180 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 180
180- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 180
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”
‘’Eûzu billahis-semîîl- alimi mineşşeytanirracim min hemzihî ve nefgıhî ve nefsih’’
‘’Bismillahillezi la yedurru mâismûhü şeyün filardı velâ fissemâ vehüvessemiûl âlim’’
‘’Eûzu bi kelimatillahittâmmâti min şerri mâ haleka ve zerea ve berea’’
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Sevgili dostlarımız,
Konumuz cezâ ve af konusunda dersimiz devam ediyor. Tövbekâr yol kesenler, eşkiyalar, muharip olanlar hakkında İslam’ın getirdiği af müessesesine değindikten sonra yanlış anlamaya meydan vermemek için kısa bir açıklama da bulunmak faydalı olacaktır. Zîrâ İslâmiyet yukarıda belirtildiği üzere bir taraftan muhariplere ait suçlara nazaran daha ağır cezâlar takdir ederken diğer taraftan âdî suçlara af bile tanımazken tövbekâr olan muharibe imkânı getirmesi tecziye mevzuunda ki ana prensibe ve hâkim espriye ters düştüğü neticesi çıkarılabilir. Ancak meselenin üzerinde biraz durunca bunun böyle olmadığı ortada tenakuzun mevzubahis olamayacağı anlaşılır. Bu hususu Abdülkadir Udeh’in tahlillerinden terhisen sunacağımız bazı iktibaslarla göstermeye çalışalım.
Cezâdan maksat her şeyden önce fukahâya göre, cezâ vermekten maksat beşerin hâlini ıslâh ve insanları fenalıklara karşı korumaktır. Buraya dikkat! Cezâ vermekten maksat neymiş? Beşerin hâlini ıslâh ve insanları fenalıklara karşı korumaktır. Had cezâları içinde bunlara yakın üç gâye zikredilmiştir, emniyetin muhafazası, nizâmın tespiti, ahlâkın korunması. İşte buralar iyi anlaşılırsa konu kolay anlaşılır. İçinden bazılarını gözden, kulaktan kaçırırsan konuyu anlamak zorlaşır, itirazlar çoğalır.
Dikkat et buraya! Emniyetin muhafazası, nizâmın tespiti, ahlâkın korunması, bu sebeple her bir cezâdan başlıca iki gâye güdülür. Mücrimin te’dibi, yani cürüm işleyen kişinin ona edep ve terbiyesinin verilmesi. Diğer insanların zecri yani aynı cürümü işlemekten caydırılması, ürkütülmesi ve korkutulması, bak diğer insanlar hakkında da durum böyle. Suç işleyen hakkında onun terbiye edilmesi ve bir de diğer insanların aynı cürmü işlemekten caydırılması. Yani onlardan biri ben çıkıp bende bu suçu işlersem ne olur diyememesi.
Dakika 5:00
Bu gâye ile insanların hakkına temas eden cürümlerin cezâlarına caydırıcılık zecr yönünden bilhassa ehemmiyet verilmiştir. İslam dini had ile alâkalı cürümlerde cemiyeti cürümden korumaya yönelmiş, mücrimin durumunu tamamen ihmâl etmiştir. Bundandır ki cezâ da şiddetli davranır ve cezâları sınırlayarak ne Kadı’ya yani Hâkime ne de Veliyyü’l Emre cezâ üzerinde azaltma, çoğaltma, değiştirme gibi hiçbir selâhiyeti tanımaz. Yani bu had cezâları böyledir. Had cezâlarında şiddetli davranmasının sebebine gelince, bu cürümler ağır sınıfa girmeleri sebebiyle bunlarda gevşeklik kesinlikle ahlâkın bozulmasına, cemiyetin fesâda, nizâmın kargaşaya düşmesine ve cürümlerin artmasına sebep olur. Yüce Allah’ın yaptığı işler zaten kimsenin bir defa O’nu sorguya alması imkânı yoktur Allah ne yaparsa doğru yapar. Bunlarda şiddet göstermekle ahlâkın devamı emniyet ve nizâmın muhafazası, bir başka tâbirle cemiyetin maslahatı düşünülmüştür.
