İslam Tarihi Ders 54

İslam Tarihi Ders 54

54- İslam Tarihi Ders 54

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

Sevgili Peygamberimizin (Aleyhissalâtu Vesselâm) Dedesi Abdülmuttalib ile ilgili dersimiz devam ediyor;

Abdülmuttalib’in Abdullah’ı Kurban Etmeğe Kalkışı ve Kendisini Bundan Vazgeçirme Girişimleri ve Teklifleri İlgili:

Abdullah’ın ismi yazılı kur’a oku, çıkınca, Abdulmuttalib, Abdullah’ın elinden tuttu. Yanına, büyük bir bıçak aldı. Abdullah’ı kurban etmek üzere, İsaf ve Naile putlarının önüne götürdü. Abdülmuttalib’in kızları ayağı kalkıp ağladılar. Oğlu Hâris, babasının arkasından gitti. Abdülmuttalib’in, Abdullah’ı kurban kesme yerine götürdüğünü gören, Kureyşîler, hemen toplantı yerlerinden kalkıp, Abdülmuttalib’in, yanına vardılar ve „Ey Abdulmuttalib! Sen, ne yapmak istiyorsun?” diye sordular. Abdulmuttalib, „Onu kurban edeceğim?“ deyince, Kureyşîlerle Abdülmuttalib’in öteki oğulları „Vallâhi,  Sen onu hiç bir zaman boğazlayamaz ve bu hususta mâzur sayılamazsın. Çünkü Sen, bu işi işleyecek olursan, bu, kavminin arasında âdet edinilir. Artık, herkes, oğlunu şuraya getirip boğazlamaktan geri durmaz. Buna, devam edilince de, sağ insan kalır mı?“ dediler.

Evet, ortada Cenab-ı Hakk’ın bir imtihanı var. Yoksa insanı kurban ettirmek değil, kulun ihlâsını samîmiyetini denemek. Cenab-ı Hak kullarını dener. İbrâhim ile İsmâil’i (Aleyhisselâm) denedi onlar bu imtihanı kazandılar ve koç kurban gönderildi İsmâil’in yerine koç kurban edildi o zaman. Şimdi bakın bu imtihanı kazanan Abdulmuttalib’e neler olacak…

Abdulmuttalib, „Ben, Rabbime söz verdim. Ona verdiğim sözümü yerine getireceğim!“ dedi. Mugîre b. Abdullah, b. Amr, b. Mahzum’da -ki, Abdullah, onların kız kardeşlerinin oğlu idi-Abdulmuttalib’e „Vallâhi, Sen, onu, hiçbir zaman boğazlayamaz ve bu hususta mâzur da sayılmazsın, sayılamazsın !” dedi. Şâyet, onun fidyesi, mallarımızla olacaksa, fidyesini biz veririz!“ dedi. Kureyşîlerle Abdülmuttalib’in öteki oğulları „Gel, Sen böyle yapma? Abdullah’ı, Hicaz’a götür Orada bir Arrafa (Kâhin kadın) ve onun da, bir (Cin) uydusu vardır. Bu işi, ona anlat ve ne yapmak gerektiğini sor. Eğer, o, Abdullah’ı boğazlamanı (kurban etmeni) emrederse, boğazla! Şâyet, hem Senin için, hem Abdullah için, hayırlı bir çıkar yol bulunur yapmanı emrederse, onu da, kabul et!“ dediler. Kadının adı, “Kutbe” veya “Secak” idi. İşin, bu (kâhin kadından) sorulmasını tavsiye edenler arasında Mugîre, b. Abdullah, b. Amr, b. Mahzum’da, bulunuyordu.

