HadısŞerifKülliyatı 107-01

107- Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 107

107- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 107

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

 

‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn’’

‘’Bismillâhi Zîşân azîmû sultan şedîdül burhan kaviyyül erkâm mâşââllahu kân Eûzubillahi min külli şeytâni insün ve can’’

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Dersimiz Esbâb-ı nüzûl ve Nûn Sûresi ki diğer adı Kalem Sûresi’dir.

 

İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazeratı anlatıyor;  „Pek kaba, bir de kulağı kesik“ (Kalem Sûresi 13) meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yapmıştır: „Burada zikredilen kimse Kureyş ‘ten bir adamdır, onun kulağında, koyun kulağındaki kesiklik gibi bir kesiklik vardı.“ Buhârî Şerif bunu rivâyet ediyor.

Âyet-i kerimede ‘’utul’’ kelimesinin anlamı üzerinde kıymetli âlimlerimiz farklı manâlar vermişlerdir. Aşırı husumet eden, söz dinlemeyen, kaba çirkin günahlar işleyen, sert kaba boyun ve karnı iri, şişko gibi zop gibi anlamlar verilmiştir. Zenim de “zenemeden” gelmektedir ki -zeneme koyun veya devenin kulağından tamamen olmaksızın büyük ekseriyetle kesilip asılı sallanır vaziyette bırakılan parçaya- denmektedir. Bir kavme sonradan gelmiş akrabası olmayan kimselere de zenim denmektedir. Âlimler âyet-i kerimede geçen bu anlamlarla ilgili olarak Velid İbn-i Muğîre’nin kast edildiğini belirtirler. Kureyş’liler onu Zenim diye çağırıyorlardı. Zîrâ babası onu 18 yaşında iken evlat tanımıştı, annesinin Veli’de gayrimeşru olarak hamile kaldığı da söylenmiştir. Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) “Cenab-ı Hakk’ın bu adamda ki ayıpları teşhir ettiği kadar hiçbir kimseyi vasıflandırdığını bilmiyoruz” der. İşte îmân İslam düşmanlarındaki kötü sıfatlar anlatılmaktadır. Zenim tipin tasviri 10 ve 14’üncü âyetteki âyet-i kerimeler de şöyle buyruluyor: ‘’Doğruya da eğriye de alabildiğine yemin eden izzeti nefsi bulunmayan, ötekini berikini daima ayıplayan, gammazlıkla laf getirip götürmeye koşan, insanları hayırdan durmayıp men eyleyen aşırı zâlim, çok günahkâr, kaba, haşin bütün bunlardan başka da kulağı kesik, damgalı soysuz olan hiçbir kişiyi tanıma, onlara boyun eğme, mal ve oğullar sahibi olmuş diye… Bunlar arkası kalesi var diye hiç bunlardan çekinme’’. Hz. Muhammed’in şahsında Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’e bütün insanlığın tümüne ders veriyor. Kalem Sûresi 10 ve 14’ncü âyet-i kerimeler.

 

Dakika 5:00

 

Ebû Saîd (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor; Rasûlullah’ı (Aleyhissalâtu Vesselâm) dinledim, „Baldırların açılacağı, kendilerinin secdeye dâvet edileceği gün…“ bu da (Kalem Sûresi’nin 42’nci âyet-i kerimesi) bu meâlindeki âyetle ilgili olarak şöyle diyordu: „Rabbimiz baldırını açar, her mü’min erkek ve her mü’mine kadın O’na secde eder. Dünyada iken kendisine riya ve gösteriş olarak secde edenler geri kalırlar. Onlar da secde etmeye kalkarlar, ancak sırtları bükülmeyen yekpâre bir tabakaya dönüşür (ve secde edemezler).“ Bunu da Buhârî, Müslim rivâyet etmektedir. Buna ‘’Keşfus-sak’’ denmektedir bu 42’nci âyet-i kerime ki Kalem Sûresi’nde. Baldırın açılması mânâsına gelir burada mecâz söz konusudur. Gerçek mâhiyetini Cenab-ı Hak kendisi bilir. Baldır kelimesini (sa‘ka) şeklinde zamirli olarak kaydeder. Evet, bu hadis-i şerifte. Öyleyse baldır açmaktan murâd nedir? Âlimler bunu bütün hakîkatlerin çırılçıplak ortaya çıkması sebebiyle hesap ve cezânın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi şeklinde anlamışlardır. Nitekim hadis-i şerifte:

 

“Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Cenab-ı Hakk’ın bütün gerçekleri ortaya koyarak hesap verme hadisesinin dehşetini yaşattığı hengâmda dünyada iken kulluğunu samîmîyetle yapanlarla riyakâr hareket edenleri orada tefrik edip yani ayırıp mü’minleri dehşetten kurtaracağını riyakârları da sırtları eğilemez bir hâle sokarak cürümlerini yüzlerine vurmak sûretiyle dehşetlerine dehşet katacağını belirtmektedir”.