Şimdi ikincisine gelince mücrimin psikolojisi yani cürüm işleyenin, mücrimi öldürmeye ve yaralamaya iten âmil umûmiyetle bekâ kaygısı ve galebe çalma sevgisidir. Öyleyse mücrim bilirse ki öldürdüğü avından sonra kendisine hayatta kalma hakkı tanınmayacaktır. O zaman avını hayatta bırakmak sûretiyle kendine hayat imkânı tanır. Yani beni öldüreceğim ama ben de kesin öleceğim der artık o kötü işinden vazgeçer. Eğer bilirse ki bugün birine galebe çaldığı takdirde yarın mutlaka kendisi mağlup edilecektir. Bir suç işleyerek avına galebe çalmadan vazgeçer. İşte caydırıcılık budur. Had cezâları caydırmak üzere toplumunda korunması üzere içinde dürüm, dürüm sırlar vardır, hikmetler vardır. Kısacası cezâdan maksat âlemin nizâmını te’min olunca tecziye işini şu vasıfları taşıması gerekir:
Cezâ mücrimi tedip edici olduğu gibi başkalarını da cürüm işlemekten men edici mâhiyette olmalıdır. Nitekim bazı fâkihler cezâyı fiilden önce men edici fiilden sonra da zecr edici olarak tavsif etmiştir. Cezânın sınırı cemaatin ihtiyaç ve maslahatına bağlıdır. Eğer cemaatin menfaati cezâ da şiddeti gerektiriyorsa cezâ şiddetli, tahrifi gerektiriyorsa cezâ hafif olur. Cemaatin ihtiyacından fazla veya az cezâ vermek doğru değildir. Bunlar da ta’zîr cezâları ile ilgilidir. Mücrimin şerrinden cemaati korumak için burada cemaat dediği toplumun tamamıdır yani devletin içinde bulunan milletin tamamıdır. Mücrimin şerrinden toplumu korumak için onun cemaatten çıkarılması veya hapsedilmesi gerekiyorsa, onun öldürülmesi veya hapsedilmesi şarttır.
Dakika 10:19
Ferdin ıslâhı ve cemaatin himâyesine götüren her cezâ meşru bir cezâdır. Bu mevzuda muayyen bazı cezâlarla yetinip onlar dışına çıkmamak doğru değildir. Mücrimi te’dipten maksat yani mücrimin terbiyelenmesi, ıslâh olmasından maksat, ondan intikam almak değildir. Affın hikmeti, cezânın asıl hedefi intikam almak olmayıp cemiyetin nizâmını sağlamak, anarşiyi önlemek olunca bu hedefe afla varmanın imkânı hâlinde İslâmiyet onu da tecviz etmiştir. Yol kesme fazihasına teşebbüs ettikten sonra pişmanlık duyanları kurtarmak, hikmetinden başka emsalleri tövbekâr olarak ıslâh-ı hâl kesp etmelerine sahip olmak. Hikmeti de mevcut olan bu afla yukarıda verdiğimiz Ali el-Esedî misalinde olduğu gibi bir kısım kabiliyetlerin cemiyete kazandırılması ve cezâ korkusuyla işleyeceği müteâkip zararlardan cemiyeti korumakta Şârî tarafından nazari dikkate alınmış olmalıdır.
Evet, sevgili dostlarımız!
