109- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 109
109- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 109
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”
‘’Bismillâhi Zîşan azîmu sultan şedîdül burhan kaviyyül erkâm mâşââllahu kân Eûzubillahi min külli şeytâni insün ve can’’
‘’ Rabbi eûzu bike min hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en-yahdurûn’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Sevgili izleyenler,
Dersimiz yine Esbâb-ı nüzûl ‘’Mürselât Sûresi’’ ile dersimiz devam ediyor;
İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) ‘Mürselât Sûresi’nde geçen: „O (ateş), her biri sanki bir kasr (büyüklüğünde) kıvılcım atar“ (32’nci âyet-i kerimesinin) meâlindeki âyet hakkında şunu söyledi: „Biz kış için üç zira‘ boyunda veya daha küçük odun toplar, bunlara: „kasr“ derdik.
İbnu Abbâs: Müteakiben gelen (Cimâletün sufl) âyet-i kerimesinde geçen bu (Cimâletün) kelimesini de „Gemi halatlarıdır, (kuvvetli olmaları için) insanların belleri kalınlığına ulaşacak kadar kat kat edilmiş kalın halatlar“ diye açıklamıştır. Bunu da Buhârî Şerif rivâyet etmektedir.
Kasr: Saraylar mânâsına gelir. Bu mânâya geldiği gibi hurma kökü mânâsına da gelmektedir.
Evet, sevgili dostlarım! Hasan-ı Basrî Çantay merhumun meâli de şöyledir: Çünkü o ateş öyle kıvılcım atar ki her biri sanki bir saraydır. Her biri sanki sarı sarı erkek develerdir.
Evet, sevgili dostlarımız!
Tefsir Dersimizde bunlar orada geçti, tefsirden keşif notları ile ilgili derslerimizde bunların teferruatı, müfessirlerimiz tarafından ortaya konmuştur.
İbn-i Mes’ûd’tan gelen haberde de: ‘’Şehirler ve kaleler gibidir’’. Bundan anlaşılması gereken durum şu cehennemin en küçük kıvılcımı saraylar büyüklüğünde, deve erkek deve sürülerinin büyüklüğünde olduğu anlaşılmaktadır. Buradan da yine (Allâhümme ecirnî minen nâr ve edhilnel cennete meâl ebrâr) duasına, Allah’a yalvarışa devam edilmesi gerekmektedir. Cehennem ameli işleme, cennet ameli işlemeye gayret eyle, işin esâsı buraya dayanır.
Şimdi de ‘’Amme Sûresi’ne’’ gelmiş bulunmaktayız;
İkrime bakın ne diyor (merhum), “(Muttakîler için)… dolu kadehler (vardır)” Bu da (34’üncü âyet-i kerime), bu âyet-i kerimeyi “mütemâdiyen dolu kalan” diye açıklamıştır. Bunu da İkrime’den geliyor bu haber, bunu da Buhârî Şerif haber vermektedir.
Dakika 5:00
‘’Abese Sûresi’nde’’ de Urve anlatıyor; “Hazreti Âişe (Radıyallâhu Anha) buyurdu ki: (Abese ve Tevellâ) Sûresi âmâ olan İbnu Ümm-i Mektûm hakkında nâzil oldu. Şöyle ki: Bir gün Hz. Peygamber’in (Aleyhissalâtu Vesselâm) yanına geldi ve: “Ey Allah’ın Rasûlü beni irşâd et” diye talepte bulunmaya başladı. O sıra Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) yanında müşriklerin kodamanlarından biri vardı. İbnu Ümm-i Mektûm’a cevap vermedi, çünkü Peygamberimiz o anda meşgul idi, müşriklerin kodamanlarına İslam’ı tebliğ ediyordu. O ısrâr edince ondan yüzünü çeviriyor, öbürüne yöneliyor ve: “(Tevhîd üzerine) söylediklerimde bir beis görüyor musun?” diye soruyordu. Müşrik: “Hayır!” diye cevap vermişti. İşte sûre bunun üzerine inzâl edildi.
