HadısŞerifKülliyatı 175-01

175 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 175

175- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 175

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

 

‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”

 

 ‘Eûzu billahis-semîîl- alimi mineşşeytanirracim min hemzihî ve nefgıhî ve nefsih’’

‘’ Rabbi eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en-yahdurûn’’

 

‘’Eûzu bi kelimatillahittâmmâti min şerri mâ haleka ve zerea ve berea’’

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler;

 

Dersimiz hadis-i şerifler külliyâtından keşif notları olarak devam ediyor, konumuz Mina’da hutbe hakkındadır.

 

Abdurrahman İbnu Muâz (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; „Biz Mina’da iken Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bize hitap etti. Kulaklarımız öylesine açıldı ki, sanki her ne söylese bulunduğumuz yerden (rahat) işitiyorduk. Bir ara, halka haccın kuralarını öğretmeye başladı. Böylece taşlama yerine kadar geldi. (Konuşurken) şehâdet ve orta parmağını (kulaklarına) koymuştu. (Atılacak taşların nohut büyüklüğündeki) fırlatma taşı olduğunu söyledi. Muhâcirlere emrederek Mescid ‘in ön kısmında konaklamalarını, Ensâr’a da Mescid ‘in arka kısmında konaklamalarını söyledi.“,
Râvî der ki: „İşte bundan sonradır ki herkes (bineklerinden inip) yerleşti.“ bu haber de Ebû Dâvûd ve Nesâî’nin haberleridir.

 

Râfî İbnu Amir el-Müzenî (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) Mina’da huccâca (hacılara) hitap ederken gördüm, vakit kaba kuşluktu ve Efendimiz, boz bir dişi katırın üzerindeydi. Hz. Ali (Radıyallâhu Anh) Hazretleri der ki: “Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) sözlerini rahat işitebileceği bir mesafede durup, eksiltip artırmadan halka tekrar ediyordu. Kim? Hz. Ali. Halkın kimisi ayakta idi, kimisi de oturuyordu”. Bu haberi de Ebû Dâvûd bildiriyor.

 

Evet, sevgili ve muhterem izleyenlerimiz, işte görüyorsunuz bir de bu konuda çocuğun haccı ile ilgili sizlere hadis-i şeriflerden keşif notu vermeye çalışalım;

 

İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Ravha’da bir grup yolcuya rastladı. Onlardan bir kadın kendine bir çocuğu kaldırıp:

“Bunun içinde hacc câiz olur mu?” diye sordu. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm):

“Evet olur ve sana da sevap vardır” buyurdu.

Bunu da Müslim, Muvattâ, Ebû Dâvûd haber veriyor. Görüyorsunuz Cenab-ı Hak hiçbir güzel ameli karşılıksız, mükâfatsız bırakmıyor.

 

Dakika 5:00

 

Ebû Hanîfe Hazretleri, hacc çocuğa temrin olarak onun öğretilmesi için gerekir, normal bir hac olarak münakit olmaz. Elbette ki çocuğa sevap verilir ve annesine de o çocukla ilgilenene de sevap verilir. Ama tabii ki büyüyünce akıl baliğ olup da hac farz olunca haccını yapması gerekir, ben çocukken yaptım deme şansı olmaz.

 

Saib İbnu Yezîd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; Babam (Radıyallâhu Anh) bana, veda haccı sırasında Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) ile birlikte hacc yaptırdı. Ben o zaman yedi yaşında idim.” bunu da Buhârî, Tirmizî haber veriyor.

 

Hz. Câbir (Radıyallâhu Anh) diyor ki: “Biz, kadın ve çocuklara bedel, telbiye getiriyorduk.” diyor. Bunu da Tirmizî, İbnu Mâce haber veriyor. T

Tirmizî hadis-i şerif hakkında şu bilgiyi verir: Ehl-i ilim kadının yerine başkasının telbiye getiremeyeceği hususunda icmâ etmiştir. O kendisi için telbiye getirir. Onun telbiye de sesini yükseltmesi mekruhtur. Telbiye’yi hafif bir sesle getirmesi mekruh değildir.

