İslam Tarihi Ders 35
35- İslam Tarihi Ders 35
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, dersimiz Tarih Külliyâtından keşif notlarıyla devam ediyor.
Şimdide dersimiz; Mülûkü’t-tavâif döneminde meydana gelen hadiseler ve Hz. Îsâ bin Meryem ile Hz. Yahyâ bin Zekeriyâ’dan bahsetmeye çalışacağız. Bu Mülûkü’t-tavâif yani (bölge hükümdarları beyler) –ki parçalanmaların sonucunda- ortaya çıkan bir durum. Bir devlet bütünlüğünü koruyamayınca parçalanıyor beylere, bölgelere ayrılıyor.
Birbiriyle sıkı bir alâkası bulunan bu iki hadiseyi bu başlık altında toplayarak söze başlıyoruz. İmrân bin Mâsan, Hz. Süleymân bin Dâvûd’un soyundan gelmekteydi. Mâsan ailesi ise İsrâiloğullarının ileri gelen liderlerini ve din âlimlerini yani (hahamlarını) bünyesinde toplayan bir aile idi. İmrân, Fakur diğer okunuş şekli (Fakuz)’un kızı Hanne ile evli idi. Hz. Zekeriyâ bin Berhiyâ da Hanne ‘nin kız kardeşi Îşâ‘ ile evliydi. Bir rivâyette Îşâ’nın, İmrân’ın kızı Meryem’in kız kardeşi olduğu da söylenmektedir burada değişik haberler de vardır.
Hanne, yaşlanıp acuze hâline geldiğinden çocuk doğurma zamanı geçmiş bulunuyordu. Aynı zamanda, hiç çocuk doğurmamıştı. Günlerden bir gün, bir ağacın gölgesinde otururken bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek boşalttığını gördü. Bunun üzerine çocuk sahibi olmayı arzuladı ve kendisine bir çocuk bağışlaması için Yüce Allah’a dua etti. Ayrıca kendisine bir çocuk bağışladığı takdirde onu Beytü’l-Makdis’e hizmetkâr olarak adamayı söz verdi ve karnındakini Beytü’l-Makdis için bağışladı. Fakat onun cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyordu. Onların bu şekildeki bağışlama adakları şu tarzda oluyordu:
Adanarak bağışlanan çocuk kilisenin o zamanki ibadethânenin hizmetlerini görür ve buluğ çağına kadar aralıksız bu hizmetlerine devam ederdi. Buluğ çağına gelince o muhayyer kılınır; isterse ibadethane de kalır, hizmetlerine devam eder, isterse dilediği yere çekip giderdi. Fakat bu tür hizmetlere ancak erkek çocuklar bağışlanıp adanabilirdi. Çünkü kızlar hayız görmeleri sebebiyle bu tür hizmetlere elverişli görülmezlerdi.
Dakika 4:35
Daha sonra, Hanne Meryem’e hamile bulunduğu bir sırada İmrân vefât etti. Hanne doğum yaptıktan sonra onun kız olduğunu görünce: Yüce Allah onun ne doğurduğunu çok iyi bilirken, o: “Ey Rabbim! Onu kız olarak doğurdum. Erkek (kilise ibadethâne hizmetlerinde ve orada bulunan kullarla olan hizmet münâsebetlerinde) kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim.“ dedi. Bu haber Kur’an-ı Kerimde (Âli İmrân Sûresi, âyet 36)’da bildirilmektedir. Tefsir derslerimizde biz buraları oralarda sizlere anlattığımız için tarih ile olan bölümünü veriyoruz. “Meryem“ kelimesi onların dilinde “ibadet (âbid)“ mânâsına gelirdi. Sonra Hanne, onu bir bez parçasına sarıp Mescid’e götürdü ve Hz. Hârun’un soyundan gelen din âlimlerinin (hahamların) eline teslim etti. Hz. Hârun’un soyundan gelen bu hahamlar, Şeybe oğullarının Kâbe-i Şerif için üstlendikleri görevler ne ise, Beytü’l-Makdis için aynı görevi üstlenmişlerdi. Meryem’in annesi onlara: „İşte benim adadığım kız çocuğum budur, buyurun alınız.“ dedi. Bunun üzerine onlar, önderlerinin ve kurban işlerini idâre ile görevli olan zâtın kızı olması hasebiyle, onu alıp bakmak husûsunda birbirleriyle yarışa girdiler. Fakat Hz. Zekeriyâ: „Teyzesi benim nikâhım altında olduğu için ben onu alıp bakmaya daha lâyığım.