Dakika 5:07

Abdulmuttalib: „Peki“ dedi. Hep birlikte gittiler. Medine’ye vardılar. Kâhin kadının Hayber’de bulunduğunu öğrenince, tekrar hayvanlarına bindiler, Hayber’e vardılar. Kâhin kadını orada buldular. Abdulmuttalib, ona, kendisinin ve oğlunun başından geçenleri adağını ve ne yapmak istediğini birer birer anlattı. Kâhin kadın „Siz, bugün yanımdan ayrılıp konak yerinize dönünüz! Uydum olan (Cin), yanıma gelince, bu işi, ona bir sorayım!“ dedi. Kâhin kadının yanından ayrılıp, konak yerlerine döndüler. Abdulmuttalib, oradan çıktıkları zaman,  Yüce Allah’a yalvardı durdu. Dikkat edin! Abdülmuttalib Allah’a yalvarmaya devam ediyor. Yani bu işi cinden, cinciden falan değil Yüce Allah işleri düzeltecektir. Ertesi günü, tekrar kâhin kadının yanına vardılar. Kadın, onlara „Bana haber geldi, sizde bir insanın diyeti ne kadardır?“ diye sordu. „On devedir!“ dediler. Gerçekten de, Araplar katında o zaman, insan diyeti böyle idi, on deve idi. Kâhin kadın, „Hemen yurtlarınıza dönünüz! Adamınızı ve on deveyi ok çektiğiniz yere yaklaştırınız. Her ikisi arasında ok çekiniz. Ok adamınıza çıkarsa Rabbiniz kabul edinceye kadar develerin sayısını artırıp ok çekmeye devam ediniz. Ok, develere çıktığı zaman, onları (develeri) boğazlayınız. Artık Rabbimiz râzı olmuş, adamınız da, kurtulmuş demektir!“ dedi. Bu Kâhin kadınının yanından ayrılıp hep birlikte Mekke’ye geldiler.

Bunlar İslam önceki meseleler ey Müslümanlar! İslam’da Kâhine falan gitmek yoktur.

Abdullah ile develer arasında ok çektiler bu konuda kararlaştırdıkları sırada, Abdulmuttalib, Yüce Allah’a dua etti. Sonra, Abdullah’ı ve on deveyi ok çekme yerine yaklaştırdılar. Abdulmuttalib, yine “Hübel Putu”nun yanında durup, Yüce Allah ‚a dua etti. Sonra, fal okunu çektiler. Ok, Abdullah’a çıktı. Bunun üzerine, on deve daha artırdılar, develerin sayısı yirmiyi buldu. Abdulmuttalib, yine Yüce Allah’a dua da bulundu. Sonra, fal okunu çektiler. Ok, yine Abdullah’a çıktı. On deve daha artırdılar, develerin sayısı otuzu buldu. Bu şekilde kur’a çekmeye devam ettiler develeri yüze (100)’e ulaşınca artık kur’a okları develere çıkmaya başladı. Evet, sevgili dostlarımız, develerin sayısı yüzü bulumca Abdulmuttalib yine Allah’a duaya durdu. Sonra fal okunu çektiler. Bu sefer ok, develere çıktı. Bunun üzerine, Kureyşîlerle orada bulunanlar:

Dakika 9:55

„Artık iş, tamamlandı. Ey Abdulmuttalib! Rabbin, Senden râzı oldu!“ dediler. Abdulmuttalib:

„Hayır! Vallâhi, develerle Abdullah arasında üç kere ok çektireceğim!“ dedi. „Ey Allah’ım! Sana, bu oğlun mu, yoksa yüz deve mi daha sevgilidir? Hangisi daha makbulün ise, ona isâbet ettir!“ diyerek dua etti yine Abdülmuttalib. Abdullah ile develer arasında tekrar ok çektiler. Abdulmuttalib Allah’a duaya durdu. Fal oku, develere çıktı. Ok çekimini, ikinci kere tekrarladılar. Abdulmuttalib, yine Allah’a duaya durdu. Fal okunu çektiler, ok, yine develere çıktı. Sonra, ok çekimini üçüncü kez tekrarladılar, Abdulmuttalib, yine Allah’a duaya durdu. Fal okunu çektiler, ok, yine develere çıktı.

Dikkat edin! Burada açıkça Cenab-ı Hak Abdülmuttalib’in duasını kabul ediyor, Onun duasına göre icâbet ediyor ve Abdulmuttalib imtihanı kazanıyor ve Cenab-ı Hak yüz deveyi Abdullah’ın yerine kabul ediyor ve yüz deva kurban ediliyor. Abdulmuttalib, (Allâhu Ekber) diyerek tekbir getirdi artık sürekli kur’a develere çıkıyordu. Orada bulunanlar da, Abdulmuttalib ile birlikte Tekbir getirdiler.

