İslam Tarihi Ders 40
40- İslam Tarihi Ders 40
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,
Tarih Külliyâtından keşif notlarımız devam ediyor. Sizlere Fars hükümdarlarının tabakalarını sizlere kısaca söyleyip konumuzu yürüteceğiz. Fars hükümdarlarının birinci tabakası Pişdâdiler’dir, ikincisi Keyâniler, üçüncüsü Eşgâniler ve dördüncüsü Sâsânîler’dir. Sâsânîler’in içerisinde Erdeşir öne çıkmaktadır ve bunları kısaca bildirdikten sonra detayına geçmeden bu dönemin Zu-Nüvâs’ın hükümdarlığı zamanındaki Müslümanlara ehli îmâna o zamanın İslamiyet’i Îsâ peygambere inananlar idi. Hz. Muhammed’den önceki olaylar bunlar.
Zu-Nüvâs’ın hükümdarlığı ve Eshâb-ı Uhdud Meselesi hendekler kazılıp ateşe atılması o zamanın inananlarının, işte görüyorsunuz bu konuyu da Tefsir bölümümüzde sizlere bunları anlattık. Şimdi de Tarih ile ilgili olan kısmını İbn-i Abbâs Hazretlerinden dinleyelim;
İbn-i Abbâs anlatıyor: „Necrân’da Zu-Nüvâs’ın adında Himyer hükümdarlarından bir hükümdar vardı. Asıl adı Yusuf bin Şürahbîl olan bu hükümdar, Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın doğumundan yetmiş yıl önce yaşamıştı. Onun çok maharetli bir sihirbazı vardı. Bu hünerli sihirbaz yaşlanınca hükümdar Zu-Nüvâs’a: “Ben artık yaşlandım, bir genç gönder de ona sihir öğreteyim.“ dedi. İşte görüyorsunuz ki bâtılın adamları haktan kaçarlar. Yalandan, sihirden ve şirkten-küfürden medet umarlar ve zulüm üzerinde de iktidar olurlar. Bunun üzerine hükümdar ona sihir öğretmesi için Abdullah bin Sâmir adındaki genci gönderdi. Abdullah sihir öğrenmek için sihirbazın yanına gidip geliyordu. Yolu üzerinde ibadetiyle meşgul olan güzel okuyuşlu bir orada Îsâ (Aleyhisselâm) dininde bir din adamı vardı –ki o zamanın İslam’ıdır bu- o zamanında Müslüman âlimidir o. O zaman bunlara rahip ismi veriliyordu. Bir defasında bu genç onun yanına gelip oturmuş ve hâlini çok beğenmişti. Sihirbaza giderken bu genç o âlim kişiye uğruyor. Hocası sihirbazın yanına giderken önce rahibin yanına uğrar, bir müddet yanında kalır, sonra yanına geldiğinde hocası olan sihirbaz:
Dakika 5:05
“Niçin geç kaldın?“ diyerek onu döverdi. Yine o, babasının yanına dönerken de o bilge kişiye Müslüman âlime uğrar ve bir müddet yanında kalırdı. Babasının yanına geldiğinde: “Neden geç kaldın?“ diye bu defa babası sorar ve döverdi. Bakın bu genç hem babadan sopayı yiyor hem de sihirbazdan sopayı yiyor sırf o âlim kişinin yanına uğradı diye. Çocuk durumu o an için daha gizliyor. Nihâyet Abdullah adındaki bu genç durumu rahibe anlatıp şikâyet etti. Bunun üzerine o âlim kişi: “ Sihirbazın yanına geldiğin zaman: ‚Beni babam bekletti‘, babanın yanına geldiğin zaman da: “Sihirbaz beni yanında fazla tuttu‘ dersin.“ diyerek ona yol gösterdi. Görüyorsunuz o zamanın Müslüman din adamları da ne kadar zorda yaşadıkları ortada. Bakın doğruyu söylemek küfrün adamlarının yanında ne kadar zor ki tâğutların idâresinde ki din adamların durumuna bir bakın ne kadar zahmetli bir ortamda yaşıyorlar. Bu sıralarda o beldede toplumun yolunu kesen büyük bir yılan vardı; bu genç yılanın yanından geçerken attığı bir taşla onu öldürmüş ve gelip durumu rahibe haber vermişti yani din adamına. Bunun üzerine âlim kişi O’na: “Başına bir hâl gelecek ve pek yakında bir belâya mâruz kalıp imtihan edileceksin. Bu belâ ile karşılaştığın zaman sakın beni kimseye söyleme.