmıştır. Yaratılışında onun küfür ile alakası yoktur. 1:31:50 22.5 Hakkı inkâr ve imansızlıkta inat edenlerin bu durumları Allah’ın onlara yardım ve inayetini kesmesinden dolayıdır. Adam küfürde inat ediyor, imanı kabul etmiyor. İşte Cenab-ı Hak bunlara karşı da ne yapıyor? Yardım ve inayetini kesiyor. Çünkü Allah’ı ve onun ilkelerini kabul etmiyor, ona iman etmiyor. Sen kime inanmıyorsun, kimi kabul etmiyorsun? Adam yaratanı kabul etmiyor. Yaratanın emir kanunlarını kabul etmiyor, küfürde inat ediyor. Yani iman etmemek için küfre saplanmak için inat ediyor, direniyor. Allah da ne yapıyor? Yardım ve inayetini kesiyor. Evet, Hakkı inkâr ve imansızlıkta inat edenlerin bu durumları Allah’ın onlara yardım ve inayetini kesmesinden dolayıdır. Niçin kesiyor? Onu kendi bakın kendi iyi biliyor ve açıklıyor. İnsanlar küfrü ve imanı dünyada kendileri kazanırlar. İslam fıtratı üzere yaratılmıştır insanlar. Allah Teâlâ itaati emretmiş, isyanı nefyetmiş, yasaklamış. “İsyan etmeyin, bana itaat edin” demiştir. Küfür ve isyan kulun kendi isteğiyle, iradesi ve ihtiyarıyla (tercih) olmuştur. Yani isyanı kendi kazanmıştır. Orayı kendi seçmiştir. İtaat edebilirdi ama isyanı seçmiş. Kendine yazık ediyor. Metinde geçen “hızlan” kelimesini muhtaru siba’ sahibi, yardım ve inayeti tek manasında göstermiştir. Evet kıymetliler, şöyle bir bakalım. İman eden mümin imanı da kendi isteğiyledir. Müminin ikrar ve tasdiki, buraya dikkat edelim, müminin ikrar ve tasdiki Allah’ın tevfiki ve yardımıyladır. Çünkü Allah imanı ne yapıyor? Onu kulundan istiyor. “Kulum iman et” diyor. Kulu da iman yönünü seçince, mümin ikrar ve tasdiki seçince Allah ona tevfikiyle yardımda bulunuyor. Allah’ın tevfiki ve yardımıyla müminde iman gerçekleşiyor. Bu da müminin iman ve ikrarı seçmesinden Allah’ın lütfuna mazhar oluyor. Tevfik, Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderiyle, kulun irade ve ihtiyarı arasındaki Tevfik manasınadır. Tevfik, doğru yola delalet etmek, hayra şamil olduğu gibi şerre de şamildir. Ne bizatihi saadet ne de bizatihi şekavettir (haydutluk). Fakat umumiyetle “tevfik” kelimesi saadet için kullanılagelmiştir. “İlhat” (Allah’ı tanımamak) kelimesi de meyletmek manasına olduğu halde umumiyetle batıla tahsis edilmiş, böylece kullanılmaktadır. Bunun için batıla meyledene “mülhit” (dinsiz) denilmiştir. Buna kıymetli eserlerde de işaret edilmiştir. Gece- gündüz Allah’ın hidayetini, tevfikini, yardımını isteyelim Rabbimizden. İmanları kâmil olan, daim olan, tüm amelleri salih olan, muhlis kullarından eylesin bizleri ebediyyil ebed. Biz Rabbimize ebedi iman ediyoruz, ettik ebedi. Ebediyyil ebed şüphemiz yok. Tam tasdik ettik, tam ikrar ettik. Yüce Allah kemâl sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh. Hz. Muhammed hak peygamber, Kur’an-ı Kerim hak kitap, İslâm hak din, Hakkın din ve bütün insanlığın ebedi ve ezeli dini İslam’dır. Bütün peygamberler İslam’da görev almışlardır. Allah, İslam dini üzere göndermiş bütün peygamberleri. Kendi çağlarında, kendi zamanlarında kimisi köylere, kimisi şehirlere, kimisi belirli bir zaman için gönderilmişler görevlerini her peygamber görevlerini güzel yapmıştır. En son da cihan peygamberi Hz. Muhammed görevlendirilmiştir. Ona Yüce İslâm’ın kitabı, geçmişin bütün her şeyini yenilemiş ve ortaya bir İslam şeriatı, Muhammed-i şeriat, Kur’an gibi yüce, şanlı kitap, İslam nizamı kurulmuş, eskimez yeniler ortaya konmuş, geçmiş tamamen yenilenmiş. Çağların peygamberi, tüm insanlık âleminin, yerlerin, göklerin peygamberi, tüm âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin işte görevlendirildiği din de yine İslâm. İsa’nınki de İslâm idi. Ona zamanındaki görevini yaptırmadılar. Allah onu kurtardı. Musa da zamanında görevini yaptı. O zamanına göre o zaman diliminde görevliydi. Daha önce İbrahim daha önce Nuhlar ve arada başka diğer peygamberler hep görevliydiler. Her peygamber Aleyhisselam görevini güzel yaptı. Hepsinin dini İslâm’dır. Allah birdir, din hiç iki olmamıştır. Bu hak dinden sapanlar ne yapmışlar? Uydurukça dünyaya uydurulmuş batıl inançlar, batıl dinler ortaya çıkarmışlar. Allah’ın ortaya koyduğu İslam inancından başka hiçbiri makbul iman ve inanç ve din değildir. Bütün peygamberlerin imanı aynıdır, İslam imanı. Allah ezelde de aynı, bugün de aynı, ebedi de aynı. Allah ezelde de aynı bugün de aynı ebedi de aynı. Allah ne ezelde iki değildi, bugün de ya da ebedi de Allah bir. Allah yüce sıfatlarla ezelde de muttasıftı, ebedi de muttasıf (Allah yüce sıfatlarla vasıflanmış). Onun için bütün peygamberlerin imanı İslam imanıdır. Her peygamber Müslümandır. Bu tevhid inancında dünya birleşsin. Dünya insanlığı kardeş olsun, barışı yerleştirsin. İkiliğe hiç gerek yoktur.

Ders 140:20 bitti.

(Visited 713 times, 1 visits today)