Abdullah’ın Yerine Yüz Devenin Kurban ve Etlerinin Tasadduk Edilişi: 

Abdulmuttalib, Abdullah’ın karşılığı olan yüz deveyi Safa ile Merve arasında boğazlatıp bıraktı yani yüz deveyi kurban etti ve kestiler. „Etleri alınız!“ diyerek nidâ ettirdi, tellal bağırttı. Bütün toplumda, et almak için koştular. Şair Mürre b. Halefü’l-Fehmî, bu husustaki bir beytinde, Haşimoğlu’nun diyet develerinin etlerine Bathâ’da ganimet bölüşür gibi, kapıştıklarını dile getirir. Boğazlanan develerin etlerinden insan, hayvan, kurt, kuş, hiçbir canlının yemesine, almasına, engel olunmadı. Fakat onların etlerinden, ne Abdulmuttalib, ne de, oğullarından hiç bir kimse yemedi, tatmadı.

Evet, Kurban Hâdisesinin Tarihi Konusunda da:

Abdülmuttalib’in, oğlu Abdullah’ı kurban etmeye kalkışı. Zemzem kuyusunu kazıp, ortaya çıkarmasından otuz yıl sonra idi ve o zaman, kendisi de, yetmiş yaşında bulunuyordu.

Peygamberimizin İki Kurbanlığın Oğlu Oluşu:

Peygamberimiz buyurdu ki: „Ben, İki Kurbanlığın Oğluyum!“ dedi. Peygamberimizin, gerek babası Abdullah’ın, gerek büyük Atası İsmâil (Aleyhisselâm)’ın kurban edilmek istenilmesi hâdisesine işaretle „Ben, İki Kurbanlığın Oğluyumdur!“ buyurduğu rivâyet edilmektedir.

Dakika 14:32

İnsan Diyetinin Yüz Deve Olarak Kabul ve Tatbik Edilişi:

Abdullah’ın kurban edilmek istenilmesi zamanına kadar, insan diyeti on deve iken, insan diyetini Mekke’de ilk defa yüz deve olarak uygulayan, Abdulmuttalib oldu. Peygamberimiz de, bunu, olduğu gibi, bıraktı. Yani şuanda da kan bedeli denilen şey, diyet denilen şey yüz devedir bir insanın karşılığında diyet ödenmek gerektiği zaman.

Abdulmuttalib ile oğlunun Benî Zühre Kızları ile Evlenişlerinin Sebebi:

Abdulmuttalib, Yemen’e gittikçe, oranın Ulu kişilerinden bir Ulu kişinin evine inerdi. Abdulmuttalib, der ki: “Kış seferinde Yemen’e gitmiş Yahûdî’lerden bir Bilginin evine inmiştim. Orada, Zebur ehlinden bir adam, bana: “Ey Abdulmuttalib! Bedenine bakmama, izin verir misin?” diye sordu. (Edep yerim hâriç, gel, bak!) dedim. Burun deliğimden önce birisini açıp, içine baktı. Sonra da, diğerine baktı. Ben, senin iki elinden birisinde Hükümdarlık, diğerinde de. Peygamberlik bulunduğuna şehâdet ederim!” dedi o Bilgin insan Zebur’u okuyan bir Bilgin. Abdülmuttalib’in soyundan bir Peygamber geleceğini Zebur da gördüğünü söyledi. “Ben, bunun. Benî Zührelerle hâsıl olacağını görüyorum. Fakat bu, nasıl olur?” dedi. (Bilmiyorum!) dedim. (Ben, onların, iki Menâf’ların, yani, Abdimenâf b. Kusâyy ile Abdimenâf b. Zühreler ‘in içinde olacağını sanıyorum.) dedi. Yani o peygamberin hem ana tarafını hem baba tarafının kimlerden olacağı Zebur da okuduğunu söyledi o Bilgin kişi. Dikkat edin! Şimdi bakın, hak olan gerçeğe dayalı haberler olduğu gibi dosdoğru çıkar.