Evet, efendiler, tabii ki ehli ilim bu kanaate varmasının sebebi diğer kaynakları araştırdıktan sonra çünkü hadis-i şeriflerin tamamı araştırılmadan bir hadise göre hüküm verilmez. Bunu fâkihlerimiz çok iyi bildikleri için bütün kaynakları araştırırlar. Şu hadis-i şerifte böyleydi demen için o hadisin araştırılması gerekir. Nâsihini, mensûhunu araştırmak gerekir, senetlerine bakmak gerekir. Onun için ben bir hadis okudum şöyleydi deyip de hüküm vermeye kalkma. O hadis-i şerifin ve emsâli hadislerin hükümlerini fâkihler araştırırlar sonuçta ne yaparlar? Hükmü ortaya koyarlar. Fıkıh ilmi bunun için şarttır, yani fâkihsiz, müçtehitsiz olmaz.

“Mezhep nedir, meşrep nedir?” dersen hatırlatarak geldik yine hatırlatalım.

Mezhep, bilenlerin okulu ve o okulda bilen âlimlerin okulunda herkesin okuması gerek. Bilenlerden bilmeyenler illâki öğrenmesi gerekiyor. İşte şu mezhep bu mezhep dediğin mezhepler hep okuldur, Müslümanları okutulmuşlardır. Hanefi okullarında, Mâliki, Şâfiî, Hanbelî (Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn) en çok bu okullarda dünya okuyarak gelmiştir. Diğer okullarda vardır, kimisi kapanmıştır kimisinin talebesi azdır. Ama bu dört okul hiç kapanmadan dünyayı okutarak gelmişlerdir, hâlâ devam edeceklerdir İnşâ’Allah’u Teâlâ. Bir de bunların dışında bâtıl mezhepler vardır yanlış okullar, yanlış okutanlar, yanlış okuyanlar vardır. İşte bunlara dikkat edin o gün de vardı bugün de var yarın da olacaktır. Doğru okulda doğru ders okumalı. Amaç nedir? İslamiyet’i doğru okuyanlardan ders almaktır. Bunun en üst seviyesi müçtehitler, fâkihlerdir.

 

Dakika 10:30

 

Bir de hacc konusunda Hz. Âişe (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Subâa Binti’z-Zübeyr ’in (Radıyallâhu Anha) yanına girdi:

Herhâlde sen hacc yapmak istiyorsun?” dedi. Subâa:

“Vallâhi kendimi hasta buluyorum” diye cevap verince:

“Hacca çık fakat şart koş ve de ki; ‘’Ya Rabbi, beni nerede hapsedersen orası (ihrâmdan çıkıp haccı bırakma) yerimdir’’. Bunu Buhârî, Müslim haber veriyor.

Görüyorsunuz şartlı hacc işte böyle izâh ediliyor ve bazı İslam âlimleri böyle bir şartın bâtıl olduğunu söylerler. Ashâbtan Hz. Âişe ve İbnu Ömer (Radıyallâhu Anh) bu kanaattedir. İmâm-ı Âzâm, İmâm-ı Mâlik, Nehâi, Tâvûs, Saîd İbnu Cübeyr, Hakem ve Süfyân-ı Sevrî’nin mezhepleri de budur.

Tirmizî de der ki; İbnu Ömer (Radıyallâhu Anh), haccda şart koşmayı reddeder ve şöyle derdi; “Size Hz. Peygamber’in (Aleyhissalâtu Vesselâm) sünneti kifâyet etmiyor mu?” Nesâî’nin rivâyetinde şu ziyade yer alır; “O hiçbir zaman şart koşmamıştır. Eğer sizden biri bir mâniden dolayı haccını tamamlayamazsa Beytullah’a giderek tavaf etsin. Safa ve Merve arasında say’ etsin. Sonra tıraş olsun yahut saçını kısalttırsın böylece ihrâmdan çıkmış olur ve gelecek sene hacc yapıncaya kadar her şeyi kendisine helâl olur”.

