İslam Tarihi Ders 55

İslam Tarihi Ders 55

55- İslam Tarihi Ders 55

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

Önemine binâen Ebrehe’den yine tekrar bahsetmeye çalışacağız ve emsallerinden;

Habeş Necâşî’nin Yemen Vâlîsi ve Kumandanı Eryât’ı öldürerek yerine geçen Ebrehetül-Eşrem bu kişi Hristiyan’dı. Toplumun, Hacc Mevsiminde Hacca gitmeye hazırlandıklarını görünce:

„Toplum, bu toplum nereye gidiyorlar?“ diye sordu.

„Mekke’deki Beyt-i Haramı Hacc etmeye gidiyorlar!“ dediler. Ebrehe:

„O Beyt, neden yapılmıştır?“ diye sordu.

„Taştan yapılmıştır“ dediler. Ebrehe:

„Onun üzerine ne örtülmüştür?“ diye sordu.

„Bu ülkeden giden vasâil’den (çizgili ince Yemen kumaşından) örtülmüştür.“ dediler. Ebrehe:

„Mesîh üzerine yemin ederim ki: ben, size ondan daha iyisini yapacağım!“ dedi.

İşte bu da sapıkların aklıdır sapık bir Hristiyan aklı bu, zannediyor ki Kâbe-i Şerif’in değeri taşında toprağında zannediyor. Orayı Yüce Allah evim demiş “Beytullâh” ora. Ey kafası çalışmayan îmânsız herifler! Bu gerçekleri ne zaman anlayacaksınız?

Şimdi Ebrehe Kayser’e yazarak San’â’da bir kilise yapmak istediğini bildirdi ve bu hususta kendisine yardım edilmesini istedi. Kayser, Ebrehe ‘ye sanatkârlarla mermer ve mozaik gönderdi. Ebrehe, meşhur Ma’rib Kraliçesi Belkıs’ın metruk sarayından da, işe yarayan taş, mermer gibi ne varsa, hepsini San’â’ya taşıttırdı. Kilisenin inşasını, çok sıkı tuttu. Yani şimdi oraya bir kilise yapıyor. İşçilerden her hangi birisi, güneş doğmadan işinin başında bulunmayacak olursa, Ebrehe ‘ye götürülür, o da, cezâ olarak o işçinin elini keserdi! Bakın şu zulme bakın, yaptığı işe bak!

Nitekim işçilerden birisi, işinin başına erkence gelmekte gecikmiş güneş doğmuştu. Cezâdan bağışlanmasını, Ebrehe’den rica etsin diye ihtiyar annesini de, yanında getirmişti. Kadıncağız, oğlunun mâzeretini arz edip bağışlanmasını dilemişse de, Ebrehe „Ben, kendimi yalancı çıkaramam!“ diyerek işçinin elinin kesilmesini emretti. Bunun üzerine, ihtiyar kadın „Demir baltanla vur (elleri, kolları kes) bakalım! Bu gün, hâkimiyet senin amma, her zaman, senin değildir. Yarın, senden başkasının olacaktır!“ dedi. Ebrehe „Onu, yanıma getiriniz!“ dedi. Getirilince, kadına:

„Bu Krallık, benden başaklarına da, geçecek midir?“ diye sordu.

Kadın, hiç çekinmeden „Evet!“ dedi.

Ebrehe, Kuleys kilisesini, üzerine çıkınca, Aden denizini görebilecek derecede yükseltmek niyetinde idi.

Dakika 5:15

Fakat „Bu günümden sonra, taş üstüne taş koymayacağım!“ diyerek kadının oğlunun elini kesmekten vaz geçti. Halkı da, çalışmaktan affetti. Yapılan kilisenin dışından yüksekliği, altmış zirâ‘ idi. İçten, on zirâ‘ doldurulmuştu. Kiliseye, mermer merdivenle çıkılmakta idi. Kilise, hisarla çevrilmişti. Kilise ile hisar arasındaki açıklık, her tarafından iki yüz zirâ‘ idi. Kilisenin duvarları, Yemenlilerin “Cerup” dedikleri süslü taşlarla örülmüştü. Taşların aralarına burçları andıran ve birbiri içine girmiş müselles şeklinde, yeşil, kırmızı, beyaz, sarı ve kara taşlar konmuştu. Kilisenin bütün duvarları, yuvarlak biçiminde kara abanus ağaçları ile bölünmüştü. Ağaçlar, bir adamın kucaklayabileceği kalınlıkta idi. Örülen mermerlerin yüksekliği bir zirâ‘ idi. Mermerlerin üzerine, San’â dağının parlak kara taşlarından, onların üzerine, parlak sarı taşlarından, onların üzerine de, parlak ak taşlarından örülmüştü. Kulleys kilisesinin duvarlarının kalınlığı altı zirâ‘ kapısının yüksekliği on zirâ‘, genişliği dört zirâ‘ idi. İsterse her tarafını altından yaptır içini putla doldurduktan sonra ibadethaneyi şirk haneye, put haneye çevirdikten sonra ne değeri var ki!

