İslam Tarihi Ders 38
38- İslam Tarihi Ders 38
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Tarih Külliyâtından dersimiz devam ederken konumuz Yunus (Aleyhisselâm)’a geldi. Yunus (Aleyhisselâm) ile ilgili yine Kur’an-ı Kerim’de onun tefsirinde gereken bilgileri vermeye çalıştık burada da tarihi konusuna değineceğiz.
Mülûkü’t-tavâif dönemindeki hadiselerden birisi de Hz. Yunus peygamberdir. Rivâyete göre, Hz. Îsâ bin Meryem ile Hz. Yunus bin Mettâ hâriç, hiç bir peygamber annesine nispet edilmemiştir. Hz. Yunus’un annesi Mettâ idi ve kendisi Musul’a bağlı Ninova kasabasındandı. Kavmi putlara tapardı. Yüce Allah (Celle Celâlüh) puta tapmaktan menedip alıkoymak ve Allah’ın birliğine dâvet etmek üzere onlara Hz. Yunus’u peygamber olarak gönderdi. Yunus (Aleyhisselâm), kavminin arasında otuz üç yıl kaldı ve bu müddet içerisinde onları tevhîde dâvet etti; fakat bu müddet içerisinde iki kişi hâriç, kavminden başka îmân eden olmadı. Dikkat edin ey dünya! Bâtılın taraftarı çok, îmânın tarafında adam yok. Bir peygamberin yanında iki kişi var dikkat edin! Bunun üzerine Yüce Allah tarafından kendisine: „Kullarıma beddua etmekte ne kadar acele ettin! Onların yanına dön ve onları kırk gün tevhîd ve dine dâvet et.“ denildi. Bu emir üzerine Hz. Yunus geri döndü ve otuz yedi gün onları tevhîde çağırdı; fakat onlardan hiç biri yine îmân etmedi. Bu sefer Hz. Yunus: „Üç güne kadar size azâb gelecektir. Bunun işareti ise benizlerinizin uçup solmuş olması olacaktır.“ dedi. Gerçekten ertesi gün uyandıklarında benizlerinin rengi uçmuştu. Bu durum karşısında birbirlerine: „İşte Yunus’un bahsettiği azâb gelip çattı. Biz onun yalan söylediğini hiç görmedik. Bir bakın, eğer Yunus (Aleyhisselâm) aramızda gecelerse azâbdan emin olabiliriz, yok aramızdan çekip gitmiş ise biliniz ki azâb bizi yakalayacaktır.“ dediler.
Bu son dâvetin kırkıncı gecesi gelip çatınca, Hz. Yunus azâbın geleceğini yakînen bildiğinden onların arasından çıkıp gitmişti. Ertesi gün olunca vaad edilen azâb gelip onları kuşattı. Şiddetle duman saçan simsiyah ve korkunç bir bulut âniden onların üzerine çıkagelmişti. Sonra şehri kaplayan buluttan yayılan dumanlar evlerinin damlarını simsiyah hâle getirdi. Nihâyet bu durumu görünce helâk olacaklarını anladılar ve Hz. Yunus’u aramaya başladılar, fakat bulamadılar. Bunun üzerine Yüce Allah (Celle Celâlüh) tövbe etmelerini ilhâm etti, onlar da tövbe konusunda samîmî davranarak yaşlı bir zâtın yanına geldiler ve ona: „Başımıza gelenleri görüyorsun, ne yapmamızı tavsiye edersiniz?“ dediler.
Dakika 5:17
Yaşlı zât: „Önce Allah’a îmân ediniz, sonra tövbe ediniz ve: “Ey dipdiri olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan varlığını devam ettiren, hiçbir canlının mevcut olmadığı zaman da dipdiri olan, ölüleri dirilten ve kendisinden başka ilâh olmayan, dipdiri olan Rabbimiz!“ diyerek Allah’a yalvarın.“ dedi. (Ya Hayyu’l-Ya Kayyum) ismiyle bakın yalvarışa geçtiler. Bundan sonra bulundukları şehirden çıkıp geniş bir arâzi üzerinde bulunan yüksek bir yere geldiler ve hayvanları yavrularından ayırdıktan sonra yüksek sesle Allah’a yalvarıp suçlarının bağışlanmasını istediler. Bu arada daha önce yapmış oldukları zulüm ve haksızlıklardan pişmanlık duyup hak sahiplerine haklarını iâde ettiler; öyle ki, binalarında bulunan başkasına ait bir taşı bile söküp sahibine geri verdiler.