“ diyerek tembihte bulundu. Çünkü o zamanki idâre Müslümanlara zulmeden zâlim putperest bir gaddar bir idâre. Bunu da o din adamı iyi bildiği için o âlim kişi böyle delikanlıya böyle tembih etti. Bu genç anadan doğma körlerin gözlerini açıyor, abraşlık hastalığını iyileştiriyordu. Bu da peygamberin mûcizesi ümmetinde kerâmet olarak zuhur eder. …İnsanlara şifâ dağıtır hâle gelmişti. Bu hükümdarın amcasının gözleri görmeyen kör bir oğlu vardı ve o bu gencin hâlini, yılanı nasıl öldürdüğünü duymuştu. Bir gün gencin yanına gelerek ondan: “Gözlerimi geri vermesi için Yüce Allah’a dua et.“ diye ricada bulunmuştu. Onun bu ricası üzerine genç: “Eğer Yüce Allah gözlerini geri verip iyileştirirse O’na îmân eder misin?“ diye sordu. O da: “Evet, îmân ederim“ karşılığını verdi. Bunun üzerine genç: “Allah’ım! Eğer o sözünde sâdık ise gözlerini geri ver!“ diyerek dua etti. Yüce Allah (Celle Celâlüh) duasını kabul buyurdu ve hemen adamın gözleri görmeye başladı. Sonra bir gün hükümdarın yanına geldi, hükümdar onun gözlerinin açılmış olduğunu görünce o zâlim gaddar hükümdar şaşırıp kaldı ve ona gözlerinin nasıl açıldığını sordu. Fakat amcasının oğlu hükümdarın bu sorusunu cevapsız bıraktı ve gözlerinin açılması husûsunda hiç bir şey söylemedi. Çünkü o amcasının oğlu olan hükümdar zâlim mi zâlim, Firavun mu Firavun ve tam bir müşrik putperest inananlara zulmeden birisi.
Dakika 10:45
Ancak daha sonra hükümdarın ısrârı üzerine gözlerini açan kişinin bu genç olduğunu söyledi. Yani söylemek zorunda bıraktı. Nihâyet emriyle bu genç huzuruna getirildiğinde hükümdar ona: “Gördüğüm kadarıyla sihirbazlıkta bir hayli ilerlemişsin.“ dedi. O zannediyor ki bu bilgeleri sihirbazdan aldı bu genç zannediyor. İşte sapıklar bâtılın adamları hep böyledir.
Bunun üzerine genç: “Ben kimseye şifâ vermiyorum; ancak Allah dilediği kimseye şifâ verir.“ diyerek karşılık verdi. Bundan sonra hükümdar gence işkenceye başladı. Bakın Allah demek suç, Allah’ın emrini yapmak suç îmân etmek suç kâfirin yanında. Ey dünya Müslümanları! İşte durum bundan ibârettir. Küfürle îmân ebediyyû’l-ebed bağdaşamaz hem de ebediyyû’l-ebed ezelî ve ebedî küfürle îmân bağdaşmaz. Küfür îmânı yok etmek ister, îmânda küfre karşı kendini savunur ve küfre derki küfrün adamına: “Küfürden vazgeç!” der. Îmânın görevi îmânlının görevi bambaşkadır. İşte görüyorsunuz artık gence bu gence îmânlı gence işkence başladı. Bu defa hükümdarın huzuruna o âlim kişi getirildi ve ona dininden dönmesini teklif etti. Görüyorsunuz gâvur ne yapıyor? Îmânı yok etmek istiyor, îmânı bırak diyor. Müslümanlığı bırak; “Hâşâ! Allah’ı-peygamberi bırak gel benim putlarıma tap diyor açıkça. Zâlim, bâtıl, tâğutî sistemlerin hepsi böyledir. Fakat rahip onun bu Müslüman âlim kişi onun bu teklifini reddetti. Bunun üzerine hükümdarın emriyle bir testere ile o âlim kişinin başını ortasından gövdesi ikiye ayrılıp öldürüldü yani şehit edildi. Ecel vakti gelince kişi şehit olur ama Hak bâki kalır, bâtıl ise cehennemi doldurur. Bundan sonra huzuruna gözleri açılan amcasının oğlu getirildi. Dikkat et! …ve hükümdar ona da dininden dönmesini teklif etti, ancak bu teklifi kabul etmeyince onun da gövdesi aynen ikiye ayrılıp öldürüldü o da şehit oldu. Görüyorsunuz ne mûcize tanıyorlar ne kerâmet. Bâtılın gözünde sadece bâtıl vardır. Bâtıl, küfür, şirk, nifâk onun gözüne perde olmuştur kalbi perdelidir, mühürlüdür ve bunlar gerçeği görmezler. İşte kellesi kesilecek bu zâlimlerdir. Ama İslam onunda ıslâh olmasını ister Müslüman ona çalışır.
