22- Ders 22 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren

FIKH-I EKBER DERS 22

 

  تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاًۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

“Yataklarından kalkarlar, rablerine azabından korkarak ve rahmetinden ümit var olarak ibadet ederler”. İşte kıymetliler, bu Secde Suresinin 16. ayet-i kerimesinde Cenab-ı Hak, müminlerin özelliklerini bizlere yüce ayetleriyle buyurmaktadır. “Yataklarından kalkarlar, rablerine azabından korkarak ve rahmetinden ümit var olarak ibadet ederler”. İşte mümin korkuyla ümit arasında olması gerektiğini bu ayet-i kerimeden de anlamaktayız. Ummak, korkmayı gerektirir. Ümit kesmek ise Allah’tan ümit kesmek ise o zaman nedir? Kişi ümit kestiği zaman İslâm’ın ortaya koyduğu iman özelliğini kaybeder. Ummak, korkmayı gerektiriyor. Eğer böyle olmasaydı Allah’tan ümit kesmek olurdu. Övülen korku, sahibi ile Allah’ın yasak kıldığı şeyler arasına giren korkudur. Yani Allah’tan korktuğunun kesin alameti Allah-u Teâlâ’nın yasakladığı günah, haram, başta şirk, küfür, nifak gibi, zülüm gibi şeylerden uzak kalıyorsa bir mümin işte burada Allah korkusu ve Allah sevgisi vardır. Hem ümit vardır hem korku vardır. Övülen ümit Allah’ın nuru ile ona itaat işini yapan ve sevabını Allah’tan isteyendir. İşte sevgi ve ümit bir müminde varsa işte seve seve Allah’a itaat eder, emirlerini, bir bir ibadetlerini bir bir yerine getirir. Bu da ümit ve sevginin açık, bariz alametidir. Çünkü ümit burada makbul olan, övülen ümit Allah’ın nuru ile ona itaat işini yapan ve sevabını Allah’tan isteyen, aynı zamanda tövbe eden, Allah’tan günahlarının örtünmesini isteyen kimsenin ümididir. İşte makbul, gerçek ümit budur. Fakat bir kimse tefrit (herhangi bir konuda geride kalma) derecesinde hata ve isyan içinde bulunur da amelsiz olarak Allah’ın rahmetini isterse bu bir gururdur, yalancı bir temennidir, yalancı bir ümittir. Hem ibadetlerini terk ediyor hem de Allah’ı sevdiğini söylüyor, ümitli olduğunu söylüyor. Bu da bakın buradaki ümit içinde gurur vardır ve yalancı bir ümittir bu. Gerçek ümit ve gerçek korku bir müminde olduğu zaman haram ve günahları terk eder, ibadetlerini seve seve yapar ve ibadetin mükâfatını da yalnız Allah’tan bekler ve tevbe-i istiğfarını da Rabbisine yapar.

Dakika 5:00

Şimdi “Korku ile ümit bir kuşun iki kanadı gibidirler.” buyurmuş Ebû Ali er-Rûdbarî. Böyle diyor. Tasavvuf ehlinin büyüklerinden. “İkisi de dengeli olurlarsa kuş da dengede olur, uçar. (Eğer bir müminde korkuyla ümit dengeliyse bu kişi Rabbisinin rızasına doğru uçarak gider). Bu dengeli değilse bu kuşun kanadının birisinin sakat olunduğu, uçamadığı gibi müminde de korku ile ümit dengeli değilse ilahi rızaya doğru dürüst gidemez, uçamaz. İki kanat da olmazsa kuş ölüm haddine girer”. Bunu gibi Hz. Ömer de (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn) şöyle demiştir (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn): “Mahşerde bir kişi cennete girecek diye nida edilse o kişinin kendim olmasının ümit ederim. Yine mahşerde bir kişi cehenneme girecektir denilse yine o kişinin kendim olmasından korkarım”. İşte Hz. Ömer’in buradaki korku ve ümidi çok dengeli ve mükemmeldir. Cenab-ı Hak bakın bir haberde, kutsi hadis olarak verilen bir haberde “Ben kulumun beni zannettiği gibiyim. Dilediği gibi beni zannetsin”. Şimdi burada da Yüce Allah’ı şanına yakışır olan sıfatları, esmasıyla Allah-u Teâlâ’yı tanımak gerekiyor. Yanlış tanıyan, yanlış zanda bulunan yarın o yanlışın karşısında ne yapar? O yanlışın karşılığı çıkar. Onun için burada da uyarı vardır. Allah-u Teâlâ’yı doğru tanımak gerekir. “En iyisi gençlik ve sıhhat zamanında korkunun, yaşlılık ve hastalık durumunda da ümidin galip olması gerekir”. Bazıları da böyle demişlerdir. “En iyisi gençlik ve sıhhat zamanında korkunun, yaşlılık ve hastalık durumunda da ümidin galip olması gerekir” demişlerdir. Bu da gerçeğe uygundur. Yine şöyle buyrulmuştır, Sahih-i Müslim’de rivayet edilen bir haberde Peygamberimizden “Sizden hiçbiri, ölümünden evvel Allah’a kendisi hakkında hüsn-i zanda bulunmadan ölmesin”. Allah’a hüsn-i zanda bulunmak için Allah’ı doğru tanımak, onun isimlerini, sıfatlarını, esmasını ve kitabını, İslâm amentüsünü doğru bilmek gerekiyor. İşte o zaman bu hadis-i şerifte de hüsn-ü zan o zaman ortaya çıkar. Yüce Allah’ı yanlış tanıyanlarda hüsn-ü zan olmaz. Allah’tan korkarsan Allah’a doğru kaçarsın. Bakın, Allah’tan korkmanın bir gerçek alameti Kur’an-ı Kerim’de “Fe firrû ilâllâh” buyruluyor. “Kaçışın Allah’a olsun”. Allah’tan korkarsan Allah’a doğru kaçarsın çünkü başka gidecek kimsen yoktur. Rabbinden korkan Rabbine sığınır. Onun için Yüce Rab,

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

“Allah’a koşun”. Bu bir ayet-i kerimedir.  Efendiler, Zariyat Suresi 50. ayet-i kerimesi.