Nihâyet tövbe etmeleri üzerine Yüce Allah (Celle Celâlüh) onlardan azâbı kaldırdı. Azâbın kaldırıldığı gün ise Aşure gününe rastlayan bir çarşamba günü idi. Bir rivâyette de azâb 15 Şevval çarşamba günü kaldırılmıştı. Hz. Yunus kavminden ve onların yaşadıkları şehrin durumundan haber bekliyordu. Bu sırada yanından geçen birisine: „Kasaba halkı ne yaptı‘?“ diye sordu. O da: „Tövbe ettiler, Allah da tövbelerini kabul edip azâblarını tehir etti.“ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Yunus öfkelenerek: „Andolsun ki, bir yalancı olarak onların arasına dönmeyeceğim.“ dedi. Hz. Yunus’un kavmi hâriç, azâbın gelip çattığı hiç bir kavimden Allah azâbı tehir etmemişti. İşte görüyorsunuz sevgili dostlarımız, “ … Balık sahibi (Yunus) gibi olma…“ (Kalem Sûresi, âyet 48)’de buyuruluyor. Evet, sevgili dostlarımız, işte Yunus (Aleyhisselâm) kavmine ne kadar öfkelendiyse onları bırakıp gitti. Nitekim bir gemiye bindiklerinde işte (Gemidekiler) kur’a çekti Yunus kur’a ’yı kaybedenlerden oldu. (Sâffât Sûresi âyet 14)’de buyurulmaktadır. Peygamberlerin durumu ağır görevler peygamberlerin görevidir. Cenab-ı Hak Yunus’un izinsiz gitmesinden dolayı bakın Yunus (Aleyhisselâm)’ın başına gelene bakın!
Hz. Yunus ise: “… Karanlıklar (denizin karanlığı, gece karanlığı ve balığın karnındaki karanlık) içinde: „Senden başka ilâh yoktur, seni tenzih ederim, ben zâlimlerden oldum“ diye seslenip.“ Cenab-ı Hakk’a balığın karnında yalvardı. Çünkü gemidekiler orayı çektikten sonra Hz. Yunus denize atıldı balık onu yuttu. Bunu Cenab-ı Hak (Enbiyâ Sûresi’nin, 87’nci âyet-i kerimesinde)’de bildiriyor. Nitekim Cenab-ı Hakk’a Yunus (Aleyhisselâm) yalvardı hem de balığın karnında yalvardı.
Dakika 10:10
Gerçekten Hz. Yunus’un daha önceden yapmış olduğu sâlih amelleri vardı bir peygamber bu. Bu sebeple Allah (Celle Celâlüh) onun hakkında: “Eğer o, Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne (mahşere) kadar onun karnında yani (balığın karnında) kalmış olacaktı.“ (Sâffât Sûresi, âyet 143, 144) buyuruluyor. Sâlih ameller, sahibini tökezlediği zaman ayağa kaldırır ve kurtarır. Nihâyet: “Biz onu halsiz, hasta bir vaziyette boş bir yere attık.“ Cenab-ı Hak balığa emretti balıkta denizin kenarına gitti Yunus (Aleyhisselâm)’ı oraya bıraktı. (karnından çıkardı). Bu da (Sâffât Sûresi, âyet 145)’de bildiriliyor; yani Hz. Yunus yeni doğmuş çocuk gibi balık tarafından deniz sahiline atılmıştı. Yunus (Aleyhisselâm) balığın karnında kırk gün, bir rivâyette yirmi gün, diğer bir rivâyette üç gün, başka bir rivâyette ise yedi gün kalmıştır. Doğrusunu ise ancak Cenab-ı Hak bilir.