Dakika 15:08
Daha sonra hükümdarın huzuruna Abdullah adındaki bu genç îmânlı bu genç getirildi ve hükümdar ona da dininden dönmesini teklif etti, fakat genç bu teklifini reddetti. Bunun üzerine hükümdar onu öldürmek için yüksek bir dağın tepesine gönderdi ve buradan aşağıya atılmasını emretti. Gencin: “Allah’ım! Onların hakkından gel!“ diye dua etmesiyle birlikte dağ sarsılıp sallanmağa başladı ve genci dağın tepesine çıkaranlar oldukları yerde helâk oldular. Bundan sonra genç sağ sâlim hükümdarın yanına geri döndü. Bakın Allah hükümdara nasıl bir âyetler, beyyinatlar, deliller gösteriyor ki îmâna gelsin onun sebebiyle de o millet o devletin meselâ ne kadar fertleri toplumu varsa onlarda Müslüman olsun diye bakın Cenab-ı Hak ona ruhsat tanıyor. Genç onun yanına geri döndü ve hükümdar ondan adamlarının durumunu sordu. Bunun üzerine genç ona: “Allah onların hakkından geldi.“ diye cevap verdi. Ey Müslüman! Îmânını yakîne ulaştırmak için Allah’a yalvar! Buna öfkelenen hükümdar, bu defa onu denize atmaları için bir gemiye bindirip gönderdi. Bak ibret almıyor zâlimleri görüyorsunuz o hükümdarlık sanki orada ebedî kalacakmış gibi. İşte Firavunlar böyledir, Nemrutlar-Şeddatlar böyledir, emsâli kâfirler hep beyledir zâlim kâfirler! Bu genci alıp götürdüler, şimdi de denize atacaklar. Denize atmak istediklerinde genç: “Allah’ım! Onların hakkından gel!“ diye yalvardı. Yanındakiler boğuldular, genç yine kurtuldu ve tekrar hükümdarın yanına geldi. Bak hükümdara nice fırsatlar doğuyor îmân etmesi için ama zâlim mi zâlimler cehennemi dolduracak olanlar aslâ ve aslâ îmânda nasipleri yoktur. Bunun üzerine hükümdar onun kılıçla öldürülmesini emretti. Vurmalarıyla birlikte kılıcın ağzı tersine dönüp kesmedi. Böylece gencin durumu Yemen’de yayıldı, halkın arasında saygı ve değeri arttı. Bu arada halk, toplum onun doğru yolda olduğunu da anladı. Nihâyet genç son olarak hükümdara: “Sen beni öldürmeğe güç yetiremezsin; ancak memleketindeki ahâliyi toplayıp onların gözleri önünde: ‚Bu gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla‘ diyerek bana bir ok atarsan o zaman öldürebilirsin.“ dedi. Bu da o gencin şehit olma zamanı geldiği için artık hükümdara gösterilecek harikalar bitti. Hükümdar artık ya cehenneme yahut ta îmân edecek Müslüman olacak başka çâresi yok. Hükümdar onun bu dediğini yaptı ve genci öldürdü. Gencin şehit olma zamanı geldi yoksa kimse öldüremez. Müslüman şehit olur. Onun şehitliği mukadderdir de onun için. Yoksa hiçbir gâvur bir Müslümanı bir insanı diğeri öldüremez yoksa Allah’ın takdiriyle olur ve bir de o kâtiller cehennemi doldurmak içindir.
