İslam Tarihi Ders 29

İslam Tarihi Ders 29

29- İslam Tarihi Ders 29

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Çok kıymetli izleyenler, muhterem efendiler, dersimiz Tarih’ten Elyasâ (Aleyhisselâm)’ın peygamberliği ve İsrâiloğullarından Tabut’un alınması;

Evet, sevgili efendiler! Hz. İlyâs (Aleyhisselâm) İsrâiloğulları’nı bırakınca, Yüce Allah (Celle Celâlüh) onlara Elyesâ ’yı peygamber olarak gönderdi. Hz. Elyesâ‘ (Aleyhisselâm) İsrâiloğullarının arasında Allah’ın dilediği kadar kaldı, sonra Allah (Celle Celâlüh) onun ruhunu kabzetti. Bundan sonra İsrâiloğullarının arasında hatâ ve isyânlar çoğaldı kötülükler çoğaldı. Hâlbuki içinde sekînet (moral gücü) ve Mûsâ ile Hârun (Aleyhimüsselâm)’ların ailesinin geriye bıraktıkları bir kalıntı bulunan, melekler tarafından taşınıp getirilen Tabut onların yanlarında bulunmaktaydı ve onu birbirlerinden tevârüs ederek devir alıp gelmektelerdi. Hattâ onlar düşmanla karşılaştıkları zaman Tabut’u ordunun önünde bulundururlar, bu vesile ile Yüce Allah (Celle Celâlüh) onların düşmanlarını mutlaka hezimete uğratırdı.

Sekînet denilen şey, Tabut’un içinde olan şey kedi başına benzeyen bir nesne idi. İşte bu sekînet denilen nesne Tabut’un içinde kedi gibi ses verdiği zaman İsrâiloğulları kendilerine yardım geleceğini anlar ve fetihler yaparak muzaffer olurlardı. Daha sonra onların başına “İlâf” adında bir hükümdar geçti, o zamana kadar Yüce Allah onları düşmanlarından koruyordu. Nihâyet onların hatâ ve kötülükleri çoğaldığı bir zamanda üzerlerine gelen düşmana karşı koydular ve Tabut’u çıkardılar. Fakat savaş neticesinde düşman onlara gâlip gelerek Tabut’u ellerinden aldı ve onları hezimete uğrattı.

İsrâiloğullarının hükümdarları İlâf Tabut’un ellerinden alındığını öğrenince, üzüntüsünden öldü. Bundan sonra düşman onların topraklarına girip yağma hareketlerine girişti ve esirler alarak geri döndü. İsrâiloğulları bir hayli zaman çalkantı ve sürtüşme içerisinde kaldılar. Hattâ zaman zaman azgınlık ve taşkınlıklar yaptıklarında, Yüce Allah (Celle Celâlüh) onlardan intikam alacak kimseleri başlarına musallat ederdi. Nice İsrâiloğulları’nı zâlimler kırdı geçirdi ama bir türlü bunlar akıllanmadılar. Tövbe edip de taşkınlıkları bıraktıkları zaman ise Yüce Allah, düşmanlarının şerrinden onları korurdu. Hz. Yuşâ bin Nûn’un (Aleyhisselâm) vefâtından Eşmuvil’in peygamber olarak gönderilmesine ve hükümdar Tâlût’un gelip Tabut’u alarak onlara geri vermesine kadar İsrâiloğullarının hâl ve vaziyetleri böyle devam edip gitti tam bir çalkantı içerisinde.

Dakika 5:25

Hz. Yuşâ bin Nûn’un vefatından, İsrâiloğullarının bazen hâkimler, bazen hükümdarlar, bazen de mütegallibe (müstebid)ler tarafından idâre edilip hükümdarlığın tekrar kendilerine ve peygamberliğin Eşmuvil’e geçmesine kadar dört yüz altmış yıl geçmiştir. İşte görüyorsunuz bu süre zarfında başlarına neler geldi ama akıllanmayan millet akıllanmıyor. İsrâiloğullarının başına ilk önce Hz. Lût’un neslinden gelen Kevşan adında birisi musallat olmuş ve onları sekiz yıl istihdadı altında ezip perişan etmiştir. Ezdi, kırdı geçirdi. Daha sonra İsrâiloğulları’nı Kevşan’ın istihdadından Küçük Kalib’in Atnil adındaki kardeşi kurtarmış ve kırk yıl onların başında kalmıştır.

Bundan sonra İsrâiloğullarının başına AcIun adındaki hükümdar musallat olmuş ve on sekiz yıl onların başında kalmıştır. Sonra İsrâiloğulları’nı onun istihdadından Bünyâmin’in torunu Ehuz diğer okunuş şekli (Ehud, Ehvez ?) kurtarmış ve seksen yıl başlarında kalmıştır.

AcIun’dan sonra İsrâiloğullarının başına Kenânîler’den “Yabin” adında bir hükümdar musallat olmuş ve onları yirmi yıl idâresi altında tutmuş, daha sonra İsrâiloğulları’nı kendi peygamberlerinin neslinden gelen “Debura” adındaki bir kadın kurtarmıştır. Bu esnada İsrâiloğulları’nı bizzat bu kadın idare etmemiş, onun namına “Barak” adında biri kırk yıl yönetmiştir.

Bundan sonra İsrâiloğullarının başına Hz. Lût’un neslinden gelen bir kavim musallat olmuş, onları yedi yıl hâkimiyeti altında tutmuş, daha sonra onları Neftali bin Yâkub’un evladından Ced’un bin Yuvaş diğer okunuş şekli (Yavaş ?) adındaki birisi kurtarmış ve kırk yıl idâre ettikten sonra vefât etmiştir. Kendisinden sonra İsrâiloğulları’nı üç yıl müddetle oğlu Ebimalah diğer okunuş şekli (Ebi-melek ?) idâre etmiş, ondan sonra idâreyi Ebimalah’ın dayısının oğlu -bir rivâyette amcasının oğlu- Fuvva’nın oğlu Fula‘ (Tulağ?) üstlenmiş ve yirmi üç yıl idâre etmiştir. Fula’dan sonra İsrâiloğullarının başına Ya’ir adında birisi geçmiş ve onları yirmi iki yıl idâre etmiştir.

Bundan sonra da İsrâiloğullarının başına Filistin ahâlisinden Amunoğulları geçmiş ve onları on sekiz yıl idâreleri altında tutmuşlardır. Daha sonra İsrâiloğulları’nı sırayla Filistin halkından Yeftah (Yeftuh ?) da okunmaktadır. Yeftah (Yeftuh ?)   adında birisi altı yıl, Yebahsun (Yecsun) yedi yıl, Alun on yıl, Litrun (Kirun) (bazıları ona İkrun derler) ki sekiz yıl idâre etmişlerdir.