Dakika 10:00

Yine “Senden ancak sana sığınma vardır”. Bu da Buhâr-î Şerif’te Sevgili Peygamberimizden rivayettir ki “La melcee velâ mencee minke illâ ileyke”. Peygamberimiz böyle buyurmuştur. “Senden ancak sana sığınma vardır.” diyor. Kim yalnız sevgiyle Allah’a ibadet ederse, yalnız sevgiyle korkmuyorsa eğer bakın bu konuda o diyor zındıktır. Kim yalnız korkuyla Allah’a ibadet ederse Harûrîdir (yani Hâricîdir). (Müslüman Rabbisini hem sevecek hem de ondan korkacaktır). Kim yalnız ümit ile ona ibadet ederse Mürciedir. (Bu da batıl bir mezhep). Kim sevgi, korku ve ümit ile Allah’a ibadet ederse o da mümin ve muvahittir (Muvahhidlerin gönlüne Allah’tan başka bir şey gelmez). İşte bu, gerçek Müslüman budur. Bakın burayı, doğru olanı tekrar ediyorum. Kim sevgi, korku ve ümit ile Allah’a ibadet ederse O da mümindir, muvahhittir, buyrulmuştur. İşte mümin, Müslüman Allah’ı bütün varlığıyla sevecek, bütün varlığıyla korkacak, bütün varlığıyla da ümitle Rabbisine bağlanacaktır. Yine bakın ne buyruldu. Âlimlerimizden, kıymetlilerinden biri diyor ki: “Yalnız cehenneminden korktuğu, cennetine tamah ettiği için ibadet ederse mümin değildir.” diyor. Bunu da söyleyen Râzi’dir. Çünkü insan Rabbisi için ibadet eder, onun rızası için, emrettiği için yapar. Yüce Allah mabuttur, ibadette layıktır. Cennet için, cehennem için ibadet yapılmaz. Allah için, Allah emrettiği için, Allah mabut olduğu için ibadet edilir. Bu da sırf Allah için olmasıdır. Yoksa “Ben cennete gireceğim”, cennet için, cehennemden korktuğu için değil. Allah’ı sevdiği için, Allah’tan korktuğu için. İbadetlere Allah müstahak. Hak mabut olduğu için mümin ibadet etmelidir. Râzi buradaki tehlikeye de işaret etmiştir. Yine bir haberde şöyle söylenmiştir: “Suheyb ne güzel bir kuldur. Allah’tan korkmasa da ona isyan etmezdi.” diye bir haber vardır. Gece ibadet etmekten ayakları şiştiği zaman “Niçin bu kadar kendini yoruyorsun?” demişlerdi Peygamberimize. Peygamberimiz, Allah’ın sevgilisidir. İbadet etmekten ayakları şişiyordu Peygamberimizin. Çok ibadet ediyordu. Ve “Niçin bu kadar kendini yoruyorsun?” deyince bakın ne buyurdu Peygamberimiz. “Şükreden kul olmayayım mı?” dedi. İşte Kul Rabbisine şükreden kul olmak için onu, Rabbisini bütün varlığıyla sever, ondan korkar ve ona ümitle bağlanır. Hz. Ali de bir sözünde de şöyle buyurur: “Bir kavim bir şey istemek için ibadet ederse bu ticari ibadettir”. Bakın, “Bir kavim bir şey istemek için ibadet ederse bu ticari ibadettir.” diyor Hz. Ali.

Dakika 15:00

“Eğer bir kavim korku için ibadet ederse o kölenin ibadetidir.” diyor yine Hz. Ali. “Bir kavim eğer şükretmek için ibadet ederse bu da hür da kimselerin ibadetidir.” diyor. Şimdi bu sözler hikmetle dolup taşmaktadır. Çok güzel anlamak gerekmektedir. İmam Tahavî şöyle diyor: “İman birdir, imanın esasında iman ehli de birdir. Birinin diğerine üstünlüğü korku, sakınma, nefsani arzularına muhalefet ve en iyiye mülazemetledir (devamlı ilimle meşgul olmak)” demiştir. Yani kimde Allah korkusu çoksa diyor üstünlük ordadır. Kim sakınıyorsa, günah ve haramlardan üstünlük ordadır. Kim nefsani arzularına karşı koyuyor, muhalefet ediyorsa yine üstünlük ordadır ve en iyiye mülazemetledir, yani fazilet yarışındadır. İbadetlerini de en güzel şekilde ihlasla yapmaya çalışmaktadır. Üstünlük buradadır. Bunlar da takvanın içeriğidir. Çünkü üstünlük takvadadır.

İmâm-ı Âzam (rahmetullahi aleyh) yine şöyle buyurdular: Allah fazlı ile ihsan eder, adaleti ile ceza verir.

“Muhakkak ki iyilik ve sevap verme fazileti Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” (Hadid Suresi 29. ayet). (Videoda yok bu kısım 17:10) Allah Teâlâ kullarından bazılarına fazlı ile muamele eder. Bazılarına da adaleti ile muamele eder. Bazen dilediği kulları için layık olduğunun kat kat üstünde sevabı fazlı ile verir. Kulun günahına karşılık adaleti ile yalnız layık olduğu cezayı verir. Bazı kullarına azap etmeyip fazlı ile affeder. İşte kıymetliler bunlar Kur’an-ı Kerim’in tüm ayetlerine dayalı olarak buraya İmâm-ı Âzam’ın aldığı amentü, İslâm amentüsü, bakın bunlar Hak delillere dayalıdır. Bunları çok iyi bilmelidir. Allah-u Teâlâ (celle celaluhu) ve Tekaddes Hazretleri kullarından bazılarına fazlı ile muamele eder. Bazılarına da adaleti ile muamele eder. Bazen de dilediği kulları için layık olduğunun kat kat üstünde sevap fazlı ile verir. Kulun günahına karşılık adaleti ile yalnız layık olduğu cezayı verir, fazla vermez. Hak ettiğini verir. Yani adalet kim gereği tecelli eder. Bazı kullarına azap etmeyip fazlı ile de affeder. Çünkü Allah kime ne yapacağını en iyi şekilde bilmektedir.  Yine Yüce Rabbimiz “Allah selamet evine çağırır, dilediğini doğru yola hidayet eder.”

وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Buyurdu Cenab-ı Hak. Bu da Yunus Suresi 25. ayet-i kerimesidir.

مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٦١﴾

“Allah Teâlâ dilediğine kat kat verir”. (Bakara Suresi 261. ayet). Bu da Allah’a yakınlık derecesine ve ihlasın durumuna göre değişir. Öyle kullar vardır ki Rabbisine yakınlık, ihlasla ibadet eder. Rabbisine yakındır, rızasına yakındır. Onlara da bakın kat kat veriyor. Yine Allah-u Teâlâ dilediği kulunu da affeder. Bu da onun yine ihlas ve samimiyetle tövbesi, istiğfarı, onun kalp ve ruh samimiyeti ki o kulunun durumunu Cenab-ı Hak iyi bilmektedir. İster şefaat vasıtasıyla ile olsun ister vasıtasız olarak olsun Allah dilediği kulunu affeder. Bu konuda da şöyle buyuruyor:

Dakika 20:40

وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ ﴿٣٠﴾

“Size isabet eden bir musibet, sizin kendi kazancının eseridir. Allah çoklarının günahını affeder”. (Şura Suresi 30. ayet). Cenab-ı Hak nice günahları affetmektedir ama insanlar günahlara devam etmektedir. Kime ne yapacağını en iyi şekilde her şeyi bilen Allah, onu da en iyi olarak bilmektedir.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْماً عَظ۪يماً

“Allah şirkten başka dilediğini mağfiret eder.” buyurmuştur. Bu da Nisa Suresi 48. ayeti ve başka ayet-i kerimelerde de bulunmaktadır. Sevgili izleyenler,

لِئَلَّا يَعْلَمَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَلَّا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ

“Muhakkak ki iyilik ve sevap verme fazileti Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir”. Bu da Hadid Suresi 29’da geçmektedir. Allah’ın emri, kullarına nisbetle muradına uygun bir şekilde adalet ve faziletten boş değildir. “Allah eğer gök ehli ve yer ehline azap etmek isterse azap eder. Allah onlara azap etmez. Eğer rahmet ederse onun rahmeti kullar için hayır olur”. 22:29 ile 22:51 arası Arapçası. Bu da Peygamberimizden rivayet edilen bir haberdir. Allah eğer gök ehli, yer ehline azap etmek isterse azap eder ama kimseye zulüm etmez. Çünkü Allah zulümden münezzehtir. Eğer rahmet ederse onun rahmeti kullar için hayır olur. Evet kıymetliler, Allah zulümden münezzehtir. Azap edeceği zaman adaletinin gereğini yapar. Asla zulmetmez. Çünkü cehennem adaletin gereği yaratılmıştır. Ehl-i küfür, ehl-i şirk, ehli- nifak ve ehl-i zulüm, bunlar adaletin gereği cehenneme bunlar gönderilirler; cehennem azabına tabi tutulurlar. Bunlar adaletin gereğidir.