Ebrehe, kilisenin kapısının üzerini altın levhalarla kaplattı. Altın çivileri, birbirlerinden, mücevherlerle ayırdı. Kapıya, kırmızı büyük bir yakut yerleştirdi. Kulleys kilisesinin kapısından girince 40×80 zirâ‘ genişliğinde nakışlı sac ağacından gümüş, altın çivilerle tavanlınmış bir ev vardı. Buradan da, sağ ve sol taraflardan uzunluğu 40 zirâ‘ kadar olan bir sofaya girilmekte idi. Sofanın direkleri çini ile kaplanmıştı. Sofadan, 30X30 zirâ‘ genişliğinde bir kubbeye girilirdi. Kubbenin duvarları, çini ile kaplanmış olup içinde altın gümüş ile süslenmiş çelik levhalar bulunmakta idi. Kubbede güneşin doğduğu tarafta 10X10 zirâ’ genişliğinde alaca renkte kara mermer konulmuş olup güneş vurduğu zaman, içeriden kubbeye bakanların gözlerini almakta ve güneşin, ayın ışığını kubbenin içine aks ettirmekteydi. Abanustan yapılmış, araları, beyaz fil dişile ayırılmış minberin de sac ağacından yapılan basamakları, altın ve gümüşle kaplı idi. Kubbede gümüş zincirler asılı bulunuyordu. Kubbenin veya evin içinde Kuayb dedikleri 60 zirâ‘ boyunda kuru ve nakışlı bir saç ağacı ile aynı cinsten aynı boyda ve Kuayb’ın karısı dedikleri bir ağaç daha vardı ki, câhiliye devrinde bunları mübârek sayarlardı.

Dakika 10:25

Toplumun Kulleys Kilisesini Tavaf ve Ziyarete Çağırılışı:

Toplumu zoraki oraya çağırıyor Ebrehe. Ebrehe, Kulleys kilisesini yaptırdıktan sonra, ona kapıcılar, bakıcılar da, tâyin etti. Kulleys ‘in içinde buhur yakılmaya başlandı. Kısa zamanda isten, misk bulaşığından duvarlar kararıp mücevherler görünmez oldu. Ebrehe, emretti. Halk, Kulleys’i, tavaf ve ziyarete başladılar. Yani zoraki zorbalıkla kiliseye çağırıyor milleti. Ebrehe, aynı zamanda bütün Yemen ülkesinde bulunanlara, Kulleys’i hacc ve ziyaret etmeleri gerektiğini ilân etti. İşte uydurma dinler, inançlar, bâtıl inançlar hep böyledir. Bu, Arapların çok ağırına gitti. Muhammed b. Huzâî; Mudar’larla yakınlarında bulunan topluma gidip onları, Kulleys’i hacca dâvet etmek üzere vazifelendirdi. Muhammed b. Hûzâî, Benî Kinâne’lerin yurtlarından bazısına uğradı. Tihâme halkı, onun, ne iş için geldiğini öğrenince, yanına uğramayıp Hüzeylilerden Urve b. Hıyaz’ı gönderdiler. O da Muhammed b. Huzâî’yi okla vurup öldürdü. Kays b. Huzâî de, Muhammed b. Huzzâî’nin yanında bulunuyordu. Kardeşi öldürülünce, oradan kaçtı ve hâdiseyi, Ebrehe ‘ye haber verdi. Arap kabilelerinden gelip Kulleys’i tavaf ve ziyaret edenler oldu. Ebrehe, Habeş Necâşî’sine bir yazı yazdı:

„Ey Hükümdar! Ben, senin için; Senden önce hiç bir Hükümdara bir eşi daha yapılmamış bir kilise yaptırmış bulunuyorum. Arap Hacılarının Haclarını, buna çevirmedikçe, geri durmayacağım. “dedi. Yani Kâbe-i Şerif’e gitmeyin bu kiliseye gitmeyin diye toplumu zorluyor ve krallara da yağ yakıyor. İşte kulun emrindeki uşaklar putperest bâtıl inançlı kişiler hep böyledirler. İslam’da ise kulluk Allah’adır, emir Allah’ındır, hüküm O’nundur, yaratmak O’nundur. Yüce Feyyaz çünkü Yüce Allah’tır.

Ebrehe’nin, Necâşî’ye yazdığı bu olamayacak şey, Araplar arasında duyulunca, Benî Fukaym b. Adiyy, b. Âmir, b. Sa’lebe, b. Hâris, b. Mâlik, b. Kinâne, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyâs, b. Mudar’lardan Kinâne’li Kalemmes, çok kızdı. Yemene gitti. Kulleys kilisesinin içine pisleyip yurduna döndü. Bu hâdise, Ebrehe ‘ye haber verildi. Ebrehe:

„Kim yaptı bunu?“ diye sorunca:

„Bunu, her hâlde, Arapların gidip Hacc ve ziyaret ettikleri şu Mekke’deki Beyt’in halkından bir Arap yapmıştır!” dediler.

Senin, (Arap Hacılarının Haccını Kulleys’e çevireceğim.) sözünü işitince, kızmış, gelip Kulleys ‘in içine pislemiş (Kulleys, Hacc ve Tavafa değil böylesine lâyıktır!) demek istemiştir.“ Denildi.

