HadısŞerifKülliyatı 103-01

103- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 103

103- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 103

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî ecmaîn’’

‘’Eûzu billâhi mimmesteâzebihî Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem ve Mûsâ ve Îsâ ve İbrâhimellezi veffâ ve min şerri mâ halekâ ve zereâ ve bereâ ve min şerri mâ tahtes-serâ ve min şerri külli dâbbetin rabbi ahîzün bimâ sıyetihâ inne rabbi Alâ sırâtın-müstakîm, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyîl azîm’’.

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Sevgili ve muhterem izleyenler,

 

Esbâb-ı nüzûl ile dersimiz devam ediyor. Gelmiş olduğumuz sûre-i celile Hadîd Sûresi’dir.

 

İbnu Mes’ûd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; Müslüman olmamızla Cenab-ı Hakk’ın bizi, “Îmân edenlerin gönüllerinin Allah’ı zikretmek üzere yumuşaması ve ondan gelen hakikate bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalpleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fâsıklar idi.” (Hadîd Sûresi’nin 16’ncı âyet-i kerime)’sinin meâlindeki âyet ile azarlaması arasında 4 yıllık zaman mevcuttur diyor. Müslim-i Şerif rivâyet ediyor.

 

İbnu Abbâs Hazretleri Mekke’de sıkıntı içerisinde olan müminler Medine’ye hicret edince bolluk ve rahata kavuşurlar. Bu durum onların bir kısmında bir ağırlık bir uyuşukluk, gevşeklik meydana getirir, dolayısıyla onları hitap edip uyarmak üzere bu âyet-i kerime inzâl edilmiştir. Böyle denildi.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Enfâl Sûresi’nin de 2 ve 3’üncü âyet-i kerimelerinde: “Îmân edenler o kimselerdir ki Yüce Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu zaman bu onların îmânlarını arttırır ve kalplerine güvenirler, Rablerine güvenirler”. Rablerine güvenirler, evet (وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ) buyurmuştur Cenab-ı Hak. Ahkâmı Hakk’a tam bir hûşû ve inkıyat melekesi bilinerek faâliyet çağına geçmeleri zamanının artık zuhur ettiğini ihtar etmektedir.

 

Sevgili dostlarımız, İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri: „Yeryüzünü, öldükten sonra Allah’ın tekrar dirilttiğini bilin, akledersiniz diye size delillerimizi açıkladık.“ Bu da (Hadîd Sûresi âyet-i kerime 17) bu meâlindeki âyetle ilgili olarak şöyle buyurdu: „Yüce Allah kalpleri kasavet ve katılıktan sonra yumuşatır, (tevhîd husûsunda) mutmain ve (Rabbine) yönelmiş kılar. Ölmüş kalpleri ilimle, hikmetle diriltir (âyet-i kerime bu mânâyı ders vermektedir). Arzın yağmurla diriltilmesi zaten gözle görülen bir durumdur.“

 

Dakika 5:25

 

Ey dünya! İslâmî ilimlerle kalpler ruhlar dirilir. Bütün kalplerin yiyip içeceği yer Kur’an-ı Kerim bahçesidir, İslam bahçesinden yiyeceksin, kalbine ruhuna yedireceksin içireceksin. İşte zevk, şirk ve rey diye evliyânın ortaya koyduğu durum budur. Yüce Allah’ın ortaya koyduğu hak ilimlerle işte kalbini süslemeye bak, Kur’an ’sız kalp veran olmuştur. Îmânsız kalp paslanmış çürümüştür. Onun için aklını başına al!

“Rüzgârları gönderip de bulutları yürüten yüce Allah’tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir”. Bu da (Fâtır Sûresi âyet-i kerime dokuzda) buyrulmaktadır.

 

Yine İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhü) Hazretleri buyurdu ki; “Hz. Îsâ’dan (Aleyhisselâm) bir kısım melekler Tevrât ve İncîl’i tahrif ettiler. Yani bunlar Benî İsrâil hükümdarları. Ne yaptılar? Tevrât ve İncîl’i tahrif ettiler. “Aralarında mü’min olanlar da vardı, bunlar Tevrât’la İncîl’i okuyorlardı. (Mü’minlerin okuduklarından rahatsız olan) bazıları, meliklerine şöyle dediler; “Bunların bize yaptığı hakaretten daha ağır hakaret, savurdukları küfürden daha galiz küfür görmedik. Kitapta, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridir.” (Mâide Sûresi 44’üncü âyet-i kerime)de bu şekilde okuyup kitaptan gösterdikleri âyetlerle bizi yaptığımız işlerden dolayı niye kınıyorlar (kâfir, fâsık oldunuz diyorlar). Onları çağırıp uyarın, bizim okuduğumuz gibi okusunlar, bizim inandığımız gibi inansınlar”.