Dakika 20:00
Bu manzara karşısında orada toplanan ahâli hep birlikte: “Biz, bu gencin Rabbine inandık.“ dediler. Toplum Müslüman oldu işte Cenab-ı Hakk’ında o gence bu kadar bu harikaları vermesinin hikmeti sebebi budur. Îmânda nasîbi olanlar Müslüman olsun diye bunlar gösteriliyor. İşte bu sırada hükümdara: “Korktuğun başına geldi.“ denildi. Çünkü toplum Müslüman olmaya başladı. Bunun üzerine hükümdar îmân edeceği yerde dikkat edin daha da gâvurluğunu arttırdı, şehrin kapılarını kapattı ve çukurlar kazdırıp içlerini ateşle doldurdu, sonra ahâliyi ateşe atıp dininden dönenleri serbest bıraktı, dönmeyenleri ise çukurlara atıp yaktı.“
İşte Eshâb-ı Uhdud denilen Kur’an-ı Kerim’de anlatılan bu zâlim hükümdarın durumu bu şekilde anlatılırken;
„Bu sırada îmân eden ahâlinin arasında bir de kadın vardı ve bu kadının üç oğlan çocuğu bulunuyordu. Bunlardan bir tanesi küçüktü ve süt emme çağında idi. Hükümdar bu kadına: “Dininden dön, yoksa seni ve çocuklarını öldürürüm.“ diyerek tehdit etti, fakat kadın dininden dönmedi. Ey dünya Müslümanları! Tâğutlara, zâlimlere, kâfirlere yağ yakmayın! Bakın şu kadının hâlinden ibret alın! Bakın ateş çukurları hendeklerde ateş dolu insanları ateşlere doldurup yakıyorlar. Ve bu kadının da çocuklarıyla kadında ateşe atılmak için oraya getirildi. Ama hükümdara onun îmânı gürledi hükümdarın dininden dön demesiyle hükümdarı ret etti. İşte kahraman kadın, îmân dolu kahraman kadın bu işte bunun gibiler. Bunun üzerine hükümdar iki büyük oğlunu çukura ateşte atıp yaktı, fakat kadın îmânında sebât gösterip dininden dönmedi. Bu defa hükümdar kucağındaki küçük oğlunu alıp ateş çukuruna atmak istedi. Bu durum karşısında kadın bir an durakladı aklından bir şeyler geçirmek istedi, fakat küçük çocuk daha süt emen çocuk kucağında yavru çocuk annesine: bu da Allah’ın hidâyeti işte. “Anneciğim! Sakın dininden dönme, benim ateşe atılmamın sana bir zararı yok.“ dedi. Ateş çünkü Allah onlara ateşe yaktırmıyordu sadece onlar şehit oluyorlardı. Yanıyor görünüyorlardı hepsi cennete uçup gidiyorlardı. Bu durum karşısında hükümdar bu zâlim Zu-Nüvâs denilen melun hükümdar önce çocuğu, sonra hemen arkasından annesini ateş çukuruna atıp yaktı. Ona göre yaktığını zannediyor. Kendi ebedî yanacak bunlar cennete uçacaklar ve uçtular haberi yok. Kâfirin bundan ne haberi olsun ki! İşte küçük yaşta konuşanlardan daha süt emen yeni doğmuş yeni bir çocuk bu. Küçük yaşta konuşanlardan bir tanesi de bu çocuktur. “ Cenab-ı hak dünyaya insanlık âlemine ibret olsun diye nice ibretli sahneler göstermiştir.
Dakika 25:05
Fakat Ebû Cehiller cehennemde ebedî kalacaklardır. Ebû Cehil gibi tâğut put uşakları cehennemi dolduracaklardır. Onun içinde Ebû Cehil âlemlerin rahmet peygamberinin nice mûcizelerini gördü îmân etmedi ve kızıl kâfir olarak cehennemi boyladı. Ey dünyada ki Müslümanlar! Bir tane dünyada tek kalsanız bile senin îmânın cihâna bedeldir. Çünkü îmânın dostu Allah’u Teâlâ’dır. Îmânlının dostu Allah olunca sana kimin gücü yeter ki! Ölürsen şehit kalırsan gâzisin korkma, Allah’tan başka kimseden korkma! Ama senin îmânın, senin merhametin senin o ruhu millî olan rahmet merhamet dolu olan senin o îmânın var ya dünyayı kucaklayan bir merhametle sen dünyayı İslam’a çağırmaya o merhamet ile devam et inanan inanır, inanmayan inanmaz kendi bilir.