Dakika 10:20

Daha sonra Filistin ahâlisi İsrâiloğulları’nı kahredip ezmiş ve onları kırk yıl idâreleri altında tutmuşlardır. Bundan sonra İsrâiloğullarına mensup olan Şemsun onları yirmi yıl idâre etmiştir. Şemsun’dan sonra İsrâiloğulları on yıl başkansız ve idârecisiz yaşamışlardır. Bundan sonra İsrâiloğullarının idâresini bir kâhin olan Âli üstlenmiş, bir rivâyete göre onun döneminde Filistin halkı Tabut’u ele geçirmiştir. Ali’nin idâreyi ele almasından kırk yıl geçtikten sonra Eşmuvil peygamber olarak gönderilmiş ve onları yirmi yıl idâre etmiştir. Sonra onlar Eşmuvil’den Allah’a yalvarıp kendileriyle birlikte düşmanlara karşı savaşacak bir hükümdar göndermesini istediler.

İşte Hz. Eşmuvil (İşmuil) olarak da okunur ve Tâlût’un durumu şimdi;

Eşmuvil bin Bâlî hakkında anlatılan haberlere gelince: İsrâiloğullarının başlarına gelen felâketler uzayıp, düşmanları kendilerine göz dikip, Tabut da ellerinden alınınca, karşılaştıkları her hükümdardan korkar hâle geldiler. Mısır ile Filistin arasındaki bölgede hâkimiyetini sürdüren Kenânîlerin hükümdarı Câlût İsrâiloğullarının üzerine gitti ve zafer elde ederek onları vergiye bağladı, ellerindeki Tevrât’ı da aldı. Bunun üzerine onlar, birlikte savaşacakları bir peygamber göndermesi için Allah’a dua ettiler. Kendilerinden peygamber gelen on iki sülâle tamamen yok olduklarından geriye yalnızca hamile bir kadın kalmıştı. İsrâiloğulları, bu kadının doğuracağı çocuğa olan rağbetlerini düşünüp, bir kız çocuğu doğurup da onu bir erkek çocukla değiştirmesinden endişe ederek bir eve kapattılar. Nihâyet kadın bir oğlan çocuğu doğurdu ve „Yüce Allah duası kabul etti“ mânâsına gelen Eşmuvil adını verdiler.

Ona bu ismin verilmesinin sebebi şu idi: Bu kadın kısırdı, kocasının ise başka bir hanımı daha vardı ve bu hanımından on tane çocuğu olmuştu. İkinci kadın fazla çocuğu olması sebebiyle kısır olan kadına haksızlık edip kötü davrandı. Bu sebeple kısır olan yaşlı kadının kalbi incindi ve kendisine bir oğlan çocuğu ihsân etmesi için Allah’a yalvardı. Allah da onun gönlünün kırıklığına merhamet etti ve anında hayız görmeğe başladı, kocası ona yaklaşınca da hamile kaldı. Gebelik müddeti bitince bir oğlan çocuğu doğurdu ve adını “Eşmuvil” koydu. “Eşmuvil” büyüyünce, annesi Tevrât’ı öğrenmesi için Beytü’l-Makdis’e teslim etti; İsrâiloğullarının âlimlerinden yaşlı birisi ihtiyaçlarını karşılamayı üzerine alarak onu evlat edindi.

Dakika 15:05

Evet, sevgili dostlarımız! Cenab-ı Hak kurtarıyor tekrar bir insanoğlu azıyor, sapıyor, kuduruyor.

Eşmuvil’in Allah tarafından peygamber olarak gönderileceği çağ gelince, namaz kıldığı bir sırada Hz. Cebrâil gelerek bu yaşlı âlimin sesine benzeyen bir sesle seslendi. Bunun üzerine Eşmuvil yaşlı âlimin yanına geldi ve ona: „Ne istiyorsun?“ diye sordu. O da Eşmuvil’in korkmasını istemediğinden: „Ben seni çağırmadım“ demeyi uygun görmedi ve: „Git, uyu.“ diye cevap verdi. Bunun üzerine Eşmuvil geri dönüp gitti. Fakat Cebrâil (Aleyhisselâm) aynı şekilde bir daha seslendi. Eşmuvil tekrar yaşlı âlimin yanına geldi. Bu defa yaşlı âlim ona: „Evladım! Geri dön, seni çağırırsam bir daha gelme.“ dedi. Aynı durum üçüncü defa tekrarlanınca, bu sefer Cebrâil (Aleyhisselâm) Eşmuvil’e göründü, ona kavmini uyarıp korkutmasını emretti ve Allah’ın, kendisini peygamber olarak gönderdiğini bildirdi. Bunun üzerine Eşmuvil İsrâiloğulları’nı Hakk’a dâvet etti; fakat onlar onu yalanladılar. Hem peygamber istiyorlar, hem de peygamber gelince ona inanmıyorlar. Peygamberi yalanlıyorlar. Ancak daha sonra ona itaat ettiler. Bundan sonra Eşmuvil onları on yıl, diğer bir rivâyete göre ise kırk yıl idâre etti.

Câlût adındaki hükümdarlarıyla birlikte Amalika ahâlisinin İsrâiloğulları’nı sindirmeleri ve onları öldürmeleri o raddeye gelmişti ki, nerdeyse topyekûn onları yok edeceklerdi. Yani İsrâiloğullarının başına gelmedik kalmadı. Ama hâlâ bu günde, o günde bunlar akıllanmadılar. Nihâyet İsrâiloğulları bu durumu görünce: “Kendi peygamberlerine: „Bize bir hükümdar gönder, biz de Allah yolunda savaşalım.“ dediler. (Eşmuvil onlara): „Ya size savaş (farz olarak) yazılınca savaşmazsanız?“ dedi. Onlar: „Biz, yurtlarımızdan çıkarılmış, oğullarımızın arasından uzaklaştırılınız iken Allah yolunda ne diye savaşmayalım“ dediler.“ (Bakara Sûresi, âyet 246)’da bildirilmektedir.