 

Evet, kıymetliler! Meseleyi tasvir eden âyet-i kerimenin tam meâli de şöyle açıklanmıştır;

 

“Hatırla ki o gün baldırların açılacağı kendilerinin secdeye dâvet edilecekleri bir gündür. Fakat buna güç yetiremeyeceklerdir. Evet, secdeye dâvet edilecekler gözleri düşük kendilerini bir zillet sarmış olarak, hâlbuki onlar bu secdeye dünyada her şeyden sâlim ve sapasağlam iken dâvet ediliyorlardı”.

İşte kıymetliler, bu da Kalem Sûresi’nin 42 – 43’üncü âyet-i kerimeleridir ki dünya da riyakârlık yaparak ibadet edenlerin sonucu bu, gücü yete yete dünyada namazı beş vakit namazı ve Allah’ın emirlerindeki farzları terk edenlerin hâline burada işaret vardır. O gün bunlar secdeye dâvet edilecekler ama secdeye sanki kazık yutmuş gibi eğilemeyecekler, secde edemeyecekler, gerçek samîmî ihlâslı mü’min ile işte orada riyakârlar birbirinden ayırt edileceklerdir mahşer gününde.

 

Şimdi de kıymetliler, Nuh Sûresi ile dersimiz devam ediyor.

 

Yine İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretleri anlatıyor;

 

Dakika 10:05

 

Nuh (Aleyhisselâm) kavminde mevcut olan putlar sonradan Araplara intikal etmiştir.

 

Şöyle ki: Vedd adındaki put Devmetu’l-Cendel’de idi ve Kelb kabilesine aitti. Süvâ‘ adındaki put Hüzeyl’in idi. Yeğüs adındaki put Murâd kabile sine aitti. Sonra Benu Gutayf’ın oldu, Sebe’ye yakın Curf nâm mevkideydi. Yeuk, Hamedân’a aitti. Nesr, Himyer’in, Âl-i Zi’l-Kelâ’ın idi. Bu put isimleri aslında Nuh kavmindeki sâlih kimselere aitti. Şeytan bu sâlihler ölünce kavimlerine şu telkini yaptı: „Sâlih kişilerinizin oturmuş oldukları yerlere (onların hâtırasına dikitler dikin ve bunlara onların isimlerini verin“. Halk bu telkine uyup, söyleneni yaptı. Bidayette tapınma yoktu. Ancak ne zaman ki bunlar helâk olup gittiler ve haklarındaki bilgi de unutuldu, bu putlara tapınmaya başladılar.“ Bunu da Buhârî Şerif haber vermektedir.

Nuh kavminin ileri gelenleri halk tabakasına sakın taptıklarınızı bırakmayın yani putlarınızı bırakmayın, hele vetten, süâdan, yavusdan, yeuktan ve nesirden zinhar vazgeçmeyin dediler.

 

İşte kıymetliler,

 

Putperestler puta taptılar, Peygamberlerin Peygamberliğine inanmadılar ve nitekim putperestlik onların kuyruğuna takılarak bugünlere kadar isim ve kılık değiştirerek devam etmektedir. Ancak tevhîd îmânının, İslam îmânının olduğu yerlerde put ne içte olur ne dışta. İslam putların içteki putları da dıştaki putları da kırmıştır. Gerçek Müslüman Rabbine kulluk yapar sadece Yüce Allah’a. Allah’a kulluk etmeyen birinin kul olup hangi puta taptığına kendisi iyi baksın.

 

Yevus Hz. Âdem’in oğlu olan Şit’in oğlu idi, Suva ve ondan sonra gelenler de öyle. Bu putlara nesh ederek elleriyle değerek teberrük de bulundular. Sonra şeytanın telkiniyle tedrîcen tapmaya başladılar. Daha sonra onlara tapınma câhiliye devrinde Araplar arasında bu artık devam eder hâle geldi.

