174 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 174
174- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 174
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”
‘’Eûzu billahi mimmesteâzebihi Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem ve Mûsâ ve Îsâ ve İbrâhimüllezi veffâ ve min şerri mâ halekâ ve zerâ ve berâ ve min şerri mâ tahtes serâ ve min şerri külli dâbbetin Rabbi ahîzün bina sıyetihâ inne Rabbi Alâ sırâtın-müstakîm, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyîl-azîm’’.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Sevgili dostlarımız,
İmâm-ı Şâfiî Hazretlerinin Peygamber Efendimizden verdiği haberde Kâbe-i Şerif’i görünce Peygamber efendimizin şöyle dua ettiğini haber vermektedir; ‘’Ey Rabbim şu mübârek Beytin şeref, hürmet, azamet, mehâbet, yücelik ve güzelliğini arttır. Ey Rabbim, ona hacc, umre gibi ibadetler yaparak kurbanlar sunarak ona tâzim ve hürmet edenlerin şeref, itibar ve makamlarını yücelt. İyiliklerini artır. Ey Rabbim, sen selâmsın, selâmet sendendir. Rabbimiz, bizleri selâmet üzere yaşat, bizi selâmet yurdu olan cennetine yerleştir. Ey Celâl ve ikrâm sahibi Rabbim, en her şeyden yüce ve her varlıktan üstünsün’’.
Bu duayı Kâbe-i Şerif’i görünce ellerini kaldırarak yaptığı rivâyet olunur. Bu haberin de kaynağın kökünde İmâm-ı Şâfiî Hazretleri Peygamberimize istinâden haber vermektedir. Evet,
(Allahümme entesselâmü ve minkesselâm fehayyinâ Rabbenâ bis-selâm ve edhilnel cennete dâreke dâres-selâm tebârekte ve teâlâyte ya-zel celâli vel-ikrâm).
Evet, sevgili dostlarımız!
Hz. Ebû Hûreyre (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) ilerledi, Mekke’ye girdi. (Doğru Beytullah’a giderek) Haceru’1-Esved’e geldi, (ilk iş) onu istilâm buyurdu. Sonra Beytullah’ı (yedi şavtta) tavaf etti. (Tavaf tamamlanınca) Safa tepesine geldi, oradan Beytullah’a baktı. Ellerini kaldırıp Allah’ı (tekbir, tehlil, tahmid ve tevhitle zikretmeye başladı ve Yüce Allah’ın zikretmesini dilediğince zikretti, dua etti. Bu sırada Ensâr (Radıyallâhu Anhüm) Hazerâtı da onun aşağısında (aynı sekilde zikir ve duada bulunuyordu).“Bu haberi de Ebû Dâvûd vermektedir.
İstilâm; Hacer-i Esved’i selâmlamaktır, iki sûrette yapılır. Yanaşmak mümkünse yaklaşıp Hacer’e yöneldikten sonra namaz vaziyetinde olduğu üzere, elleri kulak hizâsına kadar kaldırıp (Bismillâhi Allah’u Ekber) diyerek eller aralıklı olarak Hacer’in üzerine konur.
Dakika 5:07
Oradaki boşluktan ‘’Hacer’’ öpülür o aradaki boşluktan ‘’Hacer’’ öpülür. Bir de yaklaşmak mümkün değilse uzaktan istilâm edilir Hacerü’l Esved ki -eğer kalabalık sebebiyle yaklaşmak mümkün değilse- Hacerü’l Esved’in bulunduğu rüknün karşısına gelince iki zeminde kırmızı mermerle çizgi atılarak işaretlenmiştir. Ellerin iç kısmı Kâbe-i Şerif’e gelecek şekilde yine kulakların hizasına kadar kaldırılıp üzerine konuluyormuş gibi işaret edilerek (Bismillâhi Allah’u Ekber) diyerek ‘’Hacer’’ selâmlanır ve sağ elin içi öpülür.
Şavt’a gelince: Beytullah’ın Hacerü’l Esved köşesinden başlayarak tekrar oraya gelmek sûretiyle yapılan bir turluk tavafa bir ‘’şavt’’ denir. Bir tavaf 7 şavttan meydana gelir. Şârihler Hz. Peygamber’in (Aleyhissalâtu Vesselâm), Safa ve Merve’de Allah’ın dilediğince zikir ve dua etmesini burada duada kişinin serbest olduğunu bildirmişlerdir. (Yani istediği gibi dua edebilir meşru dualarla).