Bir de Sevgili Peygamberimizin ve diğer peygamberlerin şefaatleri konusunda İmâm-ı Âzam bak ne diyor: Peygamberlerin ve Sevgili Peygamberimizin müminlerin günahkârlarına ve büyük günah işleyenlere şefaat etmeleri haktır. “Şefaatî li ehlil kebairi min ümmetî- Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir”. Bu hadisi İmam-ı Ahmed, Tirmîzî, Ebû Davud, İbn-i Hıbban ve Hâkim Enes’ten rivayet etmişlerdir (radiyallahu anh ve erdaim ecmaîn).

Dakika 25:00

Hâkim Câbir’den, Taberînî İbn-i Abbas’tan, Hatîb ibn-i Ömer’den ve Ka’b bin Uceyr’den rivayet etmişlerdir (radiyallahu anh ve erdaim ecmaîn).

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوٰيكُمْ۟ ﴿١٩﴾

“Bir de kendi günahına ve mümin erkeklerle mümine kadınlar için mağfiret dile-Vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât”. Bu da ayet-i kerimedir. Muhammed Suresi ayet 19. Bakın, burada şefaat dünyada iken bile geçerlidir. Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hak ne diyor, Sevgili Habibi Hz. Muhammed’e ne diyor: “Bir de kendi günahına ve mümin erkeklerle mümine kadınlar için mağfiret dile” diyor. Bakın dünyada da Peygamberimize şefaat edebilme iznini veriyor Cenab-ı Hak. “Fakat onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez”. Öyle insanlar vardır ki bunlara kimse şefaat edemez.

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ

Bakın bu da efendim Muddesir Suresi ayet 48’de. Şefaatin dışında kalan, şefaat edilmeyenler de var.

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً

Yine Nebe Suresi ayet 38’de de “O gün Cebrail Aleyhisselam ve melekler saf halinde duracaklar. Rahmanın kendisine izin verip de doğru söylemiş olanlardan başkaları bir kelime bile söyleyemeyecekler”. Nebe Suresinin 38. ayeti. “Yevme yekûmur ruhu vel melâiketuhu saffâ, lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ” buyurdu Yüce Rabbimiz. Şefaat, Allah’ın izniyle olmaktadır. Peygamberlerin ve meleklerin şefaati hak olduğu gibi, velilerin, âlimlerin, şehitlerin, fakirlerin ve belalara karşı sabreden müminlerin, ölmüş küçük çocuklarının şefaatleri da haktır. İşte buradan baktığımız zaman da bütün sıkıntılarını gidericidir. Bütün ümmetinin bütün sıkıntılarını gidermek için Peygamberimiz şefaat eder. Ve rahmet peygamberidir. Hz. Muhammed rahmet peygamberidir. Mûtezile bu meseleye de muhalif olup ancak müminlerin derecelerinin yükseltilmesi için şefaat edilebileceği görüşündedirler. Mûtezile ehl-i sünnetin dışında görüşleri bulunmaktadır ki bu görüşler ehl-i sünnet tarafından kabul edilmez. Mûtezile, hak mezheplerin dışındadır.

Amellerin tartılması da haktır. İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn). Kıyamet gününde amellerin özel bir tartı ile tartılması haktır, diyor.

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (8)

 وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ (9)

böyle buyurmuştur.  Bu da Araf Suresi 8. ve 9. ayet-i kerimelerde. “Kıyamet gününde amellerin tartılması haktır. Kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır. Kiminde tartıları hafif gelirse işte bunlar da ayetlerimize zulmetmeleri sebebiyle kendilerine yazık edenlerdir”.

Ders 30.05 29:57

وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ

“Biz kıyamet günü için adaletle tartan teraziler koyacağız. Artık hiç kimseye hiçbir suretle zulmedilmeyecektir. Yapılan iş bir hardal ağırlığında da olsa onu tartıya koyacağız. Amellerin hesabını yapmak için bizler yeterliyiz”. Bu da Enbiya Suresinin 47. ayet-i kerimedir. Yüce Rabbimiz böyle buyurmuştur. “Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â ilahir”. Bu ayet-i kerimede de Rabbimiz bunu da kullarına Şanlı Kur’an ile duyurmuştur. Şimdi diğer değerli âlimlerimizden bazıları da amellerin tartılıp hesap edilmesi herkes hakkında tatbik edilmeyecektir diyenler olmuştur. Hesap yapılmadan cennete girecek olan 70.000 kişi için mizan kurulmayacaktır. Yani bunlar direkt cennete götürenler var diyor kıymetli âlimlerimiz. Onlar sayfalarını da almayacaklardır. Bu görüş görünüş itibarıyla Kur’an nasına muhalif görünmektedir ama Allah dilediğini yapar o da ayrı. Yine bu konuda Ali bin Saîd er-Rustağnî kâfirler için mizan kurulup kurulmayacağından sorulunca “hayır” cevabını vermiştir. Nice kâfirler de vardır ki diyor bunlar her şeyiyle kâfir oldukları bellidir, bilinir. Şimdi bunu da direkt cehenneme gönderilenler vardır, denmiştir. Fakat Rustağnî’nin bu görüşü de kabul edilmemiştir. Yani mizan herkes için mizan tutulur, diyor. Herkesin amelleri boynuna takılıdır ve sevaplar günahlar tartılır, diyor. Çünkü Cenab-ı Hak zerre miskali hiçbir günah ve sevabının zail olmayacağını, onu herkesin göreceğini açık bildirmiştir.

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

“Mizanda iyilikleri hafif gelenler, kendilerine yazık eden kimselerdir. Onlar cehennemde devamlı olarak kalacaklardır”. İşte Mü’minun Suresi 103. ayet-i kerimede “Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn”. İşte burada korkunç bir tehlike görülmektedir. Demek oluyor ki ameller tartılıyor. Günahlar ağır bastığı zaman cehennemde sürekli kalanlar olduğunu söylüyor bu ayet-i kerime.

اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يراًۙ

“Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar”. (Nisâ Suresi 145. ayet). “Kıyamet koptuğunda Firavun’un kavminin en şiddetli azaba sokun denilecektir”. En şiddetli azaba, diyor, onlar girerler. En şiddetli azap ile azap edilirler. İyilikleri ile kötülükleri eşit olanlar hakkında, araf ehlinden olacakları ve cennete en son gireceklerini açıklayan bir rivayet gelmiştir. Fakat Allah-u Teâlâ (celle celaluhu), “Bunlar işte o kimselerdir ki Rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı inkâr etmişlerdi de iyilik olarak yaptıkları bütün ameller boşa gitmiştir. Artık onlar için kıyamet günü hiçbir terazi tutmayız”. Efendim bu da Kehf Suresi 105. ayet-i kerime.

Dakika 35:17

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً

Allah’ın adaletini, kıyamet gününde adaletini, üstünlüğünü, fazilet ve ihsanını kullara göstermektir.

وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ

“Kıyamet gününde adaletle tartacak olan tartı aletlerini koyacağız”. (İsra Suresi 14. ayet). Yine buyruluyor:

اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يباًۜ

Amel defterini oku, boynunda takılı. “Kitabını oku. Kendi kendine hesap yapmaya yeterlisin”. İşte buradan da mizanın hak olduğu bunlardan anlaşılmaktadır ki Cenab-ı Hak istisnai olarak eğer kafir olduğu, herkesin durumu Allah’a malumdur. Kâfirlerin ve kesin cennetlik olanların, kesin cehennemlik olanlar hakkında istisnai olarak uygulayacağı bir durum varsa o Rabbimizin bileceği bir iştir ama mizan haktır. Ameller kesin tartılacaktır. “Kıyamette amel defteri sağ eline verilen kolay bir hesap ile hesap görecektir. Ve sevinçli olarak ehline dönecektir. Fakat amel defteri, kitabı arka taraftan verilen “Artık helak!” diye bağıracaktır ve cehenneme girecektir. Çünkü o, evinde sevinçli ve keyifliydi”. İnşikak Suresi 7 ve 13. ayet-i kerimeler.

فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ

فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ

وَيَنْقَلِبُ اِلٰٓى اَهْلِه۪ مَسْرُوراًۜ

وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ

فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراًۙ

وَيَصْلٰى سَع۪يراًۜ

اِنَّهُ كَانَ ف۪ٓي اَهْلِه۪ مَسْرُوراً

Efendiler, şimdi bakıyoruz ki “Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihi. Fe sevfe yuhâsebu hısâben yesîrâ” buyrulmaktadır. “İnne men mukişe fil hisabi usebe- Kıyamet gününde hesapta münakaşa edilen kimse azap edilecektir”. Bu da Müslim-i Şerif’in rivayet ettiği bir haberdir. Mûtezile ise kitabı ve hesabı inkâr etmişlerdir. Bakın, korkunç bir şey. Mûtezile’nin efendim kitabı ve hesabı inkâr etmişlerdir. Bu kadar kesin, Kur’an-ı Kerim’de varlığı olan hükümler inkâr edilemez. Mûtezile ne kadar yanılmış ve sapmış. “İslâm’a yakın olanlar sol taraftan, külliyen inkârcı olanlar da arka taraftan amel defterlerini alacaklardır.” denmiştir. Bu defterler, sahipleri hayattayken ölünceye kadar meleklerin yazdıkları amel defterleridir. Nitekim Yüce Allah (celle celaluhu) buyuruyor:

اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ

buyurmaktadır. Bu ayet-i kerimede de Yüce Rabbimiz “Yoksa biz, o kâfirlerin kalplerinde gizlediklerini ve fısıldadıklarını mı işitmez miyiz sanıyorlar. Hayır, işitiyoruz ve onların yanlarında elçilerimiz vardır ve yazıyorlar”. (Zuhruf Suresi 80. ayet).

İşte kıymetliler, bir de mahşer gününde hasımlaşma vardır.

Dakika 40:00

Şimdi niceleri dünyada birbirini sapıtmışlardır. Sahte önderler, sahte liderler, işte birbirini aldatıp sapıtanlar, sahte liderlerin peşinde gidenler orada hasımlaşacak. “Senden oldu, benden oldu”. Kıyamet gününde diyor hasımlar arasında kısas haktır. Zalimlerin iyiliği yoksa mazlumların kötülüklerinin zalimlere yükletilmesi caizdir ve haktır. Bu konuda da haberler, sahih haberler vardır. “Kimin Müslüman kardeşinde zulmen alınmış bir hakkı varsa dinar ve dirhemlerin (paranın) bulunmayacağı kıyamet gününden evvel onunla helaleşsin. Helaleşmeden ölür de iyi bir ameli varsa zulmettiği kadarı alınıp mazluma verilir. Eğer zalimin iyiliği yoksa mazlumun kötülükleri alınıp o zalime yükletilir”. İşte kıymetliler, bu Buhâr-î Şerif’in rivayet ettiği bir hadis-i şeriftir. Yine Sevgili Peygamberimiz bakın ne buyurdular: “Müflis kimdir, bilir misiniz?” Peygamberimiz ashaplarına böyle sordu. “İflas eden kimdir, bilir misiniz?” “Bizde iflas eden, dirhem ve dinarı bulunmayan kimsedir.” dediler. Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine buyurdu ki: “Şüphesiz müflis, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna namaz, oruç ve sadaka gibi iyi amellere geldiği halde falan Müslümana sövdüğü, filana iftara ettiği, birinin malını haksız yere yediği, başka birinin kanını akıttığı, bir başkasını haksız yere dövdüğü için bu hak sahiplerine hasenatı dağıtılan kimsedir. (Yani bu kişinin namazını, orucunu, hayır hasenatını alırlar elinden. Bu hak sahiplerine verirler). Eğer bu kişinin iyilikleri tükenirse, hak sahiplerinin hakkı kalırsa, hak sahiplerinin günahları alınıp onun üzerine yükletilir. Sonra da cehenneme atılır. İşte müflis (iflas eden) budur” buyurdu Sevgili Peygamberimiz. Bunu da Müslim-i Şerif rivayet etmiştir.

Kıymetliler, havz-ı kevser de haktır. Peygamberimizin havz-ı kevseri vardır. Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin havzı haktır. Cennet ve cehennem de şimdi yaratılmışlardır, mevcutturlar. Yine bu konuda hepinizin bildiği sure-i celile Kevser Suresinde, “İnnâ a’taynâkel kevser…”. Biz sana diyor verdik. Neyi? El-kevsera-Kevseri verdik diyor Cenabı Hak. Bunun kevser ırmağı, kevser havuzu olduğu gibi bir de hayr-ı kesirler verilmiştir. İşte Kevser de bunlardan biridir. Peygamberin nehri cennette, havzı ise kıyametin koptuğu yerdedir, demişlerdir. Bakın, Sevgili Peygamberimizin nehri, kevser ırmağı cennette, havzı ise yani kevser havzı ise kıyametin koptuğu yerdedir, buyurmuşlardır.

Dakika 45:05

Kurtubî şöyle diyor: “Havuzlar iki tanedir. Biri sırattan önce ve mizandan da öncedir. En doğru olan görüş de budur” diyor. Yine “İnsanlar kabirlerinden (mezarlarından) susuz olarak çıkacaklar, mizana ve sırata gitmeden evvel bu havuza geleceklerdir. İkincisi de cennettedir. Bunların her ikisine de kevser denilir”. Biri kevser ırmağı, biri kevser havzı demektedir. Onun için kevser de haktır, demiştir İmâm-ı Âzam. Tabii ki İmâm-ı Âzam, şanlı Kur’an’ı, sahih sünneti en güzel bilenlerden birisidir. “Peygamber Efendimizin bir havzı vardır. Onlar her birinin havzına daha çok insan gelmesiyle iftihar edeceklerdir”. Yani peygamberlerin bir havzı vardır, diyor. Her peygamberin, ümmetleri için. “Benim havzıma en çok insan geleceğini umarım” dedi. Peygamberimize rivayet edilen bir haberde de böyle buyrulmuştur. Kurtubî’nin yine haberine göre Mûtezile, Hâricîler, fasıklar, açıktan günah işleyenlere, fasıklar gibi Müslümanlar cemaatine ters düşenler Hz. Peygamberin havzından fendim bundan men edileceklerdir. Bunlar için havuzdan içmek haramdır, denmiştir. Havuz hakkındaki hadisi ise sahabeden otuz küsür kişi rivayet etmiş olup bildirilmiştir. Mütevatir derecesine yakındır. Yine bir hadis-i şerif de şöyledir. Efendim, onu da Müslim-i Şerif rivayet etmiş: “Cennette benim havzımın uzunluğu bir aylık yürünecek yol kadardır. Her tarafı müsavidir. Suyu sütten aktır. Kokusu miskten daha hoştur. Tadı baldan daha tatlıdır. Kardan daha soğuk, köpükten daha yumuşaktır. Kandilleri zebercetten, çanakları gümüştendir. Testileri gökteki yıldızlar gibidir. Bu havuzdan bir yudum içen ondan sonra bir daha asla susamaz”. “İyi kullarım için gözlerin görmediği, kulakların vasfını işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine geçmeyen vasıfla makamlar hazırladım”. Bu da Buhâr-î Şerif’in, Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i kutsidir. Manası Yüce Allah’a aittir, lafzı Peygamberimize aittir. “Cennete koyuldum ve cehennem bana gösterildi”. Peygamberimiz öyle diyor. “Cennete girdim” diyor “ve cehennem bana gösterildi” diyor. Bir haberde de böyle buyrulmuştur. Yine Mûtezile bu meselede de ehl-i sünnete muhalif görüş beyan etmektedir. Kıymetliler “Yemin olsun ki o, (Peygamber Cebrail’i) bir daha da (Miraçtan inerken hakiki suretinde) gördü.