Bunun üzerine Eşmuvil Allah’a dua etti. Yüce Allah (Celle Celâlüh) da bir âsâ ile içerisinde yağ bulunan bir tırkeş yani (ok kabı) gönderdi. Ayrıca ona: „Sizin sahibiniz (komutasında savaşacağınız kişi) bu âsânın boyunda olacaktır. Eğer biri yanına girerken bu tirkeşteki yağ kaynayarak fokurdayıp ses çıkarırsa, işte o kişi İsrâiloğullarının hükümdarı olacaktır. Bu yağı onun başına sür ve İsrâiloğullarının başına hükümdar olarak geçir.“ dedi. Bunun üzerine herkes kendi boyunu âsâ ile ölçmeğe başladı. Fakat onlar âsânın boyunda olamadılar. Tâlût debbağ (tabak) idi, yani derileri tabaklar idi. Bir rivâyette onun saka olup su sattığı da söylenir. Eşeğini yitiren Tâlût onu aramağa çıkmıştı. Eşmuvil’in bulunduğu yerden geçerken onun yanına girip kaybolan eşeğini bulması için Allah’a yalvarmasını istedi. Tâlût içeri girince yağ fokurdayarak kaynamağa başladı. Nihâyet onlar Tâlût’un boyunu ölçtüklerinde âsâ ile aynı boyda olduğunu gördüler. Bunun üzerine: “Peygamberleri onlara: „Allah Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi.“ dedi.“ (Bakara Sûresi, âyet 247)’de bildiriliyor.

Dakika 20:35

İşte görüyorsunuz eşek ile su satan ve debbağcılık yapan bir kişiye devlet kuşu kondu.

Tâlût Süryânice’de ŞavuI’dur. Buna göre onun nesep şeceresi: Şavul bin Kays bin Enmar bin Dırâr bin Yahruf bin Yeftah bin İş bin Bünyâmin bin Yâkub bin İshâk ‘tır. Yani Yusuf’un kardeşi Bünyâmin’e dayanmaktadır bu Tâlût‘un soyu sülâlesi.

Eşmuvil bunu onlara söyleyince, İsrâiloğulları ona: „Şu andakinden daha büyük bir yalan söylemiş değilsin. Hâşâ! İşte İsrâiloğulları böyle ve bir peygambere böyle söyleyebiliyor. Biz hükümdar soyundan geliyoruz, Tâlût’un fazla bir malı yoktur ki onun peşinden gidelim.“ dediler. Bunun üzerine Eşmuvil onlara: “Yüce Allah onu yani (Tâlût’u) sizin üzerinize (hükümdar) seçti, ona bilgice yani ilimce ve vücutça da bir üstünlük verdi.“ Yani hükümdarda ilim-irfân olacak bir güçlü kuvvetli olacak burada bu vurgulandı. (Bakara Sûresi, âyet 247)’de Cenab-ı Hak bunu böyle haber veriyor. Bu sefer onlar: „Eğer doğru söylüyor isen, bize bir âyet (alâmet) göster.“ dediler. Aslında âyeti, âlâmeti gördüler ama inanmadılar tekrar istiyorlar. Bunun üzerine Eşmuvil onlara: “Onun hükümdarlığının alâmeti, Rabbinizden içinde sekine (moral gücü) ve Mûsâ ailesi ile Hârun ailesinin bıraktıklarından bir kalıntı olmak üzere, melekler tarafından taşınarak gelecek olan Tabut ‘tur.“ dedi bu da (Bakara Sûresi, âyet 248)’de böyle bildiriliyor.

Ayet-i kerimede geçen “sekîne“ bir kedi başından ibârettir. Bir rivâyette “sekîne ‘nin içinde peygamberlerin kalplerinin yıkandığı altın bir kap“ olduğu da söylenir. Daha bu hususta başka rivâyetler de vardır.

Tabut’un içinde inci, yakut ve zebercetten levhalar da vardı. Âyet-i kerimede geçen “bakıyye“ ise, Hz. Mûsâ’nın âsâsı ile levhaların parçalarından ibârettir.

Melekler, gündüzün ve herkesin gözleri önünde, gökle yer arasında bu Tabut’u taşıyarak Tâlût’a getirdiler. Tâlût ise bu Tabut’u çıkarıp onlara gösterdi. Fakat onlar kızarak onun hükümdarlığını ikrâr edip kabul ettiler yani kerhen istemeye istemeye ve istemeyerek onunla birlikte (savaşa) çıktılar. Allah’ın emrine râzı olmayan bir milletten hayır çıkar mı? Bu kadar mûcizeleri görüp de hâlâ daha Allah’ın emrine itiraz edenden hayır çıkar mı? Onların sayısı seksen bin idi. Savaş için yola çıktıkları zaman Tâlût onlara: “Yüce Allah (Celle Celâlüh) sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir.

Dakika 25:07

Ondan (kana kana) tatmayıp sadece eliyle bir avuç alan bendendir… “ (Bakara Sûresi, âyet 249)’da Cenab-ı Hak bu durumu da bize bildiriyor. Tâlût İsrâiloğullarına böyle söyledi ordusuna askerlerine.  Burada bahsi geçen ırmak Filistin, bir rivâyette ise Ürdün ırmağıdır. Buna rağmen çok az bir kısmı dışında herkes o ırmaktan içti. Yani başlarında ki hükümdar Tâlût’u dinlemedirler. İçmeyenlerin sayısı ise sadece dört bin kişi idi. Bakın seksen bin kişinin görüyorsunuz ki kalanı O ırmaktan içen susadı; ancak avuçlayarak içenlerin susuzlukları kalmadı. Allah’ın emrine sıkı sarıl senin yapacağın bu ey insanoğlu!

Nihâyet: “Tâlût ve berâberindeki îmân eden kişiler ırmağı aşınca… “ (Bakara Sûresi, âyet 249)’da Câlût onları karşıladı. Câlût oldukça fazla bir kuvvete sahipti. Onun kuvvetini görenlerin birçoğu geri döndüler. Bak bak düşmandan bu seferde düşmandan kaçıyorlar ve: “Bugün Câlût’a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yetmez… “ (Bakara Sûresi, âyet 249). İçlerinde peygamber var bak peygamberin tâyin ettiği bir hükümdar var ama yine de düşmandan kaçıyorlar peygamberi de başlarındaki hükümdarı da tanımıyorlar. Dolayısıyla Allah’ı tanımıyorlar. (Bakara Sûresi, âyet 249)’da böyle dediler. Bu sırada Tâlût’ la birlikte, Bedir savaşına katılanların sayısı kadar, üç yüz on küsur kişi kalmıştı. Görüyorsunuz seksen bin kişiden üç yüz on kişi kalmış Tâlût’un yanında. Nihâyet geri dönenler döndükten sonra kalanlar: bakın “Nice az bir topluluk var ki, Allah’ın izniyle sayıca çok toplulukları yenmiştir. Allah, sabredenlerle berâberdir.“ İşte îmânlı topluluk böyle söyledi. (Bakara Sûresi, âyet 249)’da Cenab-ı Hak bu îmânlı topluluğun böyle dediğini bildirmektedir.