Dakika 15:14

Bunun üzerine. Ebrehe çok kızdı ve Mekke’deki Beyti Kâbe-i Şerif’i yıkmaya gideceğine yemin etti. Hemen hazırlanmalarını ve silahlanmalarını Yemen’deki Habeş halkına emretti. Ebrehe’yi kızdıran, daha başka hâdiseler de, vardı. Bir Arap kafilesinin, Kulleys civârında yaktıkları ateş, rüzgârın sevkiyle Kulleys ‘e sirâyet edip yangın çıkarmış, Ebrehe’yi kızdırmıştı. Araplardan bazıları, Kulleys ‘in hademelerine içki içirip onları sarhoş ettikten sonra, kokmuş leşleri ve insan terslerini getirerek Kulleys kilisesinin içine atmışlar, doğu tarafında bulunan mihrabına da, sürmüşler, bulaştırmışlardı. Has’âmlardan Nüfeyl de, topladığı insan pisliklerini, kokmuş leşleri getirip gecelerden bir gece hiç kimseye görünmeden, Kulleys ‘in içine atmıştı. Hâdise, Ebrehe ‘ye haber verilince, Ebrehe, son derecede kızdı ve „Bunu, ancak, Araplar, Kâbe’leri için kızarak yaptılar. Ben de, onu, taş üstünde taş bırakmazcasına muhakkak yıkacağım!“ dedi ve durumu, Habeş Necâşî’sine bir yazı ile bildirip (Mahmud) adındaki filini göndermesini ricâ etti. Mahmud, irilikçe, bedence ve güç kuvvetçe, yeryüzünde bir eşi daha görülmemiş bir fil idi. Dağ gibi sabit ve kımıldamaz bir hayvandı. Ebrehe, Necâşî’ye „Ben, Senin kulunum! Bütün şu memleketler, Senin memleketindir ve içinde olanlar da. Senindir!“ dedi. Ona, ayrıca bir takım hediyeler de, gönderdi. Necâşî, meşhur filini Ebrehe ‘ye gönderdiği gibi, biraz asker de gönderdi. İşte bunlar kula kulluk yapanlar, kişiler.

Ebrehe’nin Yola Çıkışı ve Arapların Onu Önlemeye Çabalayışı:

Bu konuda Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak üzere yola çıktı. Meşhur (Mahmud) adlı filde, kendisinin yanında bulunuyordu. Ayrıca filin, Mahmud’u takip ettiği de, rivâyet edilir. Ebrehe’nin askerî birliklerinin mevcudu altmış bin idi. Araplar, Ebrehe’nin, böyle muazzam bir hazırlıkla kalabalık bir orduyla harekete geçtiğini işitince, bunu, büyük bir felâket saydılar ve telaşlandılar. Kendisinin, Allah’ın Beyt-i Haram’ı olan Kâbe-i Şerif’i yıkmak istediğini işittikleri zaman da, onunla savaşmayı, üzerlerine düşen bir vazife bildiler. Yemen Eşrâfından ve Hükümdarlarından Zû-Nefr adıyla anılan zât, kendi kavmim ve Araplardan, dâvetine icâbet eden herkesi, Ebrehe ile savaşarak Allah’ın Beyt-i Haram’ını korumaya ve Ebrehe’nin onu yıkıp harap etmesine engel olmaya çağırdı. Zû-Nefr, dâvetine icâbet edenleri yanına alarak Ebrehe’nin önünü kesti, Onunla çarpıştı. Zû-Nefr ile adamları mağlup oldular. Zû-Nefr, tutulup Ebrehe’nin huzuruna götürüldü.

Dakika 20:10

Ebrehe, onu, öldürmek isteyince, Zû-Nefr „Ey Hükümdar! Beni, öldürme! Umarım ki: senin yanında sağ kalmam, beni, öldürmenden, senin için daha hayırlı olurdur!“ dedi. Bunun üzerine, Ebrehe, onu, öldürmeyip bağlattı ve yanında tutuklu olarak bulundurdu. Ebrehe, uysal görünen bâtıl zihniyetin bir adamıydı. Ebrehe, ilerlemeye devam ederek Has’âm kabilesi topraklarına vardığı zaman, Nüfeyl b. Habîbül-has’âmî Has’âm’ların Şehrân ve Nâhis kabileleri ile sâir Arap kabilelerinden kendisine tâbî olan kimseleri yanına alarak Ebrehe’nin önünü kesti. Oda onunla çarpıştı. Fakat Ebrehe, onu da, mağlubiyete uğrattı. Yakalanıp esir olarak Ebrehe ‘ye götürüldü. Ebrehe, onu, öldürmek isteyince, Nüfeyl ‚Ey Hükümdar! Beni, öldürme, Arabistan’da, ben, sana kılavuzluk ederim! Has’âm’ın şu iki kabilesi olan Şehrân ve Nâhis, benim iki elimdir. Emirlerini dinleyecek, sana, boyun eğeceğim!“ dedi. Bunun üzerine, Ebrehe, Nüfeyl’i, serbest bıraktı ve onun kılavuzluğu ile ilerlemeye devam edip Tâif’e uğradığı zaman, Mes’ûd b. Muattip Mâlik, b. Kâ’b, b. Amr, b. Sâ’d, b. Avf, b. Sâkif’lerin ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Ebrehe’yi karşılayıp „Ey Hükümdar! Bizler, senin emirlerini dinleyen ve sana boyun eğen köleleriniziz. Bizde, sana karşı aykırı tutum ve davranışta bulunacak kimse yoktur. Bizim bu Beyti’miz (Lât), senin yıkmak istediğin Beyt değildir. Yani putlarını yıktırmıyorlar da Kâbe’yi işaret ediyorlar Kâbe’yi yık diyorlar, işte bunlarda başka sapık putperest bunlarda.

