29- Ders 29 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren

FIKH-I EKBER DERS 29

Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler, amentüyle ilgisi olan keşif notlarımız devam ediyor. Fıkh-ı Ekber’deki o güzelim amentüyü, İslâm amentüsünü, ilim irfanla ortaya koyan hak delilleriyle ortaya koyan, İslâm amentüsünün her tehlikeden uzak olup gerçek amentünün, gerçek imanın asli delillerle gerçekleşmesi için amentüyle ilgili ne varsa onları keşif notları olarak sizlere vermeye devam ediyoruz. Bunlardan birisi de haramlara helal demek, kötülüğü helal kabul etmek. Bu, İslâm’daki kişinin imanını yok eder. Hiçbir kesin haram olduğu, kesin kötü olduğu İslâm’da Kur’an, sünnet ile ortaya konmuşsa bu kesin haramlara katiyen helal denmez. Denirse kişinin imanı yok olur. İster küçük olsun ister büyük olsun kötülük olduğu, haram olduğu kesin delillerle sabit olan bir işin helal olduğunu kabul etmek küfürdür. Yani inkâr kalbe girer, iman yok olur. Birçokları da imanı tehlikeye atar. Bunun için Müslüman, mümin kişi ebedi mümin olarak yaşamak zorundadır, imanını korumak zorundadır. İmanına zarar verecek hiçbir sözde, fiilde ve niyette tasdikte bulunamaz. İmanı yok eden, yanlışı tasdik eden, gerçeği de tekzip eden bütün davranışlar imanı mahveder. Çok kıymetli efendiler, aldırmadan tekrar ve tekrar o kötülüğü işler ve onu mübah gibi kabul ederse işte bu küfürdür. Adam hem günahı, küfrü, haramı işliyor hem de onu mübah gibi kabul ediyor. Bunun gibi şeriatla alay etmek de küfürdür. Şeriat, Allah-u Teâlâ şâri’dir. Şeriatı, İslâm şeriatını ortaya koyan Allah’ın kendisidir. Şeriat, İslâm’daki kesin emirler ve kurallardır. Bunların hiçbiriyle alay edemezsin, hiçbirini inkâr edemezsin. Şeriatla alay etmek de küfürdür. Bugün birilerine “Kahrolsun şeriat” diye bağırtıyorlar. Kendi dayattıkları şeyleri de şeriat diye millete dayatanlar var. Kahrolsun şeriat” diyenlerin kendisi çoktan kahrolmuştur, cehennemin dibini bulmuşlardır. Çünkü şeriat, batının-doğunun yazması değil ki. Şeriat, şari’ olan Allah’ın ortaya koyduğu İslâm’ın kanunlarıdır, İslâm’ın kendisidir. Şeriatla alay etmek peygamberlere inanmamanın işaretidir. Peygamberliğe inanmayan, kabul etmeyen, peygamberlik müessesini orada o da Allah’ı inkâr etmiştir çünkü peygamberleri Allah gönderir.

Dakika 5:00

Hiçbir peygamber kendiliğinden “Ben peygamberim” deme şansı yoktur. Peygamberleri Allah gönderir. Elçileri devletler öbür devletlere nasıl gönderiyorsa bu âlemlerin Rabbisi olan Allah da bütün insanlara zaman zaman birçok peygamberler göndermiştir. Bunun içinden bir tanesini bile inkâr edemezsin. Bir tanesini bile inkâr edemezsin. Onun için Şeriatlar, gönderilen peygamberlerdir. Peygamberler Allah-u Teâlâ’nın onlara inzal eylediği şeriatları uygulamaya gelirler peygamberler ve tebliğ ederler. Önce tebliğ ederler sonra peygamberler tebliğle beraber şeriatın hükümlerini peygamberler, halifeler uygularlar. Bununla kimsenin alay etme şansı olmadığı gibi inkâr etmeye şansı da olmadığı gibi oyun, eğlence, istihza veya alay gibi bir durumda da alay konusu, istihza konusu yapamaz. Yaparsa küfürdür. Peygamberliğe inanmamanın da açık işaretidir, demişlerdir yüksek ulema.