Nafî (Rahmetullâhi Aleyh), (Rahimehullah) anlatıyor; İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) Mekke’den (ayrılıp Medine’ye) yönelmişti. Kudeyd’e gelmişti ki, kendisine Medine’den bir haber ulaştı. Bunun üzerine, ihrâmsız olarak Mekke’ye döndü”. Bu da Muvatta’nın haberidir.
İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn), ashâbtan fitneye bulaşmama husûsunda, gayret gösterenlerden biridir. Demek ki bir fitne haberi geldi. Ancak hariçten Mekke’ye ticaret ziyaret her ne maksatla olursa olsun, gelmek isteyen kimse şehre ihrâmlı olarak girmelidir. Zîrâ harem bölgesine girmektedir.
Bu husûsu teyit eden bir hüküm de şudur; Kişi Mekke’ye yürümeye nezretmiş olsa kendisine hac veya umre niyetiyle ihrâm giymek vacip olur. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) fetih günü hâriç her seferinde Mekke’ye ihrâmlı olarak girmiştir. Kudeyd Mekke yakınlarında bir yer ismidir Medine yolu üzerindedir.
Şimdi de dersimiz “Niyâbet” ile devam edecektir;
Niyâbet: Bir işi başkasının yerine yapmaktır. Buna vekâlet de denir. Yüce İslam dinimizde namaz, oruç, itikâf gibi münhasıran bedenî olan ibadetler de niyabet câiz değildir, bu ibadetleri fertler bizzat yapmalıdır. Zekât, kurban, sadaka-ı fıtır gibi sırf mali olan ibadetler de niyâbet câizdir. Hacc ise hem mâlî hem bedenî bir ibadettir. Âciz ve zarûret gibi şartlar bulunduğu takdirde, vekil niyâbeten bir başkasının haccını yapabilir, bu câizdir.
Dakika 10:17
Evet, sevgili dostlarımız!
İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Fadl İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn), Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) terkisinde idi. Has’ame’den bir kadın bir şeyler sormak istiyordu. Fadl, kadına, kadın da Fadl’a bakmaya başladı. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) eliyle Fadıl’ın başını obur istikâmete cevirdi. Kadın:
„Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın kullarına yazdığı hacc farizası yaşlı ve ihtiyar babama ulaştı. Ancak o, bineğin üzerinde durabilecek hâlde bile değil. Ben ona bedel hacc yapabilir miyim?“ dedi. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) :
„Evet!“ dedi. Bu hadise, Vedâ haccında cereyân etti.“ Buhârî, Müslim ve diğerleri haber veriyor bunu da.
Hadis-i şerif, bir kimsenin kadın bile olsa hacc yapmaktan âciz olan bir başkasına bedel hacc yapmasının câiz olduğunu ifade eder. Hanefîler, Şâfiîler, Ahmed İbnu Hanbel, Sevrî ve İshâk İbnu Râhi’ye gibi böyle hükmederler. Cumhuru ulemâya göre vasiyet olsun olmasın, ölen bir kimsenin adına onun farz veya vacip nezir haccı varsa başkası tarafından eda edebilir. Şâfiîlere göre nâfile hacca dahi bedel gönderebilir.
Evet, sevgili dostlarımız, İmâm-ı Âzâm ve İmâm-ı Şâfiî’ye göre muktedir olmak zat rahile: bulmaya bağlıdır.
Zat hacca gidip dönünceye kadar kendisine ve bakmakla mükellef olduğu ailesine yetecek kadar nafakanın adıdır.
Rahile de binecektir yani vâsıta.
Hasan-ı Basrî, Mücahit, İbnu Müseyyeb, İbnu Cübeyr, İmâm-ı Ahmed, İshâk vesâire de bu görüştedir. “Allah için yoluna gücü yetenlere, Beytullah’ı haccetmek insanların boynuna borçtur.” (Âli İmrân Sûresi’nin 97’nci âyet-i kerimesi)’nin meâlindeki âyete muhâlif olduğunu belirtir. Bunu Kurtûbî söylüyor. ‘’Onlara göre güç yetme meselesinde esas olan beden kuvvetidir’’. İmâm-ı Mâlik bu meselede Kur’an-ı Kerim’in zahiri ile amel etmiştir. Evet, Kurtûbî Mâlikîlerin görüşünü burada yansıtmaktadır. Ancak Cumhur bu hususta Mâlikîlere cevap vererek, zat ve zahireden bahseden hadisin âyette geçen (güç yetme mefhumu) ile ne kast edildiğini açıklamış olduğunu söylemişlerdir.
“Kendisi hacc yapmayan kimse bedel olarak hacca gidebilir mi?” sorusuna Cumhur: “Evet”, diye cevap vermiştir. Ebû Hanîfe İmâm-ı Âzâm Hazretleri, İmâm-ı Mâlik bir rivâyette İmâm-ı Ahmed’in görüşü de budur.