“(Senin Şâan var mı?)” diye sordu.

“(Şâ’a, ne demektir?)” dedim.

“(Zevce demektir)” dedi.

“(Şimdilik yok)” dedim. Daha o zaman bak bekâr Abdülmuttalib’te oğlu da.

“(Öyle ise, Mekke’ye gittiğinde, sen Benî Zührelerden bir kadınla evlen!) dedi.“ Bunun için, Abdulmuttalib, Hâle Binti Vüheyb b. Abdimenâf ile evlenmiş, aynı zamanda, oğlu Abdullah’ı da. Âmine Binti Vehb b. Abdimenâf ile evlendirmiştir. Görüyorsunuz Peygamberin Zühre ile Abdulmuttalib oğullarından geleceğini haber verdi ve Abdulmuttalib ve oğlu Abdullah Benî Zühre’den birer kız alarak evlendiler.

Abdulmuttalib, oğlu Abdullah’ın yerine yüz deveyi kurban ettikten sonra, oğlunun elinden tutup oradan ayrılmıştı. Kâbe-i Şerif’in önünde, Benî Esed b. Abdüluzzâ b. Kusâyy, b. Kilâb, b. Mürre, b. Kâ’b, b. Lüey, b. Gâlip, b. Fihr’lerden bir kadına rastladılar ki, o, Veraka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzzâ’nın kız kardeşi idi. Kendisinin ismi Kuteyle veya Rukayye zengin bir kadındı. Abdulmuttalib, o sırada, bir işini görmeye gitmiş, Abdullah da, oturup Babasını beklemekte idi.

Dakika 20:00

Abdullah; gerek kendi kardeşleri, gerek diğer bütün Kureyş gençleri içinde vücutça, ahlâkça en güzeli, en güzel yüzlüsü, en akıllısı ve en olgunuydu. Kuteyle, Hristiyanlığa giren ve Semâvî kitapları mütâlaa eden kardeşi Veraka b. Nevfel ‘den: Bu Ümmet’in içinde İsmâil oğullarından bir Peygamberin zuhur edeceğini işitir dururdu. Kadınlarında akıllısı var işte böyle. Kuteyle, yanında oturan Abdullah’ın yüzünde parlayan nurun Peygamberlik nuru olduğunu anlayınca, İsmâil oğulları arasında çıkacak Peygamber’e, kendisi anne olmaya özendi ve yeltendi. Baktı ki Abdullah’ın alnında nur parlıyor. Peygamber o soydan geleceğini İsmâil (Aleyhisselâm)’ın soyundan olduklarını biliyordu. “Abdullah’a:

„Ey Abdullah! Nereye gidiyorsun?“ diye sordu bu kadın. Abdullah:

„Babamla gidiyorum.“ dedi. Kuteyle:

„Gel, şimdi benimle evlen ve senin yerine, boğazlanan develer kadar, sana deve var!“ yani sana yüz deve vereyim benimle evlenirsen dedi. Abdullah:

„Ben, Babamla birlikte bulunuyorum. Ona aykırı davranmaya da, Ondan ayrılmaya da, kâdir değilim!” dedi

Ölmek, haramı işlemekten daha kolaydır. Helâl da, helâl olmayan da, açıktır. Senin istediğin şey nasıl yerine getirilebilir? Er kişi, namusunu ve dinini korur!“ diyerek Kuteyle’nin teklifini ret etti. Kuteyle hemen o anda işi bitirmek istiyordu. O anda hem nikâh kıyılıp o işleri birden bitirilme işi ise o zamanki inançlarında da haram idi. Abdullah bu harama, zinâya aslâ yaklaşmadı.

Abdullah, bir şiirinde de, şöyle demiştir:

„Bizim, her beldede, yeryüzünün Ulu kişilerine üstünlüğümüze karar verilmiştir. Benim Babam, öyle yüce soylu ve Ulu kişidir ki, O, yücelikle alçaklık arasındaki farkı göstermiştir!” diyordu şiirinde, Abdullah böyle bir şiir okuyordu.