Onların arasında on üç oğlu ile birlikte Hz. Dâvûd (Aleyhisselâm)’ın babası İşâ da vardı. Hz. Dâvûd ise İşâ’nın en küçük oğlu idi. O, geride kalıp onların davarlarını otlatıyor ve onlara yemek taşıyordu. Bir gün Dâvûd babasına: „Babacığım! Ben sapanımla attığını her şeyi vurup yere düşürüyorum.“ dedi, sonra: „Bir gün dağların arasına girmiştim, orada yere çökmüş bir aslan gördüm. Sırtına bindim, kulaklarından tuttum ve hiç korkmadım. “ diyerek sözlerine devam etti. İşte Cenab-ı Hak bir kuluna İn’âm ve ihsânda bulunursa neler oluyor. Dâvûd, bir başka gün yine babasının yanına gelip ona: „Ben, dağların arasında yürürken tesbih getiriyorum. İstisnâsız bütün dağlar benimle birlikte tesbih ediyor.“ dedi. Bunun üzerine babası ona: „Sana müjdeler olsun. Bu, Allah’ın sana verdiği büyük bir hayrın alâmetidir.“ dedi. Yani peygamber olacağının alâmetleri çıktı ortaya.

Dakika 30:25

Yüce Allah (Celle Celâlüh) Tâlût ile birlikte bulunan peygamber (Eşmuvil)’e içerisinde yağ bulunan bir tirkeş ile demirden bir elbise yolladı ve bunlarla birlikte onu Tâlût’a gönderdi. O, Tâlût’a: „Aranızdan Câlût’u öldürecek kişi, bu yağı kaynayıncaya ve tirkeşten sızıp dışarı çıkıncaya kadar başının üzerine koyacak, sonra yüzüne akmayacağı gibi, başının üzerinde taç gibi kalacak, daha sonra da o bu elbisenin içerisine girip onu dolduracaktır. “ dedi. Bunun üzerine Tâlût, İsrâiloğulları’nı çağırdı ve onları denedi; fakat hiçbir kimse bu evsâfa uygun düşmedi. Bundan sonra Tâlût davar otlatan Dâvûd’u aldırıp getirtti. Dâvûd yolda gelirken üçtaşa rastladı ve taşlar dile gelip ona: „Ey Dâvûd! Bizi yanına al, Câlût’u bizimle öldüreceksin.“ dediler.

Nihâyet Dâvûd bu taşları alıp torbasına koydu. Bir ara Tâlût: “Câlût’u kim öldürürse kızımı ona vereceğim ve ülkenin her tarafında onun mührünü geçerli kılacağım.“ demişti.

Nihâyet Dâvûd, Tâlût’un huzuruna geldiğinde, tirkeşi başının üstüne koydular. Hülâsa tirkeşin içindeki yağ kaynadı ve Dâvûd ondan süründü. Sonra demir elbiseyi giydi ve içini doldurdu. Hâlbuki Dâvûd hastalıklı, rengi morumsu ve sarıydı. Elbisenin içine girince, daralmağa başladı ve onu çepeçevre sardı. İşte buna, hem Eşmuvil, hem Tâlût ve hem de İsrâiloğulları sevindiler. Bunun üzerine onlar, Câlût ’un üzerine yürüyüp savaşmak üzere saf haline gelip dizildiler. Bu arada Dâvûd (Aleyhisselâm), Câlût’a doğru ilerledi, daha o zaman peygamber falan değil bir delikanlı çocuk Dâvûd (Aleyhisselâm). Taşları alıp sapanına yerleştirdi ve Câlût’a savurup attı. Dâvûd’un attığı taş Câlût’u gözlerinin arasına isâbet etti ve kafasını delip onu öldürdü. Onun attığı aynı taş isâbet ettiği herkesi delip geçiyor ve onları öldürüyordu. Nihâyet Allah’ın izniyle Câlût ‘un askerleri yenildiler. Bundan sonra Tâlût geri dönüp kızını Dâvûd’a nikâhladı; hâkimiyeti altındaki topraklar üzerinde Dâvûd’un mührünü de geçerli kıldı. Bundan sonra Halk Dâvûd’a yönelip sevgi beslediler.

Evet, sevgili dostlarımız dikkat edin! İnsanoğluna Cenab-ı Hak neler veriyor ama insanoğlu şükretmesini bilmiyor.

Dakika 34:40

Bunun üzerine Tâlût, Dâvûd’u kıskanmağa başladı. Görüyorsunuz şimdi hükümdar Dâvûd’u, hem damadı bu hem peygamber adayı aslında ama milletin sevgisini şimdi Tâlût yani hükümdar hem de bir peygamberin Cenab-ı Hakk’ın tâyin ettiği hükümdar. Hem de su satan bir kişiyken başına devlet kuşu konan bir hükümdar. Bakın Dâvûd’u kıskanmaya başladı ve onu gâfil avlayıp öldürmek istedi. Fakat Dâvûd durumu öğrenince onun yanından ayrıldı ve giderken de yatağına bir içi dolu bir tulumu bırakıp üstünü örttü. Yani şarap tulumu koydu.  Tâlût, Dâvûd’un uyuduğu yere girdiğinde Dâvûd kaçmış bulunuyordu. Bunun üzerine Tâlût tuluma bir darbe indirdi ve tulumu deldi. Bu arada ağzına bir damla sıçradı. Bunun üzerine o, Dâvûd için: „Allah Dâvûd’a merhamet etsin, ne kadar da çok içiyormuş?“ zannetti.

Nihâyet sabah olunca Tâlût, hiçbir şey yapmamış olduğunu anladı ve Dâvûd’un kendisini gâfil avlayıp öldürmesinden korkmaya başladı. Bunun için de muhafız ve bekçilerinin sayısını artırdı.