Rivâyet edildiğine göre, Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhü) Hazretleri’nin halîfeliği döneminde adamın birisi Necrân’da bir harâbeyi kazmış. Bu sırada elini başının üzerindeki bir darbe yarasının üzerine koymuş vaziyette bulunan Abdullah bin Sâmir ‘in cesediyle karşılaşmıştı. O genç işte bu hükümdara karşı îmânın kahramanı ola genç bu. Cesedi oturur vaziyetteydi ve eli başındaki yaranın üzerinden çekildiğinde kan akıyor. Dikkat edin aradan yıllar geçmiş! Serbest bırakıldığında ise tekrar elini başının üzerindeki yaranın üstüne koyuyordu. Bunun örneği nedir? Kur’an-ı Kerim’de şehitler ölmez. İşte bu da bunun açık göstergelerinden biri.
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ﴿١٥٤﴾
Ne diyor Cenab-ı Hak: (Bakara Sûresi, âyet 154)-“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyiniz onlar diridirler, siz farkına varamazsınız, şuuruna eremezsiniz”. Nihâyet bu harâbeyi kazan adam bir mektup yazarak durumu Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh)’a bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer de yazdığı bir mektupta, cesedi olduğu gibi bırakmalarını ve üzerini kapatmalarını emretti.
Ey dünya! Sana nice nice sana îmân etsin bu dünya diye Cenab-ı Hak sana ibret belgeleri gösteriyor, alacağın dersleri gösteriyor Müslüman ol diye; olmazsan kendin bilirsin. Bizde zorbalık yok, bizde gerçekleri doyurmak var. Özgür hür irâdenle îmân edersen o îmân îmândır. Birinin baskısıyla zoruyla yapılan îmânlar îmân değildir, ibadetler ibadette değildir.
Dakika 30:00
Onun için Müslüman Allah’u Teâlâ’ya sıkıca bağlanan, Allah’ın emrinde hareket eden, Hz. Muhammed’e tâbî olan sıkıcı ona tâbî olan O’nun şeriatına tâbî olan kişi Müslümandır. Kendi kafana göre hareket edeceksin, Kur’an-ı Kerim’in yerine kendi sapık aklını koyacaksın, Allah’ın yerine kendi nefsini koyacaksın hâşâ Peygamberin yerine yine kendi sapık aklını koyacaksın, şeriatın yerine yine kendi hevâna uyacaksın ondan sonra da Müslümanım diyeceksin. Gök kubbenin altında en büyük günah kendi hevâsına uymaktır. Kur’an-ı Kerim’in yerine kendi aklını koyduğun zaman, Peygamberin yerine kendini koyduğun zaman kendi zevkine, kendi keyfine, kendi hevâna uyuduğun zaman senden daha büyük günahkâr bu gök kubbenin altında bulunmaz. İşte kendi hevâsını ilâhlaştırıp kendi hevâsına tapanlar işte bunlar. Bugün şöyle bir topluma bakın toplum, Kur’an-ı Kerim’den haberi olmadan ahkâm kesenlerin haddi hesabı yok. İslam’dan hiçbir haberi yok kelime-i şehâdetin dahi anlamı bilmiyor, kelime-i tevhîdin dahi anlamını bilmiyor. Ama kendisinin kendi hevâsını İslam’ın yerine koymuş kendini Müslüman zannediyor. Ey Müslüman bu durumdan da vazgeç kendini gözden geçir Allah’ın emrine teslim ol İslam’ı öğren. İslam’ı doğru öğren sapık-supuk yollardan da İslam’ı öğrenme! Dosdoğru İslam’ı İslam’dan öğren. Müçtehitler düzeyinde bir okul dünyada sürekli bu okul devam ediyor. İşte bu müçtehitler düzeyinde ki okulda oku! Müfessirler, muhaddisler, fâkihler düzeyinde ki okulda oku! Kafasına göre bana göre şöyle, bana göre böyle diyenlerden uzak dur ve sahte tarikatlardan da uzak dur! Hak tarikat gerçek tasavvuf, İslam şeriatını bilmek ve yaşamaktadır. Bunun dışındaki tasavvuflarda tamamen ya Hinduizm’e dayanır ya Yunana, Aristo’ya Sokrat’a veyahut Eflatun’a veyahut ta Budizm’e ve Hinduizm’e dayanmaktadır. Hep bunların kuyruğu dışarıda senin içerine birer kol atmışlar. İslam’ın şeriatına İslam nizâmını uyumayan hiçbir şey İslam’dan değildir. İslam adına uygulanan tarikatların pek çoğu İslam’a uymayan tarafları ile tarikat değildir. Hak tasavvuf İslam’ın kendisini doğru öğrenmek doğru yaşamanın adıdır. İşte Şâh-ı Nakşibend’ler, Abdulkâdir