 

O kral o hükümdar melik onları çağırıp topladı, ya ölümü ya da tahrif edilmiş hâliyle Tevrât ve İncîl’i okumaktan birini tercih etmelerini teklif etti:

 

Ey  Müslümanlar, aklınızı başınıza alınız! Aynı oyun bir asırdır Müslümanlara oynanmaktadır. Bakın onlar;

 

“- İstediğiniz bu mu?” bizi bırakın (bir düşünelim)!” dediler o krallara, meliklere, İsrâil hükümdarlarına. Tevrât’ı doğru okuyanlar, İncîl’i doğru okuyan bunlar ama hükümdarlar bunlara baskı yapıyor. Sonra bunlardan bir kısmı:

 

“- Bize bir kule inşâ edin, bizi içine tıkın, yiyecek ve içeceğimizi çekebileceğimiz (ip gibi) bir şeyler de verin, böylece bizden size hakaret sayılacak bir şey ulaşmamış olur” dedi. Diğer bir kısmı da:

 

„- Bırakın bizi başımızı alıp gidelim. Yeryüzünde dolaşır, vahşi hayvanlar gibi yer içeriz. Bizi kendi memleketinizde (faaliyet yapar) bulursanız öldürürsünüz“ dedi. Bir grup da:

„- Bize ıssız bir arâzinin ortasında evler inşâ ediverin. Biz orada kendi başımıza kuyular açıp ziraat yapalım, sizinle hiç konuşmayalım, sizlere uğramayalım da!“ dedi. Bunların her kabilede samîmî yakınları vardı. İsteklerini kabul ettiler (ve öldürmediler). Cenab-ı Hak (onların kalbine, şu âyette temas buyurduğu) ruhbâniyeti inzâl buyurdu:

„…Üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah’ın rızâsını kazanmak için ortaya attıkları ruhbâniyete bile gereği gibi riâyet etmediler. İçlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik. Ama çoğu yoldan çıkmışlardır“

Bakın o samîmî Müslümanların bile o zaman ruhbanlık yolunu seçmeleri ile sonradan yoldan onlarında saptıklarını görmekteyiz.

Geri kalanlar da şöyle dediler;

„- Falancaların ibadet ettiği gibi biz de ibadet edelim. Falancaların yeryüzünde dolaştığı gibi biz de dolaşalım, falancaların edindiği gibi biz de evler edinelim.“

Bunlar şirkleri üzerine devam eden kimselerdi. Bunlar kendilerine uydukları (diğer) kimselerin îmânlarını da bilmiyorlardı. Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a nübüvvet geldiği zaman, bu ruhbanlardan pek az kimse kalmıştı. Bu kişi, mâbedinden indi, seyyah olup dolaşan bir kişi seyahatinden döndü, bir kişi de manastırından çıktı. Bunlar gelip îmân ettiler ve tasdikte bulundular. (Bütün Ehl-i Kitap hakkında) Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: „Ey îmân edenler, Allah’tan korkun. Onun Peygamberine de îmân edin ki, (Allah) size rahmetinden iki kat nasîb versin“ bu da (Hadîd Sûresi âyet 28).

Burada zikri geçen iki kat nasipten biri: Hz. Îsâ (Aleyhisselâm)’ya İncîl’e ve Tevrât’a olan îmânları sebebiyledir, gerçek ehli kitap. Diğeri de Hz. Muhammed (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a olan imanları ve onu tasdikleri sebebiyledir. Gerçek ehli kitap, diğeri de Hz. Muhammed’e (Aleyhissalâtu Vesselâm) olan îmânları ve onu tasdikleri sebebiyledir. Zaten gerçek ehli kitabın derhal Müslüman olması gerekmektedir.

(Âyet şöyle devam ediyor âyeti kerime): ‘’Sizin için yardımıyla yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin…’’ bu da (Hadîd Sûresi 28’inci âyet-i kerime). Bu nurdan maksat Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’e (Aleyhissalâtu Vesselâm) ittibâ etmeleridir, yani Müslüman olup Kuran’a ve Hz. Muhammed’e tâbî olmalarıdır.

Vahiy şöyle devam ediyor: „…Ehl-i Kitap, hakîkaten Allah’ın fazl(u kerem)inden hiçbir şeye nâil olamayacaklarını, muhakkak bütün inâyetin Allah’ın elinde bulunduğunu, onu (ancak) dileyeceği kimselere vereceğini bilmedikleri için mi (küfürde inat ediyorlar? Hâlbuki bunu pekâlâ biliyorlar da). Allah büyük Fazl-u Kerem sâhibidir“ bu da (Hadîd Sûresi âyet 29) bu haberi Nesâî vermektedir.