Ey dünya! Kıskançlık bakın neler getiriyor insanın başına. İşte İblîs Hz. Âdem’i kıskandı onun hilâfetini tanımadı başına gelmedik kalmadı. Tâ oradan başlayarak gel hasetçilerin, fesatçıların başına neler geldi… Haset ateşin odunu yediği gibi kişinin bütün amelleri yer bitirir yok eder. Bu da Peygamberimiz Hz. Muhammed’in bir sözüdür (Aleyhissalâtu Vesselâm) Ey dünya, ey Müslümanlar birbirimizi kıskanmayın haset etmeyin! Gıpta edin ama haset etmeyin! Gıpta onu senden üstün birinin durumunu görürsen sen öyle olmaya çalış ama haset etme haset! Haset haramdır haset çok kötüdür. Haset bende yok onda da olmasın diye o yüksek şahsiyetlerin yüksekliğini taşıyamamak, çekememek hastalığıdır. Bundan vazgeçin hasetçi olmayın, fesatçı olmayın sadece gıpta ederek iyilikte yarışın. İyiler gibi olmak için sende yarış olamazsan kaderine râzı ol. O üstün kişiler gibi olamadım diye haset etme kaderine râzı ol. Allah’ın verdiğine engel olamazsın, Allah kime neyi verdiyse Allah’ın aziz ettiğini sen zelil edemezsin. Kendini zelil perişan edersin hasetten, fesattan vazgeç. Ey Müslümanlar! Tarih boyunca İslam Devletlerini yıkan o hastalıktan biri hasettir. Türk devletlerinin nicelerini yıkan hasettir. Görüyorsun Abbasîler yıkıldı hasettir ve Ehlibeyt arasında nice çetin savaşlar oldu hasettir. Dikkat et! Ehlibeyt arasında bile çetin savaşlar oldu. Bugün Abbasîlerle Hazreti Ali soyu… Bunlar kim? Kardeş çocukları. Hz. Ali Ebû Tâlib ’in oğlu, Ebû Tâlib de Hz. Abbâs ile kardeş, Abbasîlerde Hz. Abbâs’ın soyundan gelenler.

Dakika 40:10

Bakın bunlar birbirlerine karşı Yezîd’in yaptığı kadar birbirlerine kötülük yaptılar. Yezîd tarihte bir tane zannetmeyin. Bugün Müslümanlar kim kimi çekemiyorsa bu haset kimde varsa dikkat et! Yezîd’in yaptıklarını kim yapıyorsa o Yezîd’dir, o hasetçidir, o fesatçıdır. Bugün Yezîd o zamanki devletin başında hükümdardı, hükümdarlık elimden çıkmasın diye bir peygamber torununu Kerbelâ ‘da hunharca öldürülmesine seyirci kaldı ama Yezîd nasıl Yezîd zâlim ise Yezîd ‘den daha Yezîd zâlimler de vardı. Küfe Vâlîsi Ubeydullah İbnu Ziyâd, daha zâlim idi ve onun emrinde bir peygamber torunu hunharca öldüren askerler vardı. Zâlim, Bâğî, Tâî alçak ve şerefsizler vardı.

Evet, sevgili dostlarımız, mı bugün partilerin birbirine şöyle bir muhalefetine bakın, şöyle bir bakın bir de o güne bakın. Bir elindeki Devleti vermemek için bir peygamber torununu dahi katledebiliyor.  Kerbelâ olayı dünyanın sonuna kadar kanayan bir yaradır bugün kan akmaktadır. Ama suçlu kimdir? O günün zâlimleri bu işi yapmış. Peki, bunu siyâsete âlet edip de Müslümanları ortadan ikiye bölüp de bir tarafa Alevî, bir tarafa Sünnî… İşimdi Alevî Sünnî’ye Yezîd gözüyle bakıyor. Peki, Sünnî’nin Kerbelâ ile Yezîd ile hiçbir alâkası var mı? O gün Hz. Hüseyin’i Kerbelâ ‘ya çağıranlar Alevîlerdi Şîa tabakasıydı. Kerbelâ ’ya gidip o Şîa Hz. Hüseyin’e yardımcı olmadılar. Peki, burada Hz. Hüseyin’i tuzak kuran kimdir? Şîa’dır.  O günkü Şîa o günkü bu yanlışı yapanlar hem Kerbelâ ‘ya çağırıyorlar Küfeye bugünkü Bağdat’ın olduğu yerde Küfe vardı. Oraya çağırıyorlar, zâlim Vâlî ’den dert yanıyorlar, 150 tane mektup gönderiyorlar Hazreti Hüseyin’e ama Kerbelâ ‘ya gidip yardımcı olmuyorlar. Hani mektubu ey Şîa grubu! O günün Şîa ’sına söylüyorum, bugünün Şîa’sı bunu bilir-bilmez ben ona karışmam. Günah işleyenindir. O gün orada kim varsa Hz. Hüseyin’e karşı koyan onlar Yezîd’in ve Ubeydullah İbnu Ziyâd ’ın zâlim ordusudur Hz. Hüseyin’e düşman olanlar. Orada Hz. Hüseyin’in tarafına geçip orada savaşanlar da vardı onlarda şehit oldular. Onun için sevgili dostlarımız, bakın düşman öyle bir fırıldak çeviriyor, öyle tuzaklar kuruyor ki öyle komplolar kuruluyor ki Müslümanları birbirine tutuşturmak için Yezîd’in yaptığını Kerbelâ ‘da ki ve Şiâ’nın Hz. Hüseyin’i Küfe’ye çağırdıkları olayı ve o zamanki olayı Ubeydullah İbnu Ziyâd ki dini-îmânı bugün torbada adam zâlim.