Senin gidip yıkmak istediğin Beyt, ancak Mekke-i Mükerreme’dedir, Kâbe-i Şerif’tir dediler. Biz, onu sana gösterecek bir kimseyi, seninle birlikte göndeririz!“ dediler. Bakın, işte bunlarda tam sapık putperest.

Tâif’liler, Ebrehe ‘ye Mekke yolunu göstermek üzere Ebû Rigâl’i, onunla birlikte gönderdiler. İşte buraya da dikkat edin! Ebrehe, Tâif’lilere dokunmadan geçti; onların putuna dokunmadı. Ebrehe, yanında Ebû Rigâl olduğu halde, yola devam etti. Mugammis’e varıp konakladı. Ebû Rigâl, orada öldü. Araplar, onun kabrini taşlarlar. İşte hacıların taşladıkları kabir mezar bu adamın Ebû Rigâl ‘in mezarıdır. Ebrehe ‘ye yol gösteren Kâbe’yi yıkmaya götüren adam bu. Kendi putlarını kurtarıp Kâbe’nin yıkılmasını isteye bu Tâif’liler işte. Mugammis’de, halkın taşladığı kabir, bu Ebû Rigâl ‘in kabridir.

Evet, sevgili dostlarımız, (1974)’de gittiğimizde bizde onu taşladık.

Dakika 25:03

Ebrehe’nin Mekkelilere Ait Deve Sürülerini Zapt Edişi Meselesi:

Ebrehe; Mekke Harem’ine yaklaştığı sırada, halkın yaylımda bulunan deve sürülerine baskın yapıp ele geçirmek üzere Habeşlerden Esved b-Maksûd adında birisini bir süvâri birliğinin başına geçirip Mekke’ye gönderdi. Esved, Mekke’ye kadar ilerledi. Kureyşîlerden ve sâirlerinden Tihâme halkına ait malları sürüp Ebrehe ‘ye getirdi ki, sürülen malların içinde Abdulmuttalib b. Hâşim’in iki yüz devesi de, bulunuyordu. Abdulmuttalib, biliyorsunuz Peygamberimizin Dedesi. O zaman Abdülmuttalib’in de develerini götürmüştü Ebrehe’nin adamları. Abdulmuttalib, o zaman, Kureyşîlerin Ulu kişisi ve Önderi idi. Kureyş, Kinâne, Huzeyl kabileleri ile Harem içinde bulunan sâir toplum, Ebrehe ile savaşmaya niyetlendilerse de, buna, güçleri yetmeyeceğini anlayınca, ¦ vaz geçtiler.

Abdülmuttalib’in Ebrehe İle Görüşüp Konuşması Meselesine Gelince;

Ebrehe, Hunatat-ül Hımyeri’yi, Mekke’ye gönderdi ve gönderirken, ona: „Şu belde halkının Şerif’i, Ulu kişisi ve Liderini sorup bulduktan sonra, kendisine: “Hükümdar, sana diyor ki, de:‘ Ben, sizinle çarpışmak için gelmedim. Ancak, şu Beyt’i Kâbe’yi yıkmak için, geldim!” diye söyle ona diyor. Eğer, onun yanında çarpışmaya ve bana karşı koymaya kalkışmazsanız, sizin kanlarınızı dökmek, istemem!” böyle söyle onlara diyor. Eğer, o, benimle çarpışmak istiyorsa, kendisini, bana getir!“ dedi. Hunata, Mekke’ye girip Kureyş ‘in Lideri ve Ulu kişisinin kim olduğunu sordu. „Abdulmuttalib b. Hâşim, b. Abdimenâf, b. Kusâyy’dır.“ denildi. Hunata, Abdülmuttalib’in yanına gelip Ebrehe’nin, kendisine emrettiği şeyi söyleyince Abdulmuttalib: “Vallâhi, biz, onunla çarpışmak istemeyiz. Zaten, bizde, buna yetecek güçte yok, böyle bir durumda yok dedi. Bu, Allah’ın Beyt-i Harem’idir ve Halil’i İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın Beyt’idir. Eğer, Allah’u Teâlâ, Beyti’ni, ondan korursa, o kendi Beyt’i ve Harem’idir. Yok, eğer, Kendisi, Beyt’i ile Hükümdarın arasına gerilmeyip onu, yıkmasına yol verirse, vallâhi, Hükümdarı, ondan men etmeye bizde güç yoktur! ‘dedi. Bunun üzerine, Hunata: „Öyle ise, gel, benimle birlikte Hükümdarın yanına git. Zaten O, seni, kendisine getirmemi, bana emretmişti:“ dedi. Abdulmuttalib, yanında oğullarından bazıları olduğu, hâlde, Hunata ile birlikte gitti. Ordugâha varınca, dostu olan Zû-Nefr’i sordu. Tutuklu bulunduğu yere kadar varıp ona „Ey Zû-Nefr! Başımıza gelen şu felâkette bize yeterli bir yardımda bulunmak, elinden gelir mi?“ diye sordu.

