İslam Tarihi Ders 61
61- İslam Tarihi Ders 61
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Evet, sevgili izleyenler!
Dersimiz Yüce İslam’ın yüce tarihinin keşif notlarıyla dersimiz devam ediyor. Konumuz; Sevgili Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) sütanneye verilmesi konusunda dersimiz başlamaktadır.
Yeni doğan çocuklarını sütannelerine vermek, Kureyş ve sâir (diğer) Arap eşrafının âdeti idi.
Bu da; kadınların beyleriyle daha rahat meşgul olmalarını ve çocukların da kırda, yaylada yaşayan Araplar içinde, özellikle havasının güzelliği, rutûbetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında sağlam vücutlu, sıkı etli, cesâretli yetişmelerini ve düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi. Bakın her konuda maddî ve manevî bir tedbir var; Sütanne rasgele sütanneye verilmiyor. Evet, sağlıklı bir ortam sağlıklı bir sütanne asîl bir aile bakın göz önünde tutuluyor.
Emevî halîfelerinden Abdülmelik b. Mervân: “Velîd’i sevmek, bize zarar verdi!” derdi. Velîd; annesinin yanından ayrılmadığı için, konuşurken hep gramer hatâsı yapardı. Süleyman ise, çok düzgün ve pürüzsüz konuşurdu. Bunlar Abdülmelik’in çocukları. Sanki bu durum ortada ki çünkü Süleyman ve öteki kardeşleri, kırda yani sağlıklı bir ortamda otururlardı. Arapçayı açık, pürüzsüz ve düzgün konuşmayı orada öğrenmişlerdi. İşte çocuğun yetişme ortamı çok önemli sevgili dostlarımız. Kara üzümlerin içine bir tane salkım ak üzümü koyarsanız o da kararmaya başlar demiş ya atalarımız. Umûmiyetle Araplar için tek lügat vardı. Benî Sâ’d b. Bekr’lerin ise, lügatleri yedi idi. Evet, sevgili dostlar, Benî Sâ’d b. Bekr b. Hevâzin’ler; Arap kabileleri içinde, dil lisan bakımından en fesâhatli olanı, en açık, en düzgün ve en pürüzsüz konuşanıydı. Benî Sâ’d b. Bekr kabilesi; Arap kabileleri arasında cömertlikleri ve şereflilikleri ile de tanınmış bir kabile idi. Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden sütannesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz mevsimlerinde Mekke-i Mükerreme’ye gelerek, yeni doğan çocukları -ücretle emzirmek üzere- alıp obalarına götürürlerdi.
Dakika 4:45
Peygamberimiz Süveybe Hâtun’dan sonra Benî Sâ’d b. Bekr kabilesinden Sütannesi Halime Hâtun’un götürüp emzirdi. Halime Hâtun; Ebû Züeyb Abdullah b. Hâris b. Zicne b. Câbir b. Rizân b. Nâsıra b. Fusayyâ b. Nasır b. Sâ’d b. Bekr b. Hevâzin b. Mansûr b. İkrime b. Hasafa b. Kays b. Aylan’ın kızı ve Hâris b. Abdüluzzâ b. Rifâa b. Mellân b. Nâsıra b. Husayyâ b. Sâ’d b. Bekr b. Hevâzin de zevcesi idi. Onunda zevcesi idi.
Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm) bu sütanne ve babadan sütkardeşleri de, Abdullah b. Hâris, Üneyşe Binti Hâris ve Şeymâ Binti Hâris idi.
Halime Hâtun; yanında, kocası ve memedeki küçük oğlu ve Benî Sâ’d b. Bekr kadınlarından da on kadın olduğu hâlde, emzirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzere, yurtlarından yola çıktılar, Mekke-i Mükerreme’ye geldiler. Halime Hâtun der ki: “İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında, hiçbir şeyimiz kalmamıştı.” diyor. “Ben, kır merkebimin üzerinde idim. Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu. Vallâhi, o bize bir damla bile süt vermiyordu;
Yani deve açlıktan, kuraklıktan”. Fakat biz, bir yağmura kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı ümit edip duruyorduk. Üzerinde bulunduğum arık ve zayıf merkebimin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye de varmıştı. Yani bindiği merkepte gidemiyor zayıflıktan. Nihâyet, Mekke’ye gelip, emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizde hiçbir kadın yoktu ki, o ona arz ve teklif edilsin de, ‘Yetimdir!’ denilince onu almaktan kaçınmış olmasın! Yani yetim denince herkes kaçınıyordu. “Çünkü bir zengin çocuğu alıp emzirecek bol para alacak, amaç buydu o zaman ki toplumda. Çünkü bizler, emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor ve onun hakkında da: ‘Yetimdir. Annesi ve Dedesi, bize ne ihsân yapabilecek?’ diyorduk. Bunun için, hepimiz, onu emzirmek üzere almak istememiştik. Yani Peygamberimiz yetim olduğu için O’nu kimse anada-babadan, dededen önce babadan yetim kaldı işe sırayla sonra anneden, sonra dededen yetim kaldı Peygamberimiz. O gün içinde yetimdi babası yoktu.