Abdülmuttalib’in Kendisi ve Oğlu İçin Dünürlük Edişi:

Abdulmuttalib, oğlu Abdullah’ı, Benî Zühre kabilesinin Seyidi, Ulu kişisi olan Vehb b. Abdimenâf, b. Zühre, b. Kilâb, b. Mürre, b. Kâ’b, b. Lüey, b. Gâlib, b. Fihr’lere götürdü. Vehb b. Abdimenâf’ın kızı Hazret-i Âmine’yi, Abdullah’a, Vüheyb’in kızı Hâle’yi de, kendisine istedi. Evet, sevgili dostlarımız, işte Zühre oğullarından iki mükemmel hanım. Birini oğluna birini kendisine istiyor çünkü peygamberlik nuru bu soylardan gelecek. İşte Zühre oğullarıyla İsmâil oğulları arasında –ki Abdülmuttalib oğulları- bunlar. Peygamber buradan gelecekten dolayı bak Cenab-ı Hak her şeyi hazırlamış.

Dakika 25:00

O zaman, Vehb b. Abdimenâf sağ olmadığı için Hz. Âmine, Amcası Vüheyb b. Abdimenâf’ın vesâyeti altında bulunuyordu. Vüheyb de, yaşça ve şerefçe. Benî Zühre’lerin Seyyid’i ve Ulu kişisi idi. Zaten Âmine Annemizin de soyu İsmâil (Aleyhisselâm)’ın soyundan gelmektedir. Zühre oğulları da peygamber soyudur, Abdulmuttalib oğulları da zaten peygamber soyudur. Burada hem kadın, hem erkek peygamber soyunda birleşecek ki o Peygamber o nur iki nur topağından doğacak.

Hz. Abdullah’ın Hz. Âmine İle Evlenişi:

Kureyş erkeklerinin en güzeli, en güzel yüzlüsü olan Abdullah’ın endâmı ve yüzünün güzelliği, Hz. Âmine’ye anılıp „Onunla evlenir misin?“ diye soruldu. Hz. Âmine, muvâfakat edince, nikâhlandılar. Hz. Âmine; o zaman, soy ve şerefçe, Kureyşîler içinde üstünü idi, çok üstün bir hanım idi bir kız idi.

Hz. Âmine’nin annesi:

Berre Binti Abdüluzzâ, b. Osman, b. Abdüddâr, b. Kusâyy, b. Kilâb, b. Mürre, b. Kâ’b, b. Lüey, b. Gâlib, b. Fihr’dir. Yani bunlarda İsmâil (Aleyhisselâm)’ın soyu Peygamberimizin Atalarındandır. Daha öncede bunların isimleri geçti.

Berre’nin annesi:

Ümmü Habîb, Binti Esed, b. Abdüluzzâ, b. Kusâyy, b. Kilâb, b. Mürre, b. Kâ’b, b. Lüey, b. Gâlib, b. Fihr’dir.

Ümmü Habîb’in annesi de:

Berre Binti Avf, b. Ubeyd, b. Üveye, b. Adiyy, b. Kâ’b, b. Lüey, b. Gâlib, b. Fihr’dir. Hz. Abdullah ile Hz. Âmine’nin soyu Kilâb ‘da birleşmiş olmaktadır. Peygamberimiz, böylece, gerek Baba ve gerek Anne tarafından kavminin en seçkin, en yüksek soylusu ve şerefçe en Ulusu bulunmakta idi. Bir erkek, bir kadınla evlendiği zaman, zevcesinin evinde kalması. Gelenek gereği idi o zaman. Bunun için, Hz. Abdullah da, Hz. Âmine’nin evinde üç gün oturdu. Hz. Abdullah’ın, Hz. Âmine ile evlendiği ev, Mina’da, orta Cemre’nin yanında Ebû Tâlib Şı’b’ı diye anılan mahâlde idi.

Hazret-i Âmine’nin, Peygamberimize Hamile Kalışı ve Peygamberimizle Müjdelenişi:

Evet, sevgili dostlarımız, işte görüyorsunuz ki bu nur parlaya parlaya geldi sahibini buldu.