Dakika 30:02

Zû-Nefr „Kendisini, sabah veya akşam öldüreceğini beklediği bir Hükümdar’ın elinde tutuklu bulunan bir adamın size ne yardımı olabilir? Başına gelen felâkette sana bir şey yapmak, bizim elimizden gelmez! Ancak, “Fil’in Seyis’i Üneys”, benim dostumdur. Ona, haber salarım. Seni, ona tavsiye ve tavsif eder, senin hakkında tâzimde bulunmasını ve Hükümdarın huzuruna çıkmak ve istediğin şeyi onunla konuşman için izin almasını ve elinden gelirse, onun katında senin içinde, hayırla şefaatte bulunmasını, kendisinden isterim.“ dedi. Abdulmuttalib „Bana bu yardımın da yeter.“ dedi. Zû-Nefr, Üneys’e haber gönderip: „Abdulmuttalib, Kureyş ‘in Seyyid’i, Ulu kişisidir. Mekke, deve kafilelerinin sahibidir. Düz yerlerde halkın, dağ başlarında da, vahşî hayvanların, kurtların, kuşların karınlarını doyurur; bu öyle bir zât-ı muhteremdir diye Abdulmuttalib’e Methüsenâ etti ve Ebrehe de bunu söylemesini istedi. Hükümdar, onun, iki yüz devesini sürdürmüş. Hükümdarın huzuruna çıkması için. Kendisine izin al ve elinden gelirse, , Hükümdar katında da ona yararlı ol!“ dedi. Üneys „Yaparım!“ dedi ve Ebrehe ‘ye: „Ey Hükümdar! Şu kapında bekleyen ve huzuruna girmek için, izin isteyen, Kureyş ‘in Seyyid’i, Efendisi,  Ulu kişisidir. O, Mekke deve kafilelerinin sahibidir. Kendisi, düz yerlerde halkın, dağ başlarında da, vahşî hayvanların, kurtların, kuşların karınlarını doyuran Ulu bir kişidir Abdulmuttalib için böyle Ebrehe ‘ye durumu bildirdi. Abdulmuttalib böyle bir zâttır dedi. Huzuruna girip dileğini arz etmesi için izin ver ve kendisine iyilik et.“ dedi. Kılavuz Nüfeyl de, Abdülmuttalib’in dostu idi. O da, Ebrehe ‘ye: „Ey Hükümdar; Arapların Seyyid’i, Ulu kişisi, sana gelmiş bulunuyor dedi ona. Kendisi, Arapların, şerefçe en üstünü ve en büyüğüdür. Ciyad mevkiine mallar taşır, orada, bol bol ihsânda bulunur: Açları, doyurur kimsesizlere yardımda bulunur diye Abdulmuttalib’i o da övdü şânını bildirdi.

Ebrehe, Abdülmuttalib’in içeri girmesine izin verdi. Abdulmuttalib, insanların en nurlu, en güzel yüzlüsü en yakışıklısı, en boylu poslusu ve iri yapılısı idi. Tam mükemmel bir insandı Abdulmuttalib, örgülü saçları, iki yanına dökülürdü. Uzun kirpikli, ince, çekme burunlu, yumuşak tenli ve düz yanaklı idi. Ebrehe, onu gördüğü zaman, Hükümdarlık tahtında onunla birlikte oturup kendisini, son derecede ululadı ve ağırladı. Fakat Habeşlilerin, saltanat tahtında, onun, Hükümdarla birlikte oturduğunu görmelerini istemediği için, hemen “Taht” şeririnden inip “Minderine”, oturdu.  Abdulmuttalib’i de yanına oturttuktan sonra tercümanına ona: “Hacetin, dileğin nedir?” diye sor dedi.