Evet, sevgili dostlarımız, işte görüyorsunuz burada birkaç tane hadis var. Bu hadislerin şartla ilgili bak görüşler beyân edildi. Sonuçta fıkıh âlimleri bakın konuyu incelediler kanâatlerini ortaya koydular. Onun için fıkıh ilmine müracaat lâzım o hadis-i şeriflerin hükmünü anlamak için. Bunları da size işaret ederek geliyoruz, işaret ederek gidiyoruz ‘’Amel’de Fıkh-ı Ekber’’ derslerini size daha önce verdik işte bunun için.

 

Bir de Harem-i Şerif’te silah konusunda İbnu Cüreyc (Rahimehullah) anlatıyor;

„İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn)’in ayağının çukuruna, Mina’da mızrağın uç demiri isabet etti. Haccâc, İbnu Öner (Radıyallâhu Anh) Hazretlerine geçmiş olsun ziyaretine geldi. İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüma)’da:
„Keşke sana bunu isâbet ettireni bilseydik (de cezâlandırsaydık)“ dedi. İbnu Ömer:
„Bana onu sen isâbet ettirdin“ dedi. Öbürü:
„Nasıl olur?“ deyince, İbnu Ömer:
„Silah taşınması yasak olan bir günde sen silah taşıdın. Harem’e silah soktun. Hâlbuki Harem’e silah sokulmaz“ dedi.“ Bunu da Buhârî Şerif haber veriyor.

 

Dakika 15:07

 

Burada İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) Haccâc-ı zâlimi suçlayıp bana bunu saplamalarını sen emrettin demek için doğrudan sen isabet ettirdin demektedir. Zîrâ halîfe Abdülmelik Abdullah İbnu Zübeyr ‘in şehit edilmesinden sonra hicaz vâlîsi olan Haccâc’a mektup yazarak Abdullah İbnu Ömer (Radıyallâhu Anh) Hazretlerine hiçbir hususta muhâlefet etmemesini yazar. Bu emir Haccâc’a ağır gelir ve İbnu Ömer (Radıyallâhu Anh) Hazretlerini hayatına son vermeye azmeder. Bir adamına talimat vererek zehirli harbe saplayarak öldürmesini tembihler. Kalabalık bir anda Memur Hz. İbnu Ömer devedeyken ayağından yaralar, zehrin tesiri ile İbnu Ömer derhal hasta düşer. Bir müddet sonra da hakkın rahmetine kavuşur. (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) Zâlim işte burada da zâlimliğini göstermiştir. Bak halîfeden gelen emri bile dinlemiyor ve İbnu Ömer gibi bir ‘’Allâme-i Cihân’ı’’ Sahâbe-i Güzin’i bakın öldürmekten çekinmiyor. Hileli yollarla bakın şehit olmasına sebep oluyor o eli kanlı kâtil Haccâc-ı zâlim. İşte onlar zâlim insanlardır, Allah’u Teâlâ’ya hesap veriyorlar, ebedî vereceklerdir. Hak ettiklerini bulacaklardır. Zâlim zulmünün cezâsını dünyada da mezarda da mahşerde de çekecektir. Ey dünya zâlimleri! Yaptığınız yanınıza kalmadı, kalmayacaktır.

 

“Bayram günü silahla çıkmayı Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) yasakladı” denmektedir. İbnu Mâce’de gelen bir başka rivâyette: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), iki bayramda da İslam memleketlerinde düşmanla karşı karşıya olmadıkça silah taşımayı yasakladı” denmektedir.

Müslim’in bir rivâyetinde is: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), Mekke’de silah taşımayı yasakladı” denmektedir.