 

Dakika 15:38

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Ruhbâniyet büyük bir korku hissi ile çekilip dünya lezzetlerini terk ederek züht ve riyâzât ile ibadette mübâlağâ etmektir. Rahban da çok korkan demektir. Dilimizde daha çok ruhban ve ruhbâniyet, ruhbanlık tabirleri kullanılır mânâ aynıdır. Ruhbanlığı Cenab-ı Hakk’ın emretmediğini insanlar tarafından ihdas edildiğini ifade etmektedir Kur’an-ı Kerim.

 

Evet, sevgili dostlarımız, Zâlim kralların Tevrât ve İncîl’i keyiflerine göre tahrif etmelerini anlatıyor bu hadis-i şerif. Tahrife iştirak etmeyen bir zümrenin aslî hüviyeti ile okuyup irşâda devam etmeleri, bu irşâd sırasında Allah’ın indirdiği ile amel etmiyorsunuz. Bu küfürdür gibi ikazların fasıklar zümresince çok ağır hakaretler olarak karşılanması hak üzere vaazı nasihat eden bu mürşitlerin krallara şikâyet edilmeleri, bunların muaheze ve muhakeme edilerek ölüm veya tahrif edilmiş hâli ile İncîl ve Tevrât’ı okuma şıklarından birini tercihe mahkûm edilmeleri. Mü’minler manastırlara çekilip kimseyle temas etmemek, o diyarları terk etmek, ıssız insanlardan uzak yerlerde ibadet üzere yaşayarak içtimâi hayatlarına karışmamak şartıyla hayatta kalmalarına göz yumulması teklifinde bulunurlar. Bu teklif kabul edilir, böylece üç çeşit ruhban ortaya çıkar. Şehre yakın sarf manastırlar kuranlar, terki diyar edip seyahatte vakit geçirenler, ıssız yerlere çekilip kendi hâlinde ekip kaldırıp yaşayanlar, ekip biçenler. Bunların sonradan kendi kendilerine vâcip kıldıkları prensiplere uymadıklarını belirtmektedir Kur’an-ı Kerim. Bunlar da sonradan bozulduklarını söylüyor yani kitabın tahrifine taraftar olmayan gerçek mü’minlerle tahrifçi fâsıklar birkaç sefer savaş yaparlar ve hep kaybederler. Savaşla karşı koyamayacaklarını anlayarak sonuçta ne yaparlar – Ashâb-ı Kehf kıssasında görülen örnek üzere Allah’ın rızâsını aramak maksadıyla mağaralara, ıssız ormanlara, dağlara uzak diyarlara vesaire çekilirler. Taberî’nin İbn-i Mes’ûd tarîkiyle kaydettiği bu rivâyette Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) şöyle buyuruyor;

“Bizden evvelkiler 71 fırkaya ayrıldılar. İçlerinden sadece üçü kurtuluşa erdi, diğerleri helâk olup gittiler.

 

Dakika 20:00

 

Üç fırkadan biri krallarla karşılaştı, Allah’ın dini ve Îsâ, İbn Meryem’in (Aleyhisselâm) dini üzere onlarla savaştılar. Kralları onları katletti, bir fırkanında krallarla çarpışmaya gücü yoktu, bunlar halk arasında kalıp halkı Hz. Îsâ’nın dinine dâvet etme yolunu tercih ettiler. Ancak krallar bunları da ele geçirdikçe öldürttü ve testereler ile biçtirtti. Üçüncü bir fırkanın ise ne savaşa ne de irşâd da bulunmaya dermânı yoktur. Bunlarda çöllere ve dağlara çekilerek oralarda ruhban hayatı yaşamayı tercih ettiler”.

Ruhbanlığın çıkışını diğer bir rivâyet şöyle özetler; Hz. Îsâ’dan sonra zorba melikler zorba hükümdarlar mü’minleri ortadan kaldırmak istemişler. Mü’minler onlarla üç ayrı savaş yapmış, her defasında mühim telâfat vermelerine rağmen netice alamamışlar, sağ kalan az sayıda ki müminler demişler ki artık bir kere daha muharebe edemeyiz, edersek biz de ölüp tamamen tükeneceğiz, hak yola çağıracak tek kişi kalmayacak. İyisi mi yeryüzüne dağılalım kendimizi sadece ibadete verelim dediler. Böylece bunlar fitneden kaçarak dinlerinde ihlâs ve samîmîyet göstererek nefislerini ibadete hasrettiler. Dünyanın her çeşit zevklerinden, lezzetlerinden vazgeçtiler. En meşrû hak olan yeme ve içmeyi bile nefislerine kısıtladılar. Evlenmeyi terk ettiler, dağlarda mağaralarda, oyuklarda, hücrelerde ibadetle meşgul olmak gibi meşakkatli bir hayatı nefislerine yüklediler. Ne var ki böylece en hâlis düşüncelerle başlamış olan ruhbanlık zamanla çığırından çıkmış, pek çok istismar ve ahlâksızlıkların kaynağı olmuş, istikâmeti ihlâsı koruya bilenlerin sayısı son derece az olmuştur.