Hazreti Âmine, Hz. Abdullah ile evlendikleri evde, Teşrik günlerinde, evliliklerinin üç günü içinde Pazartesi günü, Peygamberimize hâmile kaldı. Hz. Abdullah’ın yüzünde parlayan Peygamberlik nuru, Hz. Âmine’ye geçti. Hz. Âmine’ye; hamileliği sırasında düşünde birisi gelip rüyasında „Ey Âmine! Sen, bu Ümmet’in Seyyid ‘ine, Peygamberine Hamilesin!” diye rüyasında Hz. Âmine’ye müjdelediler. “Senin karnındaki çocuk bu ümmetin Peygamberidir” diye müjdelediler.

Dakika 30:20

Yeryüzüne düştüğü zaman (Her hasetçinin şerrinden, Onu, tek olan Allah’a ısmarlarım!)de! Ve Kendisine (Ahmed) (Muhammed) ismini koy!“ demişti o rüyasında ki. Yapacağı duayı da öğrettiler. Ne diyor: Yeryüzüne düştüğü zaman “yani çocuk doğduğu zaman” (Her hasetçinin şerrinden, Onu, tek olan Allah’a ısmarlarım!)de! Ve Kendisine (Ahmed) (Muhammed) ismini koy!“ demişti. Rüyasında böyle söylenmişti. Ey Müslümanlar, nu duayı sizde öğrenin. Çocuklarınızı Allah’a ısmarlayın.  (Her hasetçinin şerrinden, Onu, tek olan Allah’a ısmarlarım!)de! Ve ona güzel isim koy kulağına ezanla, ezan ve ikâmet getirerek ismini koy ve güzel bir isim -ki Allah’ın isimleriyle konan isimler ve Peygamberimizin isimleriyle konan isimler- önde gelen isimlerdir.

Hz. Abdullah İle Evlenemediklerine Üzülenlerin Üzülmelerinin Sebebi:

Hz. Abdullah ile niceleri evlenmek istiyordu ama takdir neyse o olmaktadır. Kureyş gençleri içinde Hz. Abdullah’tan daha güzeli görülmemiştir: O’nun iki güzünün arasında bir nur bulunuyordu. Hz. Abdullah, bir gün Kureyş kadınlarından bir topluluğun yanından geçip giderken, kadınlardan birisi: „Ey Kureyş kadınları! Şu gencin evleneceği kadın, onun, iki gözünün arasındaki nuru birleştirmeye kavuşmuş olur!“ demiş, Hz. Abdullah, Hz. Âmine Binti Vehb, b. Abdimenâf ’la evlenmiştir.  Hz. Abdullah, Hz. Âmine ile evlendiği zaman, kadınlardan, onunla evlenemediklerine üzülenler ve üzüntülerini şiirle dile getirmekten kendilerini alamayanlar da, olmuş bunlardan Fâtımâ Binti Mürre, şöyle demişti:

Ben, onun yüzünde hayrın parıldadığını gördüm. Onun zıyâsı ile parlaması ile yağmur yağdıran siyah bulutlar parladı. Ben, göz ucuyla ona baktığım zaman, bu nurun, onu ve çevresindekileri dolunayın, dünyayı aydınlattığı gibi, aydınlatmakta olduğunu gördüm! Ben, onu elde etmekle, her zaman, övüne bileceğim bir şeref kazanmak istemiştim diyor. Fakat bana nasîb olmadı diyor. Fakat her çakmak taşını çakan, kıvılcım çıkaramaz ki! Zühre oğulları kızının elde ettiği Hayır ve saadet, tarif edilemeyecek kadar büyüktür! Ne akıllı kadınlar var… Fakat o, senden soyup aldığı hayrın ne olduğunu bilemiyor ki! Ümeyye’nin, Hâşim oğullarından nuru ve aydınlığı çekip alması, fitillerin, kandilin yağını çekmesine benzer!

Dakika 35:10

Gencin elde ettiği her kıymetli şey, bir azim mahsulü olmadığı gibi, her gayb ettiği de, bir zaaf eseri değildir. Yani kaderine kadın kadere inanıyor. Sen, bir şey talep ettiğin vakit, usulü dâriesinde güzelce hareket et. Seni, ya uyuşup buruşmuş olan el, ya da, parmak uçlarıyla birlikte açılmış olan el, ona kavuşturur. Ümeyre, ondan, nuru çekip almakla, öyle büyük bir şeref kazandı ki, onun, bir benzeri daha yoktur!‘ dedi.