“ dedi. Bu defa onlar: „Biz en iyisi kur’a çekelim, kime düşerse o alıp baksın.“ dediler. Bunun üzerine kalemlerini akmakta olan bir nehre -bir rivâyette bunun Ürdün nehri olduğu söylenir- o nehre bıraktılar. Neticede Tevrât yazmak için kullandıkları kalemlerini nehre bıraktılar. Hz. Zekeriyâ ’nın kalemi suyun üzerine çıktı, diğerlerinin kalemleri ise dibe çöktü. Kur’ayı kazanan Hz. Zekeriyâ Meryem’i alıp bakımını üstlendi ve Hz. Yahyâ’nın annesi olan teyzesine teslim etti. Bundan sonra bir sütanne buldu ve Mescid ‘in içinde onun kalacağı bir oda yaptırdı. Bu odaya ancak bir merdivenle çıkılıyordu ve oraya kendisinden başka kimse çıkmıyordu. Hz. Zekeriyâ (Aleyhisselâm), Meryem’in yanında yaz mevsiminde kış meyvesine, kış mevsiminde de yaz meyvesine rastlıyordu. Ona: „Bunlar sana nereden geliyor.“ diye sorduğunda, o: „Allah katından geliyor.“ diyerek cevap verirdi. Hz. Zekeriyâ, Meryem’in yanında yaz mevsiminde kış meyvesinin, kış mevsiminde de yaz meyvesinin bulunduğunu görünce, Allah’a dua edip kendisi için çocuk istedi ve: „Meryem’e bunu yapan, benim eşimi doğum yapabilecek hâle getirebilir, buna gücü yeter.“ dedi. Sonra: “Ey Rabbim! Bana katından temiz bir zürriyet ver. Zîrâ sen duaları işitensin.“ diye Cenab-ı Hakk’a yalvardı. Bu da (Âli İmrân Sûresi, âyet 38)’de buyurulmaktadır. Zekeriyâ (Aleyhisselâm) böyle diyerek dua etti.
Dakika 10:06
Hz. Zekeriyâ, kendilerine ait olan bir mezbahada namaz kılmakta iken, genç bir adam gördü. Gördüğü bu adam Cebrâil (Aleyhisselâm) idi ve ondan korkuya kapılmıştı. Hz. Cebrâil ona: “Gerçekten Allah sana, kendisinden bir kelimeyi (Îsâ bin Meryem’i) tasdik edici olmak üzere Yahyâ’yı müjdeliyor… “ diyen haberi, Vahyi İlâhî’yi getirdi. Bu da (Âli İmrân Sûresi, âyet 39)’da bildirilmektedir. Hz. Yahyâ, Îsâ (Aleyhisselâm)‘ı doğrulayıp ona îmân eden ilk kişi oldu. Bunun sebebi şu idi: Hz. Yahyâ’nın annesi Yahyâ ‘ya hamile iken bu durumda iken, Hz, Îsâ’ya hamile olan Meryem ile karşılaştı. Yani iki hamile birbiriyle karşılaştılar ve ona: „Ey Meryem! Hamile misin?“ diye sordu. Meryem ona: „Niçin soruyorsun?“ dedi. Bunun üzerine Yahyâ’nın annesi: „Karnımdakinin, senin karnındakine tâzim(secde) ettiğini görüyorum.“ dedi. İşte Hz. Yahyâ’nın, Îsâ (Aleyhisselâm)‘ı tasdik etmesi budur derler.
Rivâyet edildiğine göre, Yahyâ (Aleyhisselâm) Hz. Îsâ’yı üç yaşında iken tasdik etmiştir ve Allah O’na Yahyâ adını vermişti. O’ndan önce kimse bu isimle adlandırılmamıştı. Bu hususla ilgili olarak bir âyet-i kerimede: “ …Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık.“ buyuruyor Cenab-ı Hak (Meryem Sûresi, âyet 7)’de buyuruluyor. Diğer bir âyet-i kerimede Hz. Yahyâ hakkında: “Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diriltilip (kabrinden) kaldırılacağı gün de ona selâm olsun!“ bu da (Meryem Sûresi, âyet 15)’de buyuruluyor.
(وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَياًّ۟﴿١٥﴾) buyuruluyor bu ayet-i kerimede.
Evet, sevgili dostlarımız, yine anlatıldığına göre, Âdemoğlunun en zorlu ve sıkıntılı olduğu zamanlar, burada sözü edilen üç gündür. Yüce Allah (Celle Celâlüh), onu bu üç günün sıkıntı ve zorluğundan selâmete erdirmiştir. Hz. Yahyâ, Îsâ (Aleyhisselâm)’dan üç yıl önce doğmuştur. Bir rivâyette ise altı ay önce dünyaya geldiği söylenir. Hz. Yahyâ (küçük iken) çocuklarla oynamazdı ve (büyüdüğü zaman da) kadınlara yaklaşmazdı.