 

Berâ İbnu Âzib (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Hudeybiye’de Mekkelilerle, şehre silahın sadece cülübbânından yani içindekileri ile dağarcıktan başka bir şey sokmamak şartıyla anlaştılar”. Bunu da Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd haber veriyor.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Aslında umre sırasında silaha gerek yoktur. Ancak Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) müşriklerin antlaşmaya tamamı ile sadâkat gösterecek sulh içinde umrelerini yapacaklarından emin olmadığı için bu şartı antlaşmaya koydurmuştur. Mekkeliler de herhangi bir fitne ve çatışma hâlinde silahlar çekilecek olursa Müslümanlar geciksinler diye silahları kınları içerisinde dağarcıkta taşıma şartında ısrâr etmiş olmalıdırlar. O anki durumu Allah’ın Rasûlü Allah ve Rasûlü daha iyi bilmektedir.

 

Dakika 20:15

 

Zemzem suyu hakkında da bakın sizlere hadis-i şeriflerden keşif notları vermeye çalışalım;

 

İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah’a (Aleyhissalâtu Vesselâm) zemzem suyu verdim, ayakta içti”. Buhârî, Müslim, Tirmizî’nin haberi bu.

 

İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) (Hudeybiye antlaşması) sırasında bir Kureyşliye, Hudeybiye’ye zemzem suyu getirmesini söyledi. Adam getirdi Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) onu Medine’ye götürdü.” bu da Rezîn ’in ifadesi ilâvesidir.

Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Süheyl İbnu Amr’a şunu yazdı; ‘’Bu mektubum sana geceleyin gelirse sabahı bekleme, gündüz gelirse akşamı bekleme, bana derhâl zemzem suyu gönder’’ buyuruyor.

İşte zemzemin önemi Peygamber Efendimizin bu kavlinden, fiilinden anlaşılmaktadır.

 

Müteferrik konular ile ilgili hadis-i şerifler;

 

Hz. Âişe (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahünne ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; Ey Allah’ın Râsulü! Mina’da, seni güneşe karşı gölgeleyecek bir bina yapmayalım mı?” demiştim. Bana: “Hayır!” dedi. Orası oraya gelenlere develerini ıhtırma yeridir.” bunu da Ebû Dâvûd ve diğerleri haber veriyor.

Ebû Hanife’ye göre, Harem bölgesi vakfedilmiş arazidir. Zîrâ Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Mekke’yi zorla fethetmiştir ve Harem bölgesini vakfetmiştir. Kimsenin orada mülk edinmesi caiz değildir. İmâm-ı Âzâm’ın bu ortaya koyduğu görüşüdür. Hüküm olarak açıklamıştır.

 

Ebû Vâkid el-Leysi (Radıyallâhu Anha) anlatıyor; “Rasûlullah’ı (Aleyhissalâtu Vesselâm) dinledim. Vedâ haccında zevcelerine şöyle demiştir; Size bu (farzınız) bundan sonra hasırların arkaları!” Ebû Dâvûd haber veriyor.

Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) bu hadis-i şerifle “Vedâ haccı sırasında zevcelerine bu haccınız ile farz olan borcunuzu ödemiş oldunuz. Bundan sonra artık ikinci sefer hacca gelmeniz vacip değildir”. Sizlere evlerinizde oturmak gereklidir demek istediği belirtilmiştir. Nitekim bir başka hadis-i şerifte: “Kadınlar için cihadın en faziletli ve en güzeli Hacc-ı Mebrur sonra da hasırlardan ayrılmamaktır.” yani evlerinde ibadetle, ilim irfân ile ibadet taat ile meşgul olmaları.

 

Hadisi şerifte: “Hz. Âişe (Radıyallâhu Anha)  Rasûlullah’a (Aleyhissalâtu Vesselâm): “Ey Allah’ın Rasûlü! Sizlerle biz de gazveye çıkıp cihâd etmeyelim mi?” diye sorar.

Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) cevabı şudur: “Ancak cihadın en iyisi ve en güzeli hacdır. Hacc-ı mebrur ’dur”. Hz. Âişe der ki;

“Rasûlullah’dan (Aleyhissalâtu Vesselâm) bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım”.