Görüyorsunuz kadındaki firâsete bakın. Yani Abdullah ile evlenen kadının ne kadar şanslı bir kadın olduğunu Âmine Annemizin şansını anlatıyor.

Abdülmuttalib’in Hâle İle Evlenişi:

Hz. Abdullah’ın, Hz. Âmine ile nikâhlandıkları günde ve mecliste, Abdulmuttalib de. Hâle Binti Vehb ile nikâhlanmıştı.

Evet, sevgili dostlarımız,  İnşâ’Allah’u Teâlâ buradan ötesini de bir sonraki dersimizde zikretmeye çalışacağız (Biiznillâhi Teâlâ). Şurasını da zikredelim ki;

Câhiliye Devrinde Makbul ve Meşrû Nikâh Tarzı:

Câhiliye devrinde halk arasında makbul ve muteber olarak devam eden nikâh tarzı: bir erkeğin, bir kadını veya kızı, velisinden veya babasından istemesi, onun da, bu isteği, benimseyerek istenileni, istekliye nikâhlamaktı.

Hazret-i Abdullah’ın Vefâtı:

Hazreti Abdullah, Hz. Âmine ile evlendikten kısa bir müddet sonra, Kureyşîlerin ticaret malları yüklü kafilelerinden bir kafileye katılarak Şam’a, Gazze’ye gitti. Satacaklarını, satıp alacaklarını, aldıktan sonra, oradan geri döndüler. Hazret-i Abdullah, yolda hastalandı. Medine’ye geldiler. Hazret-i Abdullah, arkadaşlarına „Ben, burada, Dayılarım Adiyy b. Neccâr oğullarının yanında biraz kalayım“ dedi ve hasta olarak onların yanında bir ay kaldı. Kafile arkadaşları, yollarına devam edip Mekke‘ ye geldiler. Abdulmuttalib, onlardan, Abdullah’ın nerede kaldığını sordu. Onlar da „Onu, gerimizde, Dayıları Benî Adiyy b. Neccâr’ların yanında bıraktık, kendisi, hastadır!“ dediler. Bunun üzerine, Abdulmuttalib, büyük oğlu Hâris’i, acele Medine’ye gönderdi. Hâris, Medine’ye vardığı zaman, Hz. Abdullah’ı vefât etmiş ve Adiyy b. Neccâr’lardan Nâbiga’nın evine defnedilmiş buldu. Hz. Abdullah’ın kabri, Nâbiga’nın evinin içine girince, sol tarafa düşen küçük evdedir. Dayıları, Hz. Abdullah’ın, nasıl hastalandığını, olanca çabalarına rağmen, kendisini, ölümden kurtaramadıklarını ve Nâbiga’nın evine gömdüklerini, Hâris’e anlattılar.

Dakika 40:15

Hâris, acele Mekke’ye dönüp Babasına acı haberi verince, Abdülmuttalib’te, Abdülmuttalib’in bütün oğulları ve kızları da, son derecede üzüldüler, ağlaştılar.  Hz. Abdullah, vefât ettiği zaman, yirmi beş yaşında idi. Peygamberimiz de, daha Âmine Annesinden doğmamıştı.

Hz. Âmine’nin Hz. Abdullah Hakkındaki Mersiyesi:

Hz. Âmine, Hz. Abdullah için söylediği Mersiyede şöyle dedi: „Artık, Mekke’nin Bathâ tarafı, Hâşim oğullarından boşaldı. O, ölümün dâvetine uyarak evinden, örtüler ve kefenler içinde çıkıp kabre gitti. Fakat ölüm, insanlar arasında Hâşim oğlu gibi bir yiğit bulup onun boşluğunu dolduramaz. Öyle bir yiğit öldü ki Onun yerini kimse dolduramaz dedi Âmine. Bütün dostları ve arkadaşları, onun tabutunu taşımak için üşüşmekte, koşuşmakta ve elden ele almakta idiler. Ne yazık ki, ecel, hiç beklenmedik bir zamanda onu, alıp götürdü. Hâlbuki o, cömert ve çok merhametli bir insandı.“ diye mersiyede bulundu.