Geylânî’ler ve onların kökeni Dâvûd’u Tâî’ler, Cüneyd-i Bağdâdî’ler o ekolde Abdul Kerim el-Kuşeyrî’ler o ekolde okuyanlara şöyle bir bak bunlar hep şeriatı İslam şeriatını İlmel yakîn tahsil etmiş büyük zât-ı muhteremlerdir ve kendilerini Allah’a adamışlardır Allah’ın rızâsını kazanmak için. İslam şeriatını zâhirde ve bâtında uygulayıp onu yaşayan insanlar işte gerçek tasavvuf oradadır. İslam’dan bir haberi yok adam bir secde kıbleye doğru Allah’a secde ediyor birde şeyhine dönüyor şeyhe secde ediyor Bunun adını tarikat koymuşlar. Nefsine uygun ne varsa getirmişler doldurmuşlar kadını-erkeği bir araya ondan sonra af edersin bir tarafta kerhane misâli bir yaşantı var, öbür tarafta Allah diyerek toplum kandırılıyor bunun adını da tarikat koymuşlar.
Dakika 35:10
Daha bunun gibi İslam’ın ilmine ilmen yakîn İslâmî ilimlere İslam şeriatına müçtehitlerin, fâkihlerin, muhaddislerin, müfessirlerin o düzeyde yüksek bir İslam anlayışı olan -ki Peygamberimizin yolunu, Ashâb-ı Güzin’in yolunu takip eden ilim yoluyla gerçekleri kavrayan… Bugün ilim adamlarına hiçbir sözümüz yok bunların değeri çok yüksektir. Bunlara gece-gündüz rahmet okuyun. Mezhepsizliği de tekrar dile getiriyorum. Mezhep demek: İslam’ı müçtehitler düzeyinde okumak öğrenmek demektir, bilmeyenin bilenden öğrenmesi demektir, bilmeyenin bilene ilmel yakîn tâbî olması demektir. Mezhepleri dışlamayın sakın! Mezhepler bugün; Hanefî’si, Mâlikî ’si, Şâfiî ’si, Hanbelî’si ve bunlara yakın diğer müçtehitlerimiz bunların tamamı en üst düzeyde İslâmî bir okuldur bunlar, ekoldürler bunlar. Dünyayı doğru okutan doğru okuyan işte okullar bunlardır ve bunlar kesintisiz bugüne kadar gelmiştir. Bunların ilmî yarışları ve ulemânın yüksek ulemânın ilimdeki farklı görüşleri büyük bir zenginliktir. Bir ağaçta dal bir tane değil ağacın kökü bir ama dalları, çiçekleri, yaprakları ve meyveleri pek çoktur. Onun için Yüce İslam’ın büyük ulemâ tabakasını müçtehitleri sakın ola ki bunlara gece-gündüz rahmet okuyun bunlar büyük şahsiyetlerdir. Onun içinde mezhep demek İslam’ın dışında bir şey öğretilmesi demek değildir. İslâmî ilimleri, Kur’an-ı Kerim’i, sahîh sünneti, icmâyı-kıyası, aslî ve fer’i delillere dayanan İslam anlayışını doğru okumak doğru okutmak anlamında bir okuldur mezhepler. Ama hak mezhepler bâtıl mezheplerde var. Bâtıl mezhepler, meşrepler var Kur’an-ı Kerim’i yanlış anlamış yanlış anlatıyor ve bugün dünyada Hâricîler Peygamberimiz bunları haber vermiş bâtıl mezheplerin durumunu. Bugün kimisi kaderi inkâr ediyor, kimisi Müslümandan başkasına kılıç çalmıyor kâfir demediğini dünyada Müslüman bakmamış o kadar bâtıl sapık mezhepler var. Bir kısmı da İslam’ın farzlarını, vaciplerini tamamen dışlamış kendini İslam’dan dışladığının farkında değil. Bunun gibi zaten derslerimizin tümünün içinde yeri geldikçe bunlara değinerek geldik. Sakın ola ki bilenler bilmeyenlerin önderi ve rehberidirler. İşin sahtesinden sakının! Sahte bir çuval altın ile sahte altınlarla pazara gitsen bir dirhem bir şey alamazsın, alış-veriş yapamazsın! İşin bir sahtesi var bir gerçeği var. Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak, doğru anlatmak işte bu ekoller okullarımız ki yüksek âlimler bize kadar bunu sağlam getirdiler. Bizden sonra da bu iş kıyâmete kadar İnşâ’Allah sapasağlam devam edecektir ama bunun yanında bâtıl zihniyetlere de dikkat edilmesi gerekmektedir. Şimdi İslam nizâmının düşmanı olan tâğutî ne kadar zihniyetler varsa bunlar işi çarpıtırlar çarpıtıyorlar. İşi çarpıtanlara da dikkat edin! Çarpık zihniyetlere de dikkat edin! Çünkü işi çarpıtmadan doğruyu söyle adam yapar veya yapmaz onu kendi bilir. İnanır veya inanmaz kendi bilir ama doğruyu söylemek gerekiyor.
