120- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 120
120- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 120
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”
‘’Eûzu bi kelimatillahittâmmâti min ğazabih ve elîmi igâbih ve şerri ibâdih ve min şerri hemezâtiş şeyâtın ve eûzu bike rabbi en-yahdurûn’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Kur’an-ı Kerim’in tefsiri hakkında dersimiz hadis-i şerifler külliyâtından devam ediyor.
Kur’an-ı Kerim kitap hâline konulmuştu ama tek bir nüsha idi. Bu hâl Hz. Osman zamanına kadar devam etti. Hz. Osman zamanında Kur’an-ı Kerim’in okunuşu üzerine bazı ihtilâflar çıktı. Kur’an-ı Kerim’in yedi harf üzere inmiş olması farklı okunuşlara imkân veriyordu ve buna şeriat müsâmaha ediyordu da halkın müsâmahası pek yoktu. Muallimler ve talebeleri arasında ihtilâflar başlamış, anlaşmazlıklar birbirlerini tekfire varan buutlara ulaşmıştı. Askerler arasında çıkan anlaşmazlık da buna ilâve edildi. Ermeni ve Azerbaycan bölgelerinin fethinde bir araya gelen Suriyeli ve Iraklı askerler arasında da Kur’an-ı Kerim’in farklı okunuşları yüzünden ihtilâf çıkmıştı. Suriyeli askerler Kur’an-ı Kerim’i Übey İbn-i Kâ’b kıratına göre, Iraklılar ise Abdullah İbnu Mes’ûd kıraatine göre okuyorlardı. Aslında her iki kıraat de meşrû idi. Birbirlerine silah çekmeye ramak kalacak derecede büyük buutlara ulaşmıştı. Komutan Huzeyfe-tül Yemân Medine’ye koşup halifenin huzuruna çıkarak durumu bütün ciddiyetiyle Hz. Osman (Radıyallâhu Anhü) Hazretlerine anlattı. Halîfe meselenin ciddiyetini kabul etti.
Hz. Ali anlatıyor; Osman (Radıyallâhu Anh) hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyin. Yüce Allah’a kasem olsun Kur’an-ı Kerim ile ilgili olarak yaptığı çalışmaları tek başına yapmadı. Bizden bir heyetle istişâre yaparak yürüttü. Bir gün dedi ki: “Bu kıraat meselesinde fikriniz nedir? Bana ulaştığına göre haktan bir kısmı benim kıraatim seninkinden daha hayırlı diyormuş. Bu küfre yakın bir söz. Bu gelişmelerin tedbiri nedir?” diye Hz. Osman Hz. Ali’nin bulunduğu heyete soruyor. Biz kendisine diyor bak Hazreti Ali ben demiyor, biz diyor kendisine önce sizin fikrinizi bilelim dedik, şöyle açıkladı: “Ben halkı tek bir Mushaf’ta toplamak istiyorum. Böylece ne fırkalar olur ne de ihtilâflar kalır. İsâbetli düşünüyorsunuz dedik. İbn-i Sîrîn ’in rivâyetinde istişare heyeti Muhâcir ve Ensâr’dan on iki kişidir ve aralarında Übey İbnu Kâb da mevcuttur.