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ

عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى

Sidret’ül- Muntehâ’nın yanında. Me’va Cenneti ise onun yanında”. Bu da biliyorsunuz Necm Suresi 14. ve 15. ayet-i kerimeler. “Allah’ın arşı cennetin tavanıdır”. Efendim, böyle bir haber de rivayet edilmiştir. Çünkü sırat, kitap ve sünnetle sabittir.

Dakika 50:0

وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْماً مَقْضِياًّۚ

“İçinizden hiçbiri istisna edilmeksizin hepiniz mutlaka oraya gideceksiniz, varacaksınız. Bu Rabbinin katından kesinleşmiş bir hükümdür”.  Bu da Meryem Suresinin 71. ayet-i kerimesidir. Yine İmam Nevevî Sahih-i Müslim şerhinde bu konuda şöyle diyor: “Bu ayetteki varmaktan maksat, sırat üzerinden geçmektir”. Sahih-i Müslim’de de şöyle rivayet edilmiştir: “Sırat köprüsü, sırat cehennem üzerinden uzanmış bir köprüdür. Kıldan ince, kılıçtan keskindir”. Bu şekilde rivayet edilmiş haberler de vardır. Bazı rivayetlerde de şöyle gelmiştir: “Sırat köprüsü, cehennem ehlinden bazılarına kıldan ince olacak, bazılarına vadi gibi geniş olacak” diye haberler gelmiştir. Evet kıymetliler “Allahümme salli ve sellim-Allah’ım selamet ver, Allah’ım selamet ver”. Bakın, Peygamberimiz böyle dua etmiş. Buhar-i Şerif rivayet ettiği, efendim Buhari’den rivayet edilmiştir bu da. Mûtezile başta bazıları bunlara muhaliftir…..Arapçası (52:09-52:12) “Sizden hiçbir kimse yoktur ki oraya girmesin”. Efendim yine bazıları buna muhaliftir Mûtezile başta. “Vürûd”un manası cehennemin üstünden geçmektir” şeklinde mana verilmiştir. “Vürûd, girmektir. İyi yahut kötü hiç kimse yoktur ki cehenneme girmesin. Cehennemden geçerken onu ateşi İbrahim Aleyhisselamda olduğu gibi müminler için selamet ve soğukluk olacaktır. Hatta öyle ki bu soğukluktan ötürü cehennemde bir gürültü olacaktır”. Bir rivayette de şöyle buyruluyor: “Ey mümin, geç. Zira senin nurun benim alevimi söndürmüştür” diyecektir. Bunlar müminlerin cehennemi müminin nuruyla sönmektedir. Herkesin cehennemde yerleri ayrı ayrıdır. Şimdi bu haberin de kaynağı da Ahmet bin Hanbel’in rivayet etmiştir. “Şüphesiz kendilerine bizden saadet vermek gerekenler, işte bunlar cehennemden uzaklaştıracaklardır”. Efendim, Enbiya Suresi 101. ayet-i kerimesi.

اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ

Mücahid’ten rivayet edildiğine göre, müminin cehennem ateşine girmesi, dünyada iken vücuduna humma sıtma hastalığının isabet etmesidir” demişlerdir. “Sıtma hastalığının şiddeti cehennem alevindendir”. Efendim bunu da Buhar-i Şerif ve Muslim-i Şerif rivayet etmişlerdir. Yine burada dünyada sıtma hastalığına yakalanan müminin günahlarının affedileceğine işaret edilmiştir. Vürûd, cehennem ateşi etrafında diz çökmeleridir. Bir görüşe göre de bu anlam verilmiştir: “Sonra Allah’tan korkanları kurtaracağız. Zalimleri de toptan cehenneme bırakacağız”. Efendim, bu da Meryem Suresi 72. ayet-i kerime. Çok kıymetli ve muhterem efendiler,

Dakika 55:05

ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ

“O günde ağızlarına mühür vuracağız ve bize elleri konuşacak, ayakları da yaptıkları işlere şahitlikte bulunacaktır”.  Bu da Yasin-i Şerif’in 65. ayet-i kerimesidir.

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Yine “O günde onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları işlerde kendileri aleyhinde şahitlik yapacaktır”. Bu da Nur Suresinin 24. ayetidir. Efendim,

يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ اَلْسِنَتُهُمْ وَاَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

buyurdu Yüce Rabbimiz. “Nihayet ateşe geldikleri zaman, yaptıklarını kulakları, gözleri ve dilleri aleyhlerine şahitlik edecekler”. Bu da Fusilet Suresi 20. ayet-i kerimesidir.

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Buyurdu Yüce Rabbimiz. Bakın bu ayet-i kerimelere bile Mûtezile karşı çıkmıştır. Ne kadar yanıldığını farkında değil. “O inkârcılar, derilerine niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz, diyecekler. Onlar da her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu, diyecekler”.

وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

(Amenna ve saddakna). Bu da Fussilet Suresi 21. ayet-i kerimedir. Yine İmâm-ı Âzam cennet ve cehennem hayatının ebediliği hakkında bakın ne diyor Şanlı Kur’an’a istinat ederek, Kur’an’a dayanarak, sahih sünnete dayanarak. Cennet ve cehennem ehlinin hayatları sona ermeyecek, ebediyen kalacaklardır, diyor. İşte kıymetliler, cennet ile cehennemi sevap ve azap için yaratmıştır Cenab-ı Hak. “Onlar cennetliktir. Cennette devamlı kalacaklardır”. Bu Bakara Suresi 82.

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟

“Onlar cehennemliktir, orada devamlı olarak kalacaklardır”. Bu da Âli Îmran Suresi 116. ayet-i kerime.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Evet kıymetliler, Allah Teâlâ fazlı icabı dileyeni doğru yola iletir, adaleti icabeti dileyeni saptırır. Bak, dileyeni. Kimisi Allah’ın fazlı icabı ne istiyor? Doğru Allah’ın emrini sırat-ı müstakim istiyor. Ona Allah hidayet ediyor fazlı icabı. Öbürü de ne yapıyor? Doğruyu istemiyor, sapkınlığı istiyor. Bu da adaletin icabı ne yapıyor? Onu da Cenab-ı Hak sapkınlığı, sapıklığı istediği için onu da sapıtıyor. Yani istediğini veriyor. İstediğini vermeseydi imtihan, hürriyet olmazdı, icbar olmazdı, celb olurdu. Celb ortamında imtihan olmaz. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri (celle celaluhu) dileyen kullarını cemâl sıfatına mazhar kılarak iman ve itaat yoluna sevk eder. Bu Allah’ın bir lütfudur. Yani onları bakın bir de diyor,

Dakika 1:00:00

dileyen kimseleri de küfrü dileyen bunlar ve isyan yolunda bırakıyor bunları da çünkü küfrü istiyorlar. Onları celâl sıfatına mazhar kılarak isteklerinde muvaffak kılar. Böylece asi olurlar. Allah’ın hidayet etmesi, iyilikte ve imanda muvaffak kılması, ihsan etmesidir.