Bunu da Tirmizî, Muvattâ haber vermektedir.
Kureyş’in ileri gelenlerinden bir grup olduğu da haber verilmiştir İbnu Abbâs’tan gelen diğer bir rivâyet bu da. Ukbe İbn-i Rebiâ Ebû Cehil İbn-i Hişâm, Abbâs İbn-i Abdulmuttalib. Evet, sevgili dostlarımız gibi.
Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) bunları îmân ve İslam’a iknâ etmek için büyük bir şevk ve arzu ile konuşurken gelen İbn-i Ümm-i Mektûm bu kişi âmâ bir zât-ı muhteremdir. Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret der ve talebinde ısrârlı davranır. Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) başlanan mevzunun kesilmesini istemez ondan yüz çevirir, hattâ renginde de bir değişme olur. Cenab-ı Hakk’ın rızâsına uymayan bu davranış sebebiyle gelen vahiy şöyledir. ‘’Abese Sûresi’’ 1 ve 12’nci âyet-i kerimelerinin meâlini vermeye çalışacağız.
(Peygamber) Yüzünü ekşitip çevirdi.
Kendisine o âmâ geldi, diye.
Onun hâlini sana ne bildirdi, belki o senden öğrenecekleri ile temizlenecekti.
Yahut öğüt alacaktı da senin bu öğüdün kendisine fayda verecekti.
Ama zengin olduğu için kendisini müstağni gören adam yok mu, işte sen onu karşına alıyor ona yöneliyorsun, hâlbuki onun temizlenmesinden sana ne?
Ama sana koşarak gelen kimse o Allah’tan korkar bir adam olduğu hâlde sen kendisini bırakıp da oyalanırsın.
Sakın bir daha böyle yapma Habîbim. Çünkü o Kur’an-ı Kerim bir öğüttür, binaenaleyh dinleyen onu beller.
İşte Abese Sûresi’nin 1 ve 12’nci âyeti kerimeleri geldi.
Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) bu vahiyden sonra Abdullah veya Amr İbn-i Mektûm’a ziyâde iltifat etmiştir. Medine’ye hicret ettikten sonra gazveye çıktığı zamanlarda yerine hep bu zât-ı vekil bırakmıştır. Ne zaman onunla karşılaşsa: “Ey hakkında Rabbimin beni hitap ettiği zât, merhaba!” diye hitap eder.
Dakika 10:05
Bir arzusu olup olmadığını sorar, rıdasını altına serer, üzerine oturturdu. Bir kısım rivâyetler bu zâtın Bilâl’i Habeşi (Radıyallâhu Anhüma) ile birlikte Hz. Peygamber’e (Aleyhissalâtu Vesselâm) müezzinlik yaptığını da belirtir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: „Sizler kıyâmet günü ayakkabısız, çıplak ve sünnetsiz olarak haşir meydanında toplanacaksınız. „mahşer gününde, büyük mahkemede…”
Bu açıklama üzerine bir kadın sordu:
„- (Bu durumda) birbirimizin avret yerlerini görmez miyiz?“
Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) (Abese suresinde geçen bir âyetle cevap verdi):
“Ey kadın! ‘’O gün herkesin kendine yeter derdi vardır’’. (Âyet 37) bunu da Tirmizî haber vermektedir.
Küvvirat Sûresi’ne geldik, ‘’Küvvirat Sûresi’’ hakkında da İbn-i Abbâs Hazretleri (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor, Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki; „Kıyâmeti gözüyle görür gibi olmaktan hoşlanan kimse (şu sûreleri okusun): „İze’ş-Şemsü Küvviret‘; „İze’s-Semau’n-fetarat‘; „İze’s-Semâu’n-Şakkat.“ bu üç sûreyi dile getirdi, emsâli sûrelerde bulunmaktadır. Bunu da yine Tirmizî haber vermektedir.