“Benimle gelmiş olan kadınlardan, emzirilecek çocuk almayan, benden başka, kalmamıştı.” diyor Halime Hâtun. O sırada, Abdulmuttalib, Peygamberimiz için sütannesi arayıp duruyordu. Halime Hâtun der ki:
“Abdulmuttalib, benimle karşılaşınca:
‘Sen, kimsin?’ diye sordu. ‘Ben:
Benî Sa’d’lardan bir kadınım!’ dedim.
‘İsmin nedir?’ diye sordu. ‘Halime’ dedim. Abdulmuttalib gülümsedi:
‘Ne güzel! Ne güzel! Sâ’d ve Hilm iki güzel haslettir ki, dünyanın hayrı da, ebediyetin izzet ve şerefi de bunlardadır.
Dakika 10:15
Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk vardır ki, onu Benî Sâ’d kabilesine, Benî Sâ’d kadınlarına teklif ettim. ‘Biz, götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı, onların babalarından ikrâm görmeyi umuyoruz’ diyerek, almaya yanaşmadılar, yetim diye almadılar. Onu emzirmeyi, sen üzerine alır mısın? Ey Halime! Belki onun yüzünden saâdete, mutluluğa erersin’ dedi.
‘Bana biraz müsaade et de, kocama bir danışayım’ dedim. Hemen, kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim. ‘Mekke’de, bu yetim çocuktan başka, emzirilecek çocuk yoktur! O çocuğu almamızı uygun görür müsün?’ dedim. “Ben yurdumuza eli boş dönmemizi hoş bulmuyorum.” dedim. Ey dünya yetimlerin kıymetini biliniz!
“Vallâhi, ben, arkadaşlarım arasında, emzirilecek bir çocuk almadan geri dönmeyi istemiyorum.” dedim. (Kocasına diyor bunları). “Vallahi, o yetime gideceğim. Ben de onu alacağım!’ dedim.
Kocam: ‘Bunu yapmanda bir sakınca yok. Belki, Allah’u Teâlâ onun yüzünden bereket ve bolluk ihsân eder.
Ey Halime! Git, al onu!’ dedi. İşte görüyorsunuz mutluluğa erecek ailelerin kalbini Cenab-ı Hak gerçeğe yöneltir.
Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib’i oturmuş, beni bekliyor bir hâlde buldum.
Kendisine: ‘Haydi, çocuğu getir!’ deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Âmine’nin evine götürdü.
Âmine Annemiz, bana: ‘Hoş geldin! Safa geldin!’ dedi. Halime’ye diyor Âmine Annemiz. Beni Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın bulunduğu odaya koydu. Odaya girdiğim zaman, o, sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış, kendisinin altına da yeşil ipekten bir sergi serilmişti. Âlemlerin rahmet Peygamberi yetim olarak orada yatıyordu.
Sırtüstü yatırılmış, mışıl mışıl uyuyor, kendisinden misk kokusu güzelim kokular geliyordu! Sevimliliğine ve yüzünün güzelliğine hayran oldum. Böyle bir güzel çocuk dünyada belki hiç gelmedi.
Uykudan uyandırmaya kıyamadım. Ellerimi göğsünün üstüne yavaşça koyduğum zaman, gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı. Hemen, iki gözünün arasından öptüm ve kucağıma aldım.’
Hz. Âmine, Halime Hâtun’a: “Bana, üç gece: ‘Oğlunu, Benî Sâ’d b. Bekr’lerde Ebu’z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!’ denildi” dedi.
Halime Hâtun: “İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu’z-Züeyb’dir. O benim kocam olur” dedi. Görüyorsunuz Âmine Annemize rüyasında kimin emzireceği de söylenmiş zaten. Kendisinin içi son derece de ferahladı. İşittiği şeyler kendisini sevindirdi.
Dakika 15:45
Ey dünya! Yüce Allah O’nu rahmetinin nûrunun içerisinde âlemlere rahmet Peygamberi olarak gönderdi. Ey dünya aklını başına al! İşte bu nûr-u ilâhî ki parladı ebedî sökmeyecektir.