Şimdi burada bunların izâhından anlaşılmıştır ki Yüce İslam dini faydalı celbeden zararı def eden metot üzerinde kuruludur. Cezâlarında hedefinde maslahat vardır. Faydalıyı celb zararı defe dayalıdır. Bunun da suç işleyen kişinin yapısı, toplumun burada can ve mal emniyeti, din îmân İslam emniyeti gibi toplumun emniyetini güvenini sağlamak, suçluyu suçundan caydırmak, ıslâhı mümkünse onun ıslâhına çalışmak, değilse gerekeni yapmak. İşte Yüce İslam’ın faydalıyı celb, zararı def metodu içerisinde bulunmaktadır. Bunu da yetkili, ehliyetli elemanların eline verilmiştir adâlet işi. Adâleti elinde tutanlar, devleti idâre edenler bunu iyi hesap edecekler. Ta’zîr cezâları neyi gerektiriyorsa hâkim onu verecektir. Devlet o cezâyı uygulayacaktır. Had cezâlarında kimseye o selâhiyet verilmemiştir. Had cezâsı Allah’u Teâlâ cezânın miktarını tâyin etmiştir. Kimse onu azaltamaz, çoğaltamaz o cezâyı uygulayacaksın o kadar. Onu affetme, azaltma, çoğaltma yetkisi hâkimde de yoktur, devlette de yoktur, fert dede yok cemiyette de yok kimsede yok. Cenab-ı Hak had cezâlarının miktarını belirlemiştir şunu şöyle uygulayacaksın, tamam uygulanacak. Ama ta’zîr cezâları böyle değildir, suçlunun durumu gözden geçirilir, cemiyet devletin maslahatı gözden geçirilir, ıslâhı mümkün ise onun ıslâhına çalışılır değilse onun hakkından gelmen gerekir.
Dakika 15:04
Kanser mikrobuna acırsan bütün vücudu kansere teslim edersin aynı bunun gibi. Burada maksat nedir? Tedâvidir. Maksat nedir? Güveni sağlamak. Maksat nedir? Toplumda cemiyeti, cemaati toplumu devletini ve milletini güven ortamında bulundurmak. Her türlü emniyeti sağlamak, güveni sağlamak, suçluyu suçundan caydırmak ıslâhı mümkünse terbiye edep, edep terbiye kabul edecek ıslâhı kabul edecek biriyse ta’zîr cezâlarından afta düşünülür afta o kapsamın içinde vardır ama affettikçe suçunu artıracak yapıda ise bunun hakkından geleceksin. Ta’zîr cezâsını uygulayan devlet ve hâkim, ehliyetli onun sosyolojik rûhî yapısını toplumu, devleti, milleti, suçlu, suçlunun pozisyonunu çok iyi bilmesi gereken ehliyetli kişiler olacaktır. Hâkimi iyi yetiştir, devleti iyi ellere ver kadrolarını iyi yetiştir ehliyetli kadrolar olarak, ondan sonra İslam adâletini uygula. O dünya yaşanılır hâle gelir. Çünkü gerçek sistem Allah’ın nizâmı hakîkî adâlet Allah’ın adâletidir. Allah’tan daha güzel hüküm verecek biri var mıdır? Var diyenler müşriktir. Bunlar da şirkin cezâsına çarpılırlar ebediyyû’l-ebed cehennemde feryâd ederler, bunu da kimse unutmasın. Şirke afta yoktur.
Şimdi kıymetliler,
Geldik zinânın cezâsı ile ilgili duruma. Zinâ nedir? Haram bir mücamaattır. Zâni; zinâ eden erkeğe zâni kadına da zaniye denir. Kendi ihtiyar ve iradesiyle yapmayan erkeğe fâkihler ‘’mezniyyun bih”, kadına da “mezniye” veya “mezniyyun biha’’ demişlerdir. Yani kendisi istememiş ama zor altında bırakılmış icbâr altında. İşte bazı şartlar aranır, zinânın haddinin zinâ suçundan haddi gerekmesi için bazı şartlar aranır. Buna göre Dâri İslâm’da cereyân etmelidir. Fail mükellef yani hukûkî ehliyete sahip olmalıdır, meful hâli hazırda veya daha önce müştehat bulunan berhayat bir kadın olmalıdır. Bu kadın erkeğin câriyesi veya nikâhlısı olmadığı gibi, arada kölelik ve nikâhlılık ihtimali de bulunmamalıdır. Nikâhın olduğu yerde zinâ olmaz. Zinâ fiili şeriatın şart kıldığı burhanlarla sübub bulmalı kesinlik kazanmalıdır. Yani zinâ mı, değil mi iyice araştırılmalıdır. Bu sayılan şartlardan biri eksik olursa zinâ cürmü kesinlik kazanmaz, dolayısıyla haddi zinâ tatbik edilmez. Yani adamın nikâhlısını sen zinâ etti deme şansın var mı?