İnsanoğlu hak yoldan sapınca artık geriye sapıklık ve delâletten başka bir şey kalmaz. Allah sapanlardan, sapıtanlardan, gazâbına uğrayanlardan eylemesin. İşte (غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ) âmin bunun anlamı bu işte. Allah’ın gazâbına çarpılanlar sapanlar, sapıtanlar. Yüce Allah beş vakit namazın içinde bunu 40 defa kuluna hatırlatıyor. Ey kulum! (اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ) (صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ ) buyuruyor. Sırât-ı Müstakîm Hz. Muhammed’in önderliğinde Yüce Kuran’a, Yüce İslam’a sıkı sarılmanın adıdır.

 

Dakika 15:06

 

En doğru yol İslam’ın kendisidir, önderi Hz. Muhammet’tir, O’na tâbî olmaktır. İşte bu yoldakiler (إِيَّاكَ نَعْبُدُ) derler -ancak biz, biz ey Yüce Rabbimiz sana kulluk ederiz- (إِيَّاكَ نَسْتَعِينُ) -biz, biz ancak her türlü yardımı senden isteriz- derler. Yalnız Allah’a kulluk ederler başkalarına değil. O yalnız kendisine kulluk edilen Allah (الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ) -âlemlerin Rabbisi ’dir. Rahmân ’dır, Rahim’dir cezâ gününün mahşer gününün Mahkeme-i Kübrâ’nın yegâne muktedir hükümdarıdır. Bütün âlemlerin de Rabbisi ’dir sahibidir. İşte gerçek Müslüman o âlemlerin Rabbisi olan, Rahmân olan, Rahim olan o cezâ gününün (مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ) o cezâ gününün eşsiz, muktedir hükümdarı olan yalnız Allah’a kulluk eder Müslüman. İşte o Allah ki kemâl sıfatlarla muttasıf noksan sıfatlardan münezzehtir, Kur’an-ı Kerim baştan sona bize Allah’ı tanıtır, emirlerini, kanunlarını tanıtır. Ey Müslüman! Allah’ı iyi tanı, emirlerini kânûnlarını iyi tanı, Hz. Muhammed’e inzâl edilen Yüce İslam’ı iyi oku, Hz. Muhammed’e iyi tâbî ol onun şeriatına. O’nun şeriatı Allah’ın kânûn ve kurallarıdır. İşte yeri gelmişken size kısaca Fâtiha’yı da özetlemiş oluverdik.

 

Sevgili dostlarımız,

 

Şimdi de Cin Sûresi’ne geldik.

 

(أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

‘’ Rabbi Eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn’’

 

Yine İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhü) anlatıyor ve şöyle demiştir; “Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm), cinlere Kur’an okumadığı gibi onları görmedi de. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bir grup Ashâbıyla ‘’Ukâz Panayırına’’ gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu esnâda, şeytanlarla semâdan gelen haber arasına engel konmuş idi. (Bundan dolayı mutad olarak semâdan haber getiren) şeytanlar üzerine şahaplar gönderildi. Şahap deyince gökyüzündeki meleklerin şeytanları bombardıman etmesidir, buna yıldız kayması falan diyorlar. Kozmografyacıların da atmosfere düşüp yanan göktaşı falan dedikleri şey ki bunlar gökyüzündeki melek karakollarından şeytanlara ateş açılır, bombardıman edilir şeytanlar. İşte o onlara şahaplar gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi:

 

„- Ne var, niye (boş) döndünüz?“ diye sordular. Onlar:

„- Bizimle semâvî haber arasına mânia kondu, üzerimize şahâplar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)“ dediler.

„- Bu, dediler, yeni zuhur eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını dolaşın, (bu engel hakkında bir haber getirin).“

 

Dakika 20:00

 

(Yeryüzünü taramak üzere gruplar hâlinde yola çıktılar. Bunlardan) Tihâme tarafına giden bir grup, (Ukâz panayırına giderken yolda Ashâbıyla sabah namazı kılmakta olan Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a (Nehle denen yerde) rastladı. Kur’an-ı Kerim’in tilâvetini duyunca durup kulak kabarttılar. Peygamberimiz uzunca sabah namazında Kur’an-ı Kerim okurdu.