Dakika 35:00

Terceman, (Tercüman) bunu, Abdulmuttalib’e bildirince, Abdulmuttalib „Dileğim: Hükümdarın sürdürdüğü iki yüz devemin bana geri verilmesidir!“ dedi. Terceman (Tercüman), bunu, terceme (tercüme) edince, Ebrehe, tercümana „Tarafımdan, ona: “Sen, gördüğüm zaman, çok hoşuma gitmiştin, seni, çok beğenmiştim. Sonra, benimle konuşunca, gözümden düştün!” dedi. Çünkü sen, yıkmak için geldiğim, senin Dinin ve Atalarının Dini olan Beyt’i bırakıp sürdürdüğüm iki yüz deven hakkında benimle konuştun da, Beyt hakkında, Kâbe-i Şerif hakkında benimle hiç konuşmadın dedi Ebrehe. Ben, senin hakkında bana erişen bilgide aldatılmış olmaktan başka bir-şey göremedim dedi. Ben de, seni, şu şerefinizi teşkil eden Beyt’ iniz hakkında benimle konuşacaksın sanmıştım! Dedi.  Sen, deve hakkındaki isteğini bırakıp da, senin ve Atalarının Dini olan bir Beyt hakkında, Kâbe-i Şerif hakkında dilekte bulunmadın!“ dedi.  Abdulmuttalib bakın ne cevap verdi:

Abdulmuttalib:  „Ben, yalnız develerin sahibiyim. Beyt’in de, elbette Rabbi ve sahibi vardır. Onu, koruyacak O’dur!“ dedi. Dikkat edin Abdülmuttalib’in bu sözüne de! Ebrehe“ O, Beyt’i yıkmaktan, beni, men edemezsiniz!“ dedi. Abdulmuttalib: „Orası, beni ilgilendirmez! İşte sen, işte O! İşte O dediği Yüce Allah ki O Beyt’in sahibi Allah’tır dedi Abdulmuttalib. Allah ile şimdi o senin aranda dedi. Sen, bana develerimi geri ver! Başkasını, bırak!“ dedi. Ebrehe, sürdürmüş olduğu develerini Abdulmuttalib’e geri verdi. Fakat Abdülmuttalib’in „Yıkmak istediğini söylediğin şu Beyt’in Rabbi, Onu, sana karşı korur! „sözünden, Ebrehe’nin içine bir korku da, düşmüştü. Yani Ebrehe’nin içine gerçeğin kılıcını Abdulmuttalib aslında sapladı.

Abdülmuttalib’in Elleri Kâbe Kapısının Halkasında:

Abdulmuttalib, develerini geri aldığı zaman,  oradan dönüp Kâbe-i Şerif’e döndüğü zaman onların, kurbanlık olduklarına alâmet olmak üzere, hörgüçlerinin sağ taraflarını çizip kanattı ve boyunlarına nal astı. Yani iki yüz tane deveyi ben kurban edeceğim dedi. Tabii dileği de Kâbe-i Şerif’in kurtulması. Onlara dokunacak olanların, Allah’ın gazâbına uğramaları için, onları Harem’e dağıttı. Abdulmuttalib Mekke’ye dönüp Ebrehe’nin karargâhında olup bitenleri Kureyşîlere haber verdi ve Ebrehe’nin askerlerinin zararlarından korunmak için Mekke’den çıkıp dağ başlarına ve kuytu yerlere dağılmalarını emretti. Sonra da, kalkıp Kâbe kapısının halkasını tuttu ve:

„Ey Allah’ım! Bir kul bile, evini barkını sakınır, korur. Sen de, Hilâlini, Kâbe-i Şerif’ini buraya konmuş, hürmeti tehlikeye uğramış olanları, Kâbe- Şerif’e ait ne varsa Kâbe-i Şerif’i koru! Onların sahipleri ve kuvvetleri, yarın Senin kuvvet ve havline, kudretine aslâ galebe çalamayacak, üstün gelemeyecektir! Eğer, Sen, onları, Kıblemiz, Kâbe-i Şerif ile baş başa bırakıverecek olursan, o da Senin bileceğin bir iştir. Onlar, beldelerinin cemaatlerini ve bir de “Fili” çektiler, getirdiler. İyâline hakaret etmek için, düzenleri ile cehâletlerinden dolayı Senin Koru’na o Senin kutsal evine kastettiler. Senin celâl ve azametini göz önünde tutmadılar !“ diye yalvardı. Abdulmuttalib Cenab-ı Hakk’a yalvarıyor.

Evet, sevgili dostlarımız, işte görüyorsunuz.

Dakika 41:35

Kureyşîlerden bazı kimseler de, kalkıp Abdulmuttalib ile birlikte Allah’a yalvardılar. Ebrehe ve ordusuna karşı Allah’ın yardımını dilediler. Ebû İkrime b. Âmir, b. Hâşim, b. Abdimenât, b. Abdüddâr, b. Kusâyy da, söylediği bir şiirde:

„Allah’ım! Hıra ve Sebîr dağları arasında, sonra da, çöllerde serbestçe otlamakta bulunan boyunları “kılâdeli” deve sürülerini tutan ve sonra da, onları, sürüp yaramaz, dilleri dönmez Habeşlere peşkeş çekmekte bulunan Esved b. Maksûd’u rezil ve rüsvay et! O Fil sahibinin ahdini boz! Mahmud, Mâbud Sensin yâ Rab!“ dedi. O da şiirinde böyle yalvardı. Abdulmuttalib, Kâbe’nin halkasını bıraktıktan sonra, yanında bulunan Kureyşîlerle birlikte dağ başlarına çıkıp oralarda siperlendiler. Ebrehe’nin Mekke’ye girince ne yapacağını gözetleyeceklerdi.  Abdulmuttalib „Ey Kureyş cemaati! Ebrehe, Beytullâh’ı yıkmaya erişemeyecektir! “Allah ona o Kâbe’yi yıktırmayacaktır!” dedi. Çünkü bu Beyt’in Rabbi vardır. O, Onu koruyacaktır!“ dedi.