Dakika 14:28
Hz. Zekeriyâ: “Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmıştır karım da kısır iken benim nasıl oğlum, çocuğum olur?“ dedi (Âli İmrân Sûresi, âyet 40)’da bildiriliyor bu da. Hz. Zekeriyâ bu sözleri söylediği zaman doksan iki, bir rivâyette yüz yirmi yaşında bulunuyordu. Hanımı ise bu sırada doksan sekiz yaşındaydı. Bunun üzerine Allah (Celle Celâlüh) Hz. Zekeriyâ ‘ya: “Öyle (ama) Allah dilediğini yapar.“ (Âli İmrân Sûresi, âyet 40)’da Cenab-ı Hak böyle buyurdu. Hz. Zekeriyâ, bu sözleriyle doğacak çocuğun kısır karısından mı, yoksa başka bir hanımdan mı kendisine ihsân edileceğini öğrenmek istemişti. Yoksa Allah’ın kudretini zaten her şeye kâdir olduğunu biliyordu. Sonra Zekeriyâ (Aleyhisselâm): “Ey Rabbim! O hâlde bana (oğlum olacağına dâir) bir alâmet ver.“ dedi. Yüce Allah: “Senin alâmetin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır.“ buyurdu. (Âli İmrân Sûresi, âyet 41)’de bildiriliyor bu da. Yine söylendiğine göre, Allah Teâlâ (Celle Celâlüh), Hz. Zekeriyâ ‘nın alâmet istemesi yüzünden ona üç gün konuşmasını yasakladı.
Nihâyet Yahyâ (Aleyhisselâm) doğunca, babası Zekeriyâ (Aleyhisselâm) onun yakışıklı, seyrek saçlı, kısa parmaklı, çatık kaşlı, ince sesli ve çocukluğundan beri Allah’a itaatte kararlı olduğunu gördü. Bir âyet-i kerimede Yahyâ’nın küçüklükteki durumu hakkında: “Biz ona çocuk iken hikmet verdik.“ (Meryem Sûresi, âyet 12)’de Cenab-ı Hak bildirmektedir.
Denildiğine göre, Hz. Yahyâ arpa ekmeği ile karnını doyururdu. Bir gün İblîs, Hz. Yahyâ’nın yanına uğramıştı, onun yanında ise bir arpa ekmeği vardı.
Bunun üzerine İblîs ona: „Sen kendinin zâhid olduğunu iddia ediyorsun, hâlbuki yanına arpa ekmeği almışsın.“ dedi. Hz. Yahyâ: „Ey Mel’un! O, beni öldürmeyecek kadar ayakta tutan bir rızıktır.“ diye cevap verdi. Onun hâin, mel’un iblîs olduğunu bildi. Bunun üzerine İblîs: „Ölecek olan birisi için daha az bir rızık kâfi gelirdi.“ dedi. Allah’u Teâlâ (Celle Celâlüh) vahiy yoluyla Hz. Yahyâ ‘ya: „Onun sana söylediği bu sözü aklına koy.“ buyurdu.
Hz. Yahyâ küçük yaşta iken kendisine peygamberlik verildi, bu sebeple insanları Yüce Allah’a ibadete dâvet etti. Kıldan yapılmış elbise giyerdi, hiçbir zaman dirhemi, dînârı ve barınacağı bir meskeni olmadı. Nerede akşam ederse, orada sabahlardı. Hiç bir zaman câriye ve köleye de sahip olmadı. Kendisini ibadete verdi. Bir gün vücuduna baktı, zayıflamış olduğunu görünce ağlamağa başladı. Bunun üzerine Yüce Allah vahiy yoluyla: “Ey Yahyâ! Vücudun zayıfladı diye mi ağlıyorsun? İzzet ve Celâlime yemin ederim ki, eğer cehenneme muttalî olsaydın kıldan elbise yerine demir zırh giyerdin.“ buyurdu. Bu sefer Hz. Yahyâ daha çok ağlamağa başladı; öyle ki ağlamaktan gözyaşları yanaklarının etini yiyip bitirdi ve dişleri görünmeye başladı. Yahyâ (Aleyhisselâm)’ın durumunu öğrenince annesi yanına geldi. Bu sırada babası Hz. Zekeriyâ ile birlikte hahamlar (Ahbâr) da onun yanına geldiler. Zekeriyâ (Aleyhisselâm): „Oğulcağızım! Neden böyle yapıyorsun?“ diye sordu. Hz. Yahyâ O’na: „Bunu bana sen emrettin. Çünkü bir zamanlar sen bana: “Cennet ile cehennem arasında öyle bir yokuş vardır ki, bunu ancak Allah korkusundan dolayı ağlayanlar geçip aşabilir.“ demiştin.“ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Zekeriyâ: „O zaman ağla, gayret gösterip ibadet etmeye çalış.“ dedi. Bu arada annesi, yanaklarının üzerine koyup dişlerini kapatması için ona iki keçe parçası hazırladı, fakat o ağlayarak onları da ıslatıyordu. Hz. Zekeriyâ, halka öğüt vermek istediği zaman önce etrafına bakar, eğer Hz. Yahyâ orada ise cennetten ve cehennemden söz etmezdi. Çünkü Yahyâ dayanamıyordu.