Sevgili dostlarımız,
Tekvîr Sûresi, İnfitâr Sûresi, İnşikâk Sûresi, bunlardan Tekvîr daha ziyâde kıyâmetin kopma hâlini tasvir etmektedir. ‘’Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman, yıldızlar kararıp düştüğü zaman, dağlar yeryüzünden koparılıp yürütüldüğü zaman, vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman, denizler ateşlendiği zaman, gök yerinden koparıldığı zaman, o alevli ateş cehennem daha ziyâde tutuşturulup kızıştırıldığı zaman, cennet mü’minlere yaklaştırıldığı zaman, herkes ne hazırlamışsa artık hepsini görüp bilecektir’’.
Evet, efendiler!
İnfitâr Sûresi’nde de bakın Cenab-ı Hak ne buyuruyor; “O din günü nedir, bunu sana ne öğretti, o din günü nedir, tekrar bunu sana ne öğretti? O öyle bir gündür ki hiçbir kimse kimseye hiçbir şeyle fayda vermeye muktedir olmayacaktır. O gün emir yalnız Yüce Allah’ındır”. Bunlar da 17, 19’uncu âyet-i kerimeler.
İnşikâk Sûresi’nden de bakın: “O vakit kitap sağ eline verilen kimseye gelince o, kolayca bir hesap ile muhasebe edilecek, ehline de sevinçli dönecek. Ama kitabı arkasından verilen kimse derhâl yetiş ölüm diye feryat ederek helâkını temennî edecek. O şiddetli ateşe girecek çünkü o ehli içinde bir şımarıktı, çünkü o hakikaten ve katiyyen Rabbine dönmeyeceğini sanmıştı”. Bu da 7 ve 14’üncü âyet-i kerimelerdir ki ‘’İnşikâk Sûresi’’.
Dakika 15:09
Evet, efendiler!
İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor: „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: „Çocukları diri olarak toprağa gömen de gömülen de ateştedir.“ Ebû Dâvûd Tekvîr Sûresi’nin 8, 9’uncu âyetleri ile ilgili orada diri diri gömülen kızın hangi suçlarından dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman deniliyor.
Evet, sevgili dostlarımız -ki câhiliye devrine âdetine göre hamile kadın doğum sancısı hissetmeye başlayınca kendisi için derince bir çukur hazırlanırdı. Kadın bunun başında otururdu, ebede arkasında durur çocuğu beklerdi. Kadın erkek doğurursa onu alır, kız doğurursa çukuru atar, üzerini toprakla doldururlardı-. İşte kızları, kadınları kurtaran Yüce İslam’dır. İslam öncesi insanlar kızlara, kadınlara böyle muamele yapıyorlardı. Kimisini diri diri doğar doğmaz, çukurlara atıp üstlerini örtüyorlardı, öldürüyorlardı. Çocuk o çukurda canlı olarak can çekiştiriyor öyle ölüyordu. Kimisi de büyüdükten sonra bile gidip çukurlara atıp üstüne kuyulara atıyorlardı, öldürüyorlardı. İnsanlar vahşette canavarlardan çok daha kötü idiler. Îmân ve İslam geldi de insanlık kurtuldu, her zâlimin karşısına âdil bir kahraman dikildi. “Dur ey zâlim dur! İnsanlığı, kadını kızı katletme selâhiyetini nereden aldın?” dedi. O zâlimlerin perçeminden tuttu ilâhî adâlet zâlimlerin hesabını kesti. Adâletin kılıcını yediler bütün zâlimler.
Dünyaya İslam’ı hâkim kılmazsanız dünya ne sömürüden, ne kölelikten, ne kâtillikten, ne terörden, ne zulümden dünyayı kurtaramazsınız. Önce gönüllere îmân girecek, Allah’ın emrindeki kullar idârenin başına geçecek. İlâhî adâleti uygulayan hâkimler, yargıçlar adâletin çarkında o kadrolar yerleşecek. Sen dini dinsize teslim edersen, adâleti de zâlime teslim edersen, milletin emânetini yüce emâneti sen zâlimlere teslim edersen orada adâlet olur mu? Bakın bileşiklere bakın, Birleşmiş Milletler dediklerinize bakın, Avrupa Birliği’ne bakın, ötekilere bakın, berikilere bakın. Kendinden olursa oraya adâlet diyor, Müslüman olursa yüz binlerce ölmedikçe yüz binler kanı akmadıkça çocuklar ölüleri serilmedikçe, kadınlar öldürülmedikçe, erkekler azalmadıkça kılları kıpırdamıyor bunların.