Dakika 15:01
Hasan’ı Basrî, Nehaî, Eyyûb ve Câfer İbnu Muhammed’den de aynı görüş rivâyet edilmiştir. Bu hadisten kadının vekâleten erkek adına hacca gidebileceğine hükmedilmiştir. Hadis-i şerifin bir diğer hükmüne göre: Evlat anne ve babanın borçlarını ödemek, hizmetlerini yapmakla mükelleftir.
İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüma ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; „Bir adam Rasûlullah (Aleyhissalâtu. Vesselâm)’a gelerek:
„Kız kardeşim haccetmeye nezretti. Ancak bunu îfa etmeden oldu, (ne yapmak gerekmektedir?)“ diye sordu. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm):
„Üzerinde başka borcu var mıydı, sen bunu ödeyiverdin mi?“ buyurdu. Adam:
„Evet!“ deyince:
„Öyleyse Allah’a olan borcunu da ödeyiver. O, (Celle Şânuhü) borç ödenmeye daha layıktır“ dedi.“ Buhârî, Müslim ve diğerlerinin haberi.
İbnü’l Münîr’in de şu yorumu kayda değer: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), âdemoğlu ölünce ameli kesilir ancak üç kişi hâriç. Bu üç meyanda evlat da zikredilmiştir. Çünkü evlat kişinin kesbindedir. Bu sebeple evladın sâlih amelleri, kişinin amel defterine de evladınkinden eksilme hâsıl etmeden aynen yazılır. “Öyleyse onun yerine kılıver” sözünün mânâsı senin namazın kendi adına niyet etmiş olsan dahi onun adına da yazılır. Bu sözü ile İbnü’l Münîr cevâzı evlatla sınırlandırmış evlat dışındakilerin ölen kimsenin yerine borç ödeyemeyeceğini söylemiş olmaktadır. Mâmâfih İmâm-ı Mâlik, Ebû Mus’ab, İbnü’l Vehib hep bu görüşü iltizâm etmişlerdir. Hiç kimsenin ölmüş veya hayatta hiç kimsenin yerine ne farz, ne de sünnet hiçbir namaz kılamayacağı husûsunda icmâ vardır demiştir İbnü’l Münîr. Bu yorumuyla İbnu Battâl’ı da tenkit etmiş olmaktadır. Evet, çünkü o hiç kimsenin ölmüş veya hayatta hiç bir kimsenin yerine ne farz, ne de sünnet hiçbir namaz kılamayacağı husûsunda icmâ var demiştir.
Mühelleb ’de şöyle demiştir; Şârî Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) dahi bunu ebeveyni için yapmaya daha çok hak sahibi bulunurdu ve amcası için istiğfârda bulunmaktan men edilmezdi ve günahkâr hiçbir nefis diğerinin günah yükünü taşımaz. ‘’En’âm Sûresi 164’’ âyetinin mânâsı bâtıl olurdu. İbnu Hacer unutmayalım ki, ebeveyne yakınlara yapılan hayrın ulaşması onların îmânla gitmiş olmalarına bağlıdır. Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) amcasının küfür üzerine öldüğünü rivâyetler teyit eder.
Dakika 20:00
Yine İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre: „Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), bir adamın:
„Şübrüme adına lebbeyk!“ dediğini işitir.
„Şübrüme de kim?“ diye sorar. Adam:
„Bir kardeşim veya bir yakınım!“ diye cevap verir. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) :
„Sen kendi hesabına hacc yapmış mısın?“ diye sorar. „Hayır!“ cevabini alınca:
„Öyleyse önce kendi adına hacc yap, sonra Şübrüme adına yaparsın!“ der.“ Bu da Ebû Dâvûd ‘un İbnu Mâce’nin haberidir.
Evet, sevgili dostlarımız, bir de teşrik tekbirleri hakkında şimdi sizlere hadis-i şerifler külliyâtından keşif notları vermeye devam ediyoruz;
Beş vakit farz namazların arkasından teşrik tekbirlerinin getirildiği Arefe sabahından, bayramın dördüncü günü akşamına kadar olan beş güne de teşrik günleri denir.
Evet, muhterem ve değerli izleyenler!
Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) Mina’da çadırında tekbir getirir, onun tekbirini mescitte olanlar sokaklarda olanlar işitir, onlar da tekbir getirirlerdi. Hep birlikte getirilen bu tekbirlerin azametinden Mina sarsılırdı. İbnu Ömer de o günlerde tekbir getirirdi. Namazların arkasında, yatağında, çadırında otururken yürürken bu Mina günleri boyunca tekbir getirirdi. Rasûlullah’ın (Aleyhissalâtu Vesselâm) zevce-i pakleri Meymûne (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne Erdahüm Ecmaîn) Yevm-i Nahr de tekbir getirirdi. Kadınlarda Emevî halîfesi Abdülmelik İbnu Mervân zamanında Medine vâlîsi olan Ebân İbnu Osman İbnu Affân’ın arkasından tekbir getirirlerdi. Ömer İbnu Abdülaziz de teşrik günlerinde tekbirlerle mescitte tekbir getirirdi.
Bu tekbirlerin yeri husûsunda bazıları namazların arkasında demiş, bazıları nâfilelerin arkasında değil farzların arkasında demiştir. Bazıları bu tekbiri sadece erkekler getirir, kadınlar getirmez der. Bazıları teşrik tekbirleri cemaatle getirilir münferiden getirilmez demişlerdir. Eda edilenlerde bu olur, kazaya kalanlar da olmaz. Böyle diyen olmuş mukime vaciptir misafire değil. Şehirde oturana gerekir, köyde oturana gerekmez demiştir. Buhârî bütün bu ihtimallerin hepsine yer vererek, yer verecek rivâyetleri seçmiştir. Kezâ ulemâ teşrik tekbirlerinin başlama ve bitme zamanlarında ihtilâf etmiştir. Arefe günü sabahından başlar diyen olmuş, Arefe öğle namazı ile başlar diyen olmuş, ikindi namazı ile başlar diyen olmuş, Yevm-i Nahr’ın sabah namazı ile başlar diyen olmuş, Yevm-i Nahr’ın öğlesinde başlar diyen olmuş. Bunlar çeşitli görüşleri de dile getirilmiştir. Bu hususta Ashâb-ı Güzin’den gelen rivâyetlerin en sahîhi Hz. Ali ve İbnu Mes’ûd (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinin sözleridir. Buna göre teşrik tekbirleri Arefe günü sabahından “Eyyâm-ı Mina’nın” son gününe kadar devam eder.
Dakika 25:13
Evet, sevgili dostlarımız, zaten amelde bu şekilde işlenmektedir. Bazılarında iki tekbirden sonra (Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber Allah’u Ekber ve lillâhil hamd) ilâve edilmiştir.
Evet, tekbirlerin zaten nasıl alınacağı bugün de artık topluma yerleşmiş durumdadır. Fakat yanlış okuyanlar bulunmaktadır. Burada müftüler, imamlar üzerinde dikkatli davranmıyorlar, bazı imamlar kıraatte büyük hatâlar yapıyorlar. Müftüler imamları eğitmek için çalışmıyorlar. Müftüleri de eğitmek lâzım, imamları da eğitmek lâzım. (Velillâhil-hamd) yerine (Velillâil-hamd) diye okuyan imamlar cemaatine de yanlış öğreten imamlar görmekteyiz. Daha bunun gibi nice yanlışlar bulunmaktadır, Fâtihâ-i Şerif de (Sırâtal-müstakim) diye okuyan imamlar var. ‘’Elhamdü’’ diye okuyan imamlar var, kıraatten haberi olmayan imamlar var. Türkçe okuduğu kitabı anlamadan yalan-yanlış gidip okuyanlar var cemaat hiçbir şey anlamıyor, anlasa bile yanlış anlayacak. Çünkü imam hem kendi okuduğunu anlamayacak kadar kendini yetiştirmemiş imamlarımız var.
Ey diyanet işleri başkanlığı! Müftüleri doğru eğitin, müftüler imamlar üzerinde faydalı olsunlar, eğitici olsunlar. Şimdi devlet memurluğu ayrı şey Yüce İslam’ı dosdoğru bilmek, öğretmek, amel etmek ayrı şey devlet memurudur diye kimsenin dokunulmazlığı olmamalı, herkes eğitmek, eğitilmek için çırpınmalıdır. Bildiklerimizin âlimi bilmediğimizin tâlibi olmalıyız. Burada diyanet görevini yapmadığı için aşırı akımlar ne yapıyor? O boşluklara sızmaya çalıştılar ve sızdılar. O aşırı akımlar bugün ne yaptığını bilmeyecek kadar insanlar ve cemaatler ortaya çıktı. Bunun sebebi görevini yapmayanların yüzündendir. Düşman fırsat gözlüyor, nefisler, iblisler onların orduları fırsat gözlüyor. Boşluk bırakırsan o boşluğu şer güçler dolduruyor. İfrat ve tefrit ortaya çıkıyor. Bunun doğrusunu devlet, diyanet öğretmeli. İmâm-ı doğru yetiştirmeli, öğretmeni doğru yetiştirmeli. Gerçek öğretmen gerçek imamı yetiştirmediğiniz müddetçe gençlik doğru yetişmeyecektir. Cemaatlere doğru bilgi veremeyeceksiniz. Onun için ortada eksikler, kusurlar çok bunları gidermek için hep berâber seferber olmalıyız.