Dakika 45:05

Bunların suçunu birileri gitmiş Alevî’ye demiş ki: İşte o gün Kerbelâ ‘da Hz Hüseyin’i öldürenler Sünnî’ler” diyor. Bugün Sünnî’ye Yezîd gözüyle bakan bir Alevî dünyanın en büyük alçak ve şerefsizidir. O gün Şîa mektup yazmış Hz. Hüseyin’e, yardıma gitmemiş Kerbelâ ’ya o günün Şîa’sı. O günün Şîa’sı da dünyanın en büyük hâinidir. Ama bu günün Şîa ’sına bir şey demem ben niye? Orada yoklardı o günden bugüne asırlar geçti. Bugün Yezîd’in yaptığını kim yaparsa o Yezîd’dir. Bak, sana söylüyorum Yezîd ne yapardı; Yezîd kendi saltanatını korumak için devletin başındayım ben diye önüne gelen karşı koyanı öldürüyordu karşı koyanları. Yezîd tambur çalıyordu, Yezîd zinâ ediyordu, Yezîd içki içiyordu, Yezîd zinâ ediyordu diye haberler var. Yezîd Ehlibeyte kastediyordu -ki işte Kerbelâ olayı saltanatını korumak için- şimdi burada Yezîd’in yaptıkları. Yezîd namaz kılmıyordu diye haberler var. Yezîd’in yaptığını kim yaparsa o Yezîd’dir. Bu kim olursa olsun kimliği Alevî olmuş Sünnî olmuş önemli değil. Yezîd’in yaptığını kim yapıyorsa o Yezîd’dir. Ey Alevîler ey Sünnîler! İki tarafa da söylüyorum suç işleyenindir suçsuzlara suç yüklemeyin. Emevîler suç işlemiş, Ehlibeyte kastetmiş, Abbâsiler ile Ehlibeyt arasında olaylar olmuş. Hattâ Ehlibeytin Hz. Ali soyunun da kendi arasında da nice karşılıklı bugün restleşmeler, savaşlar olmuş senlik-benlik savaşları. Bunlar kardeş savaşları olarak kabul edersek kardeş kardeşle dövüşmüş kabul edersek peki bunu Yezîd’in yaptıklarını, Emevî’nin yaptıklarını gidip de Sünnî Müslümanlara yüklemenin yeryüzünde en büyük iftira, en büyük yalan, en büyük İslam düşmanlığı, en büyük İslam’da bir bölücülük İslam âlemine en büyük bir kötülük değil midir? Hz. Hüseyin’e, Ehlibeytin tamamına biz toz kondurmayız onlar Alevî’nin değil, Sünnî’nin değil, şunun-bunun değil bütün Müslümanların canından daha fazla sevdiği Peygamberin soyudur. Ehlibeyt; Peygamber soyu sülâlesi, şerifler, seyitlerdir. Biz bunlara toz kondurmayız. Amma Peygamberin yolunda olmayıp Ali yolundayım deyip Ali ile hiç alâkası olmayan, 12 İmamlar deyip 12 İmamlar ile hiç alâkası olmayan ve Ali’nin yapmadığını bugün yapanlar… Ali rakı-şarap içmedi. Hattâ bir damla düşse dedi Hazreti Ali bir kuyuya bir şarap damlasa orada koyunlarımı bile o kuyudan sulamam dedi. Orada otlar bitse o otları koyunlarıma yedirmem dedi. Daha neler dedi… Hz Ali ömründe bir vakit namaz terk etmedi, rakı-şaraba helâl gözüyle bakmadı bir damla içmedi. Ehlibeytin hepsi böyle 12 İmamlarda böyle, bunlar değerli şahsiyetler.

Dakika 50:08

Şimdi o yolda olduğunu söyleyenler peki Sünnîler kim? Sünnîler Peygamberin yolunda olanlara da Sünnî, Peygamber yolunda Sünnetullah Peygamberin yolu demek. Onun yolunda, Sahâbînin yolunda, Ehlibeytin yolundadır Sünnîler. Çünkü Sünnîleri elinde delilleri Kur’an-ı Kerim’dir, sahîh hadis-i şeriflerdir, icmâdır, kıyastır. Bir Alevî ‘de de bu böyle ise ikisi de kardeş zaten -ki böyle olanlar var, olmayanlar var. Sünnîlerde de adı Sünnî ama Sünnîliği bilmeyenler var. Cehâlet Alevî’de de var Sünnînin bilmeyeninde de var. Peki, bunun çâresi Alevî-Sünnî düşmanlığı değil. Bak, kökte iki tarafta Peygamberin gövdesinde birleşecek, Kur’an-ı Kerim’de birleşerek bir durum var. Peki, câhillere meydan vermesek de hepimiz Kur’an’a, Peygamberimize bağlansak, İslam’a bağlansak da kardeş olsak olmaz mı? Olmaz. Niye? İçinde Alevî kendi etrafında toplamış oradan rant sağlayanlar var. Onlar için olmaz bu çünkü Alevîyi orada tutuyor. Sünnî düşmanlığı ile tutuyor. Çünkü o rant sağlayanlar Alevîyi orada kendi çevresinde topluyor.  Kur’an-ı Kerim’i öğretse, İslâmî ilimleri öğretse bu düşmanlık ortadan kalkar. Sünnî’ye de Alevî şöyle Alevî böyle deme şansı kalmaz. İslam’a uymayan tarafları İslam’a uyar hâle getirirse iki taraftan da Alevî’sini de Sünnî’sini de İslâmî değerler de birleştin mi Alevî-Sünnî kardeştir kardeş olur. Amma birisi Ali ’siz Alevî kitapsız, Kur’an ’sız Alevî olursa o zaman Ehlibeyt ile bir bağlantısı kalmaz ki. Adam Ali’yi tanınmayan Alevîlerden bahsediliyor, Kur’an’ı, İslam’ı hiç tanımayan Alevîlikten bahsediliyor. Alevîler kendi içinde bunları gözden geçirmeleri gerekiyor. Sünnîlerde Alevîlerle kendi aralarındaki durumu İslâmî ilimlerde ne yapmak; bu arada ki bağları güçlendirmek gerekiyor. Sünnî Alevî’ye, Alevî Sünnî’ye İslam’da İslâmî değerlerle yaklaşırlarsa anlaşırlar, tanışırlar, kardeş olurlar problem kalmaz. Biri Kur’an’la yaklaşıp biri şarapla yaklaşırsa bu yaklaşım olmaz. Birisi ilimle yaklaşıp öbürü siyâseten tepeden vurma tam tepeden böyle vurma bir iftira ile yaklaşırsa Yezîd’in, Emevî’nin yaptığını Sünnî Müslümana yükleyerek olaya yaklaşırsa burada kardeşlik olmaz. Hiçbir Sünnî’nin Kerbelâ olayına zerre kadar gönlü râzı olur mu? Sünnî’lerin içi kan ağlıyor Kerbelâ olayından dolayı. O gün ben Kerbelâ ‘da olsa idim bugün Yezîd’in ordusuna karşı savaşacak en başta bendim ve yüz kere bin kere şehit olurdum Hz. Hüseyin’in yanında Hz. Hüseyin ile savaşırdım Yezîd’e karşı. Sen Sünnî’lere bu yanlış bakışından vazgeç. Ben hiçbir Sünnî’nin Yezîd ’den yana olduğunu duymadım, görmedim. Sen de Alevî’lere bunu söyle. O günün Yezîd’in ordusunun içinde bugünün Sünnî’si var mıydı de. O günün Sünnî’si de yoktu. Yezîd ‘den korkan Ubeydullah İbnu Ziyâd ‘ın yanında vahşi askerler vardı vahşi.