Kıymetliler, Allah’ın hidayet vermesi ve saptırması hakkında da İmâm-ı Âzam bakın ne diyor: Allah’ın saptırması, kuluna yardım etmemesidir. Çünkü adam küfrü kazanıyor) Bunun izahı şöyledir: Allah Teâlâ kendi yolunu istemeyen, küfür ve isyanda bulunmak isteyen kullarını razı olduğu amellere muvaffak kılmaz. Adam küfrü istiyor, imanı istemiyor. İşte onun için de Allah bunları, küfrü isteyenleri muvaffak kılmıyor. Bu da Allah’ın adaleti icabıdır. Şimdi adam, küfrü kazana sen verir misin? İman istemedi ki, kazanmadı ki. Küfrü istedi, onu kazandı. “Allah-u Teâlâ kime hidayet vermek dilerse onun göğsüne genişlik verir ve göğsünü İslâm’a açar. Her kimi de sapıklıkta bırakmak isterse onun göğsünü öyle sıkar ve daraltır ki iman teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi (zorlukta) olur. Kalbini tevhid inancı için genişletir ve nurlandırır. Allah kime hidayet etmek isterse bunların da kalbini tevhid inancı için genişletir ve nurlandırır. Bunun alameti ölmeden evvel ahiret için hazırlanmaktır. Ders 6.6.2015 1:02:36 Yine İmâm-ı Âzam bak ne diyor: Sapıklığı isteyen kişiye yardım etmemesi adaleti icabı olduğu gibi böyle kimselere yaptıkları kötülükten dolayı azap etmesi de adaletin icabıdır. Biz demiyoruz ki Şeytan, mümin kulun kalbinden imanı zorla yok eder, demiyoruz. Çünkü zorla alamaz. Ancak biz diyoruz ki, kul kendi arzusu ile imanı terk eder. Terk edince Şeytan onu bu kuldan yok eder. Yani kul imanı bırakmadıkça şeytanın bir tesiri yok. Onun için Şeytan vesvese verir ama zorla senin imanını elinden alamaz. Öyle bir saltanatı yok öyle.

اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلاً

Cenab-ı Hak bak ne diyor: “Doğrusu benim o gerçek kulların var ya senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur. Rabbin ise vekil olarak yeter”. Bunu Şeytan’a söylüyor Cenab-ı Hak. Diyor ki İblise “Doğrusu benim o gerçek kulların var ya senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur. Rabbin ise vekil olarak yeter”. “İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultânun” buyurdu Cenab-ı Hak. Bu da İsra Suresinin 65. ayet-i kerimesidir. Kendine tabi kılar. Şeytan ne yapar? Vesvese verir. Sen de onun vesvesesine inanırsın, kanarsın ondan sonra o kimse üzerinde hâkimiyet kurar. Şeytan’ın sözünü tutarsın, vesvesesine inanırsın. O da seni hakimiyeti altına alır. Bu Şeytan’ın hâkim olmasından kaynaklanmıyor. Sen Şeytan’ın sözünü tuttuğundan dolayı o duruma düşüyorsun.

Dakika 1:05:10

اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ

“Azgın olanlardan sana uyanlar müstesna, kullarım üzerinde asla senin bir hâkimiyetin yoktur”. (Hicr Suresi 42. ayet). Azgın insanlar şeytana tabi olurlar, sözünü tutarlar.

قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُ۫ماً مَدْحُوراًۜ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَع۪ينَ

“And olsun ki onlardan her kim sana uyarsa cehennemi hep sizlerle dolduracağım”. Yani Şeytan’a uyanlarla Şeytanlarla cehennem dolacaktır. Bu da Araf Suresi 18. ayet-i kerimedir.

Kabirde soru sorulması haktır. Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru sorması haktır. Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir? Buhârî ve Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) bir mezarın (kabrin) yanından geçerken şöyle buyurdu: “Ve merra Aleyhisselatu ve selamü ala kabreyni fe kale innehüma leyü azebani-Bunların ikisi da azap içindedir”. Yani mezardakiler azap görüyor, dedi Peygamberimiz. İşte kıymetliler, bunu Buhârî, Müslim, Ahmet bin Hanbel rivayet etmişler.

يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟

Yine “Allah Teâlâ, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında değişmez söz olan şahadet kelimesi üzerine sabit kılar, tevhid inancına bağlı yapar”. İbrahim Suresinin 27. ayet-i kerimesidir. İmâm-ı Âzam bakın, peygamberlerle, çocukları ve şehitleri kabir sorusundan istisna etmiştir. “Kılıçlarının parıltısı onlar için şahit olarak yeter”. Efendim, şimdi burada şehitleri de gazileri de bakın ve aynı zamanda mücahitleri. İmâm-ı Âzam kafirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri konularda tevakkuf etmiş, bir görüş belirtmemiştir, deniyor. Bu sebeple inkârcıların çocuklarının cennet ehline hizmetçi olacaklarına hükmedilmiştir. Yani ehl-i sünnettin görüşü budur.

Kabir azabı ve ruhların iadesi. Şimdi öyle kafalar çıktı ki kabir azabını bile, kabir sualini bile inkâr edenler çıktı ortaya. İşte bunlar mezarda o şiddetli inkâr ettikleri için kabir azabına gücca (sonuç) olmaları tehlikesinin içindeler. Kabirde ruhların kullara iadesi haktır. Kabrin kafirler için daralması ve gerek kafirlere gerekse Müslimlerin bir kısmına kabirde azap edilmesi haktır. Kafir ise “Hah hah! Anlamadım” diyecek. Bu cevabın aslı Buharî ve Müslim’de vardır. Ebû Davud’da da yine rivayet edilmiştir. Rafizîlerin bir kısmının muhalefeti vardır. Tevatür derecesine ulaşmış hadis-i şerifler rivayet edilmiştir. Bu yine hadis-i şerifleri kıymetli hocalarımızdan Celâleddin es-Süyûtî, Şerh’us-Sudûr Fi Âhvâl-i Ehl’il-Kubür adlı kitabı ile El-Budûr’us-Sâfire Fi Ahvalil-Âhire adlı kitabına almıştır.

Dakika 1:10:25

اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ

“Sabah akşam ateşe arz edileceklerdir”.  İşte bu da Gâfir Suresinin 46. ayetindedir. “Kıyamet koptuğu gün Firavun’ un kavmini azabın en şiddetlisine atın”. Şu anda Firavun ailesi kabir azabı çekmektedir. Kıyamet koptuktan sonra daha şiddetlisine gidecektir. “Biz onlara büyük azaptan başka daha hafif bir azap tattıracağız”.

وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

“daha hafif bir azap tattıracağız”. Bu ayette büyük azaptan maksat ahret azabıdır. Hafif olan dünyadaki azaplardır. Şiddetlisi ahirettedir. “Her kim benim zikrimden, (Şanlı Kur’an’dan) yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır (ve ona bir şeytan da musallat edilir diyen ayet-i kerimeler de vardır) ve onu kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz” diyen ayet-i kerimeler vardır. Taha Suresi 124. Ayete baktığımız zaman bu gerçekleri görebiliriz ve kesin görürüz.

وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى

Yine “Şüphesiz kabrin sıkıştırması vardır. (Kabir sıkar, mezar) Kabrin sıkıştırmasından bir kimse kurtulacak olsa ölümünden dolayı arşın titrediği Sa’d bin Muaz kurtulurdu”. Yani kabir sıkmasından kimsenin kurtulamayacağına dair bir haber vardır ki tabii Allah’ın diledikleri müstesnadır. Yine kabrin sıkıştırması müminle tabii mümin olmayan, asi ile itaatkâr olan arasında bunlar tabii farklıdır. Bu bazılarına şefkatli annenin seferden dönen evladını kucaklaması gibidir. Özlem duyduğu bir anne nasıl kucaklarsa öyle, diyor. Kimilerini mezar böyle sıkıyor, kimilerinin de kemiklerini birbirine geçiriyor. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur”. Fendim, bu da Tirmîzî’nin rivayet ettiği bir haberdir. “El-kabru imma ravzatünn min riyazil cinâni ev hufratün min huferinniyrâni”. Bu hadis-i şerifi Tirmîzî ve Taberânî rivayet etmişlerdir.  Yine başka bir haberde bakın ne buyruluyor: “Şüphesiz kabir (mezar) ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Kabirden kurtulamazsa, kabir azabından ondan sonrası daha zordur” buyrulmuş. Bunu da Tirmîzî ve Nesai sağlam bir senetle Osman bin Affan’dan rivayet etmişlerdir ki Peygamberimize istinat eden bir hadis-i şeriftir.

Dakika 1:15:10

Bunu Ahmet bin Hanbel de Müsned’inde zikretmiştir. Uykuda insanın ruhu bedeninde çıkar. Ruh olmadan kabirde ölünün etinin nasıl acı duyduğu sorulunca şöyle cevap verdi: “Dişinde can olmadığı halde nasıl ağrıyorsa” buyurdu. Peygamberimize sırdular, böyle dediği rivayet olunmaktadır. Yine ölen kişi kafir olursa onun azabı kıyamete kadar mezarda, kabirde devam eder ve cuma günlerinde, Ramazan-ı Şerif aylarında Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hürmetine ondan azap kaldırılır, diye de haber bulunmaktadır. Bu da Konevî’nin naklettiği bir haberdir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) annemiz Ayşe’ye “Kabir sıkıştırdığı ve münker, nekir melekleri soru sordukları zaman “Halim nicedir?” diye sordu. Sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ya Humeyra! Şüphesiz kabrin mümini sıkıştırması, annenin çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker, nekir meleklerinin soru sorması da göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir”. Tabii böyle bir haber bulunmaktadır ama bu da tabii müminlerin durumlarına göredir. Kafirlerin durumu kötüdür. “Ya Ömer! Kabrinde iki imtihan meleği sana geldikleri zaman halin nicedir?” Peygamberimizden böyle bir haber var. Hz. Ömer’e karşı böyle soruyor diye ki dünya duysun diye tabii Ömer buna karşılık şöyle cevap verdi: “Ya Resulullah, o zaman bu halde aklım başımda mı olacak?” Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu, “Evet” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “O takdirde hiç aldırmam.” cevabını verdi. Yani ben münkire, nekire inşaallah cevap veririm, dedi Hz. Ömer. Böyle bir haber de rivayet edilmiştir. “Cuma günü ve cuma gecesi azap ondan kaldırılır. Bir mümin cuma gecesi öldüğü takdirde eğer asi ise bir an kabir azabı ve kabir sıkıştırması olur. Sonra kıyamete kadar bir daha azap gelmez”. Bu da “mümin cuma gecesi öldüğü takdirde” diye Konevî’nin konuya bu şekil devam ettiği ile ilgili bir haberi vardır. Yine, Allah’a isyan eden kimseden cuma günü gelince azabın kaldırılması ve kıyamete kadar bir daha iade edilmemesi, diye bir görüş batıldır denmiştir, doğru değildir denmiştir. “Allah yolunda öldürenleri ölü sanma. Belki onlar diridirler. Rableri tarafından rızklandırılırlar. Onlar Allah’ın fazlından kendilerine verdiğinden” ne yaparlar? “neşeli haldedirler”.

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ

Bunlar şehitlerdir. Efendim, Âli Îmran Suresi 169. ayet-i kerimedir.

مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَاراً فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَاراً

“Onlar hatalarında dolayı boğuldular da ateşe atıldılar”.

Dakika 1:20:00

“Udhılû” kelimesindeki fâ tâkibiyedir. Yani boğulur boğulmaz Nuh kavmi ateşe sokulmuştur. Bakın, dünyada helak ediliyor ama öbür tarafta ateşe girdiriliyor. Yine bize göre kabir azabının hem ruh hem de cesede beraber yapılacağı görüşü en doğrudur.

Ruh latif bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfuzu gibi cesede nüfuz etmiştir. Yüce Allah (celle celaluhu) ruh cesette kaldığı müddet hayatı devam ettirme âdetini geçerli kılmıştır.

Ruh, ceset için güneşin ışıkları gibidir. “Gülsuyu güle sirayet ettiği gibi ruh da bedene sirayet eden bir cevherdir”. Ruhun cevher mi yoksa latif cisim olduğu hususudur. Doğrusu latif cisim olduğudur.

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً

İsra Suresi 85. ayet-i kerimede “De ki; ruh Rabbimin bildiği bir iştir. (Rabbimin emrindendir ruh). Size bu konuda az bilgi verilmiştir”. İnsanoğlunun ruh hakkındaki bilgisi azdır. “Dikkat! Yaratmak da emretmek de ona mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne kadar yücedir”.

اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Buyurdu Araf Suresi 54. ayet-i kerime. Bu konudaki bilgiyi Allah’a bırakmaktır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de budur. Fendim, İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh), “Öldükten sonra sevap vermek, ceza vermek ve insanların birbirindeki haklarını ödemek için uzunluğu elli bin sene kadar olan bir günde yeniden diriltecektir. Çünkü Allah- Teâlâ:

وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ

“Muhakkak Allah, kabirlerde bulunan ölüleri diriltecektir” buyurmuştur. Hac Suresinin 7. ayet-i kerimesidir. Evet kıymetliler, ruh hakkındaki bilgiyi Allah katına bırakmak gerekir. Çünkü o konuda insanlar hakkıyla bilgiyi ruh hakkındaki bilgiye sahip değillerdir.

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ

“İnsanları hesap yerine toplayacağız ve onlardan hiç kimseyi bırakmayacağız”. Bu da Kehf Suresi 47. ayet-i kerimesi.

وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْۙۖ

“Bütün hayvanlar toplandığı zaman”. (Tekvir Suresi 5. ayet).

يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ

“Başlangıçta yaratığımız gibi yaratıkları sonradan iade edeceğiz”. (Enbiya Suresi 104. ayet)

ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ

“Sonra siz muhakkak kıyamet gününde diriltileceksiniz” (Mu’minûn Suresi 16. ayet), buyrulmuştur.