Halime Hâtun, hatıralarını anlatmaya devamla der ki: “Ben onu, ancak başkasını bulamadığım için almıştım. İşte görüyorsunuz sevgili dostlarımız, öyle veya böyle ona nasîb oldu. Binit ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıp emzirmek istediğim zaman, ona memelerimden dilediği kadar süt geldi! Memelerimde daha önce bu süt yoktu. İşte O’nu kucağıma alıp emzirmeye başladığım zaman memelerime süt geldi diyor. Hem de dilediği kadar süt geldi. O da, onunla birlikte sütkardeşi de, kanasıya-doyasıya emdiler ve uyudular. Hâlbuki bundan önce, bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmamıştı. Çünkü süt yoktu çocuk doymuyordu. Şimdi iki çocuk emiyor süt taşıyor, bol bol süt geliyor. Çünkü âlemlerin rahmet Peygamberi artık Halime’nin kucağında.
Kocam, kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Ondan, içeceği kadar süt sağıp içti. Kendisiyle birlikte ben de içtim. Her ikimiz de süte kandık ve doyduk! Bambaşka ve hayırlı bir gece geçirdik. Kupkuru deve süte geldi. Artık rahmet Peygamberi olan bu şanlı Peygamberin çocuk hâlinde de rahmet, bereket, nur etrafa taşmaya başladı. Sabaha çıktığımız zaman, kocam, bana:
‘Vallâhi, ey Halime! İyi bil ki, sen mübârek bir çocuk almış bulunuyorsun’ dedi. İşte gerçeği anladılar. Çocuğun bereket dolu, rahmet dolu nur topağından bir çocuk olduğunu anladılar.
‘’Vallâhi, ben de böyle olmasını umuyor ve diliyordum’ dedim. Sonra, hayvanıma bindim. Çocuğu da yanıma aldım.” Hâris ise yaşlı develerine bindi;
Sirer vâdîsinde yol arkadaşlarına yetiştiler. Önceki hâlinde ne deve ne de bindikleri merkepte yolda yürüyecek hâlleri yoku. Ama şimdi bakın hem onlara yetiştiler, hem de bakın ki onları da geçtiler.
Dakika 20:22
“Kadınlar Halime Hâtun’a: ‘Ey Halime! Ne yaptın’ diye sordular.
‘Vallâhi, hayrı ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım.’
‘O kucağındaki, Abdülmuttalib’in oğlu mudur?’ dediler. Çünkü onlarda bunu yetim diye almamışlardı.
Halime Hâtun: ‘Evet!’ diye cevap verdikten ve:
“Kadınlarımızdan bazılarının kıskandıklarını gördüm.” Dedikten sonra hatıralarını anlatmaya şöyle devam eder Halime Hâtun:
“Vallâhi, benim merkebim öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçti. Kafiledekilerin merkeplerinden hiçbirisi ona yetişemediler”. Nihâyet, kadın arkadaşlarım, bana:
“Ey Ebû Züeyb ’in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesene?” diyorlardı. Gelirken üzerine binmiş olduğun merkep bu değil miydi?’ diyerek sesleniyorlar; ben de onlara:
“Evet! Vallâhi, işte o merkeptir’ diyordum. Şaşıyorlar ve:
“Vallahi, buna şaşılacak bir şey olmuş!” diyorlardı. Nihâyet, Benî Sâ’d yurtlarındaki evlerimize geldik.
Ben; Yüce Allah’ın yarattığı yerlerden, Benî Sâ’d yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum. Fakat çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri, davarlarımız akşamları kurakları, karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve biz de onlardan bol bol süt sağıp içiyorduk. Daha önce ise bunlarda böyle bir süt durumu olmadığı gibi karınları doymuyor tam takır kupkuruydular.
Hâlbuki hiç kimse, davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu. Hattâ kavmimizden, çevremizde bulunanlar çobanlarına:
“Yazıklar olsun size! Davarları, Ebu Züeyb ‘in kızının Halime’nin çobanı nerede otlatıyorsa, siz de onunla birlikte otlatsanıza” diyerek çobanlarına çıkışmakta idiler. Fakat onların davarları akşamları karınları aç, memelerinde bir damla bile süt olmaz bir hâlde dönerlerken, bizim davarların karınları tok, memeleri sütle dolu olarak dönerlerdi!” Bunlar Peygamberimizin tâ çocukken bereketinin, rahmetin O’nun şahsında Cenab-ı Hakk’ın etrafa yaydığını gösteriyordu insanlara, bilenler biliyordu.