Dakika 40:05
Bin kere öldürseler haktan doğrudan şaşma! Bin kere dirilsen bin kere öldürseler yine haktan doğrudan şaşma!
(فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ)
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” diyen Yüce Allah’ın kendisidir Allah böyle buyuruyor (Celle Celâlüh). “Sadakallâhülazîm” (فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ) Emrolunduğun gibi dosdoğru olmak zorundasın, zorundayım, zorundasın hepimiz böyle.
Eve sevgili dostlarımız, sizlere bu Eshâb-ı Uhdud hakkında da bu bilgiyi verdikten sonra Habeşlilerin Yemen’i istilâ etmeleri ki işte o zaman ki dünyada Hazreti Ömer’in bakın zamanında bu harika zuhur etmiş. O genç kahraman bahtiyar gencin bak durumu mezarı şehit olduğu dipdiri sapasağlam olduğu da ortaya Cenab-ı Hak dünyaya ibret olsun diye göstermiştir. Şimdi Yemen’in istilâsı konusuna da İnşâ’Allah bir sonraki dersimizle ona başlamaya gayret edelim İnşâ’Allah’u Teâlâ. Çünkü bunlardan alınacak tarih demek ibret almak demek, ders almak demek. Eğer sen tarihten ders almazsan -ki bunun esas anası bütün ilimlerin doğru adresi Kur’an-ı Kerim’dir, sahîh hadis-i şeriflerdir. Zaten biz onları verdikten sonra bak en son tarihe geldik. Niye? Kur’an-ı Kerim’e uymayan tarihi hadiseler de doğru değildir, hadis-i şeriflere ters düşenlerde doğru değildir. Adresin doğrusu Kur’an-ı Kerim, sahîh sünnettir. Onun için sevgili dostlarımız, buraları biz temeli sağlam attıktan sonra tarihi bilgileri veriyoruz. Tarihi bilgilerin içinde asil köke dayananlar vardır belgeli olanlar vardır, belgesiz olanlar da vardır. Şimdi bak buradaki Zu-Nüvâs’ın hendekleri kazdırıp ateşte yakmaları Kur’an-ı Kerim’de var bunların aslı. İşte Kur’an-ı Kerim’de olan, sahîh sünnette olan bak bu Hz. Abbâs anlatıyor olayı. İbn-i Abbâs kim? Ashâb-ı Güzin’in en yüksek âlimlerinden en önde gelenlerinden birisi ve de Tefsirde, Sahâbî’den en önde gelenlerden. Onun için bak sağlam kaynaklara dayanan haberleri vermeye çalışıyoruz. Sağlam kaynaklara dayanmayan İsrâil’in abarttığı İsrâil kıssaları vardır Benî İsrâil’in uydurmasyon kıssaları vardır ve Sâsânîler’in o kadar abarttıkları kıssalar vardır. Onlara değinmiyoruz çünkü ortada belge yok abartılmış abarık-sabarık birçok şeyler yazılmış tarih adı altında ama belge yok. Belge olmayan şeyi tarih diye millete sunmayı da hiç mi hiç münasip görmüyoruz. Onun için kıymetli zamanlarınızı değerli bilgilerle değerlendirmemiz gerekiyor. Zaman isrâfı da büyük isrâftır.
Dakika 44:37