Dünya lezzetleri, köpekler, böcekler ve haşereler arasında müşterektir. Sonra bu lezzetler çabuk yok olur ve kolay kesilir. Öyle ise imanda ihtiyat (ileriyi düşünerek ölçülü davranma), öldükten sonraki hayata inanmaktır. Gerçek hayata inanmayan imansızlar cehennemden kurtulamazlar.

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

Dakika 1:25:00

Evet kıymetliler, yine “(Ey, resulüm! O inanmayanlara) de ki göklerden ve yerden size rızk veren kim? De ki, rızkı Allah veriyor. Herhalde siz (ey Mekke halkı ve ey müşrikler) veya biz mutlaka doğru yoldayız yahut açık bir sapıklık içindeyiz”. Bu da Casiye Suresi, Sebe Suresi.

Müctehid için mutlaka kesin bilgi lâzımdır. Kesin hükümler de mukallit (taklit eden) içindir. Kıymetliler,

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟

“Yoksa kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini, iman edip iyi amel işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir mi yapacağız, sandılar”. (Casiye Suresi 21. ayet). İmkânsız. Cennetle cehennemle bir olur mu? İmanla küfür bir olur mu? Hikmet, hak yolda olanla, batıl yolda olanın birbirinden ayrılması gerektirir ki batıl yolda olan kendi durumunu bilmeye mecbur olsun. Dünya hayatı imtihan için yaratılmıştır. “Şüphesiz o (haklı ve haksızın) ayrılma günü belli bir vakit olmuştur”. Hikmet, çalıştığı karşılığında mükafatlandırılmasını gerektirir. Çalışan kişinin çalıştığı karşılığında mükafatlandırılmasını gerektirir. Hikmet budur. Dünya evinde asilere nimet verilir, itaat edenler de imtihan edilir. Ceza günü mutlaka lazımdır. İyi amelin karşılığı nimet olup ona azap karışmamalıdır. Kötü işin karşılığı da azaptır, ona da nimet karışmamalıdır. Dünya hayatında nimetler külfetlerle (sıkıntılar) ve azapla karışıktır.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ

لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ

“Biz gökleri ve yeri, bunlar arasındaki varlıkları boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsak öyle yapardık”. Enbiya Suresi 16. ayet-i kerimesinde Rabbimizin ayetinden bunları anlıyoruz.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ

مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

“Biz gökleri ve yeri ve bunlar arasındakileri boşuna bir eğlence için yaratmadık. Ancak bunları Hak için yarattık fakat onların çoğu bunu bilmezler. Kıyamette haklıyla haksızın ayırt edileceği o gün bütün insanların azap vaktidir”. Duhan Suresi 38. ve 39. ayet-i kerimeler.

İşte kıymetli ve muhterem efendiler, Fıkh-ı Ekber’den sizlere keşif notları vermeye devam ediyoruz.

Allah’ın sıfatlarını onun şanına yakışır şekilde söylemek. İlim adamlarını söyledikleri gibi Allah’ın sıfatlarını Arapçadan başka sözlerle mesela Farsçayla söylemek caizdir. Yaratıklara benzemeksizin, buraya dikkat. Yaratıklara benzemeksizin ve bir keyfiyet belirtmeksizin Allah’ın yüzü manasında “rûy-i huda” demek caizdir.

Ders 13.6 1:29

Fakat keyfiyetsiz olarak, keyfiyet belirtmeksizin. Buna dikkat. Çünkü Allah’ın yüzü keyfiyetsiz sıfatlardandır. Yüzden maksat Cenab-ı Hak neyi kastettiğini biz ona bırakıyoruz. Nasıl, diye soru sormamız dahi caizdir değildir. Çünkü o, ondan neyi kastettiğini kendi bilir. Çünkü onun benzeri yok. Hiçbir mahlûkatta o benzemiyor, hiçbir mahlûkat ona benzemiyor. Şimdi “Yedullah” tabiri de böyledir ve diğer keyfiyetsiz sıfatlar da böyledir. Ders 1:30:45 13.6

Onun için Yüce Allah’a yakınlık-uzaklık bunlar da keyfiyetsizdir. Yakınlığının nasıl olduğunu kimse soru olarak soramaz çünkü o bir süphandır; zamandan ve mekândan münezzehtir. Nasıl ve niceliğini ancak kendi bilir. Allah-u Teâlâ’ya yakınlık ve uzaklık, mesafe uzunluğu ve mesafe kısalığı manasında olmadığı gibi keramet ve alçaklık, ihsan ve zillet manasında da değildir. Ancak Allah’a itaat eden keyfiyetsiz olarak ona yakındır; (yani Allah’a itaat eden yakındır ama keyfiyetsiz, nasıllığını yine Rab biliyor.) isyan eden de yine keyfiyetsiz olarak Allah’tan uzaktır. (O da keyfiyetsiz, nasıllığını yine Rab biliyor). Uzaklık, yakınlık ve yönelme halleri Allah Teâlâ’ya yalvaran kulda da bulunur. Cennette Allah Teâlâ’ya komşu olmak, Allah’ın huzurunda bulunmak da keyfiyetsiz olacaktır. Yani onların da nasıl ve niceliğini kimse bilmiyor, Rab biliyor. Bunlar nasıldır deme sorusuna gerek yoktur. Bunlar keyfiyetsiz sıfatlardır ve bunlar müteşabihattandır. Tevilini, keşfini Allah biliyor. Bunların aslı var; biz aslına tam iman ediyoruz. Manasını, vasfını Rabbimize bırakıyoruz.

كَلَّا لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ

“Allah’a secde et ve ona yaklaş”. Bak bir ayette, Secde ayetinde. (Secde Suresi 19. ayet). Şimdi bunun manası Allah’ın rızasına yaklaş, demektir. Bir kavle göre ise secde etmeye, dilediğin gibi Allah Teâlâ’ya yaklaşmaya devam et, demektir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Kulun Allah-u Teâlâ’ya en yakın olduğu durum secde halidir”. Ancak bu yakınlık yine keyfiyetsizdir. Nasıllığını kimse bilmiyor, Allah kendi biliyor. Evet kıymetliler, “Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlar için iki cennet vardır”. (Rahman Suresi 46. ayet).

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ

buyruldu. “Fakat her kim Rabbinin makamından korkmuşsa ve nefsini arzularından alıkoymuşsa şüphesiz cennet onun gideceği yerdir”. O cennetliktir. “Hakkın halka, halkın Hakka yakınlığı keyfiyetsiz bir vasıf, keşifsiz bir naattır (bir şeyi överek anlatma)”. İmâm-ı Âzam böyle demiştir. Evet, şimdi burayı tekrar ediyorum. “Hakkın halka, halkın da Hakka yakınlığı keyfiyetsiz bir vasıf, keşifsiz bir naattır (bir şeyi överek anlatma)”. Ve bunlara dikkat lazımdır. Bunların manası, keşfi Allah’a bırakılır. “Biz kula şahdamarında daha yakınız”. (Kaf Suresi 16. ayet).

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Buyurdu Cenab-ı Hak. Ne diyor: “Biz kula şahdamarında daha yakınız”. Bu da yine keyfiyetsiz bir yakınlıktır. Nasıl ve niceliğini Yüce Rabbimiz bilir. Aslı ortada iman ederiz. Onun vasfını, keşfini Rabbimize havale ederiz. Bunları, her şeyi bilen Rabbimiz bunları da o bilir. Evet kıymetliler, Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarımız inşallah devam edecektir.

Ders 22 tamam 1:35:56 Ders Ende Mustafa 25ç05

 

(Visited 1488 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: jwplayer_select","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/templates\/single-videoplaylist.php","line":150},"error":1}