Dakika 5:05
Zeyd İbnu Sâbit (Radıyallâhu Anh) Hazretlerini çağırarak onun başkanlığında Kur’an-ı Kerim’i çoğaltmak üzere bir heyet kurdu. Yani nüsha bir tane ama o tek bir nüshayı birçok nüshalar hâlinde çeşitli İslam ülkelerine gönderecektir. Mus’ab İbn-i Sâ’d’ın açıkladığına göre Hz. Osman heyet üyelerini de istişâre ile seçmiştir. Hz. Osman yazısı en iyi olan kim dedi. Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) kâtibi olan Zeyd İbn-i Sâbit dediler. Tekrar sordu, Arapçası en iyi olan kim? Bir rivâyette en fâsık kim demiştir. Saîd İbnü’l Âs dediler. Hz. Osman öyleyse Saîd imlâ ettirsin, Zeyd de yazsın dedi. Saîd İbnü’l Âs’ın şivesi Hz. Peygamberinkine en çok benzeyen şive idi böyle demişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in Arapçası Saîd İbnu’l Âs İbnu’l Ümeyye’nin Arapçasına göre yönlendirilmiştir. Çünkü o lehçe itibâriyle Hazreti Peygambere en çok benzeyen kimse idi. Hz. Osman (Radıyallâhu Anh) heyete şu tâlimatı verdi; Kur’an-ı Kerim’i çoğaltacaksınız, yani nüsha sayısını çoğaltacaksınız. Kur’an’ın içeriğinde hiçbir zerre azalma çoğalma diye bir şey yok. Bunu yanlış kafalar yanlış anlayabilir. Kur’an-ı Kerim’in Arapçası hususunda Zeyd İbn-i Sâbit ile sizin aranızda bir ihtilâf çıkarsa Kureyş lisânını esas alacaksınız. Zîrâ Kur’an-ı Kerim çoğunluk itibâriyle onların lehçesine göre nazil oldu.
Evet, sevgili dostlarımız Kureyşliler diyorlar Zeyd İbn-i Sâbit (ettâbuh) diyordu, Hz. Osman (Radıyallâhu Anh) bu kelimeyi (ettâbut) diye yazın. Çünkü Kur’an-ı Kerim lehçesi Kureyş lehçesi üzerine inzâl edildi diye emretti.
Kur’an-ı Kerim kaç nüsha çoğaltıldı? Dünyada bugün milyonlarca, milyarlara varan Kur’an-ı Kerim var. Peki, bunların hepsi aynı, hiç içinde değişiklik yok ki. Bunların nüshası aynı Kur’an çoğaltılıyor. İçerisinde bir nokta koyma nokta alma şansın yok. Allah’tan geldiği gibi Kur’an-ı Kerim tevâtür ile korunarak gelmiştir. Kur’an-ı Kerim ezelî ebedî bozulmadı bozulmayacaktır. Farklı rivâyetler var, Kur’an-ı Kerim’in kaç nüsha çoğaltıldığı konusunda. Bazılarına göre 4, bazılarına göre 5, bazılarına göre de 7 rivâyetine göre de bir nüsha (Medine)’de alıkonuyor, gerisi (Mekke, Şam, Yemen, Bahreyn, Basra, Küfe) ’ye birer nüsha gönderiliyor. Ayrıca Hz. Osman bu resmî nüsha dışında kalan sahifelerin imhâ edilmesini emrediyor.
İslam beldelerine şu tâmimi gönderdi Hz. Osman (Radıyallâhu Anh),
Dakika 10:00
O zaman devletin başında halîfe olarak Osman Zinnureyn Hazretleri (Radıyallahu Anhüm ve Erdahüm Ecmain) bulunuyordu. “Ben şöyle bir hizmet gerçekleştirdim ve yanında bulunan eski nüshaları imhâ ettim. Sizde oralarda bulunan eski nüshaları imhâ edin.