Evet,  ilâhî Azâbın Yaklaştığını Sezdiren Gece:

Şimdi Allah’ın azâbı sezildi, Ebrehe’nin tepesine Allah’ın azâbı geleceğini sezenler oldu. İlâhî azâbın gecesi, çetin bir gece idi: yıldızlar, sanki Ebrehe askerlerine yaklaşıp bir şeyler söylemek istiyorlar gibi idi. Bazıları, azâba uğrayacaklarını sezdiler. Kılavuz Nüfeyl, onları, kendi hâllerine terk edip geceyi Harem’de geçirdi. Eş’arîlerle Has’âm’lar, kalkıp süngülerini ve kılıçlarını kırdılar. Beytullâh’ı yıkmaya yardım cinayetinden berâet etmiş olarak gecelediler. Ebrehe’nin yanında bazı kimseler böyle yaptılar ki artık Allah’ın yardımının gelip Ebrehe’nin ordusunun helâk olacağını sezenler oldu.

Dakika 45:05

Ebrehe’nin Mekke Üzerine Yürümeğe Hazırlanışı:

Ebrehe’nin askerleri, sabahleyin Mekke’de bulunmak üzere seher vakti kalktılar. Ebrehe, Mekke’ye girmeye hazırlandı ve askerlerini savaş düzenine koydu. Mahmud diye anılan o Fili de, hazırlayıp yönünü Mekke’ye doğru çevirdiler. Ebrehe’nin kararı: Beytullâh’ı (Kâbe-i Şerif’i) yıktıktan sonra Yemene dönmekti. Ebrehe’den daha akıllı ortada bir Fil var Fil Ebrehe’den akıllı. Gâvur hükümdarlardan, zâlimlerden hayvanlar daha akıllıdırlar.

Kılavuz Nüfeyl b. Habîb, Filin yanına yanaştı, kulağını tutup Fil ’in: „Çök dedi ona, kendini yere at ta, geldiğin yere selâmetle dön Mahmud! Çünkü sen, Allah’ın Harem’i olan beldesinde bulunuyorsun!“ dedi. Fil ‘in kulağına söylüyor bunu. Bakın Fil haberi anladı mesajı aldı ama o hükümdar zanneden kendini zâlim Ebrehe bu gerçeklerden habersiz. Kulağını bırakınca, Fil, kendisini yere atıverdi. Nüfeyl de, koşarak dağa doğru çıkıp gitti. Ayağa kaldırmak için, File vurmaya başladılar. Fil, ayağa kalkmaktan kaçındı. Başına balta ile vurdular ise de, yine aldırış etmedi karnının altına ucu sivri demirli sopalar dürtüp kanattılar yine, aldırış etmedi yine Fil kalmadı.  Bakın Fil Allah’a itaat ediyor Kâbe-i Şerif’e saygı gösteriyor bu Fil de ama insanoğlu bu gerçeklerden zâlimler ve kâfirler habersiz. Böylece, onu, kaldırmaya uğraştılar durdular. Sabah olmak üzere idi ki, File „Vallâhi, seni, Mekke’ye yöneltip götürmeyeceğiz! Yemen’e götüreceğiz! “ diyerek yemin ettikleri zaman sanki onlardan, bu hususta kesin söz ister gibi, kulaklarını hareket ettirdi. Onlar da, yemin edip durunca, ayağa kalktı. Yönünü, Yemen tarafına çevirdikleri zaman, Fil, kalkmaya başladı. Yönünü, Mekke’ye çevirince, kendisini, yere attı. Fil ‘in böyle yaptığını görünce, Mekke’ye götürmeyecekleri hakkında yemin“ edip kendisine söz verdiler. Onlardan, bu hususta kesin söz ister gibi, yine kulaklarını hareket ettirdi. Ona tekrar yeminle söz verdikleri zaman, ayağa kalktı. Yönünü, Yemen tarafına döndürdüler. Fil, kalkmaya başladı. Yönünü, Şam tarafına döndürdüler, yine, kalkmaya başladı. Yönünü, Meşrik tarafına döndürdüler yine, kalkmaya başladı. Yönünü, Mekke tarafına çevirdiklerinde kendisini yere attı. Onu, ayağa kaldırmak için, Güneş, doğuncaya kadar uğraştılar durdular.

Cenab-ı Hak kullarını uyarıyor ama kul uyanmak istemiyor sevgili dostlarımız. İşte uyanmayan kullar belâsını buluyor.

Dakika 50:00

Evet, sevgili dostlarımız!

