HadısŞerifKülliyatı 194-01

194 – Hadis-i Şerif Külliyatı Ders 194

194- Hadis-i Şerif Külliyâtı Ders 194

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

‘’Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin Vessalâtü Vesselâmü Alâ Rasûlüna Muhammedin ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn.”

 

‘’Bismillâhi Zîşan azîmu sultan şedîdül burhan kaviyyül erkâm mâşââllahu kân Eûzubillahi min külli şeytâni insün ve can’’

‘’ Rabbi eûzu bike m‘in hemezâtiş şeyâtîn ve eûzu bike Rabbi en-yahdurûn’’

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Yine dersimiz korku konusu ile devam etmektedir. Hz. Ebû Hûreyre (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki; “Mü’min, Allah indinde ki ukûbeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kâfir Allah’ın rahmetini bilseydi, cennetten ümidini kesmezdi”.

Yine Rezîn açıklamaktadır ki hadisi Müslim, Tirmizî haber vermektedir.

Ne kadar çok hayır amel işlese de mü’min Allah’ın azâbından korku içinde olacaktır. Kezâ ne kadar çok ne kadar büyük günah işlese de Yüce Allah’ın rahmetinden ümidini aslâ kesmeyecektir. Çünkü Allah’tan ümit kesenler kâfirlerdir.

 

Ebû Bürde Âmir İbn-i Ebû Mûsâ (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; „Bana, Abdullah İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhü ve Erdahüm Ecmaîn):
„Biliyor musun babam babana ne demiş?“ diye sordu. Ben: „Bilmiyorum“ dedim. Bunun üzerine:
„Babam, senin babana: „Ey Ebû Mûsâ! Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’la olan İslam’ımız, onunla olan hicretimiz, onunla olan bütün amellerimiz bizim için sabit ve devamlı olsa, ondan sonra işlediğimiz amellerin de her birinden basa bas kurtulsak bu seni memnun eder mi?“ dedi. Baban, babama su cevabı verdi:
„Vallâhi hayır! Biz ondan sonra cihâd yaptık, namaz kıldık, oruç tuttuk, çok hayırlar işledik. Bizim elimizde çok insan Müslüman oldu. Biz bütün bunların ecrini ümid ediyoruz.“ Babam tekrar dedi ki:
„Fakat ben, Ömer’in ruhu yed-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun, bunların bize sabit kalmasını, O’ndan sonra yaptıklarımızdan da basa bas kurtulmayı isterim.“
Ben atılıp: „Senin baban, vallâhi benim babamdan daha hayırlıymış“ dedim. “Bunu Buhârî Şerif haber veriyor.

 

Sevgili dostlarımız! Hz. Ömer (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) Hazretlerinin Hz. Peygamber’den (Aleyhissalâtu Vesselâm) sonra hayır amelleri ile birlikte, şer amelleri işlemiş olmaktan da korktuğunu, hayırları şerleri karşılayacak miktarda olsa sevineceğini ifâde buyurduğunu görmekteyiz. Bu da Hz. Ömer de son derece Allah korkusunun ne derece, ne şiddetli olduğunu görüyoruz. Zîrâ ulemâ ‘’Havf’’ makamının, ‘’Recâ’’ ümit makamından üstün olduğunu kabul etmiştir.

 

Dakika 5 :02

 

Ümidin ucub’a ve atâlete götürme ihtimâline karşı havf’ın tövbe ve istiğfâra sevk etme garantisi vardır demişlerdir yüce İslam’ın yüksek âlimleri.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Şimdi de dersimiz âlemlerin yaratılması konusunda hadis-i şerifler külliyâtından keşif notları vermeye çalışacağız.

 

Doğumla başlayıp ölümle noktalanan bir hayat kaderine tâbî insanoğlu mebde ve meâdını hep sorgulaya gelmiştir. Hep sora gelmiştir. Varlık âlemi İslam dininde Nuru Muhammedî tâbir edilen bir ilk maddeden yaratılmıştır. Kâdir olan yaratıcı “Ol!” emriyle anı vakitte yaratılış ağacının çekirdeği durumundaki Nuru Muhammedî’den ilk varlık filizini ortaya çıkarmış. Bu filiz tıpkı bir ağaç gibi inkişâf edip serpilerek sonunda insan meyvesini verecek kemâle ermiştir. Peygamberimiz yaratılışın bu tekâmül seyri içerisinde meyvelerin meyvesidir. En son olan en mükemmeldir, fahrî kâinattır. İşte dinimiz yaratılışla ilgili bahislerin Nuru Muhammed’i mebdei ile Zât-ı Muhammedî müntehâsı arasındaki safhaları ve halkaları ana hatlarıyla aydınlatacak şekilde yapar.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

İmrân İbn-i Husayn (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; „Mescitte, Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara:
„Ey Benî Temim, size müjde olsun!“ diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen:
„Bize müjde verdin. Öyle ise (Beytülmâlden) iki kere bağış yap!“ diye talepte bulundular. Onların bu cevabı karşısında Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın yüzünden rengi attı. Hz. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın huzuruna (Hayber’in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş’arî) girmişti. Onlara:
„Ey Yemenliler! Benî Temim ‘in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!“ dedi. Onlar:
„Kabul ettik ey Allah’ın Rasûlü!“ dediler ve arkadan ilâve ettiler:
„Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!“ dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), mahlûkatın ve Arş’ın başlangıcını anlatmaya başladı:
„Bidayette Allah vardı, O’ndan önce başka bir şey yoktu. O’nun Arş’ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikir (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı. “Buhârî ve Tirmizî haber veriyor.