Sonra Yüce Allah (Celle Celâlüh), Hz. Yunus’un yanında bir kabak bitkisi yarattı, bundan damlayan sütle besleniyordu. Bir rivâyete göre, Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri emrine yabânî bir dağ keçisi vermişti. Bu keçi, eski kuvvetini kazanıp yürüyebilecek güce gelinceye kadar, sabah-akşam onu emzirirdi. O keçi gelir Yunus zaten baygın, bitkin bir hâldeydi bu keçi onu emzirirdi. Nihâyet bir gün kabak bitkisinin yanına gelip onun kurumuş olduğunu görünce, üzülüp ağlamaya başladı, bunun üzerine Allah’u Teâlâ (Celle Celâlüh) onu azarladı ve ona: „Helâk olmasını istediğin yüz binden ziyâde insana üzülmüyorsun da, bir kabak bitkisinin kurumasına üzülüp ağlıyorsun.“ buyurdu. Bunlarda dünyaya ibret sahnesi olarak yansıtılmaktadır.
Bundan sonra Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri (Celle Celâlüh) kavminin yanına gitmesini ve Allah’ın onlara tövbesini kabul ettiğini bildirmesini emretti, o da kavminin yanına gitmek üzere yola çıktı. Giderken bir çobana rastladı, ondan Yunus ‚un kavminin durumunu sordu. Çoban ona kavminin durumunun iyi olduğunu ve peygamberleri Yunus’un dönüşünü beklediklerini söyledi, bunun üzerine Hz. Yunus çobana: „Git, onlara Yunus ile karşılaştığını söyle.“ dedi. Çoban: „Bir şahit göstermeden ben bunu kavmine söyleyemem.“ dedi. Bu durum karşısında Hz. Yunus ona sürüden bir keçiyi, bulundukları yeri ve bir ağacı şahit gösterdi ve: „Bunların hepsi senin Yunus ile karşılaştığına şahitlik edecektir.“ dedi, bunun üzerine çoban Yunus’un kavmine gidip kendisinin Yunus’u gördüğünü haber verdi.
İbn-i Abbas ve Şehr bin Havşeb Sâffât Sûresi’ndeki bir âyet-i kerimeyi delil göstererek Hz. Yunus’un balığın karnından dışarı atıldıktan sonra peygamber olduğunu söylüyorlar. Bu âyet-i kerimede: “Biz onu hasta bir hâlde ağaçsız, hoş bir yere (sahile) attık. Onun üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik. Onu, yüz bin, ya da daha fazla insana peygamber olarak gönderdik.“ (Sâffât Sûresi, âyet 145-147)’de buyurulmaktadır.
Dakika 15:35
Ayrıca Şehr bin Havşeb şunları söylüyor: „Cebrâil (Aleyhisselâm), Hz. Yunus’a gelip ona: “Ninova ahâlisine git; onları azâbla korkut, zîrâ azâb gelip onlara çatmıştır.“ dedi. Bunun üzerine Hz. Yunus: “Öyle ise hemen bir binek bulayım ve hareket edeyim.“ dedi. Cebrâil (Aleyhisselâm): “Bununla oyalanacak kadar zaman yok, durum çok acildir.“ dedi. Bu defa Hz. Yunus: “Öyle ise kendime bir ayakkabı arayıp bulayım.“ dedi. Cebrâil (Aleyhisselâm): “Durum bundan da acildir.“ dedi; bunun üzerine Hz. Yunus öfkelendi ve gidip bir gemiye bindi, fakat o gemiye binince gemi hareket etmeyip durdu. Bu durum karşısında gemidekiler kur’a çektiler, fakat kur’a Hz. Yunus’a isâbet etti. Hz. Yunus denize atıldığı zaman bir balık geldi ve Allah tarafından: “Biz Yunus’u senin için bir rızık kılmadık, biz seni ancak onu korumak için gönderdik.“ diye bir nida geldi; bunun üzerine balık onu yuttu ve oradan ayrılıp Yunus ile birlikte Ubulle’ye geldi. Sonra balık buradan ayrılıp onunla Dicle’ye geldi ve Yunus (Aleyhisselâm)’ı Ninova’ya bıraktı.“ Haberler böyle farklı haberler. Evet, sevgili dostlarımız, fakat alınacak ders ortada îmân ve ameli sâlih, kötü yoldan dönmek ve tövbe istiğfâr etmek.