Dakika 20:09
Onun gibi yani zinâ olması için bu şartlar incelenmelidir, tahakkuk etmelidir.
Haddi zinâ; Şartların tahakkuk etmesi ile kesinlik kazanan zinâ cürmü sebebiyle bunu irtikâp eden şahsa tereddüt eden ukubettir. Bu ukûbet cezâ iki şekilde tecellî eder.
1:Recm taşlayarak cezâ vermek, bir de celde yani dayak atarak.
Recm cezâsı muhsan ve muhsane olarak olanlara tatbik edilir. Şu 7 vasfı bulunan kimse muhsandır;
Aklı başında, akil, bülûğa ermiş, bülûğ hürriyet, özgür kendisi Müslüman sahîh bir nikâhla evlenmiş olmak, zevcesinin de bu vasıfları taşıması, bu vasıfları taşıdıktan sonra aralarında mukârenetin vukû bulması. Yani erkek kendisi evli, kadın da bir başkasının nikâhı altında işte bunlar muhsandırlar bu şartları taşıdıkları zaman. Öyleyse meselâ evlilik muamelelerini eksiksiz tamamlayan bir kimse henüz gerdek yapmamışsa muhsan değildir. Sözgelimi böyle birisi zevcesi ile gerdekten önce zinâ cürmünü işlese kendisine recm tatbik edilmez. Diğer şartlarda böyle, bir tanesinin eksik olması kişinin muhsan vasfını kaldırır. Recm tatbikini düşürür, gerdeğe girer fakat sonra temas olmadı diye iddia ederse hükümde ihtilâf edilmiştir. İbnü’l Münzîr, fâsid nikâh ve şüphe durumunda kişinin muhsan sayılamayacağında ulemânın icmâ ettiğini söyler. Çünkü şüphe olduğu zaman hadler uygulanamaz.
Mucamât birleşme; Fâkihler cinsi mukarenete zinâ diyebilmek için erkekle kadın arasındaki birleşmede bazı vasıflar aramışlardır. Bu noktayı da göz önüne alınca zinâ şöyle tavsif edilmiştir. Mükellef bir Müslüman bir kimsenin nikâh veya kölelik sebeplerinden biri ile mukarenete şer’an mezun olmayan bir insana ön veya arka cihetinden bilâ şüphe taammüden vatîde bulunmasıdır. İşte bu fiil haddi gerekli kılar. Vatî dendiği zaman haşefenin, haşefe mevcut değilse o miktarın ön veya arka uzuvdan birinde tekayyüb etmesidir. Vatî bazen haşefenin haşefeye duhulü, girmesi şeklinde de tarif edilmiştir. Fâkihler duhul sırasında lezzete mâni olmayacak hafif bir hâil perde bulunsa da buna vatî demişlerdir. Kezâ bu duhulün zinâyı müstehzim, vatî sayılması için inzâl vukuunu meni gelmesini şart koşmamışlardır. Bu tarife göre haşefenin duhulü vukua gelmeyen mukârenetler vatî sayılmaz.