Suhuflar Mushaf arasındaki fark: Hafızların ölümü ile ziyâna ve kayba uğramasını önlemek maksadıyla yapılan bir çalışmaydı. İmlâ ve tertibi üzerinde durulmaksızın Hz. Peygamber zamanında yazılmış ve Arza-i ahire de kontrolden ve tashihten geçmiş yazılı parçalardan teşkil edilen bir koleksiyon idi. Vahyin ne zaman kesileceğini yeni gelecek vahiylerin nerelere konacağını kimse bilmediği için böyle bir nüsha teşkili de oldukça imkânsız bir iştir. Şu hâlde Hazreti Ebû Bekir âyetlerin sûrelere göre yerleştirilmesi ile ilgili Resulullah’tan vârid olan tâlimat çerçevesinde sûreleri sayfalar hâlinde bir araya getirmişti. Hâlbuki Hazreti Osman’ın çalışmaları Kur’an-ı Kerim’in farklı lehçelere göre muhtelif vecihler de okunması sonucu ortaya çıkan ihtilâfları önlemek maksadıyla yapılmış idi. Bu çalışmada Kur’an-ı Kerime okunuş birliği kazandırmak gayesi hâkimdi. Bu birlik Rasûlullah’ın lisânı olan Kureyş lehçesine göre yapılacak diğer lehçelere göre okumak dinen meşrû ve câiz olmasına rağmen terk edilecek ve yasaklanacaktı. Bu maksatla diğer lehçeler ile farklılık olan yerlerde Kureyş lehçesi esas alındı. Diğer lehçelerde okuma cevâzının başlangıçta karşılanan zorluğa bir kolaylık, bir ruhsat olarak meşrû kılındı. Artık bu cevâza ihtiyaç kalmadığı söylendi. Şimdi birliğe ihtiyaç var. Bu işte de Kureyş lehçesi tercih edilecektir. Çünkü Rasûlullah’ın dilidir, böyle söylendi. Hz. Osman Kur’an-ı Kerim sûrelerine hâli hazır tertibi Ashâb ile istişare ederek verdiğini belirtmiştir. Sûre içerisinde âyetlerin sıralanmasının Cenab-ı Hakk’ın vahyi ile olduğu belirtilmiştir. Hz. Ebû Bekir nüshasının sonu, buna İmam nüsha denmektedir. Hz. Ömer’in vefatı ile Hz. Hafsâ ‘ya intikâl eden imam nüshayı Hz. Hafsâ ‘ya (Radıyallâhu Anha) istinsahtan sonra geri vermek vaadi ile istemişti. İstinsah işi bitince Hz. Hafsâ ‘ya iâde edildi. Hz. Osman bütün eski nüshaları imhâ ettiği hâlde bu imam nüshaya dokunmamıştır. Mervân Medine Vâlisi olunca Hazreti Hafsâ’dan bu nüshayı istediği ise de Hafsâ (Radıyallâhu Anh) vermedi. Ancak Hafsâ vâlidemizin vefatı üzere Mervân kardeşi Abdullah İbnu Ömer’e haber göndererek bu Suhufu istedi. Abdullah İbnu Ömer’de (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) gönderdi. Mervân’ın Suhuf’u parçalayıp, yıkayıp, yaktırdığı rivâyetlerde tasrih edilir. Mervân açıklama yaparak zaman geçince bazı şüphecilerin bu nüsha ile ümmetin benimsediği Hz. Osman nüshası arasındaki farklılıklara dayanarak fitne çıkarabileceklerinden endişe duyduğunu, bunu önlemek için Hz. Ebû Bekir’in Suhuf ’unu imhâ ettiğini belirtmiştir.
Dakika 15:24
Kur’an-ı Kerim’in cem edilmesi gibi pek hayırlı işin ilk muharriki Hz. Ömer olmuş, halîfe olarak Hz. Ebû Bekir, faaliyetlerini organize etmiş Hz. Zeyd İbn-i Sâbit de cem işini icrâ etmiştir. Çoğaltılma ve tek imlâya kavuşturulması işinin muharriki ihtilâflar organizatörü Hz. Osman ve gerçekleştiricisi yine Zeyd İbn-i Sâbit ve pek çok Sahâbe olmuştur. Allah hepsinden razı olsun.
Şimdi Mervân’ın ortadan kaldırdığı Hz. Hafsâ annemizde ki nüshanın zaten o nüshaya göre Hz. Osman diğer nüshaları çoğalttırdı. Onun için burada asıl ile bugünkü elimizdekiler arasında zerre miktarı bir noktasında bile fark yoktur. Kur’an-ı Kerim’in aslı bugün eldedir. Ortalık karışmasın diye birbirine lehçeler üzerinde ittifâk sağlansın diye Kureyş lehçesin de Kur’an-ı Kerim bugünkü elimizdeki nüsha Kureyş lehçesi üzere yazılan nüshadır ve içinde yine okunuş kelimelerin değişik şekilde okunma şekillerinden de size keşif notları zaten verdik. Bu da Kur’an-ı Kerim bir mûcizedir mûcizdir, karşısında herkes âcizdir. Eşsiz mûcize olan Kur’an-ı Kerim zengin bir ilim deryâsıdır. Çünkü Allah’ın kelâmıdır. Şeksiz şüphesiz Kur’an-ı Kerim ebedî bozulmadı ebedî bozulmayacaktır.