Çok kıymetli efendiler, Ebû Yusuf dünyanın en büyük allame-i cihan olan, İmâm-ı Âzam’dan sonra çok kıymetli Hanefi ekolunun büyük âlimlerinden olan Ebû Yusuf, Peygamberin kabak yemeğini sevdiğini zikretti. Bakın, Peygambere muhalefet bile etmek kasıtlı, o dahi caiz asla değildir. Peygamberin şahsi meselesi bile olsa Peygambere muhalefet edilmez. Bunun için kıymetliler, Ebû Yusuf’un bu konuda hassasiyetini görüyoruz. Aynı zamanda haramı helal itikat ederse ve bu haram olan şey bizatihi haram olup kesin delil ile sabitse bu kimse kafir olur. Şimdi Kur’an’da kesin, net, tevatür haberlerde belliyse katiyen o inkâr edilemez. Eğer o harama birisi helal diyorsa küfre girer, kafir olur, demişlerdir. Zanni bir delil ile sabit olursa bu kafir olmaz ama fasık olur. Kati delille bir şeyin haram olduğu kesin bellidir. Eğer zanni delille sabitse bu kafir olmaz demişlerdir ama fasık olur. Kendini böyle şeylere alıştırırsa bir gün de gelir kati delille sabit olan harama helal deyiverir ve yazık olur. Alışkanlık hâline de getirmemeli. İman konusunda, din, iman, amel-i salih konusunda Müslümanlar dünyanın en hassas insanları olmalıdırlar. Müslüman bin kere ölmeye razı olur, kafir olmaya razı olmaz. Bunu kulağına küpe et. Paramparça olmaya Müslüman razı olur, kafir olmaya razı olmaz. Müminle mümin olmayan arasında işte bu vardır. Sevgili dinleyenler, bilmediği için bir şeye helaldir derse bu da cehli küfre girmesinden korkulur. Bir kimse şarabın haram olmamasını yahut zor olduğu için Ramazan-ı Şerif orucunun farz olmamasını temenni etse bu da tehlikelidir. Böyle bir temennide bulunmamak gerekir. Fakat zinanın haram olmaması ve adam öldürmenin haram olmamasını temenni etmekle bir kimse kafir olur direkt.

Dakika 10:23

Bunların haramlığı bütün peygamberlere gönderilen geçmiş şeriatlarda da bunlar kesin haram olduğu belliydi. Allah’ın (celle celaluhu) hikmet olmayan şeye hükmetmemesini istemektir ki bu ise Allah’ı tanımamaktır. Bir şeye Allah haram dediyse ona bu dünyalar gibi dünyalar bir araya gelse helâl yapamaz. Haramların sayısı çok fazla da değildir. Fakat âlemlerde bakın helâller uçsuz bucaksızdır. Sayısız helâller var. Bunun için Müslüman akıllı insan, imanlı insan, şuurlu insandır. Şarabın yasaklanması bu ümmete nisbetledir, denmiş, bu hikmet kayıtlıdır. Ezeli hikmet ise mutlaktır. Helâl olmasını temenni etmenin küfür olmasında tabii müşkülat olduğu gibi büyük tehlikeler vardır. Çünkü bir şey haramsa ona katiyen helal deme. Önceki şeriatlarda olsa bile, meşru, caiz olsa bile bugünkü İslâm şeriatında eğer bir şeye Yüce Allah haram dediyse sen sakın ona helâl deme. Temenni etmek müspet veya menfi yönden hikmete dokunmaz. Bir de Serahsî’nin zikrettiğine göre hayız halindeki hanımına yaklaşmayı helâl kabul ederse bu da her ne kadar zanni delil ile sabittir denmişse de burada da tehlike vardır. Bu gibi durumlara da kişi “helâldir” demeye alışmasın. Aybaşı durumunda iken hanımıyla cinsi münasebette bulunmanın haram oluşu konusundaki nassın delaleti zannidir denmiş ama zanni olsa da sakın yine helâl dememeye dikkat et. Helal deme çünkü bunda tehlike vardır. Haram ligayrihi şeyin hükmü hakkındaki ihtilafa dayanmaktadır.

نِسَآؤُكُمْ حَرْثٌ لَّكُمْ فَأْتُواْ حَرْثَكُمْ أَنَّى شِئْتُمْ وَقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّكُم مُّلاَقُوهُ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

Bakara Suresi 223. ayet-i kerime. “Hayızdan temizleninceye kadar hanımlarınıza yaklaşmayın”.

Kıymetli efendiler, Allah-u Teâlâ’yı (celle celaluhu ve celle şanuh azze ve celle) şanına yakışmayan bir sıfatla ansa herhangi bir kimse yahut Allah’ın isimlerinden bir isim ile yahut emirlerinden herhangi biriyle alay etse yahut Allah’ın vaat ve korkutmalarını inkâr etse kafir olur mu? Kâfir olur, demişlerdir. Çünkü Allah’ın emirleri alay etmeye gelmez. Yine Allah’ın emirlerini küçümsemek maksadıyla yahut düşmanlık kastı ile bir kimse peygamberlerden herhangi birinin yahut hepsinin gelmemesini temenni etse kâfir olur, demişlerdir.