Dakika 22:20
Allah (Celle Celâlüh), Hz. Yahyâ’yı Tevrât’ın bazı hükümlerini feshetmek (yürürlükten kaldırmak) üzere elçi olarak göndermişti. Onun feshettiği hükümlerin arasında oğlan kardeşinin kızıyla evlenmenin haram olması da vardı. Onların hükümdarları olan Hirodis’in ise hoşuna giden bir kardeş kızı vardı ve onunla evlenmek istiyordu. Dikkat edin ey dünya! Bir hükümdar var yanında bir peygamber var hattâ iki tane peygamber var. Bakın peygamberleri dinlemiyor şehvetinin peşine düşüyor bakın kardeşinin kızını almaya çalışıyor. İşte bunlar Firavun zihniyetli hükümdarlar.
Evet, sevgili dostlarımız!
Hz. Yahyâ, Hirodis’i kardeşinin kızıyla evlenmekten menetti. Çünkü Yüce Allah ona bu emri bildirmişti. Yahyâ (Aleyhisselâm) bir peygamber. Bu hükümdar ise kardeşinin kızını her gün bir ihtiyacını giderip karşılardı. Kızın annesi, Hz. Yahyâ’nın hükümdara kardeşinin kızıyla evlenmesini yasakladığını duyunca kızına: „Hükümdar, sana ihtiyacını sorduğu zaman, sen ona, Zekeriyâ ‘nın oğlu Yahyâ’yı boğazlayıp öldürmesini istiyorum dersin.“ dedi. Görüyorsunuz îmânsız Firavun erkekler olduğu gibi îmânsız kadınlarda alçak şerefsiz kadınlar da bulunuyor. Değerli kadınlarımızın yanında böyleleri de var işte.
Dakika 25:00
Kız, hükümdarın yanına girdiğinde, ona ne gibi ihtiyaçları olduğunu sordu. O da: „Zekeriyâ ‘nın (Aleyhisselâm) oğlu Yahyâ’yı boğazlamasını, öldürmesini, öldürmeni istiyorum.“ dedi. Hükümdar: „Benden başka bir şey iste.“ dedi. Fakat kız: „Onu boğazlamanı istiyorum” dedi. Görüyorsunuz işte analı-kızlı bir peygamberin öldürülmesini Allah’a karşı koymayı şeriatın emrini yok saymak için bir peygamberin öldürülmesi isteniyor. Kız öyle dedi; “Onu öldürülmekten başka senden bir şey istemiyorum onu öldüreceksin” dedi kız. Kız böyle deyip diretince, hükümdar, Yahyâ’yı çağırıp bir de leğen getirtti ve Hz. Yahyâ’yı boğazlattı. Hz. Yahyâ boğazlandı şehit edildi. Kız, Hz. Yahyâ’nın kesilen başını görünce: „İşte bugün gözlerim mutlu oldu.“ dedi. Allah ona ne belâ vereceğini bilmiyor serseri bunlar. Gâvurda îmân olmaz, gâvurda akılda olmaz. Sonra sarayının damına çıktı. Dikkat et! Bu kız sarayının damına çıktı ve damdan aşağıya düştü. Sarayın alt kısmında da yani yerde azgın köpekleri bulunmaktaydı. Tam o azgın köpeklerin içine düştü. Düşer düşmez köpekler saldırdı ve baka baka gözlerini, kendisini yemeye başladılar. Diri diri o köpekler o kızı yemeye başladı. İbret alması için, köpeklerin en son yedikleri şey gözleri oldu. Çünkü kendini köpekler kendi gözünün önünde yediler gözlerini sonraya bıraktılar -ki işte bir peygamber kâtili nasıl oluyormuş görsünler- diye. Ey dünya ibret al! Allah’ın şeriatının hiçbir emrine karşı konmaz. Koyarsan ibret al! Peki, o kadın öyle oldu, o hükümdar ne oldu? O hükümdarında başına gelmedik kalmadı o kadınında. Onlara ışık tutan, alkış tutan hâinlerin de bunların tümü cehennemi dolduran cehennem odunlarından başka bir şey değil. Ama odunlar yanar kül olur, bunlar yandıkça yanacak azâb üstüne azâb çekecek ölüm arayacaklar ölemeyecekler. Azâb üstüne azâb ile cehennemde kalmaya devam edecekler azâb içinde azâb üstüne azâb olarak. Sen Allah’ın emrine karşı koyacaksın da kurtulacaksın öyle mi? Kimse kurtulamadı. Ama Allah (Celle Celâlüh) (عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍۜ)“Azîzun zuntikâm’dır” bunu kimse unutmasın!