Dakika 25:01
Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusunda şu açıklama sunulur; Musâhaka tenasül uzuvlarını birbirine temas ettirilmesi aralarında nikâh veya mülki rakabe ile câriyelik bulunmayan kimseler hakkında haramdır. Muahaza bu zinâ değildir çünkü bunda ilaç ithal yoktur. Bunu irtikâp eden kadınlar veya erkekler hâkimin içtihâdına göre te’dip edilirler. Nefsini sabiye veya Behime’ye teslim eden bir kadın da bu te’dibe müstahak olur. Bu fazîhaya mükellef şahsın ikrarıyla veya iki adlinin şehâdetiyle sabit olur.
Evet, sevgili dostlarımız! Müsâhaka konusunu bir daha tekrar ediyorum. Tenasül uzuvlarının birbirine temas ettirilmesi aralarında nikâh veya mülki rakabe ile câriyelik bulunmayan kimseler hakkında haramdır. Muahaza bu zinâ değildir, çünkü bunda ilaç, ithal yoktur. Bunu irtikâp eden kadınlar veya erkekler, hâkimin içtihâdına göre tedip edilirler. Nefsini sabiye veya Behime’ye teslim eden bir kadında bu tedibe müstahak olur. Bu fazîhaya mükellef şahsın ikrârı ile veya iki aklin şehâdetiyle sabit olur.
Haşefe erkeklerde cinsi organın baş kısmıdır, sünnet olmazdan önce kabukla örtülür bu sebeple sünnet mahallinden önceki uç kısım olarak ifâde edilir. Kezâ kadın uzvunun uç kısmına da haşefe denmiştir.
Şimdi hadis-i şerife bakıyoruz; İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti; Yüce Allah Hazretleri Allah’u Teâlâ Hazretleri Muhammed’i (Aleyhissalâtu Vesselâm) hak (din ile) gönderdi ve O’na Kitâb’ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) zinâ yapana recm cezâsını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben su endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: „Biz Kitâbullah ‘da recm cezâsını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah’ın Kitâb’ında indirdiği bir farzı terk ederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitâbullah ‘da mevcut bir haktir. Allah’a kasemle soyluyorum, (yani yemin ediyorum ki Allah’a) diyor (Celle Celâlüh) eğer insanlar: „Ömer Allah’u Teâlâ‘ nin Kitâb’ına ilâvede bulundu“ demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitâbullah’a) yazardım.“
Bunu Buhârî, Müslim ve diğerleri rivâyet ediyorlar.
Dakika 30:17
Hz. Ömer’in bu kendi hitabetidir. Muvattâ’nın bir rivâyetinde daha açıktır. Bakın Muvattâ ’da ki hadis-i şerifte:
Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) hacdan çıkınca Medine’ye geldi, orada halka hitaben şunları söyledi; “Ey insanlar! Sizlere bir kısım sünnetler ve farzlar teşrî edildi. Size çok açık bir din bırakıldı. Recm âyeti husûsunda kendinizi sakın tehlikeye atmayın. İçinizden biri biz Allah’ın Kitâb’ında iki haddi bulamıyoruz diyebilir. Şurası muhakkak ki, Resulullah’ta biz de zinâ edenlere recm uyguladık. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim insanlar Ömer Kitâbullâh’a onda olmayan şeyi ilâve buyurdu demeyecek olsalar Kur’an-ı Kerim’in sonuna şu âyeti elimle yazardım”. ‘’Yaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zinâ edecek olursa onları mutlaka recmedin’’.
Evet, kıymetliler!
İşte meâlini verdiğim Hz. Ömer bu yazardım dediği âyetin meâli budur. Kur’an-ı Kerim’de bunun lafzı mensûhtur ama hükmü bâkidir. İmâm-ı Mâlik burada geçen yaşlı erkek ve yaşlı kadın tâbirini dul erkek dul kadın diye açıklar. Parantez içindeki ziyâdeler başka rivâyetlerden alınarak derç edilmiştir. Nesâî de Ubey İbn-i Kâ’b’dan rivâyet edilen kaydedilen rivâyette recm âyetinin Ahzâb Sûresi’nde gelmiş olduğu belirtilir. Nesih ile ilgili bahislerde geçtiği üzere recm âyeti tilâveti mensûh hükmü bâki âyetlerdendir. Bunu daha önceki dersimizde 947 numaralı hadis-i şerifte de bunu açıklamıştık.