„- Bizimle semâvî haber arasına engel olan şey işte bu!“ deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle dediler:

„- Biz hakiki hayranlık veren bir Kur’an-ı Kerim dinledik ki o, Hakk’a ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona imân ettik. Rabbimize (bundan sonra) hiçbir şeyi aslâ ortak tutmayacağız..“ Bu (Cin Sûresi’nin 1 ve 2’nci âyet-i kerimeleri).

Bunun üzerine Cenab-ı Hak Peygamberine (Aleyhissalâtu Vesselâm)’a vahiy ederek durumu bildirdi: „(Habîbim) de ki: Bana şu hakîkatler vahyolunmuştur: „Cinden bir zümre (benim Kur’an okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: „Bize, hakîkî hayranlık veren bir Kur’an-ı Kerim dinledik ki o, Hakk’a ve doğruya götürüyor…“  Bu da Cin Sûresi’nin 1’inci âyet-i kerimesi ve Buhârî, Müslim, Tirmizî bu haberi vermektedirler.

İbn-i Mes’ûd Hazretleri bu konu da 786’ncı hadis-i şerif de bu açıklanmıştır. Her bir rivâyetin bir başka hadiseye parmak bastığını belirtmişlerdir. İbn-i Abbâs hadisi bidâyette ki durumunu anlatmaktadır. İbn-i Hacer cinlerin 1’inci gelişlerinin sebebi şahâp hadisesidir, ikinci gelişlerinin sebebi ise Müslüman olmak, Kur’an-ı Kerimi dinlemek, din ahkâmından sual sormak arzusudur. Dedikten sonra 1’inci hâdisenin Peygamberliğin başlarında 2’nci hâdisenin ise hicretten sonra vukua geldiğine kesinlikle hükmeder.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Zaten haberler ayrı ayrı haberlerin verilmesindeki tabii ki esrarda bundandır. Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) şu açıklamayı yaptı; Yıldızlar hiçbir kimsenin hayatı veya ölümü için atılmazlar. Ancak Rabbiniz bir işe hükmetti mi semâvât ehli birbirine haber verir. Böylece haber dünya semâsına kadar gelir. Burada cinler haberi kapmak için kulak kabartırlar ve onu dostlarına ulaştırmak isterler. İşte o zaman da bombardıman indirirler. Hz. Peygamber ile karşılaşan cinlerin sayıları ve hattâ isimleri ile ilgili teferruat bile gelmiştir. Bu rakamlar farklıdır, 4, 7, 9 12000 gibi hususta teferruatı ortaya konmuştur. Şeytan ile cin hakkında söylenenler cin ve şeytanın mikrop bakteri gibi gözle görülmeyen maddî küçük mahlûkatla tevil etmeye çalışan îmânı nâkıs dar anlayışlar olduğu gibi külliyen reddetme cihetine giden münkir îmânsızlar da vardır. Kur’an-ı Kerim veya sünnetten bir dayanağa sahip olması gerekir bir iddianın, cin ve şeytanın varlığını inkâr etmek küfürdür. Şeytan kelimesi salâh ve hayırdan uzak oldu, “şatane” fiilinden müştâk olduğu kabul edilir.

 

Dakika 25:00

 

Salâh ve hayırdan uzaklaşan o varlığa, yaratığa şeytan denmektedir. Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhü) Şam’a geldiklerinde bindirildiği bir at altında çalım satmaya başlayınca hemen attan inmiş ve “Beni bir şeytana bindirdiniz!” buyurmuştur. Yani şeytanlar hem cinlerden olur hem insanlardan olur hem de hayvanlardan olur. Şeytan cinlerin âsî takımına denir. Ataları ben ateşten yaratıldım Âdem ise topraktan yaratıldı. Ateş topraktan üstündür dolayısıyla ben Âdem’den üstünüm kuruntusuna düşerek Cenab-ı Hakk’ın Âdem’e secde et emrine isyân eden iblîstir, şeytanların işte atası iblîstir. Âlimler çoğunlukla şeytanlar, cinlerin âsî ve şer olanlarıdır demekte müttefiktirler. Bazılarına göre cinlerin birçok sınıfı vardır. İnsanlarla beraber yaşayanlara “âmir” çocuklara musallat olanlara “erbah” bunların habis olanlarına “şeytan” denir. Kötülüğü bir derece artarsa “mârit”, daha da artarsa “ifrit” denir. Muhakkik ulemâ biri kâfir kalarak şeytan diğeri îmân eden cin adını aldığını söylemişlerdir. İblîs’in lügat olarak anlamı “iblas” kelimesinden geldiği kabul edilmiştir. “İblas” hayırdan meyusiyet yani ümidini kesen pişmanlık ve mahsuniyet mânâsına gelir. İblîste hayırdan son derece meyyus demektir. İblîs’i de cinnîlerin bir sınıfı kabul etmek gerekmektedir.

İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhü) Hazretlerine göre cinlerle şeytanlar başka, başka mahlûklardır. Cinlerin babası candır, içlerinde mü’min ve kâfirleri vardır, cinler ölürler şeytanların atası iblîstir. Onlar ölmezler zamanı gelince ataları olan iblîs ile öleceklerdir. Cinler canlı neslidir diyenlere göre onların müminleri cennete kâfirleri cehenneme gidecektir. Cinler iblîsin zürriyetidir, diyenlerden Hasan’ı Basrî ‘ye göre mü’minleri cennete gidecektir. Mücâhide göre mü’minleri de cennete gidemeyecektir, toprak olun denecektir. İmâm-ı Âzâm’ın bu görüşte olduğu söylenmiştir, ancak onun hiçbir beyanda bulunmadığı da söylenmiştir. İmâm-ı Âzâm her zaman işin müteşâbih yönünü Cenab-ı Hakk’a bırakmıştır. Evet, doğrusu da budur. Şâfiî, Mâliki, İbnü Ebû Leylâ gibi sâir ulemâ ise iyilerinin mükâfat kötülerinin de azâb göreceklerini söylemişlerdir. Nevîlerin sayısını Allah’u Teâlâ’dan başka kimse bilemez de denmiştir. Bazıları mâhiyetleri muhtelif cisimlerdir ancak onları müşterek bir sıfat birleştirir o da mekânda hâsıl olmaları, uzunluk genişlik derinlik gibi üç buğuda sahip bulunmaları. Kesif ulvî, suflî kısımlarına intisap etmeleridir demişlerdir.

 

Dakika 30:00

 

Hz. Süleyman (Aleyhisselâm) cinlerden istifâde etmiş emrinde istihdam etmiş onları asker olarak kullanmıştır. (Neml Sûresi’nin 17’nci âyet-i kerimesinde) bunlar bildiriliyor, müşâvir olarak da kullandığı (Neml Sûresi’nin 38 – 39’uncu âyet-i kerimelerinde) bildirilmiştir.

 

İstismâr konusu ve hattâ dinden İslam’dan uzaklaştırma vasıtasıdır ki bu da ruh çağırma meselesidir. Alaaddin Arpacı’nın Sur dergisinde 1987 Mart ve Nisan ayları 131, 130’uncu sayı nüshaların da bu konuya değinmişlerdir. Fakat ruh hakkında insanlara Cenab-ı Hak az bilgi vermiştir. Ruh emri Rabbânî ’dir, onun üzerinde kim ne söylerse yanılmıştır. Ancak Kur’an-ı Kerim, sahîh sünnetin dedikleri müstesnâ. İspirtizm bundan sonra paramedikal tıp dışı tedâviyi birleştirmeye çalışıyorlardı. Peri adını verdikleri hüddamları gibi İmâm-ı Şiblî’nin ‘’Cinlerin Esrârı’’ isimli eseri çok aydınlatıcı olmuştur. Yine biz Kur’an-ı Kerim’le sahîh sünnetten hiçbir zaman ayrılmayalım.

İspirtizm: ruh, cin çağırarak hakîkati bulmaya çalışma akımına denmektedir. Burada bir bakıcı genellikle suya, aynaya mürekkep veya cam küre gibi cisimlere bakarak cinlerle haberleşen kişiler. Bunlar yalan dolanla milleti kandırmak için ellerinden geleni de yaparlar.

En’âm Sûresi 128’de Cenab-ı Hak buyuruyor; “Allah (Celle Celâlüh) insan ve cinlerin hepsini bir araya topladığı gün de şöyle denilecek; “Ey cinler topluluğu! İnsanlardan birçoğunu aldatarak kendinize bağladınız”. Cin tâifesinden kâfir olanların, şeytanların kişiye küfre sürüklemek için en çok kullandıkları taktik reenkarnasyon tenâsüh yani ruhun defalarca dünyaya gelip her seferinde ayrı bir bedende yaşaması itikâdını empoze etmeleridir. Bu iş nasıl başarılmaktadır. Evet, kıymetliler! İşte kâfir cinlerle irtibat kurduğuna inananlar, reenkarnasyona, tenasüha inananlar bunlar İslam da birebir şirk ve küfürdür. Her şeyden önce bilinmelidir ki cinlerin ömrü bin ile bin beş yüz sene arasıdır. Bunların hiçbirinin bin beş yüz yıldan öncesine gidemediği hayretle görülecektir.