Evet, sevgili dostlarımız, İbret alması için, köpeklerin en son yedikleri şey gözleri oldu. Hz. Yahyâ öldürüldüğü zaman kanından bir damlası yere düşmüştü. Bu kandamlası, Allah’ın onların üzerlerine Buhtunnassar’ı göndermesine kadar kaynayıp durdu (Yahyâ’nın kanı kaynıyordu yerde). Nihâyet bir kadın Buhtunnassar’ın yanına gidip bu kandamlasını gösterdi. Buhtunnassar’ı daha önce anlattık yeri geldikçe de nice Buhtun-Nassar’lar var. Allah, bu kadın Buhtunnassar’a bu kandamlasını gösterdi Allah Buhtunnassar’ın kalbine bu kandamlası kaynamasını bırakıp sakinleşinceye kadar İsrâiloğulları’nı öldürmeye, kırmaya, yakmaya, yıkmaya devam etmesini içine ilhâm etti. O da, bu kandamlası sakinleşip duruncaya kadar onlardan yetmiş bin kişi öldürdü (İsrâiloğullarından).
Dakika 30:45
Evet, İsrâiloğulları peygamber kâtilidirler içinde iyileri yok etmeye çalışan bir zihniyet bunlar. Evet, sevgili dostlarımız, öyle ibretlerle dolu ki dünya tarihleri ibret alan için.
İbn-i İshâk ise bu konuda şöyle diyor: „Gerçek şu ki, İsrâiloğulları Bâbil’den döndükten sonra Beyt’ül-Makdis’i îmar ettiler. Şimdi Buhtunnassar onları yaktı-yıktı bir kısmını da esir olarak Bâbil’e götürmüştü. İşte aradan ne kadar zaman geçtiyse onu anlatıyor İbn İshâk da. Daha sonra eskisi gibi günah işlemeye başladılar. Bakın, esâretten kurtuldular, yakıldılar-yıkıldılar biraz başları selâmet bulunca yine azıp kudurmaya başladılar. İnsanoğlu böyledir. İsrâil’e bakıp da sadece İsrâil zannetmeyin insan tipleri böyledir de İsrâiloğulları hepsinden daha önde geliyor. Zulümde, azmakta, kudurmakta ve dünyaya bağlanmakta İsrâil önde geliyor. Onunda içinde iyileri müstesnâ. Yüce Allah da onlara peygamberler göndermeye devam etti. Fakat onlar, kendilerine gönderilen peygamberlerin bir kısmını yalanladılar, îmân etmediler bir kısmını da öldürdüler. Allah onlara en son olarak Hz. Zekeriyâ ile oğlu Hz. Yahyâ’yı ve Meryem oğlu Hz. Îsâ’yı peygamber olarak göndermişti. Fakat onlar, Hz. Zekeriyâ ile oğlu Hz. Yahyâ’yı öldürdüler. Dikkat et! Yahyâ’yı öldürdüler ama Zekeriyâ (Aleyhisselâm)’ı da öldürdüler Yahyâ’nın babasını. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ (Celle Celâlüh), onların üzerine Bâbil hükümdarlarından Cuders (Hardus) adında bir hükümdarı gönderdi. Bu hükümdar harekete geçip onların üzerine geldi. Dikkat edin! Nice nice zâlimleri diğer zâlimlere musallat etmektedir Cenab-ı Hak. Bu hükümdar yürüdü bunların üzerine ve bulundukları Şam (Suriye) bölgesine geldi. Beytü’l-Makdis’e gelince, fil sahibi olan askerlerinden Nebuzazan adındaki büyük bir kumandana: “Ben daha önce, İsrâiloğullarına karşı zafer kazanırsam, kanları askerlerimin arasında oluk oluk akıp, öldürecek hiçbir kimse kalmayıncaya kadar onları öldürmeye devam edeceğime yemin etmiştim.“ dedi. Görüyorsunuz Allah böyle zâlimleri böyle peygamber kâtillerine musallat ediyor. Ve şehre girip bu durum gerçekleşene kadar onları öldürmeye yani İsrâiloğulları’nı öldürmeye devam etmesini emretti o komutan ona. Bunun üzerine Nebuzazan şehre girdi ve onların kurbanlarını takdim ettikleri yere gelip durdu.