İbnu Mâce’de ki rivâyette Hz. Âişe’nin (Radıyallâhu Anha) sorusuna Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) şu cevabı vermiştir;

 

Dakika 25:02

 

“Evet, var içinde kıtal olmayan bir cihat var. O da hacc ve umredir” diye cevap vermişlerdir. Bunun da farz olanı ömründe bir defadır.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Yanı başında fakirler, yetimler, garibanlar, mazlumlar, mağdurlar varken nâfile hacca giden insanlar dikkat etsinler daha faziletli olanı bırakıyorlar nâfileye gidiyorlar. Yanı başındaki ve dünyada ki zulme uğramış mazlum Müslümanlar mağdur ve fakir, fukara Müslümanların sayısı az değil. Bunları gözden geçirmeye çalışmak lâzım, bir de talebe İslâmî ilimler okuyan talebelere yardımcı olmak lâzım, İslâmî ilimleri dünyaya yaymaya çalışan gerçek âlimlere yardımcı olmaya çalışmak lâzım. Cihâdın en büyüğünün cephede savaşanla ilmi dünyaya yayanlardır. Cihâdın en büyüğü bu ikisinden başlar. Bunların biri canını vermiştir Allah yolunda şehitlik, gazilik biri de ömrünün tamamını, ilmi dünyaya yaymak için ömrünün tümünü vermiştir. Onun için şehitler, gaziler, İslam âlimlerinin hakkı ödenmez. Bunları ele alan İmâm-ı Âzâm (Rahmetullâhi Aleyh) böyle yapmıştır. Hadis-i şerifleri de onlar daha iyi güzel anlamışlardır hükmünce îmân ve amel etmişlerdir. Mezheplerine de hükümleri ona göre koymuşlardır.

 

İbrahim (Rahimehullah) babası tarîki ile dedesinden rivâyet ediyor.

Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn), yaptığı en son haccında Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) zevcelerine izin verdi. Onlarla birlikte Abdurrahman İbnu Avf ve Osman İbnu Affan (Radıyallâhu Anhüma) Hazretlerini gönderdi”. Buhârî Şerif haber veriyor.

 

İbnü Ömer (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a: „Gerçek hacı kimdir?“ diye soruldu da su cevabi verdi:
„Saçını düzenleyip yıkamayı ve koku sürünmeyi çoktan terk etmiş kimsedir. . “
Kendisine tekrar: „Hangi hacc efdâldir?“ diye sorulunca:
„Yüksek sesle telbiye getirilen ve kurban kesilen“ dedi.
„(Haccla ilgili ayette gecen) sebil nedir?“ diye soruldu.
„Zad (nafaka) ve rahile (binek)dir“ cevabini verdi.“ Bu da Tirmizî ve İbnu Mâce’nin haberidir.

‘’Ona bir yol bulabilenlerin gücü yetenlerin, Beyti hac ve ziyaret etmesi Allah’u Teâlâ’nın insanlar üzerindeki bir hakkıdır’’ buyuran Âli İmran Sûresi’nin 97’nci âyetinde geçen sebilden soruluyor.

 

Evet, sevgili dostlarımız, işte Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim’i burada açıklıyor. Zad (yani nafaka) demektir. Rahile binek (yani vasıta) hacca gitmek için. Vasıta demek. Yol arkadaşı yol emniyeti gibi hususların bu maddeye dolaylı olarak da olsa dâhil olduğunu görmekteyiz.

 

Evet, sevgili dostlarımız, İnşâ’Allah derslerimiz yine değişik konularla ilgili hadis-i şeriflerden keşif notları vermeye devam edeceğiz. Cenab-ı Hak Yüce İslam’ı A’dan Z’ye doğru anlayan doğru bilen doğru anlatan, gereği gibi îmân ve Amel-i Sâlih de bulunan kullarından eylesin.

 

Dakika 30:44

 

(Visited 41 times, 1 visits today)