 

Şimdi tenâsüh yani ölen insandan çıkan ruhun bir daha yaşamak üzere dünyaya gelmesi inancını şu âyet-i kerime kesin bir şekilde reddeder. Bakın buyuruyor Cenab-ı Hak Mu’minûn Sûresi 99 ve 100’üncü âyet-i kerimeler de; “Nihâyet onlardan hiç birine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler; ‘’Rabbim beni dünyaya geri gönder tâ ki ben terk ettiğim îmânı yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım. Hayır, onların söylediği bu söz boş laftan ibârettir. Önlerinde bir berzah vardır, tekrar dirilme gününe kadar oradadırlar’’.

 

Dakika 35:16

 

İşte tenâsühü bu âyet açık açık reddeder. Ayrıca bu itikat kıyâmet, haşir, neşir ve cennetle cehennemin de inkârına müncel olacağından bu konulardaki bütün âyet ve hadislerde tenâsühü reddeder. “Andolsun ki ben cehennemi bütün insan ve cinden müstahak olanlarla dolduracağım”. Ey inanmayan insanlar! Ey inanmayan cinler! Cehennemi sizinle Allah dolduracaktır. Allah’ın kânûnlarına karşı gelinmez, Allah’ın tek bir emri dahi inkâr edilmez. Allah’ın emirleri kasten terk edilmez. ‘’Yoksa cehennemi dolduracaksınız’’. Cenab-ı Hak sizinle cehennemi tıka-basa dolduracaktır.

 

‘’Nitekim kim İslam’dan başka bir din ararsa o istediği din aslâ kendisinden kabul olunmaz ve âhirette de ebedî hüsrân içindedirler’’. Bu da Âli İmrân Sûresi 85’inci âyet-i kerime de Cenab-ı Hak böyle buyurmaktadır.

 

Cinler ilkel insanların putların içinde konuşarak saptırır, puta tapmalarını sağlarlardı. Bugünkü insanı da modern maskeler arkasında saptırmaktadırlar. İnsan şeytanları, cin şeytanları, dikkat edin hayvan şeytanları. Üçünden de Yüce Allah’a sığının. Bütün şerlerden de nitekim bu akımın daha çok sosyete kesiminde revaç bulması da bunun bir delilidir. Çünkü İslam’ı bilmeyen her şeyi dünyada arayan, âhirete bir türlü doğru inanmayanların çoğunluğunun bir kısmı da sosyete kesiminde revaç bulduğu söylenmiştir. Bunun bir delili de onların medyumlara işte o ruh çağıranlara reenkarnasyonculara o safsatalara inanmalıdır. Bir kısmı her şeyi inkâr ediyor bir kısmı da bunlara saplanıp kalıyor. Cenab-ı Hak’tan cin ve ins şeytanlarının şerrinden bizi korumasını niyaz ederiz diye gece-gündüz dua edilmelidir.

 

‘’ Rabbi Eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn’’

 

(İhlâs, Felâk, Nas gibi sûreleri Âyet-el Kürsi’yi) çok okuyunuz.

 

Sevgili dostlarımız,

 

Şimdi Kur’an-ı Kerim ne diyorsa ona bakınız. Öbürlerine kesin delil elde olmadığı müddetçe safsata olduğuna da dikkat ediniz. Bilim olması için bir şeyin kesinlik kazanmasıdır. İslâmî bilimler kesindir, ilmel yakîndir, Peygambere ve Allah’a istinâd eder, vahye dayanır. Öbürlerin de böyle bir özellik yoktur. Sevgili kıymetli dostlarımız bu konuda sizlere yine bilgi vermeye çalışacağız İnşa’Allah’u Teâlâ. Bugünkü dersimizi burada noktalıyoruz. Mevlâ hayırlı hizmetlerden Ümmet-i Muhammedi ve bizleri mahrum etmesin.

 

Dakika 40:03

 

(Visited 63 times, 1 visits today)