Evet, sevgili dostlarımız!
Mülûkü’t-tavâif döneminde meydana gelen azı konulara değineceğiz;
Diğer bir rivâyette bu husus şöyle anlatılır: „Antakya’ya gelen bu iki havârî bir müddet şehirde kalmışlar ve hükümdarla görüşmüşlerdi. Bir gün hükümdar dışarı çıktığında onların tekbir getirip Allah’ı zikrettiklerini işitti. Bu hareketlerine öfkelenen hükümdar onları hapse attırdı ve her birine yüzer sopa vurdurdu. Bu iki havârî yalanlanıp dövülünce, Hz. Îsâ onlara yardımcı olması için havârîlerin reisi Şem’un’u gönderdi. Kendini belli etmeden şehre giren Şem ‘un, hükümdarın yakınlarıyla dostluk kurdu. Çok geçmeden hükümdarın yakınları onun huzurunda Şem’un’dan söz etmeğe başladılar. Bunun üzerine hükümdar onu yanına getirtti ve sohbetinden çok memnun kaldı, ona yakınlık duyup ikrâmda bulundu. Bir gün Şem’un hükümdara: “Ey hükümdar! Sizi kendi dinlerine dâvet eden iki kişiyi hapsettirip dayak attırdığınızı işittim. Bu kişilerle hiç konuşup söylediklerini duydunuz mu?“ dedi. Hükümdar: “Aşırı derecede öfkelenmem buna mâni oldu.“ diye cevap verdi. İşte Firavunlar çabuk öfkelenirler. Çünkü ona gâvur öfkesi derler. Fakat Şem’un da usta bir gizli bir mürşit Hz. Îsâ’nın havârîlerinden, öbürleri gerçekleri doğrudan söylemişler hapse atılmışlar. Bu ise bakın tedrîci olarak durumu yavaş yavaş, irşâd ede ede konuya yaklaşıyor.
Dakika 20:50
Bunun üzerine Şem’un: “Eğer hükümdar uygun görürse, onları hapisten çıkarıp getirelim ve onların sözlerini bir dinleyelim.“ dedi. Nihâyet hükümdar onları çağırıp getirtti ve Şem’un onlara: “Sizi buraya kim gönderdi?“ diye sordu. Onlar: “Her şeyi yaratan ve ortağı olmayan Allah (Celle Celâlüh) gönderdi.“ diye cevap verdiler. Yani Îsâ’nın (Aleyhisselâm) elçileri bunlar. Bunun üzerine Şem’un: “Gayet kısa olarak Allah’ı bize tanıtın.“ Dedi. Aslında Şem’un onlardan ama bakın nasıl siyâsî gerçek bir hak siyâset izliyor Şem’un da burada. “Gayet kısa olarak Allah’ı bize tanıtın.“ onlar da: “Allah dilediğini yapar, dilediğine hükmeder.“ diyerek Allah’ı tanıttılar. Bu defa Şem’un: “Peki, mûcize ve deliliniz nedir?“ diye sordu. Onlar: “Neyi arzu edip istiyorsanız, onu delil ve mûcize olarak gösteririz.“ diye cevap verdiler.“
„Bunun üzerine hükümdarın emriyle gözleri görmeyen ve göz çukurları kapalı olan bir genç getirildi. Bu iki havârî sürekli sûrette Allah’a yalvardılar ve neticede gencin göz çukurları yarıldı. Bunun üzerine havârîler fındık büyüklüğünde iki çamur parçası alıp onun göz bebeği kısmına yerleştirdiler; bu çamur parçaları hemen göz bebeğine dönüştü ve genç görmeye başladı. Bu durum karşısında hayrete düşen hükümdar onlara: “Eğer kendisine ibadet edip taptığınız Allah ölüyü diriltirse, biz o zaman O’na îmân eder, sizi tasdik ederiz.“ dedi. Havârîler de hükümdara: “Bizim ilâhımızın her şeye gücü yeter.