Dakika 55:10

O vahşi askerler işledi o cinâyeti. Peki, dünyada Alevî’ler de vardı o zaman Sünnî’ler de vardı. İşte Sünnî’lerin de, Alevî’lerin de haberi olmayan ve sonradan da Allah ne yaptı? Onlardan intikâmı o zâlimlerden, o Küfe Vâlîsi Ubeydullah İbnu Ziyâd’dan, Hz. Hüseyin’e zulmeden ne kadar orada kâtiller varsa onların hepsinin kellesi kesildi. Allah (بِعَزِيزٍ ذِي انتِقَام) (Azîzün-zintikâm)’dır. Allah intikâmını aldı. Allah intikâmını alır kimsede bırakmaz. Bütün zâlimlerin belini bıkkınını kırmıştır kıracaktır bundan şüpheniz olmasın. Yalnız ey Müslümanlar! Birileri orada suç işliyor sen, Müslümanı suçluyorsun. Alevî Sünnî’ye, Sünnî Alevî’ye olur mu böyle şey? O gün imkânı olup da Kerbelâ ‘ya gitmeyen insanlar zaten yüzde doksanının haberi yok. Sonra Kerbelâ ‘ya Hazreti Hüseyin’i Mekke’den Medine’den yolcu edenlerin hepsinin orada yakınların, Ehlibeytin haberi vardı gitme dediler. Şimdi Sünnî’yi suçlarken Hazreti Hüseyin’i Kerbelâ ‘’ya yollayan Mekke’de kalan Ehlibeyt vardı, Medine’de kalan Ehlibeytler vardı. Gitme Hüseyin diye Hz. Hüseyin’e yalvardılar. Peki, onları da mı suçluyorsunuz? O Ehlibeyti de mi suçluyorsunuz? Şimdi dünyada o konuda Kerbelâ olayında, seyirci kalan Alevî suçludur, Sünnî varsa seyirci kalan o da suçludur. Peki, o günün suç işleyenleri kimlerse onlar suçludur. Peki, bugünün Sünnî’si ile Alevî’sinin arasına bu fitneyi, fesâdı sokmanın anlamı ne? Yani bir Alevî’nin tutup da Sünnî’ye Yezîd gözüyle bakmasının hiç bir anlamı var mı, iftira ve yalandan başka? O günün Alevî’si Kerbelâ ‘ya gidip Hz. Hüseyin’e yardım etmedi. Peki, bugünün Alevî’si suçlanır mı? Bugünün Alevî’si orada yok ki aradan asırlar geçmiş. Ne bugünün Alevî’si suçlanır, ne Sünnî’si suçlanır. Hepimizin yüreğinde bir bu kanayan yaradır.  Biz Hazreti Hüseyin’i de Ehlibeytin tamamını da canımızdan daha çok severiz. Var mı bir diyeceğin? Ehlibeyt Müslümanlarındır. Müslümanım deyip de Müslümanlara yan bakanların Ehlibeyt ile bir bağı olamaz bu kadar net. Biz Ehlibeyti canımızdan ileri görürüz. Sen Ehlibeyt deyip de namazsız, abdestsiz ağzından şarap düşmeyen kişileri Seyyid ilân edersen Ehlibeyte de ne yaparsın? İftira etmiş olursun. Ehlibeytin 12 İmamlarında böyle bir durum mu var? Namazsız, abdestsiz biri mi var 12 imamlardan veya Ehlibeytin içinden Seyyid ve Şeriflerden namazsız, abdestsiz, Kur’an ‘sız, ilimsiz, irfânsız biri mi var? Onun için yanlışların tümünü birlikte ortadan kaldıralım da yerine yanlışın yerine doğruları koyalım bu da İslam’ın kendisidir. Kur’an-ı Kerim’i, sahîh hadis-i şerifleri koyalım orada anlaşalım,  birleşelim, kardeş olalım. Ben bunu söylüyorum ama tutarsın ama tutmazsın, ama yaparsın ama yapmazsın o işi sen kendin bilirsin ama ben bunu durumu sonra söylüyorum.

Dakika 1:00:00

“Lâ İlâhe İllallah Muhammedür Rasûlullah” diyen herkes bizim kardeşimizdir. Hatâlarını da doğrularla düzeltmemiz gerekir yanlışları. Cehâleti ilim-irfânla düzeltmemiz gerekir. Benim dedelerle sohbetim vardır, Alevî’ler ile sohbetin vardır, doğruyu arayan Alevî’ler gençler vardır. Bunlara da doğruyu, ilmi-irfânı götürelim hizmet verelim bunlara. Şimdi Sünnî’nin ne kadar hizmete ihtiyacı varsa ilim-irfân hizmetine işte Alevî’nin de o kadar ona ihtiyacı var. Onun için Kur’an’ı İslâmî ilimleri Sünnî gençlere de Alevî gençlere de doğru verelim de kardeş yapalım bunları bu yanlıştan vazgeçelim geçirelim bu ikilikten vazgeçelim İslam’ı bölüp parçalamaktan vazgeçelim. İslâm düşmanları Alevî’ye de düşman Sünnî’ye de düşman bunu da kulağına küpe et! Müslümansan sana İslâm düşmanları, hepsi sana düşman. Birisini eğer önce vuruyor birini bırakıyorsa onu ne yapıyor? Aldatıyor, ben sana düşman değilim diyor. Önce berikini ortadan kaldırınca sıra sana geliyor seni de ortadan kaldırıyor. Bu iş neye benziyor? Kurtlara karşı koyan güçlü “Sarı Öküze” benziyor. Sarı Öküze ne demiş kurtlar; Öbür öküzler kurtlara ses etmiyor kurtlar gelince “Sarı Öküz” kurtları kaçırıyor. Kendi oradaki öküz grubunu kurtarıyor. Kurtlar öbür öküzlere diyorlar ki: “Biz size bir şey yapmayacağız’! Şu “Sarı Öküz” var ya bizim derdimiz o” diyorlar ve Sarı Öküzü kurtlar yerken öbür öküzler seyrediyor. Nitekim kurtlar Sarı Öküzü ortadan kaldırınca tabii acıkıyorlar ondan sonra geliyorlar Kara Öküzleri sırayla teker teker acıktıkça yiyorlar. Aklını başına al! Karşıdan öküz gibi seyretme düşmana, adam ol Müslüman ol! İster Alevî ol ister Sünnî ol adam ol Müslüman ol dostu tanı düşmanı tanı! İslam birliğini, İslam kardeşliğini ikiye de ortadan bölme! Müslümanı Müslümana yan baktırtma! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Sünnî Ehlibeyti sevecek sen de ona Yezîd gözüyle bakacaksın olacak şey mi? Bir Sünnî Peygamberin yolunda gidecek senin ona senin yolun yok diyeceksin. Peygamberin yolundan, Kur’an’ın yolundan başka yol mu var? Senin beyninde ne var? Bir taassup bir betonlaşma var. O beynindeki taassubu sil ilim, irfânla aydınlan, Kur’an-ı Kerim’i bir defa baştan sona iyi anla, sahîh sünneti hadis-i şerifleri baştan sona iyi anla! İslam’ın delileri kaynağı bunlar icmâya bak, kıyasa bak, müçtehit ve de fâkih âlimlerin ilmine bak. O zaman Alevî-Sünnî kardeş olur. Ortaya ilmi koyalım cehâleti ortadan kaldıralım. İlmi koyalım âlimi koyalım ortaya, câhilleri ortadan kaldırıp başıbozukları ortadan kaldıralım. Sen Kur’an-ı Kerim bilmeyen ilim-irfân bilmeyen adamları getiriyorsun konuşturuyorsun bu Alevî’ye de zarar veriyor, Sünnî’ye de zarar veriyor, İslam birliğine de zarar veriyor, İslam kardeşliğine de zarar veriyor. Evet dertliyiz çünkü Müslümanlar kardeş olması gerekirken niye Müslümanlar bölünsün, parçalansınlar ki? Mezhepler, meşrepler İslam’ın okudurlar İslam’ı doğru okuyalım. Burada mezheplerin bir durumuna baktığımız zaman İslâmî ilimler o mezhebin içinde okunuyorsa problem çözülür.