Dakika 35:05
Burada kaynayıp durmakta olan bir kan gördü o kan durmadan kaynıyordu ve: “Ey İsrâiloğulları! Bu kan neden kaynıyor?“ diye sordu: Onlar: “Bu, bizim takdim ettiğimiz, fakat kabul edilmeyen bir kurbanımızın kanıdır diye yalan söylediler. Yani Yahyâ’nın, Zekeriyâ ‘nın kanı demiyorlar, kâtilliklerini gizliyorlar peygamber kâtilleri. Bu yüzden kaynıyor.“ diye cevap verdiler. Nebuzazan onlara: “Bana doğruyu söylemediniz.“ dedi. Bu sefer onlar: “Hükümdarlık ve peygamberliğin arkası bizden kesildi, bu yüzden kurbanlarımız kabul edilmez oldu.“ dediler yine yalan söylediler. Bunun üzerine Nebuzazan, bu kan yüzünden, onların ileri gelen şahsiyetlerinden yedi yüz yetmiş kişiyi boğazladı, öldürdü. Fakat kan yine dinmedi ve kaynamaya devam etti. Bu defa âlimlerinden yedi yüz kişi getirilip onların da bu kan üzerine boğazlanmasını emretti. Nihâyet onlar da boğazlanıp öldürüldüler. Şimdi âlimleri niye öldürdü burada? Âlimler, zâlim hükümdara karşı her eğer zâlim peygamberin yanında yer alsalardı Allah onları kurtarırdı. Yer alanlar varsa onlar şehit oldular. Fakat kan yine dinmedi. Nebuzazan, bu kanın dinmediğini görünce onlara: “Ey İsrâiloğulları! Bana doğruyu söyleyin ve Allah’ın emrine karşı sabırlı olun. Yeryüzündeki hükümdarlığınız bir hayli uzun sürdü. Bu müddet içinde dilediğinizi yaptınız. Sizden erkek ve kadın, ateş üfleyecek bir kimse kalmayıncaya kadar öldürmezden önce bana doğruyu söyleyin.“ Yoksa kökünüzde bir tek kimse bırakmadan hepinizi öldüreceğim dedi.“ İsrâiloğulları ibret almaz içinde istisnâlar hâriç.
„İsrâiloğulları işin ciddiyetini ve katliamı ve onun şiddetini görünce, ona doğruyu söylediler.
Bu doğruyu tâ baştan söyleselerdi olmaz mıydı? “Bu kan, bizi Allah’ın gazâbına sebep olacak birçok şeyden menedip alıkoyan bir peygamberin kanıdır. Bu peygamber sizin haberinizi bize bildirmişti, fakat biz onu tasdik edip doğrulamadık ve öldürdük. İşte bu kan onun kanıdır.“ dediler. Nebuzazan onlara: “Bu peygamberin adı nedir?“ diye sordu, “Yahya bin Zekeriyâ idi.“ diye cevap verdiler Nebuzazan: “İşte şimdi bana doğruyu söylediniz. Rabbiniz işte bunun için sizden intikâm alıyor.“ dedi ve secdeye kapandı. Sonra çevresinde bulunanlara: “Şehrin kapılarını kapatın ve burada bulunan Cüders’in askerlerini şehrin dışına çıkarın.“ dedi. Onlar da kumandanın bu sözünü yerine getirdiler. İsrâiloğulları ile baş başa kalan Nebuzazan kana hitâben: “Ey Yahyâ! Benim ve senin Rabbin olan Allah, senin yüzünden kavminin başına gelenleri ve kanının karşılığı olmak üzere onlardan ne kadar kişinin öldürüldüğünü biliyor. Ey Yahyâ’nın kanı! Kavmin bitip tükenmeden Allah’ın izniyle artık yatış, sakin ol.“ dedi ve kan sükûnet bulup durdu. Bunun üzerine Nebuzazan onları öldürmeyi durdurdu ve: “İsrâiloğullarının inandığı Allah’a ben de inandım ve O’ndan başka Rabb olmadığına, yakînen tasdik edip îmân ettim.“ Yani burada peygamberlerin ilâhına Yüce Allah’a îmân ettim” dedi. Yoksa gâvur İsrâil’in değil de îmânlı İsrâil’in îmânını kastetti.