Evet, sevgili dostlarımız!
Buhârî’nin bir diğer rivâyetinde “İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) zamanında muhkemi cem ettim” demiştir. Yanındakiler: “Kendisinden muhkemle neyi kastediyorsun?” diye sorunca: “Muhkem, mufassal sûrelerdir” diye cevap vermiştir. Bunu da Buhârî Şerif haber veriyor. Usul âlimlerinin ıstılâhında muhkem içerisinde mensûh bulunmayan, müteşâbihin zıttına da muhkem denmiştir. Mufassal kısa sûrelerine denir. Kur’an-ı Kerim’in besmelelerle sıkça birbirinden ayrılan kısa sûrelerine denir. Umûmiyetle (49) sûre olan Hucûrat Sûresi ile sonuncu sûre olan Nas Sûresi arasında kalan kısma mufassal denir. İttifâk edilen husus son cüzün mufassal olduğudur. Buhârî bu rivâyeti İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretlerinin şu sözüne îmâda bulunmuş olmaktadır. Bana tefsirden sorun zîrâ ben küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberledim. Abbas’ın Hicret’ten üç yıl önce doğduğu kabul edilir. Bu durumda Rasûlullah’ın vefatından 13 yaşında olmalıdır.
Dakika 20:00
Evet, sevgili dostlarımız!
İşte şimdi de tövbe ile ilgili kısımla derslerimiz devam edecektir. 949’uncu hadis-i şerife gelmiş bulunmaktayız.
Hâris İbnu Süveyd anlatıyor; Abdullah İbnu Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) bize iki hadis rivâyet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) Efendimizdendi, diğeri de kendisinden. Dedi ki: „Mü’min günahını şöyle görür: „O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür“ İbnu Mes’ûd bunu söyledikten sonra eliyle, Şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.
Sonra dedi ki: „Ben Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın şöyle söylediğini duydum: “ Yüce Allah (Celle Celâlüh), mü’min kulunun tövbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: „Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, berâberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitkin ve bitap düşüp: „Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım“ der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tövbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır. “
Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var: „(Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak) şöyle dedi: „Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.“ yani adam şaşırdı tersini söyledi. Ben senin kulunum, sen benim Rabbimsin diyeceği yere bunun tersini söyledi. O da sevincinden. Bunu da Buhârî, Müslim, Tirmizî rivâyet etmektedir.
Tövbe, istiğfar, şeri istilahta çirkinliği sebebiyle günah ameli terk edip yaptığına pişman olmak ve bir daha dönmemeye azmetmek, yani (günah işlememek) üzere Allah’a söz vermek, günah şâyet zulüm nev’inden ise kulun hakkını iâde etmek veya hak sahibinden helâllik ve af talep etmektir. Ulemâ tövbeyi pişmanlık, bir daha günah işlememeye azmetmek, (günahtan uzaklaşmak) gibi değişik şekillerde tarif etmişlerdir. Yüce Allah’ın rızâsını talep maksadıyla yapılması gerekir. Evet, insanlar günahları, haramları niye terk eder? Allah’tan korktuğu için, Allah’ın rızâsını kazanmak için, haram ve günahları terk eder.
Dakika 25:03
Ne için sevap işler? Allah’ın rızâsını kazanmak için. Allah’ın emrini de yerine getirmek için. Allah tek bir mâbuttur, ibadet edilecek tek varlık Allah’u Teâlâ’dır. O’na ibadet etmek için yalnız O’na kulluk edeceksin.