 

Ebû Rezîn el-Ukeylî (Radıyallâhu Anhü) anlatıyor; “Ey Allah’ın Rasûlü, dedim, mahlûkatını yaratmazdan önce Rabbimiz neredeydi?” Bana şu cevabı verdi;

 

10:00

 

“Amâda idi. Ne altında hava, ne üstünde hava vardı. Arş’ını su üzerinde yarattı”.

 

Ahmed İbnü’l Hanbel dedi ki, Yezîd şunu söyledi; “el-Amâ yani Yüce Allah ile birlikte başka bir şey yoktu demektir”. Bunu da Tirmizî haber vermektedir.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Tarık İbn-i Şihâb (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) anlatıyor; „Ömer İbnu’l-Hattâb dedi ki: „(Bir gün) Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) aramızdan doğrularak mahlûkatın ilk yaratılışından başlayarak (geçmiş olan gelecek olan bütün safhaları) cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar anlattı. Bunu bir kısmı öğrendi, bir kısmı unuttu.“ bu da Buhârî Şerif’ten geliyor bu haber’de.

Hiç bir mahlûk yok iken Yüce Allah var idi, önce suyu ve su üzerinde Arş-ı Âlâyı yarattı, sonra gökleri ve arzı yarattı. Cereyân edecek yaratılış fiillerini kader kitabında önceden yazdı. Vukuat bu yazıya göre cereyan etmektedir, hâdiselerin hiçbirinde tesâdüf yoktur. Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), insanların merakı ve sorması üzerine mebde ve meâd ile ilgili açıklamaları yapmıştır.

 

Selef, Cenab-ı Hakk’ın zâtî ile ilgili tavsifâtın mahiyeti hususunda fikir beyânından kaçınıp inanırız mâhiyetini ondan gerçek maksadı bilemeyiz demiştir. Bu kelime bir rivâyette: “el-Amâe” şeklinde gelmiştir. Bu imlâ ile olunca berâberinde hiçbir şey yok demek olur. “El-Amâ” için bu insan aklının idrak edemeyeceği künhüne vasıf ve kavramının ulaşamayacağı şeydir dâhi denmiştir.

Ezherî; Biz bunu inanırız ancak nasıl olduğunu, olduğuna dâir fikir beyân etmeyiz demiştir.

 

Evet, sevgili dostlarımız, öyleyse yaratılış sırayla şöyle olmuştur; Su, Arş-ı Âlâ, kalem, kürsü, semâvât ve arz (Allah’u Âlem bissavab). Evet, sevgili dostlarımız Arşullah Cenab-ı Hakk’ın kudret ve halk yani yaratma isimlerinin tecellî ettiği ilk mahlûk demektir. Kelam Âlimleri ile eski hukemâ arşı kâinatı her cihetten kuşatan kürevi bir felek diye tarif etmişlerdir. Şeriat örfünde gelen arşın hakîkatini tahdit ve takdir beşer aklının insânî idrâkin işi değildir.

Nebevî açıklamalar; Mahlûk âleme nispetle büyüklüğünü belirtmeyi gâye edinir.

Evet, efendiler ilk gâyesi bütün âyetlerinde Rabbi’l-Âlemin olan Cenab-ı Hakk’ı tanıtmak bize kulluk vazifelerimizi öğretmektir.

 

Dakika 15:04

 