Dakika 20:22
Müslüman olunca adâlet yok onlar da. Kendilerinden olursa var kendilerine. O da onların kendilerine olan adâletleri de kurtların, vahşilerin adâletinden öte geçmez. Ama İslam adâleti herkesedir. Evet, köleye de, işçiye de, patrona da, paşaya da, ağaya da, memura da, âmire de, İslam adâleti eşit adâlet uygular. Suç ne ise cezâ odur İslam’da. Şundan veya bundan dolayı kimseye de ceza verilmez, sadece suçunun karşılığı vardır.
Ey Dünya! Kur’an-ı Kerim’i iyi anla, iyi anlat dünyaya. İslâmî ilimler iyi okuyun iyi okutun dünyaya. Bunu yapmazsanız görevinizi tam yapmış olmazsınız. Sevgili dostlarımız, biz sadece hatırlatıyoruz, öteki herkesin kendine kalmış. Çünkü ancak bizim görevimiz tebliğdir. Sırf Rızâ-ı İlâhî için, ötesi bütün yetkililere kalmıştır.
Sevgili dostlarımız! ‘’Mutaffifîn Sûresi’’ ile dersimiz devam ediyor;
İnsan bütün vücudu dayanacak gibi değil, dayanılacak gibi değil. İnsanlık kan ağlıyor bir taraf obez olmuş şişmiş patlıyor, öbür taraf vitaminsizlikten rengi sararmış, İslam’ın olmadığı yerler hep böyle. İslam’ın adı var kendisi olmayan yerlerde böyle. İslam’ın adı var, kendisinin olmadığı yerler böyle.
Evet, sevgili dostlarımız!
Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) Hazretleri anlatıyor: „Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdu ki: „Kul bir hatâ yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatâdan nefsini uzaklaştırır, af talep eder ve tövbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hattâ bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk’ın: „Bilakis, onların irtikâb edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır“ İşte günahlar kalpleri paslandırıyor. (Mutaffifîn 14’üncü âyet-i kerimesinin) bu meâldeki âyette zikrettiği pastır.“ Evet, sevgili dostlarımız bunu da Tirmizî ve İbn-i Mâce haber vermiştir Esbâb-ı nüzûl olarak.
Aliyyu’l Kârî’ye göre kalp tıpkı bembeyaz ve tertemiz bir elbise, günah da bu beyaz elbiseye isabet eden siyah bir leke gibidir.
Dakika 25:09
İster istemez bu leke elbiseyi çirkinleştirecektir. Günah karşısında insan bundan farksızdır demiştir. Evet, İbn-i Merek ’de “Günahlar küfrün postacısıdır” demiştir.
Ey insanoğlu! Günahlara devam edersen sana günahlar küfrün posta haberini mektubunu getirirler. Sonuç küfre düşme tehlikesidir. Küfür nedir? Îmânı yok etme tehlikesidir, inkârdır şirk, küfür, nifâk. Bunlar kişinin îmânını yok eder. Evet, bunun içinde tekzip de dâhil. Yüce değerlerle istisnâlar da dâhil, hafife almalarda dâhil ve bunların emsalleri de dâhil îmânı yok eden tehlikeler. Biz bunları itikâtta Fıkh-ı Ekber Derslerimizde işledik, burada da bu kadar değiniyoruz.
İnşikâk Sûresi’ne geldik efendiler,
İbnu Abbâs Hazretleri (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn), İnşikâk Sûresi’nin 19’uncu âyet-i kerimesinde geçen, “Bir tabakadan diğer tabakaya bineceksiniz” meâlindeki (لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ) (âyetini biraz farklı okuyup): “Burada muhatap Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm) ’dir. Onun bir hâlden başka hâle geçeceğini belirtmektedir” demiştir.