‘’Cihânda bî kusur insan bulunmaz. Velâkin her kusur teftiş olunmaz’’.
Bir imam emekliliği gelmiş geçiyor daha Fâtihâ’yı yanlış okuyor, bunların sayısı hayli var. Bunları 657’ye tâbi devlet memuru olarak tayin ettiniz. O cemaat ahalisini boynunuza aldınız mı? O cemaatin vebalisini kim taşıyacak?
Dakika 30:03
O câhil tayin ettiğiniz görevliler mi? Onları tâyin edenlerde bu vebal yok mu? Ehliyet şart değil mi Yüce İslam’da? İnsan bugün bilmeyebilir eksiği kusuru olur. Diyelim ki bir sene oldu iki sene oldu üç sene oldu adam sürekli emekliliği geçmiş aynı değişmemiş kafa yapısı. Bunları ya eğitin ya başka görevlere bunları tâyin edin. Yüce İslam dinini topluma doğru anlatalım, doğru anlayalım, doğru anlatalım. Birisi benim yanlışımı söylerse delil ile âyet-i kerime, hadis-i şerif, müçtehit düzeyinde bir fıkhı bilgiyle ben elini öpmeye bugün hazırım. Niye? Amacımız doğruyu öğrenmek, doğruyu bilmek, doğruyu da bildirmek. Doğru öğrenmeyen doğru öğretebilir mi?
Sevgili dostlarımız!
O kadar câhil imamlar var ki yanlışını söylediğin zaman sana düşman oluyor ve selâm sabahtan kaçınıyor. Suratlar değişiyor, bunlardan imam olur mu? Teşekkür edecek ve o yanlışını daha yanlışın meydana çıkmadan, kendinden daha bilgili insanlara gidip diyecek yanlışlarımızı, eksiklerimizi söyleyin bizi eğitin diyebilecek ve buna müsait olacak insanlar kendini yetiştirebilir. Yoksa yanlışınız bilmiyor, eksiğini kusurunu bilmiyor, söylediğin zaman kabul etmiyor. Kendini devlete dayamış ben devlet memuruyum bana kimse karışamaz pozisyonu var, zır cehâlet var ortada. Ben buradan devlete ve diyanete bu ülkenin başına gelenlerin sebebinin birçoğu buradan gelmektedir. Ehliyetsiz insanları görev başına göndermeyin. Gönderirseniz onları eğitin. Müftüler bu işe bakmıyor diyanete ve devlete müftüleri şikâyet ediyorum. İmamların yanlışlarına bakmıyorlar kendilerini de yetiştirmiyorlar, onun için diyanet yetkilileri ne yapsınlar bu ehliyetli kadroları ehliyetli insanları iş başına getirsinler. Akdeniz’i ve Akdenizliler himâye ederse Anadolu’yu onlar himâye ederse yanlışı ile kusuruyla, Batıyı Batılılar, Doğuyu Doğulular, Karadenizliler Karadenizlileri himâye ederse ehliyet ortadan kaybolduğu zaman ortaya ne çıkıyor? Bölük parça bir ortaya faşizan durum çıkıyor. Sen akrabanı kayırırsan, öteki akrabasını kayırırsa, beriki hemşerisini öteki hemşerisini kayırırsa ehliyet kayboluyor. Burada ehliyeti egemen kılmamız gerekmiyor mu? Kur’an-ı Kerim “işi ehline veriniz” buyurmadı mı? Allah’ın sözünü, Peygamberin sözünü göz ardı eden adam din adamı olabilir mi? Hattâ o adama emânet teslim edilebilir mi? Her görev kişinin emânetidir. Her görevli görevini doğru yapmadıkça vebalinden kurtulabilir mi? Artık bunların bu suallerin sayısı çok, herkes kendine bu soruları sormalı cevap aramalı. Şimdi yetişmiyor kadro yetişmiyor diyorsanız yetiştirilmelidir, bu da ayrı bir problem.
İnşâ’Allah bundan sonra daha iyi kadroların yetişeceğine ümitliyiz. Ümidimizi hiçbir zaman kaybetmedik etmeyeceğiz İnşâ’Allah’u Teâlâ.
Dakika 35:46