Yine Kur’an-ı Kerim’de yer alan şu âyet-i kerime bu duruma işaret ediyor; ‘’Ey îmân edenler! Şu muhakkak ki Yahûdî bilginlerinin ve Hristiyan rahiplerinin birçoğu bâtıl sebeplerle insanların mallarını yerler, onları Allah’ın yolundan men ederler. Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu işte bunlara pek acıklı bir azabı müjdele’’ diyor Cenab-ı Hak (Tevbe Sûresi âyet 34).

 

İşte iyi niyetle başlanmış sonu bu hâle gelmiş bozulmuşlar. “İnsanların îmân edenlere düşmanlık bakımından en şiddetlisi andolsun ki Yahûdîler ile Allah’a eş koşanları müşrikleri bulacaksın. Onların îmân edenlere sevgisi bakımından daha yakını da andolsun biz Nasrânîleriz diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi şudur; Çünkü onların içinde keşişler, rahipler vardır. Şüphe yok ki onlar hakkı itiraf husûsunda o derecede büyüklenmek istemezler. Peygambere indirilen Kur’an-ı Kerim’i dinledikleri vakitte hakkı hakîkati tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün onların. Şöyle derler;

 

Dakika 25:06

 

‘’Ey Rabbimiz îmân ettik artık bizi hakka şahit olanlarla beraber yaz derler’’. (Mâide Sûresi âyet 82-83).

 

İşte görüyorsunuz kıymetliler, bu altınlar, yakutlar, zümrütler, mücevherler vitrinlerde azınlıktadır. İnsanların da iyileri azala azala azala bakın ne hâle gelmiş! İnsanlar bozula bozula bozula çoğu fâsıklardan olmuş, bozulmayanlar hep azınlıkta kalmışlardır. Ne mutlu o hak yolda yürüyenlere…

 

Şimdi de Mücâdele Sûresi’ne geldik kıymetli ve muhterem izleyenler;

 

Hz. Âişe-i Sıddıkâ (Radıyallâhu Anha ve Erdahünne) buyurdu ki; „Hamd o Allah’adır ki, bütün sesleri işitir, her şeyi işitir. Israrcı (mücâdeleci) kadın Havle, Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ı evinin yanında buldu. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a bir şeyler söylüyordu. Ama ne söylediğini işitmiyordum. Cenab-ı Hak şu âyeti indirdi:

 

Âişe Annemiz anlatıyor olayı; „(Habibim) Zevci hakkında seninle direşip duran (nihayet hâlinden) Allah’a şikâyet etmekte olan (kadın)ın sözünü umulduğu veçhile Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zaten işitiyordu. Çünkü her şeyi duyan sizi de duyuyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemâliyle görücüdür“. (Mücâdele Sûresi’nin 1’inci âyeti kerimesi) bu Buhârî, Nesâî, İbn-i Mâce bunu haber vermektedir.

 

Ey Allah’ın Rasûlü! Evs ile evlendiğimizde gençtim o şikâyet eden kadın, Peygamberimize gelip hâlini arz eden kadın böyle söze başladı. “Ey Allah’ın Rasûlü! Evs ile evlendiğimizde gençtim, caziptim vaktaki yaşım ilerledi birçok evlatları oldu, şimdi beni anası gibi kıldı yani zıhar yaptı, kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir ruhsat bulur da beni yine onunla birleştirirsen söyle onu Ey Allah’ın Rasûlü! Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm):

 

“Ben bu hususta şimdiye kadar Yüce Allah’tan vahiy almadım, benim kanaatime göre durum şu anda senin şikâyet ettiğin konuyla ilgili vahiy gelmesini bekleyeceğini îmâ etti Peygamberimiz. Vallâhi talâk zikretmedi”. Kadın dedi ki:

 

“Talâk zikretmedi” dedi.

 

Yine Peygamberimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm): “Artık vahiy beklememiz gerekiyor” diye yine tekrar durumu kadına bildirdi.

 

Kadın tekrar müracaat ederek baktı ki vahyinin beklemesini Peygamberimizden anlayınca Cenab-ı Hakk’a yöneldi kadın; “Allah’ım, yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılmanın acısından sana şikâyet ederim. Küçük çocuklarım var…

 

Dakika 29:55

41:13

 

(Visited 49 times, 1 visits today)