“ diye cevap verdiler. Bunun üzerine hükümdar: “Bakın, burada yedi gün önce ölmüş, fakat babası burada olmadığı için henüz defnedilmemiş olan bir ölü var.“ dedi. (Kokuşmaya) başlamış olan bu ölü onların önüne getirildi. Bu iki havârî açıktan, Şem’un da içinden dua etti. Duayı müteakip ölü canlanıp ayağa kalktı ve kavmine: “Ben müşrik olarak öldüm ve cehennem vâdîlerine atıldım. İçerisinde bulunduğunuz durumdan sizi uyarıp sakındırıyorum.“ dedi, sonra sözlerine devam ederek: “Göklerin kapısı açıldı ve ben güzel yüzlü bir gencin şu üç kişiye şefaat ettiğini gördüm.“ dedi. Bunun üzerine hükümdar: “Kim bu üç kişi?“ diye sordu. Dirilen adam Şem’un’u göstererek: “Birisi bu, (diğer iki havârîyi gösterip) ikisi de şu kişiler.“ dedi. Bu durum karşısında hükümdar şaşırıp kaldı ve Şem’un bu esnâda hükümdarı kendi dinine dâvet etti. Hükümdar ve kavminden bir kısmı Şem’un’ un dâvetini kabul edip îmân etti, diğer bir kısmı ise küfre saplanıp kaldı ve îmân etmedi. “
Dakika 25:25
Evet, diğer bir rivâyete göre ise, hükümdar da îmân etmemiş ve kavmiyle birlikte bu üç havârîyi öldürmeyi kararlaştırmışlardı. Bu sırada şehrin giriş kapısında bulunan, Habîbu’n-Neccâr, onların bu havârî elçileri öldürme kararı aldıklarını duyar duymaz koşarak onların yanına geldi ve öğütler verip onları Allah’a itaate ve bu elçilerin dâvetine icâbet etmeğe çağırdı. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de Yâsin-i Şerif’te 14’üncü âyetinde bakın şöyle buyuruluyor: “Biz onlara iki elçi gönderdik, fakat onları yalanladılar. Biz de (elçileri) üçüncü bir (elçi) ile destekledik.“ (Yâsin-i Şerif Sûresi, âyet 14)’de buyurmaktadır ki bu ayet-i kerime ile devamındaki âyetlerde açıklanmaktadır. Yâsin-i Şerif’in ikinci sayfası bundan bahseder, Tefsir Derslerimiz de izâh edildi. Bu âyet-i kerimede bahsi geçen üçüncü elçi ise Şem’un ‘dur. Yine bu âyet- kerime de, elçileri gönderenin Hz. Îsâ olmasına rağmen, Allah (Celle Celâlüh) Hazretlerinin “Biz gönderdik.“ diyerek gönderme işini kendisine nispet etmesi, Hz. Îsâ’nın onları Allah’ın izniyle göndermiş olmasından ileri gelmektedir. Çünkü peygamberleri Allah görevlendirir. Peygamberler Allah’ın emrine göre hareket ederler.
Antakya ahâlisi bu havârîleri yalanlayınca, Yüce Allah da onlardan yağmuru kesti. Bunun üzerine Antakya halkı bu elçi havârîlere: “Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu sözünüzden vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız (veya öldürürüz) ve bizden de size acı bir azâb dokunur.“ dediler. Bu da (Yâsin-i Şerif’in 18’inci âyetinde) anlatılmaktadır. Gâvur gâvurluğundaki kusuru görmüyor, kusuru Müslümanda arıyor. Dikkat edin ey zâlimler kusurun hepsi sizde! Ey kâfirler kusurun hepsi uğursuzluğun hepsi sizde! Uğur ve hayır ise îmânlı mü’min Müslümandadır.