Yüce Allah, bize, O’nun yüzünden hayır ve bereketi arttırdı durdu. Onun büyüyüp yetişmesi de başka çocuklara benzemiyordu. Daha iki aylık iken her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.
Üç aylık olunca ayağa kalkıp day (ayakta) duruyordu!
Dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu!
Beş aylık olunca, bir yere tutunmadan yürümeye başladı, yürüyebiliyordu!
Altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.
Yedi aylık iken konuşuyor, her tarafa gidip geliyordu.
Sekiz aylık iken konuşuyor, konuşulanı anlıyordu.
Dokuz aylık iken, açık ve düzgün konuşmaya başlamıştı.
On aylık iken, çocuklarla ok atıyordu.
Dakika 25:20
Dikkat et! “İki yıl geçince, kendisini sütten kestim. İki yılı doldurduğu zaman, oldukça iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. Onu annesine götürdük, ama biz, O’nun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, kendisini yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.”
Evet, sevgili dostlarımız!
Âlemlerin rahmet Peygamberi Halime’nin evini çevresini bereketle doldurmaz mı?
Habeş Hristiyanlarının Peygamberimiz Halime Hatun’un Elinden Almaya Kalkışmaları;
Dikkat edin! İşte bu parlayan nur ilâhî kitaplarda hep yazılıydı. İnkâr edenler işte görüyorsunuz güneşlerin, ayların, yıldızların üzerine doğan daha büyük güneş olan İslam nûrunu onun Peygamberi Hz. Muhammed’i inkâr etmek işte görüyorsunuz ki güneş üzerinde ki güneşi, nur üstündeki nuru, âlemlerin rahmet Peygamberini, âlemlerin nûrunu inkâr etmekten başka nedir ki! Dünyanın Müslüman olmaması işte kendini cehenneme yuvarlaması demektir. Ey insanoğlu! Bu gafletten, kasvetten, ihânetten, kendine zulmetmekten ne zaman kurtulacaksın ki? Bakın Hristiyanların ne yapmak istediğine bakın!
Sütannesi Halime Hâtun, Peygamberimizi, Annesine götürürken, Sirer vâdîsinde Habeş Hristiyanlarından bazı kimselere rastlamıştı.
Hristiyanlar, Halime Hâtun’a nereye gittiğini sordular. Sonra da, Peygamberimize dikkatli dikkatli baktılar. Arkasını döndürdüler, iki küreği (kürek kemiği) arasındaki Peygamberlik hâtemine O’nun mührüne ve gözlerinin beyazındaki kırmızılığa baktılar.
Kırmızılık hakkında:
“Gözlerinden bir şikâyeti, hastalığı var mı?” diye sordular. Halime Hâtun:
“Hayır! Bu kırmızılık gözlerinden hiç ayrılmaz” dedi. Hristiyanlar:
“Biz, bunu kralımıza, ülkemize götüreceğiz. Çünkü bunun bizimle ilgili hâli, şânı vardır. Biz, onun işini biliyoruz” dediler.
Yani Hristiyanların o zaman ki Hristiyanlar Peygamberimizi zaten ilâhî kitaplarda görmüşler, kendi öz evlatlarını tanıdığı gibi ilâhî kitaplarda okumuşlardı. Onun için Peygamberimizi çocukken O’nun Peygamber olacağını orada gördüler tanıdılar. Peygamberimiz hakkında o kadar baskı yaptılar ki, Halime Hâtun onu zorla elinden alacaklarından korkmaya başladı. Yüce Allah onu onlardan korudu. Halime Hâtun, Peygamberimizi onların ellerinden güçlükle kurtarıp Hz. Âmine’nin yanına götürdü, ancak böyle götürebildi. Hz. Âmine’ye, Peygamberimiz hakkında bilgi verdi. Peygamberimizin uğurluluğu yüzünden gördükleri hayır ve bereketi ve Habeş Hristiyanlarının yaptıklarını da anlattı.
Dakika 30:15
Evet, sevgili dostlarımız, Peygamberimiz Hz. Âmine ’den alınıp Benî Sâ’d Yurduna Tekrar Götürülüşü;
Halime Hâtun der ki: “Âmine’ye: ‘Oğlunu, iyice büyüyünceye kadar benim yanımda bıraksan iyi olur. Çünkü ben onun Mekke vebâsına yakalanmasından korkarım!’ dedim. O zaman Mekke’de hem sıcaklık hem de vebâ hastalığı gibi humma hastalıkları bulunuyordu.