Evet, âyet-i kerimenin şumûlünde bu da olması tabidir çünkü Peygamberimiz sürekli yükseliş hâlindedir. Bunu da Buhârî Şerif haber vermektedir.
“Habîbim, sen muhakkak ve muhakkak Mî’rac’ta göklerin o tabakasından bu tabakasına çıkacaksın”. İşte bunlardan biri de bu.
“Ey Habibim! Sen o hâlden bu hâle, müşriklere karşı o zaferden bu zafere nâil olacaksın. Akıbetin çok güzel olacak. O hâlde Habîbim, kâfirlerin tekzibi ve küfür de inatları seni aslâ mahzun etmesin. Siz ey insanlar! Hiç şüphesiz o hâlden bu hâle, yani şiddette ve dehşette birbirine uygun nice vartalara, ölüme, sonra kıyâmetin tabaka, tabaka, safha, safha korkunç duraklarına bineceksiniz”. İşte âyetin şumûlünde neler var neler var!…
Evet, sevgili dostlarımız!
İşte görüyorsunuz ‘’Bürûc Sûresi’nde’’ de Ebû Hureyre Hazretleri (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) şöyle anlatıyor: „Hz. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: (Bürûc süresinin), „İçlerinde burçları bulunan semaya, vaad edilen güne, şahitlik edene ve şahitlik edilene andolsun…“âyetlerinde (1-3) geçen „vaad edilen gün“ den maksat kıyâmet günüdür; „şahitlik edilen gün “den maksat Arefe günüdür; „şahitlik eden “den maksat da cuma günüdür.“ Rasûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm) devamla buyurdular ki: „Güneş, cumadan daha hayırlı bir gün üzerine ne doğdu ne de battı. Onda bir an vardır ki, hayır duası o ana rastlayan bir kulun duası, mutlaka kabul edilir, bir şerden sakınma (istiâze) talebinde bulunan kimse de mutlaka ondan sakındırılır. “ Bunu da Tirmizî haber vermiştir.
Dakika 30:50
Cenab-ı Hakk’ın Semâvat ve Arz’ı yarattığı senede mahlûkatın yaratılışının ikmâl edildiği altıncı gün cuma idi. Hz. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete kondu, o gün cennetten çıkarıldı, o gün öldü, kıyâmet o gün kopacaktır.
Selmân-ı Fârisî’nin bir rivâyetine göre de yeryüzüne inen Hz. Âdem ve Havvâ o gün buluşmuşlardır.
Yine bir Buhârî rivâyetinde Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) şöyle buyurmuşlardır; “Bizler Yahûdî ve Hristiyanlara nazaran en sonra gelmişler olduğumuz hâlde kıyâmet gününde faziletçe en başta gelecek olanlarız. Şu sebepledir ki onlara bizden evvel kitap verildi de Allah’ın onlara tebcil etmeleri için farz kıldığı gün bu cuma günü olduğu hâlde onlar isâbet edemeyip ihtilâfa düştüler ve başka günleri zannettiler. Biz ise o güne isabet husûsunda Cenab-ı Hakk’ın irşâdına mazhâr olmuşuzdur”. Bu sebeple de diğer insanlar bizden geri kaldılar. Yahûdîlerin ibadet günü yarın, yani cumartesi, Hristiyanların ki de öbür gündür yani Pazar. Cuma onlara nasip olmadı. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) cuma gününde duaların kabul olduğu bir saatten bahsetmektedir.
Yine Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bu hadisini cuma gününü mü’minin bayramı ilân etmiştir.
Ey Dünya Müslümanları! Cuma gününün de kıymetini biliniz. Allah’ın İslam’da her emri kıymetlidir, yücedir. Cuma da bunlardan biridir cumanın da kıymetini biliniz.
Evet, sevgili dostlarımız İnşâ’Allah bundan sonraki dersimiz de (Sebbehâ) yani ‘’Âlâ Sûresi’’ ile dersimiz devam edecektir.
Dakika 33:54