Dakika 40:42
Sonra İsrâiloğullarına: “Kanlarınız Cüders’in ordugâhının içine akıncaya kadar bana sizi öldürmemi emretti. Şimdi hükümdar o komutana bir çadır kurmuştu aşağılarda. İsrâiloğullarının kanı ırmak gibi akacak benim tâ çadırıma gelecek bu şekilde “İsrâiloğullarının kökünü keseceksin” diye o Nebuzzazan’a böyle emretmişti Cüders hükümdar. O da zaten keseceğini kesti de hepsi de tükenmesin diye birazlarını bıraktı ki o kalanlara acıdı. “Ben onun emrine karşı gelemem” dedi. İsrâiloğulları: “Öyle ise onun emrini yerine getir.“ diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Nebuzazan onlara bir çukur kazmalarını, sonra at, katır, eşek, sığır, koyun ve deve ne varsa getirip bunları boğazladıktan sonra çukura doldurmalarını emretti. Kan iyice çoğalıncaya kadar hayvanları boğazlatmağa da devam etti ki bu kan Cüders’in çadırına doğru ırmak gibi aksında yemini Cüders’in yerine gelsin İsrâiloğullarının kanı zannetsin diye. Sonra biriken kanların üzerine su döktürmek sûretiyle kanın Cüders’in ordugâhına kadar akmasını sağladı. Bundan sonra daha önce öldürmüş olduğu kimselerin cesetlerinin getirilmesini ve bunların, hayvanlarla doldurulmuş olan çukurun üzerine atılmalarını istedi. Nihâyet getirilen cesetler, daha önce hayvanlarla doldurulmuş çukurun üzerine bıraktılar. Cüders, kanın ordugâhına kadar geldiğini görünce, Nebuzzazan’a haber gönderip: “Artık öldürme işini durdur, yaptıklarının intikâmını onlardan aldım.“ dedi.“
Evet, sevgili dostlarımız!
İşte bu, Yüce Allah (Celle Celâlüh)’un İsrâiloğullarına gönderdiği imhâ hadiselerinin halkalarından bir halkasıdır. Allah, bu hadiseyi peygamberi Hz. Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a şu âyetlerle bildirmektedir:
“Biz Kitap’ta İsrâiloğullarına şu hükmü verdik: Siz o ülkede iki defa fesâd çıkaracaksınız ve (bana karşı) büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız! İşte o iki (fesâdınızdan) birincisinin zamanı gelince, sizin üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik, onlar da evlerin aralarına kadar girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir vaat idi. Sonra tekrar size, onları yenme imkânı verdik; sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinize olur. Sonuncu (başkaldırmanızın cezâlandırılma) zamanı gelince, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebep olsunlar), ilk kez girdikleri gibi Mescid’e (Beytü’l-Makdis’e) girip (tahrip etsinler) ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye (yine öyle kullar gönderdik). (Tövbe ederseniz) Rabbinizin sizi esirgemesini tövbenizi kabul etmesini umabilirsiniz. (Eğer tekrar fesâda) dönerseniz, biz de sizi (cezâlandırmaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yaptık.“ (İsrâ‘ Sûresi, âyet 4-8)’e kadar bu bildirilmektedir.
Dakika 46:25
İsrâiloğulları tövbeden vazgeçiyor azıyor, kuduruyor Allah bir cezâ daha gönderiyor. İnsanoğlu böyle, Cenab-ı Hak affediyor, kurtarıyor tekrar azıp kuduruyorlar tekrar başlarına belâ geliyor. İnim inim inliyorlar tövbe ediyorlar fakat tekrar yine azıp kuduruyorlar. Ey insanoğlu İsrâiloğullarından ibret alın! İsrâiloğulları Kur’an-ı Kerim’de niye çok ibret sahnesi olarak gösteriliyor? Dünya ders alsın diye, öncelikle Müslümanlar ders alsın diye. Ey Müslüman ders al ders! İsrâil’in yaptığını sende yaparsan, hak yoldan saparsan, İslam şeriatını bırakırsan başına gelecekleri düşün! İşte zâlimin biri gider biri gelir başın belâdan kurtulmaz. Biz hatırlatıyoruz ister inan ister inanma! Bugün dünya yarın Yüce Mevlâ’nın huzuru O’na hesap vereceğiz. Ölmeyen, ölmeyecek olan birisi var mı? Yok. Ölüm Allah’ın ölüm askerleri tarafından seni bu dünyadan alıp öbür mahşere hazırlıyorlar. Mezar, senin mahkeme salonunda bekleme yerin gibidir orada mezarda bekletiyorlar seni büyük mahkemeye çıkaracaklar. Seni bu dünyadan canını alıp mezara götüren Azrâil (Aleyhisselâm)’ın askerleri mezardan da seni çıkarıp İsrâfil’in askerleri de sûr’a üfürünce Allah’ın o askerleri de seni mezardan kaldırıp mahşere büyük mahkemeye gelip getirecekler istesen de istemesen de. Ağa ol, paşa ol, general ol, mareşal ol, kim olursan ol evliyâ ol, eşkıya ol Allah’ın huzuruna gelip hesap vereceksin. Ne patron ne işçi hepsi… Patron patronluğunu doğru doğru yaptıysa, hükümdar hükümdarlığını doğru yaptıysa, işçi işçiliğini doğru yaptıysa, asker askerliğini doğru yaptıysa, âmir âmirliğini, me’mur me’murluğunu doğru yaptıysa ne âlâ. Doğrunun adresi ne? İslam şeriatının ölçülerine göre hayat yaşayacaksın, Allah’ın kânûn ve kurallarına uyacaksın. Sen zâlim hükümdarlara yağ yakacaksın, patrona yağ yakacaksın ondan sonra Allah’ın emirlerini bırakacaksın, terk edeceksin, Allah’a isyân edeceksin patronlara yağ yaktım da onların koltuğunda yaşıyorum diye aldanacaksın. Bu seni ebediyyû’l-ebed pişman edecektir.