Abdülmuttalib’in Hıra Dağı Üzerindeki Duası:

Abdulmuttalib, yanında Amr b. Âiz, b. İmrân, b. Mahzum ile Mut’im b. Adiyy ve Ebû Mesûdüs‘ Sakafî olduğu hâlde Hıra Dağının üzerinde bulunuyordu. Abdulmuttalib, Kâbe kapısının halkasını tutarak yapmış olduğu‘ manzum duayı, burada da tekrarladı. Hıra dağında da dua ediyordu.

Sürü Halinde Gelen Kuşlar Tarafından Başlarına Yağdırılan Küçücük Taşlarla Ebrehe ve Askerlerinin Bozguna Uğratılıp İmhâ Edilişi:

Allah’ın kuş ordusu Ebrehe’nin ordusunu bombardımana tuttu. Güneş’in, doğmaya başladığı ve Fil’i ayağa kaldırıp Mekke’ye doğru yürütmeye çabaladıkları sırada idi ki Yüce Allah, deniz tarafından, Ebrehe ve askerlerinin üzerine “Kırlangıçlar ve Belâsan” gibi bir takım kuşlar salıvermişti ki, her kuş, biri gagasında, ikisi de ayaklarında olmak üzere, nohut ve mercimek büyüklüğünde üçer taş taşımaktaydı. Yani üç bomba atıyordu her kuş. Ebrehe’nin askerleri, bulundukları mevkiden çıkıp kaçışmaya başladılar. Bombardıman başladı kuşlar bombardıman ediyor Ebrehe’nin ordusunu. Kaçarken, geldikleri yolu tutmak istiyorlar, kendilerine Yemen yolunu göstersin diye hep Nüfeyl b. Habib’i soruşturuyorlardı. Hâlbuki Nüfeyl, Yüce Allah’ın, onların üzerine indirdiği azâbı görünce, şu beyti söylemişti:

„Nereye kaçacaksın? Takip eden, Allah’tır! Eşrem ise, mağluptur, gâlip değildir.

Ebrehe ’ye ve onun ordusuna sesleniyor böyle. Nüfeyl, bu hususta şu beyitleri de, söylemiştir:

„Ey Rüdeyne! Sana, bizden selâm söylenmedi mi? Bu sabah, biz, size (gözleriniz aydın olsun!) dedik. Rüdeyne! Görmüş olsaydın-ki, sen, hiç görme onu O Muhassab’ın, çakıllı derenin yanında bizim gördüğümüzü göreydin, her hâlde, beni, mâzur görürdün ve yaptığım işi beğenirdin, aramızda fevt olana gam yemezdin! Bir takım kuşlar gördüm ve üzerimize atılan taşlardan korktuğum zaman, Allah’a hamt ettim. Sanki benim üzerimden Habeşlilere bir borç varmış gibi, her kes Nüfeyl’i sorup duruyorlardı.“

Artık Ebrehe ve ordusu canı-başı derdine düştü geldiği yolu bile kaçmak için bulamıyorlar.

Atılan taşlar, yapılan bombardımanlar askerlerin hepsine İstisnâlar hâriç dokunuyordu. Fakat Ebrehe ve askerlerinden taş değip de, ölmeyen bir kimse yoktu. Herkes alabildiğine kaçıyordu. Her yolda düşüşe, düşüşe gidiyorlar, her vardıkları subaşında ölüyorlardı! Ebrehe’nin de, bedenine bir bombardıman bir taş değmişti. Kaçarken, onu, yanlarında taşıdılar. Ebrehe’nin parmakları döküldü. Vücûdu da, parmak ucu kadar, parmak ucu kadar parça parça dökülüyor ve her parça döküldükçe, arkasından irin ve kan akıyordu. Kendisini, öylece, San’â’ya kadar götürdüler. Vücûdu, bir kuş yavrusu gibi parçalanmış küçülmüş bir hâle geldi. Söylendiğine göre: Kalbi, parçalanıncaya kadar da, ölmemişti. Mahmud adındaki Fil, yatıp Harem üzerine yürümek cüretinde bulunmadığı için, o Mahmud isimli Fil kurtuldu. Diğer Filler ise, taşlanıp helâk oldular.

Dakika 55:48

Evet diğer Filler çünkü Mahmud isimli Fil gibi davranamadılar. Hayvanında işte hayvanı var, insanında da hayvandan daha kötüsü var.

Ölü Cesetlerinin Selle Sürüklenip Denize Dökülüşü:

Ebrehe’nin ordusu geberdi parçalandı. Yüce Allah, o sırada bir sel gönderdi. Ebrehe askerlerinin cesetlerini götürüp denize döktü! Evet, sevgili dostlarımız işte görüyorsunuz ki durum devam ediyor. Şimdi bundan ötesini de İnşâ’Allah bir sonraki dersimizde anlatmaya çalışacağız. İbret dolu bir dünya ama kim ibret alırsa, dersini alırsa o kazanıyor. İbret almayanlar işte tepesine Allah’ın belâsı yağıyor. Allah’ın gazâbı üstüne Allah’ın gazâbına çarpılıyorlar. Ey insanoğlu! İbret al dersini alda Allah’ın gazâbına çarpılmaktan kendini kurtar. Biz hatırlatıyoruz!

Dakika 57:27

(Visited 13 times, 1 visits today)