Dakika 1:05:07

Mezhepler okuldur, İslam’ın okullarıdır, müçtehit okullarıdır. Müçtehit derecesindeki âlimlerimiz ide iyi dinleyelim! Çünkü müçtehitler Peygamberimizin ortaya koyduğu İslam’ı incelerler İslâmî ilimleri, Sahâbînin durumunu incelerler, Ehlibeytin durumunu incelerler. Neticede ne yaparlar? İslam’ın gerçeklerin ortaya koyarlar. Müçtehitleri dinlemezsen Fâkihleri, Müfessirleri dinlemezsen geriye câhiller kalır. Câhillerde ortalığı işte ne yaparlar? Bölerler, parçalarlar ve dupduru suyu bulandırırlar. Birliğin yerine ikilik, ikiliğin yerine dörtlük, beşlik artık parçalanmalar devam eder bugün de olduğu gibi.  Dünyada Müslümanlardan daha çok parçalanmış biri var mı? İşte bunun çâresi İslam-îmân kardeşliğidir ama imlim-irfân ile işe başlamak lâzım.

Sevgili dostlarımız, işte dertleşiyoruz bunlar bir dertleşme çünkü halleşelim, dertleşelim ve birliğimizi kuralım berâber olalım parçalanmayalım. Benim için Ehlibeyt canımdan daha sevgilidir. Bir Müslüman benim canım kadar kıymetlidir hangi Müslüman olursa olsun. “Lâ İlâhe İllallah Muhammedür Rasûlullah” diyorsa o benim kardeşimdir. Münâfıklık alâmetlerini tam görmedikçe o benim kardeşimdir. Çünkü münâfıklığın birçok alâmeti vardır bu alâmetler zuhur ederse münâfıktır. Dışından Müslüman içinden gâvurdur. Münâfıklar gavurdan daha gavurdur. Gâvur, gâvurdur ama münâfık daha gâvurdur. Çünkü Müslüman görünür gâvurluğun her türlüsünü yapmaya çalışıyoruz ve içinden inkâr eder ve dışından kabul etmiş görünür. İçi başka dışı başka! Birçok da alâmetleri var münâfıklığın. Görüyorsunuz Kur’an-ı Kerim’in en başında hemen îmândan bahseden bir beş âyet var, küfürden den bahseden bir âyet var, münâfıklıktan bahseden yüz âyet var. Kur’an-ı Kerim baştan sonra daha nice âyetlerle o yüz âyete ilâveten nice âyetlerle münâfıklar tarif ediliyor hadis-i şeriflerde yine böyle. Onun için ilim-irfân ile işe başlayalım. Câhillere meydan vermeyelim meydanı, ilim-irfân sahiplerine verelim. Sulh, barış,  kardeşlik orada gerçekleşir. İlmin olduğu yerde kardeşlik olur, îmân olur amel-i sâlih olur, sulh ve barış olur. Cehâletin olduğu yerde her kötülük kaynarda kaynar… Her mikrobun kaynadığı gibi, her hastalığın zuhur ettiği gibi her kötülük, her düşmanlık cehâletin içinde barınır. Câhillere Kur’an’ı baştan sona iyi bilmeyenlere gidip de fetvâ sormayalım. Yani âlim ile câhili de iyice fark edelim. Kim âlimdir, kim câhildir? Kim irşâd edecek bir güçtedir, kim yapıyorum derken yıkanlar kimdir? Kaç yapıyorum derken gözleri çıkaranlar kimlerdir? Bunlara dikkat edelim! Bunların hepsinin yolu- yordamı çâresi ilim-irfândır. İlimle irfânla işe başlayalım. Bütün hastalıkların devâsı ilimi irfândır. Bir şair şöyle diyor: “Cehâlet bir marazdır diyor. Devâsı ilmi irfândır. Câhile kim der ki insandır.” İlmi kabul etmeyen câhillere hem câhil hem ilmi kabul etmiyor. “Bunlara kim der ki insandır” diyor. İşte bu şairde böyle söylüyor.

Evet, sevgili dostlarımız, gerçeklerin yanına ben pek şiir falan da yaklaştırmam. Çünkü âyetin yanında, hadis-i şeriflerin yanında her şiiri kendini koruyamaz o seviyeye dolduramaz. Onun için Kur’an-ı Kerim’e sıkı sarılalım, sahîh sünnete sıkı sarılalım icmâya kıyasa iyi bakalım. Müçtehitler, Fâkihler üzerinde ilim anlayışı ile hareket edelim. Evet, bütün dünyada Müslümanların birliğinden, berâberliğinden, kardeşliğinden yana olan ne kadar mü’min Müslüman varsa hepsine bizden selâm olsun. Biz de ayırım-kayırım yok, biz de hak ve bâtıl dâvâsı var. Bâtıla batıl demekle işin içinden çıkılmaz. Bâtılın yerine hakkı koyacaksın, yanlışın yanına doğruyu koyacaksın, cehâletin yerine ilmi-irfânı koyacaksın ki görevini yapmış olacaksın. Selâm bizden selâm! Ey dünya Müslümanları! Bir olun, bütün olun Kur’an-ı Kerim’de İslâmî ilimlerde birleşin îmânda kardeş olun.

Dakika 1:12:15

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 71 times, 1 visits today)