Dakika 15:00

Senin keyfine göre mi gönderiyor Cenab-ı Hak peygamberleri? Bütün dünya Hz. Âdem’den başlayarak son peygamber Hz. Muhammed’e kadar Yüce Allah nice peygamberler göndermiş. Bunu göndermemesini istemek küfürdür, bunu böyle temenni etse bile kafir olur, demişlerdir. Zinanın ve benzeri haramların helâl olmasını temenni etmekse bakın şöyle bir düşün. Bunlar kulların işleriyle ilgilidir. Bunlar katiyen bunlara helâl denemez. Haramların helâl olmasını istemekten yeryüzünde fesat doğar. Allah-u Teâlâ ise fesadı asla sevmez. Namus denilen şey kaybolur. Dünyada alçaklık, fahişelik, namussuzluk, deyyusluk dünyayı alır, yürür.

Yine bir topluluk bir kimseyi yüksek bir yerde oturtup ona dini mesele sorup gülseler ve alay etseler dikkat et buraya. Allah’ın emirleriyle alay etmek küfürdür. Şeriatın kaza yani adalet makamını İslâm tamamen Şeriat, adalettir. Bu adalet makamını ki buna kadılık deniliyordu o zaman. Efendim, o makamı küçümseme manasına geldiği için, onunla alay edildiği için bunu yapanlar kafir olur, demişlerdir. Dinin hiçbir değeriyle alay edilemez. Din, Allah’ın ortaya koyduğu kanunlardır. Nizam-ı ilahidir. Kıymetliler, bu şekil davranmalardan Allah’a sığınırız. Yine bir kimseye kafir olmayı emretse birisi “Ya kafir olsan ne olacak” dese yahut böyle bir emri vermeyi azmetse küfre razı olmak küfür olduğu için ister kendi küfrü sebebi ile olsun, ister başkasının kafir olmasına sebep olması dolayısıyla olsun böyle bir kimse kafir olur, demişlerdir. Bakın, başkasının kafir olmasını emreden kişi önce kendi kafir oluyor. Niye? Küfre rıza küfür. İslâm bütün insanlığı küfürden kurtarmaya gelmiş. İmâm-ı Âzam’ın biraz önceki dersimizde geçti biz karşıdakiyle konuşurken, karşıdakinin ayakları kaymasın diye başımızda kuş varmış, kaçmasın diye kuşu nasıl baştaki kuşu kaçırmamak için nasıl itina gösteriyorsak biz insanların ayakları kaymasın diye konuşurken öyle dikkat ediyorduk, diyor İmâm-ı Âzam.

Kıymetliler, bir kimse zina ederken yahut içki içerken bilerek yahut bunların helâl olduğunu inanarak “Bismillah” derse kafir olur.  Dikkat et. Zina ederken, içki içerken bilerek yahut bunların helâl olduğunu inanarak “Bismillah” derse, diyor kafir olur

Dakika 19:03

çünkü harama besmele çekilmez. Besmele, meşru olan, helâl olan her işte mutlaka besmele okunmalıdır. Kocasından boş olmasını temin etmek için yine bir müftü veya bir hâkim kadının kafir olduğuna fetva verirse o müftü veya o hâkim kendileri kafir olurlar. Sırf kadını kocasından ayırmak için kadına “kafir” diyorlar, ayırmak için. Bunu söyleyen kimse, hangi din adamı, ilahiyatçı, hâkim olsun, müftü olsun kim olursa olsun bakın bir kadının kafir olduğuna fetva verirse kadında öyle bir şey yok ama fetvayı veriyor kocasından ayırmak için, bunu yapan kişi kendi kafir olur, diyor. Mesela üç talakla boşanan bir kadının kocasıyla evlenmesine cevaz verebilmek için boşanan kadına hâkim yahut müftü “İslâm’ın hükmü nedir?” diye sorar. O boşanan kadına soruyor, bakın. Kadın da “Bilmiyorum” der. Bilmeyebilir. Bununla beraber kendisine “Bir kimse Müslüman olursa öldürülmesi yahut malını almak helâl olur mu?” diye sorulduğunda “Hayır” derse bu durumda kadına o cahil müftü yahut sapık kadı “Bu kadının küfrüne fetva verdim” yahut “Bu kadının zaten aslında Müslüman olmadığına hükmettim” derse bu batıl ve fasit bir hükümdür. Bunu bu şekildeki yapan müftüler, kadılar kendilerini mahvederler.