Bu hususta o kadar ısrâr ettim ki, nihâyet, (Âmine) O’nu yanımızda bırakmaya râzı oldu ve: ‘Oğlumla birlikte yurduna dön! Ben de onun Mekke vebâsına tutulmasından korkuyorum dedi Âmine Annemiz de. Vallâhi, O’nun hâli, şânı büyük olacak!’ dedi. Artık Âmine Annemiz, zaten rüyasında çocuğun hâl ve hareketinde O’nun şanlı bir çocuk olduğunu ileri de Peygamber olacağını da zaten aklı erenler, bu durumu görenler hepsi anladılar da ancak gâvur kafalılar îmânda, İslam’da nasîbi olmayanlar, kalbi mühürlüler bu gerçeği göremediler, göremezler. Çünkü küfrü kazanıp kalbine küfrü mühür olarak basan insanlar zaten kendi kendini İslam nûrunun dışına atan ve cehenneme tepetakla yuvarlanan insanlar onlardırlar. Hidâyette nasîbi olanlar hiçbir zaman gerçeğe karşı koymazlar. Ey Yüce Rabbimiz bizi Sırât-ı Müstakîm ’inden, îmândan ve İslam’da bir an bile göz açıp yumuncaya kadar bile ondan daha az bir saniyeden saniyeye, saniyenin salisesinden de daha az bir zamanda da bile hiçbir an îmândan, İslam’dan ayırma ya Rabbi! İşte gece gündüz ey insanoğlu, Yüce Allah’a dua et ki Allah Tevfik-i Hidâyeti ile seni Sırât-ı Müstakîm üzere kılsın! Münamün-Aleyhim olan Hz Muhammed’in önderliğinde O’nun yolu olan Peygamberimiz Muhammed’in, Sıddık’ların, Şehit’lerin, Sâlih’lerin yolu olan İslam’a seni sıkıca bağlasın Yüce Allah. Gece-gündüz Allah’tan Sırât-ı Müstakîm’i iste! Bir günlük namaz içinde 40 rekât namaz da en az 40 defa (اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ– İhdinas-sırâtal müstakîm)’in anlamı bu işte. Ya Rabbi bizi Sırât-ı Müstakîm ’ine hidâyet eyle! O Habîb’in Muhammed’in yoluna hidâyet eyle -ki bu İslam’ın bizzat kendisidir- bu yolun yolcularının önderi Hazreti Muhammed’dir (Aleyhissalâtu Vesselâm). Peşindekiler Sıddık’lar, Şehitler, Sâlih’lerdir. Bunları takip eden Ashâb-ı Yemin’dir. Evet, sevgili dostlarım, bu topluluğun içinden ayrılma! Hazreti Muhammed’e sıkıca tâbî ol!
Dakika 35:05
“O Allah’ın hışmına-gazâbına çarpılanlardan, dalâlete düşenlerden sapıp sapıtanlardan eyleme!”diye günde en az namazın içinde 40 defa Yüce Allah’a bir yalvarış vardır. Bunun da şuurunda ol farkında ol! Fâtiha-i Şerif okurken zammı sûreleri Kur’an-ı Kerim’den âyetler okurken bunların mânâsının şuurunda ol, bunları farkında olarak şuurlu, ihlâslı olarak namaz kılmaya gayret et! Biz hatırlatıyoruz çünkü biz biziz, Allah’ın kullarıyız, Muhammedin (Aleyhissalâtu Vesselâm) ümmetiyiz. O Yüce Allah ki (Celle Celâlüh ve Celle Şânühü Azze ve Celle) bize inâmda, ihsânda bulunmuş, mü’min-Müslüman eylemiş. Gece-gündüz şükreyle, hamd eyle! (اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْـعَالَم۪ينَ)-Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemin” derken bunları hatırla! (اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ)- Er-Rahmân Er-Rahîm” derken o rahmetin yaygın rahmetin ve o rahmetin devamlılığı olan “Rahmeti-Rahîmin” işte içerisi-dışarısı İslam’dır, içi-dışı rahmettir. Dünyada İslam, öbür âlemde Cennet-i Âlâ ve Allah’ın rızâsı ve Cemâlidir. Ey Müslüman İslam’ın kıymetini bil!
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemin Elhamdülillâh Alâ nîmeti’l İslam vel-îmân vel-Kur’an diye had eyle Cenab-ı Hakk’a!
Evet Huzeyl Kâhin ‘in Peygamberimiz üzerinde ki teşhisi ile bir sonraki dersimiz İnşâ’Allah devam edecektir.
Dakika 37:41