Hz. Abdullah’ın Terikesi:

Hz. Abdullah’ın mîras olarak bıraktığı şeyler: 1-Ümmü Eymen diğer adı (Bereke) adında bir câriye, 2-Beş deve, 3-Bir kaç davar, 4-Bir kılıç, 5- Bir miktar gümüş paradan ibâret idi. Başka mîrasta bırakmadı diyor.

İşte görüyorsunuz Cenab-ı Hak Hz. Muhammed’i kendine seçtiği için onu babadan daha doğmadan yetim bıraktı. Daha sonra küçükken anneden yetim bıraktı daha sonra dededen yetim bıraktı. Niçin? Hz. Muhammed’i Yüce Allah kendine seçmişti. “Ey Habîbim Muhammed sen benim sevgilimsin!” demişti âlemlere Rahmet Peygamberi olarak gönderdim demişti.  Ezelde olan nurum cevherini ilk defa yaratmıştı en sonda bütün âlemlere, yerlere-göklere Rahmet Peygamberi göndermişti. Onun için O Peygamberi bakın her konuda yetim bırakıyor Durrüyetim çünkü kendine çekip almak için. Kendi himâyesine almak için Cenab-ı Hak bunu yapıyor. Ey yetimler! Sizi itenler- kakanlar olur, sizi horlayanlar olur,  yüzünüze bakmayanlar olur. Ey yetimler! Sizin himâyeniz Allah’a aittir Yüce Allah yetimleri himâyesinde tutar.

Dakika 45:03

Ey insanoğlu, yetimleri itmeyin, kakmayın, horlamayın! Onların sahibinin Allah olduğunu unutmayın! Allah’ın himâyesindekini itip kakarsanız bu size çok pahalıya mâl olur. En büyük günahlardan biri nedir?  Yetim hakkı yemektir işte bunun için. Akli yetimliği tadan bilir. Biz yetim büyüdük yetimliğin ne olduğunu biliyoruz. Yalnız esas yetimlik Allah’ın rızâsından Peygamberin ümmetliğinden mahrum kalırsan işte o zaman her şeyini kaybedersin. Allah’ın himâyesindeki yetimler, Peygamber Muhammed’e ümmet olan yetimler ve diğer bütün insanlar çok şanslıdırlar. İki cihânın mutluluğu onlarındır. Ben Hz. Muhammed’in eğer şefaatinden mahrum kalırsam işte o zaman her şeyimi yitirmiş olurum, her şeyimi kaybetmiş olurum. Yüce Allah’ın rızâsını kaybedersem, her şeyimi kaybetmiş olurum. Ey insanoğlu! Allah’ın rızâsına gayret et onu kazanmaya çalış. Hz. Muhammed’in şeriatına tâbî ol sıkı sıkıya oraya sarıl, o zaman hiç kaybetmez ebedî her şeyi kazanırsın Allah’ım lütfu keremi ile fazlı ile Tevfik ve hidâyeti ile. Hatırlatıyoruz evet yetimlik öyle ama dış cephesi çok acı onun bir de iç cephesine bak Allah’ın himâyesine bak! Yüce Allah râzı olduğu, sevdiği, himâyesine aldığı kulları ne kadar şanslı görüyorsunuz.

Evet, sevgili dostlarımız, dünyada bütün Ümmet-i Muhammed’e selâm olsun ama yetimlere de selâm üstüne selâm olsun. Yüce Allah’ın Habîbi Muhammed’e Salâtu-selâm olsun. Bitmez tükenmez selâmlar,  rahmetler bereketler O’nun üzerinde ebediyyû’l-ebed dâim olsun, şefaati da hepimize nasîb olsun. Ey Ümmet-i Muhammed! “Esselâmü-Aleyküm ve Rahmetullâhi ve Berekâtühü Ehlen ve Sehlen”.

Dakika 48:32

 

 

 

(Visited 37 times, 1 visits today)