İbn-i Hacer Hz. Ömer (Radıyallâhu Anha) Hazretlerinin korktuğu husus vukua gelmiştir. Zîrâ Haricîlerin pek çoğunluğu ile bir kısım Mu’tezîle recmi inkâr ettiler der. Recm cezâsı Hz. Peygamber tarafından erkek olan Maiz İbnu Mâlik el-Eslemî (Radıyallâhu Anh) Hazretlerine tatbik edilmiştir. Maiz bizzat gelerek, Hz. Peygamber’e (Aleyhissalâtu Vesselâm) zinâ yaptığını itiraf etmiştir. Rasûlullah onu üç sefer reddeder.
Maiz dördüncü sefer müracaat ederek zinâ yaptığını beyân edince yakınlarına: “Bunun aklında bir eksiklik var mıydı?” diye sorar.
“Yoktu, cevabını alınca recmedilmesini emreder ve recmedilir.
Evet, iki hadden maksat celde ve recm’dir. Kur’an-ı Kerim’de celbe zikredilir, recm zikredilmez. Celde evlenmemiş bekâr zânîlere tatbik edilen dayak cezâsıdır. Kadın olarak da Gâmidiyye (Radıyallâhu Anha) recmedilmiştir. Bu da kendisi gelip Hz. Peygamber’e: “Ey Allah’ın Rasûlü, beni temizle!” diye itirafta bulunmuş,
Rasûlullah onu git diye geri çevirmiş ancak o ertesi günü tekrar gelip hamile olduğunu da belirtmiştir.
Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), çocuğunu doğurmasını söylemiş. Doğumdan sonra gelince sütten kesilinceye kadar mühlet vermiş. Çocuk sütten kesilince tekrar gelen kadının recmedilmesini emretmiştir.
Dakika 35:38
Gâmidiyye ile ilgili rivâyette Hâlid İbn-i Velîd’in attığı taşın kadın da açtığı yaradan yüzüne kan sıçrayınca Hâlid (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) kadına küfreder. Ancak Hz. Peygamber müdahale ederek: “Yapma! Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun o öyle bir tövbe de bulundu ki öylesine alışveriş sahtekârları yapsaydı affa uğrarlardı” buyurur. Kadının cenaze namazını kıldırır ve defnedilir. Kezâ Yahûdîlerin müracaatı üzerine Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) zinâ yapan bir Yahûdî çiftine de recm tatbik eder. Bunun tafsilatı da 947’nci Hadis-i şerifte daha önce anlatılmış idi.
Şârihler Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinin insanlar; “Ömer Allah’ın Kitabı’na ilâvede bulundu demeyecek olsalar recm âyetini Kur’an-ı Kerim’in sonuna yazardım’’ demesini mübâlâğaya ve recmi tatbik etmeye teşvike hamlederler. Zîrâ derler âyetin lafzı nesh edilse de mânâsı bâkidir. Hz. Ömer gibi fıkhı, ilmi yüce bir şahsiyetin lafzı nesh edilen bir âyeti Kur’an-ı Kerim’e yazmaya kalkması düşünülemez. Bu işin ciddiyetini anlasınlar diye söylediği anlaşılmaktadır. Kur’an-ı Kerim ashâbın huzurunda bu günkü hâliyle ihtilâfsız olarak cem edilmiştir. Recm âyetinin Kur’an-ı Kerim’e lafzen girmeyeceği husûsunda icmâ vardır. Rasûlullah’a gelen vahiylerden bir kısmının lafzen, bir kısmının hükmen, bir kısmının da hem lafzen ve hem de hükmen nesh edildiği ashapça bilinen bir husustur. Bu durumu açıklayan rivâyetler gelmiş, ulemâ bunların değerlendirmesini yapmıştır.
Dakika 38:27