Mal veya sıhhat endişesiyle isrâf, içki gibi günahların terki veya halkın ayıplamasından kurtulmak için bir kısım çirkin işleri bırakmak tövbe sayılmaz. Bu hususta âlimler ittifâk ederler. Pişman olmakla birlikte günahı terk etmesi ve bir daha o günahı işlememeye azmetmesi gereklidir. Falan şöyle der, filan böyle der diye insanlar eğer tövbe ettiğini zannediyorsa bu tövbe değildir. Allah için kötülükleri terk edeceksin, iyilikleri de Allah için yapacaksın o zaman tövbe geçerlidir. Tövbe ya küfürden ya günahtan olur. Küfürden tövbe edenin tövbesi kesinlikle makbuldür. Günahtan tövbe edenin tövbesi sıdk ile yapılıyorsa bu da makbuldür. Kabulünün mânâsı işlenen günahın zararından kurtulmaktır. Tekrar o günaha dönmediği takdirde işlememiş gibi olur. Şeriat, kaza ve kefâret şartı koymuştur. Kul hakkına giriyorsa hakkın hak sahibine ulaşması şarttır. Aksi takdirde o günahın zararından kurtulamaz. Elinden geleni yaptığı hâlde hakkı sahibine ulaştıramadı ise Allah’ın affedeceği ümit edilir. Zîrâ Cenab-ı Hak tabiatları değiştirir, günahları hasenâta da çevirir. Abdullah İbnu Mübârek tövbe için nedâmet etmek bir daha dönmemeye azmetmek, kul hakkını ödemek, farzlarından zâyi ettiklerini edâ etmek, Haramla beslenen bedenden o maddeleri eritip yerine temiz maddeler gelinceye kadar üzüntü ve kedere boğulmak, nefsine günahın lezzetini tattırdığı gibi taatin, ibadetlerin de elemini tattırmak… Yani gece gündüz ibadet etmek, vücuttan haramları eritip atmak, yanıp yakılmak, tövbe istiğfâr etmek, bolca hayır hasenat işlemek. Önce tövbe ve istiğfârla, dua ve ibadetlere başlanması tavsiye edilmiştir. “İstiğfâr da mı bulunayım, tesbihatta mı?” diye soru soranlara şu cevabı vermiştir; “Kirli elbise buhurdan ziyâde sabuna muhtaçtır”. Yani tövbe istiğfâr et diyor. Tövbe ve istiğfâr ile başlaması, kirlerden temizlenmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) Allah’a kasem olsun ben günde 70 kereden fazla Yüce Allah’a tövbe ve istiğfâr ederim buyurmuştur. O günahsız mâsum Peygamber, İsmet sıfatı kendinde bulunan Peygamber. Sıdk, fetânet, Tebliğ, İsmet, Zeküret sıfatlarını taşıyan Peygamber bakın 70’ten fazla tövbe istiğfâr ediyormuş. Bir başka haberde 100 defa istiğfâr ediyorum demiştir.
Dakika 30:02
Zirr’ bnu Hubeyş anlatıyor; “Saffân İbnu Assâl el-Murâdî (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) bize Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) şöyle söylediğini rivâyet etti;
„Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği -veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle- kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semâları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tövbe için açıktır. “ Bunu da Tirmizî haber vermektedir.
Ebu Hureyre (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: „Kim güneş batıdan doğmazdan evvel tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder.“ Bunu da Müslim-i Şerif haber veriyor.
İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: “Son nefesini vermedikçe Yüce Allah, kulun tövbesini kabul eder” buyurdular. Tirmizî ve İbn-i Mâce bu hadisi haber vermişlerdir.
Evet, sevgili dostlarımız yine sonra ki dersimizde de tövbe istiğfâr ile ilgili dersimiz devam edecektir. Bütün varlığı ile tövbe istiğfâr eden, bütün günahlarından kurtulan, günah işlememiş gibi Allah’ın affına, mağfiretine, merhametine rahmetine mazhâr olan, fevz-i necata ulaşan kullarından eylesin.
Dakika 32:24