Habîbu’n-Neccâr, mü’min bir kişiydi, fakat îmânını gizli tutuyordu. Günlük kazancının yarısını ailesine ayırır, diğer yarısını ise tasadduk ederdi. Yani hayra dağıtır, sadaka verirdi. Bu esnâda kavminin yanına gelip onlara: “ …Ey kavmim, elçilere uyun!“ (Yâsin-i Şerif’in 20’nci âyet-i kerimesinde) Habîbu’n-Neccâr böyle dedi. Kavmi ise ona: “Yoksa sen bizim ilâhımıza karşı çıkıyor, onların ilâhına mı inanıyorsun?“ dedi. Bunun üzerine O: “Ben niçin beni yaratana ibadet etmeyeyim? Oysa siz hep O’na döndürüleceksiniz Allah’a siz hesap vereceksiniz.“ Dedi (Yâsin-i Şerif Sûresi, âyet 22)’de Habîbu’n-Neccâr böyle dedi. Habîbu’n-Neccâr bu sözünü söyler söylemez onu öldürdüler. Onlar onu öldüredursun, Allah ona cennetini lütfedip verdi ve: “Ona: „Cennete gir“ denilince: „Rabbimin beni bağışladığını ve beni ağırlananlardan cennette ziyafet verilenlerden kıldığını kavmim ah bir bilseydi!“ “ dedi. Bu da (Yâsin-i Şerif Sûresi, âyet 26, 27)’de bildiriliyor. Bundan sonra Yüce Allah (Celle Celâlüh) onların üzerine bir sayha (korkunç ses) gönderdi ve bu sayha ile onlar helâk oldular.
Dakika 31:00
Ey inkârcılar, zâlimler, ey Allah’ın düşmanları, ey peygamber düşmanları, ey hak ve hakîkat düşmanları, ey îmânın ve İslam’ın düşmanları mutlaka helâk olacaksınız! Ama dünyada ama mezarda ama mahşerde mutlaka helâk olacaksınız. Gelin helâk olmadan îmân edin Müslüman olun! Biz bunu söylüyoruz, ister inan ister inanma! Biz gerçeği sana duyuruyoruz inanmak-inanmamak sana kalmıştır. Îmân edersen lehine, küfredersen aleyhine, bugün dünya yarın Mevlâ. İstesen de istemesen de seni yoktan yaratan Allah öldürecek mezara koyacak oradan kaldırıp mahşer getirecek, istesen de istemesen de. Eğer gücün yetiyorsa Azrâil (Aleyhisselâm)’a karşı koy ölme! Öleceksin. Ecel saatini bekliyor Azrâil (Aleyhisselâm) ensende duruyor o saat gelir-gelmez canını çeke çeke alacak cehenneme gönderecek. Îmân ette kurtul bizden söylemesi. Biz bak kurtul diyoruz sana ateşte yan demiyoruz cehenneme git de demiyoruz senin dostunuz biz sana düşmanlığımız yok. Ama sen inanmayacakmışsın, inkâr edecekmişsin hattâ bize de tepki gösterecekmişsin sen bilirsin! Sen bilirsin ne ekersen onu biçersin! Küfür ekipte îmân biçilmez, îmân ekende küfür biçmez. Küfrü eken, inkârı eken onu biçer. Küfrün yeri-yurdu cehennemdir. Îmânın, amel-i sâlihin yer-yurdu Cennet-i Âlâ ’dır Allah’ın rızâsı ve cemâlidir. İster inan ister inanma biz hatırlatıyoruz! Niçin? Hepimiz Allah’ın kullarıyız, Âdem’in çocuklarıyız, Havvâ ‘nın çocuklarıyız (Aleyhimüsselâm). Biz insanlıkta bir defa kardeşiz gel birde îmânda kardeş olalım diyoruz. Esas kardeşlik îmân kardeşliğidir, öbürü insanlık kardeşliğidir. Peki, insan kardeşi birbirine faydalı olmaz mı? Hele de biri inanmış, îmân etmiş Müslüman olmuş, öbürü de Müslüman olmamış. Müslüman olan kişi ötekini îmâna, İslam’a, cennete çağırıyor başka yere çağırmıyor ki. İslam’ın bütün emirleri ile Allah kulunu Dârusselâm’a çağırıyor. Ama küfrün adamlar, şirkin adamları ki bunun başına iblîs çekiyor bunlar da cehenneme çağırıyorlar
Dakika 35:12
Artık hangisine acaba itaat edeceksin hangi çağrıya uyacaksın? Onu Sen bilirsin bizde zorbalık yok, dayatma yok tebliğ var. Tebliğde Allah’ı asil emridir. Bazıları söyle diyor: Bunları böyle İslâmî ilimleri niye anlatıyorsunuz, bunlarla niye uğraşıyorsunuz? İşte meâl okuyun, kaside söyleyin, mevlüt okuyun diye toplumu 100 seneden daha fazla bir zaman içinde toplumu oyaladılar. Yine aynı oyalamak için gerçeklerin söylenmesini istemiyor istemeyen bir gruplar var. Niye? Îmândan korkan küfür îmândan korkar, imân ise hiçbir şeyden korkmaz, Allah’tan korkar. Çünkü Allah’ın emrinde bil kuldur îmân sahibi bir insan onun için korkmaz herkesi hayra çağırır. İşte mü’min ile mü’min olmayanın arasında ki fark budur. Mü’min herkesin kurtulmasını ister mü’min Müslüman. Ama mü’min ve Müslüman olmayan hele de İslam düşmanı olan kişiler kendilerine acımadıkları için zaten inkâr etmişler başkalarına acır mı bunlar? Herkesin kendileri gibi olmasını istiyorlar, herkesi cehenneme çağırıyorlar cehennemi doldursunlar istiyorlar. Çünkü Cenab-ı Hak iblîse ne dedi: “Seninle senin izinde gidenlerle cehennemi tıka-basa dolduracağım” buyurdu.
(وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ)
Ey insanoğlu! Bak peygamberleri dinlemeyenlerin başına neler geldi… Hatırlatayım gerçi îmânsız eğer îmân etmeyecek kişileri göklere çıkarsanız Melekût ve Ceberût âlemini gösterseniz yine îmân etmezler. Îmânda nasîbi olmayanlara biz seslenmiyoruz kalbi mühürlülere bir şey demiyoruz. Biz îmânda-İslam’da nasîbi olanlara tebliğ ediyoruz. Ama yağmur yağarken ayırım yapmaz hakîkî toprağa da yağar, taşa-kayaya da yağar. Kumlara çoraklara da yağar. İnsanlar böyledir; kimisi asîl toprak gibidir mahsul verir yağdıkça yağmur ilim İslam’ın ilimleri de gökten inen yağmurdan daha kıymetlidir. Kalplere yağar oradan îmân, ameli sâlih, güzel ahlâk ortaya çıkar. Ama çorak toprağa, kum toprağa, taşlara-kayalara ne yağarsa yağsın oradan bir şey bitmez. Yine o taş taştır, kayadır yine o çorak üstünde tutar altına inmez, kumda altında gönderir üstünde bir şey yoktur. İnsanlar böyledir. Biz kendi fıtratını bozmayan kendi fıtratında Kâlû Belâ’da Elestü bi-Rabbikum hitâbına Kâlû Belâ diyenlere sesleniyoruz. Kâlû Belâ “Evet sen bizim Rabbimizsin” diyenlere sesleniyoruz ki o sen bizim Rabbimizsin diyenler Kâlû Belâ’da Bezm-i Âlem’de onlar can-ı gönülden Kâlû Belâ diyenler var, bir de sözünden cayanlar var. Orada kerhen mi söyledi ne yaptıysa sözünden cayanlar var. O sözünden dönüp cayıp kalbi mühürlü cehennemi dolduracak kadrolara bir şey söylemiyoruz. Biz Kâlû Belâ’da ki fıtratını bozmamış, sözünden caymamış Allah’a verdiği sözde duranları uyarıyoruz. Îmânda, İslam’da nasîbi olanları uyarıyoruz. Öbür taraf Allah hidâyet etmediğine kim hidâyet edebilir ki? Biz hidâyet için uğraşmıyoruz, hidayet vesilesi olalım diye uğraşıyoruz. Hidâyet Allah’tandır biz onun vesilesi olabiliriz. Hidâyet eden biz değiliz. Peygamberlerde böyledir onlar da hidâyet vesilesidir, hidâyet Allah’tandır. („Men yehdillâhu felâ mudille leh. Ve men yudlil felâ hâdiye leh”) hiç unutma! Allah’ın hidâyet ettiği kimse sapıtamaz, Allah’ın sapıttığını da kimse yola getiremez! İşte bizim görevimiz de tebliğdir hidâyet Allah’tandır. Kul görevini yapacak. “Vel-hamdü leke ya Rabbel-âlemin”.
Dakika 42:19