Eşya niçin yaratılmıştır? Nereden gelmektedir? Nereye gidecektir? İnsanlar başıboş değildir hayatın her anından hesap verecektir. Bunları öğretmektir, bu aslî maksatları işlerken tâlî olarak ilmin terakkînin tekniğin bazı ipuçlarını da vermekte işaretler de bulunmaktadır. Böylece her devirde insanlar Kur’an-ı Kerim’i her hususta rehber yapabilmekte, mûcize bir kitap olduğunu teyit edebilmektedir. Kürsü ve Arş-ı Âlâ ile ilgili âyetleri de bu çerçeve de anlamak gerek. Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk’ın kâinat üzerindeki ilâhî hâkimiyetini bu tâbirlerle ifade etmektedir. Bu sebeple “Kürsü” ve “Arş” tâbirlerinin zihne verdikleri bu mânânın esas alınması gerekir. Şimdi kelimeleri daha yakından incelemeye gayret edelim. İlâhî saltanatın vüsâtını kavrama da, kürsünün taşıdığı bu mânâyı da zihinden uzak tutmamalıdır. Zîrâ âyet-i kerime de Cenab-ı Hakk’ın gücünü ifâde zımnında “Yüce Allah’ın kürsüsü gökleri ve yeri içine alacak şekilde geniştir. Onların korunup gözetilmesi ona ağır da gelmez” buyurmaktadır işte Bakara Sûresi’nin 355’inci âyet-i kerimesinden bunları anlamaktayız. Evet, ilâhî saltanat öylesine geniş bir mülkte hüküm sürmektedir ki semâvât ve Arz’ı içine alan kürsü bu mülkün tamamına kıyasla, dünya saltanatına mazhâr bir sultanın sandalyeye oturduğu zaman ayağını koyduğu altlık hükmünde kalmaktadır. Aşağıda kaydedeceğimiz hadis-i şerifler bu mânâyı teyit edecektir. Müfessirler kürsü kelimesini ilim ve kudret olarak te’vil ederek Yüce Allah’ın kürsüsü onun ilmi ve kudretidir diye açıklayarak lügavi mânânın zihinde hâsıl edebileceği Allah’a madde, mekân ve şekil izâfesi gibi menfî mânâları bertaraf etmişlerdir. Arş-ı Âlâ ilâhî saltanatı ifade eden bir tâbirdir bir âyette, “Allah’ın hükümdarlığının Arş’ı kuşattığı” Yunus Sûresi’nin 3’üncü âyeti. Bir başka âyet-i kerimede de: “Yüce Allah’ın büyük Arş’ın sahibi olduğu” bu da Mü’minûn Sûresi’nin 36’ncı âyet-i kerime de ifâde edildiği gibi. Kürsü ve arşın ilâhî kudretin büyüklüğünü ve dolayısıyla bütün mevcudâtın ilâhî murâkabe kontrolün içinde kaldığını anlatmak maksadını tazammum ederek bunu tamamlamak üzere başka açıklamalara da yer verilmiştir.

 

Evet, sevgili dostlarımız!

 

Kürsü iç içe olan yedi semânın dışındadır. Yani yedinci semâdan sonra gelmektedir, fakat son hudut değildir. Onu da arşı kuşatmıştır, bu konu da gelen nasları bir müfessirimiz şu şekilde değerlendirir; “Semâvât ve arz kürsünün iç boşluğunda yer alır. Kürsü de Arş’ın önündedir”.

 

Dakika 20:04

 

Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) kürsünün yedi semâya nazaran büyüklüğünü tasavvur edebilmemiz için şu teşbihte bulunur; yedi semâ kürsü içerisinde bir halkanın içine atılmış yedi adet dirhem kuruşluk gibidir. Bir kalkanın içine atılmış yedi adet dirhem kuruşluk gibidir.

Aynı maksatla İbn-i Abbâs şu teşbihte bulunur; eğer yedi semâ ve yedi arz genişleyerek birbirlerine değecek hâle gelseler, kürsünün genişliği yanında bunlar çöle atılmış bir halka gibi kalır. Kürsünün genişliği bu olursa kürsüyü kuşatan Arş-ı Âlânın genişliği nasıl olur? Bu soru Rasûlullah’a (Aleyhissalâtu Vesselâm) aynen sorulmuştur. Öyle ise cevabını ondan dinleyelim.

 

“Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a kasem ederim. Yedi semâ ve yedi arz kürsünün yanında çöl bir arâziye atılmış bir demir halkadan başka bir şey değildir. Arş’ın kürsüye olan üstünlüğü de tıpkı bu çölün o halkaya üstünlüğü gibidir”. İbn-i Kesîr kendi tefsirinde bunlara yer vermiştir.

Kâinat kürevî mi? Yukarıdaki açıklamalardan top şeklinde bir kâinat tasviri çıkmaktadır. Bu mânâyı teyit eden başka rivâyetlerde var. Eski müfessirlerimiz daha ziyâde kubbe kelimesini kullanarak bu mânâya işaret ederler. Merkez de arz ve sabit yıldızların mahallî olan birinci semâ, bunu takiben sıra ile diğer 6 semâ, sonra kürsü, en dışta büyük arş gelmektedir ve büyük arş, kürsüyü kuşatmaktadır, bunlar üst üste değil iç içe ve kürevidirler.

Cenab-ı Hakk’ın Arş’ı istivâsı onun bu hadsiz genişliğe hâkimiyetini ifâde eder. İnsan aklının alamayacağı hayâlinin tasavvur bile edemeyeceği sonsuzluk, Allah’ın büyüklüğü yanında dünya saltanatının ayak koydukları tahta parçası kalmakta hiçliğe müncel olmaktadır. O Yüce Zât Kur’an-ı Kerim’in ifâdesiyle düşen bir yapraktan bile haberdar olacak kadar her şeye hâkim olan En’âm Sûresi’nin 59’uncu âyet-i kerimesinde kâinatın her noktasına ilmi ile kudretiyle tasarrufu ile hâkimdir. Çünkü büyük arşı istivâ etmiştir.

 

Evet, sevgili dostlarımız, Yüce Allah’a mekân izâfe edilemeyeceğinden başlayarak dersimiz bir sonrakinde devam edecektir.

 

Dakika 24:10

 

 

(Visited 37 times, 1 visits today)