Dakika 50:10
Allah’a kul Allah’a Peygamber Muhammed’e tâbî ol kurtuluşun yolu sadece bu. İslam’dan başka din yok ki Allah’tan başka ilâh yok bütün peygamberlerin dini İslam bunu sık sık hatırlatıyoruz. İslam’ın yolundan kimse saparsa işte başına gelmedik kalmadı. Bu kıyâmete kadar böyle kıyâmette de Mevt-i Külli toplu bir ölümle herkes ne yapacak? Toplu bir ölümle ölmeyen kalmayacak Allah’ın dilediğinden başka. Ondan sonra mezardan kaldırma hareketleri dirilme başlayacak, ondan sonrada büyük mahkemeye fırlayarak seni götürecekler ve Allah’ın huzurunda bütün insan ve cinler O’nun dilediği bütün mahlûkat huzurunda toplanmış olacak ve hesaba çekileceksin. Günahların sevapların boynumda takılı, amel defterini boynunda takılı mahşere geleceksin ve kaderinde ezelde yazılan defterlerde Levh-i Mahfuz’dan uçuşarak onlar da gelecek iki defter iki amel defteri yan yana konacak. Ezel’deki yazılanlar ile buradan senin kendi irâdenle yaptığım ameller orada karşılaşacak. Allah’ın ilminin şaşmadığını göreceksin. Allah’ın ilmi şaşmaz Allah’ın ilmi her şeyi kuşatır. Kadere inanmak Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığına inanmaktır. Allah her şeyi bilir ona göre yazar. Senin irâdene göre senin ne yapacaklarını ezelde Allah tarafından biliniyordu. Senin muallik kaderin ona göre yazıldı senin isteğine göre yazıldı ve bunun kanıtlamak içinde sen onu irâdenle işledikçe de Kirâmen Kâtibin ne yaptılar; Sağında solunda ki sevap ve günahlarını yazan meleklere de ayrıca yazdırdı ki Cenab-ı Hak senin irâdenle bunları işledin bu amelleri sevap veya günah ne işlediysen. Bunlar senin irâdene göre yazıldı ezelde de bilindi biliniyordu. Allah her şeyi bilir. Her şeyi bilmez diyen kişiler sapık Ehl-i bid’at zihniyetidir. Ya direk Allah’a inanmayan kâfirlerdir veyahut da Allah’ı doğru tanımayan Ehl-i bid’attir Mu’tezîle de olduğu gibi. Evet, sevgili dostlarımız biz hatırlatıyoruz sadece hatırlatıyoruz.
Yüce Allah, İsrâiloğullarının başına ilk vakada Buhtunnassar ve ordusunu musallat etti. Sonra İsrâiloğullarına tekrar devlet ve galebe imkânı verdi. Bundan sonra ise son vakada onların üzerine Cüders ve ordusunu musallat kıldı. Bu son vak’a İsrâiloğulları için öbüründen daha ağır oldu; ülkeleri harap oldu, savaş erleri öldürüldü, kadınları ve çocukları esir edildi. Bu hususla ilgili olarak Yüce Allah: “ “ galebe ve istilâ ettiklerini mahvetsinler diye (başınıza yine düşmanlar musallat ettik.)“ buyuruyor (İsrâ‘ Sûresi, âyet 7)’de.
Bazı âlimler, Hz. Yahyâ’nın Erdeşir bin Bâbek’in döneminde öldürüldüğünü söylemektedirler. Evet, haberler farklıda olsa durum sonuçta değişmiyor sevgili dostlarımız. Zekeriyâ (Aleyhisselâm)’ın öldürülmesiyle de bir sonraki dersimiz devam edecektir. Ondan sonrada Hz. Îsâ Mesih’in doğması ve peygamberliğinden itibâren son anına kadar ki durumu hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Bunların daha sağlamını sizlere Tefsir Derslerimiz de zaten verdik şimdi de Tarih Derslerimiz ’den keşif notları veriyoruz.
Dakika 56:00