Yine bir kimse kıblenin dışına doğru namaz kılarsa, taharetsiz ve abdestsiz olarak bile bile kıbleye yönelirse çünkü bu konularda kesin olarak Kur’an’da emirler var, bunları hiçe sayarak yaparsa kafir olur. Bilmemek ayrı şey, kasten yapmak ayrı şey. Yine inanarak değil de hafife alarak küfrü gerektiren bir sözü konuşursa kişi kafir olur. Yani dinin kesin emrini alaya ve hafife alarak küfrü gerektiren söz söyleyen kişi de kafir olur, demişlerdir. Kıymetliler, İmâm-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’inden sizlere keşif notları vermeye devam ediyoruz.

Şunu da bilin ki İmâm-ı Âzam der ki kıble ehline kafir denmez. Kafir denmesi için ortada kesin bir sebep, neden olmalıdır. “Kıble ehlinden hiç kimseye kafir denemez.” sözleriyle Kur’an-ı Kerim’in yaratılmış olduğunu yahut Allah’ı görmenin muhal olduğunu söyleyen yahut Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’e söven yahut onları lanetleyen kimse kafir olur, sözlerini birleştirmek müşkül bir meseledir, denmiştir. Kıymetliler, yine fetva kitaplarında şöyle yazarlar: “Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’e sövmek küfür olduğu gibi bunların halifeliğini inkâr etmek de küfürdür” diye yazar. Mevâkıf adlı kitabının şarihi de aynı şeyi söylemektedir. İnançlar kesin delillere dayanmalıdır. Şimdi kesin delillere dayanmadıkça kimseye sakın ola ki kafir denmez. Kişinin kafir olduğuna dair kesin delil olması gerekir. Ebû Hanîfe ve Şafiî’den nakledildiği üzere (rahmetüllahi aleyhim ecmain), kıble ehlinden hiçbir kimsenin tekfir edilemeyeceği yolundaki sözlerinin tevili şöyledir: Bir inanç haddizatında, bu inanç haddizatında küfürdür. Bu sözü söyleyen kafir olmasa da o sözün doğruyu aramakta gayret göstermek için gücünü sarf etmesinden ibaret olmasına binaen küfür olan sözü sarf etmektir. Ancak böyle bir kimsenin arkasında namaz kılmanın caiz olmadığını ve batıl olduğunu söylemek bu iki sözü birleştirmez. Şimdi kıymetliler, bu sözlerin iyi anlaşılması için bir insanın küfre delalet edecek kesin delil olmadıkça kimseye kafir denmez. Hele şahsiyet yapılmaz. “Falan şöyle. Falan böyle” denmez.

Kıble ehlinden maksat, âlemin yaratılmış olması, cesetlerin tekrar dirilmesi ve ezasının bir araya getirilmesi, Allah’ın hem bütünleri hem de parçaları bildiği ve benzeri dini bakımından inanılması zaruri olan inançlar üzerinde ittifak eden kimselerdir. Bunlara ehl-i kıble denir. Ömrü boyunca bu âlemin kadim olduğu yani yaratılmamış olduğu yahut Allah’ın parçalara ait bilgisinin bulunmadığı inancıyla ömrü boyunca taat ve ibadetle meşgul olan bir kimse kıble ehlinden değildir. Bunlar kıble ehlinden değildir. Ehl-i sünnete göre kıble ehlinden hiç kimseye kafir denilemeyeceğinden, kastedilen küfür alametlerinden herhangi bir emare bulunmadıkça kıble ehline kafir denilemez, demişlerdir. Yani buraları da doğru anlamak gerek. Bunu öğrenince bil ki kıble ehli zikrettiğimiz üzere inanç esaslarının hepsinde ittifak etmişlerdir. Yani kıble ehlinin tamamının amentüsü mükemmeldir. Tam İslâm’ın tümüne kalpleriyle tasdik, dilleriyle ikrarları vardır. Hakka muhalif olan bir kimseye kafir denilmesi ve böyle bir hükme itimat edilip edilmeyeceği hususunda da ihtilafa düşmüşlerdir. İmam-ı Eş’ârî ve kendisine uyanlarca böyle bir kimse kafir değildir. İmam-ı Şafiî’nin “Hattabiye Taifesinden başka havai kişilerden bir kimsenin şahitliğini reddetmem. Çünkü onlar yalan konuşmanın helâl olduğuna inanıyorlar.” şeklindeki sözü de bunu bildirmektedir.

Dakika 28:39

Şimdi yine bir eserde Ebû Hanîfe’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kıble ehlinden hiçbir kimseye kafir demeyiz”. Müçtehidlerin çoğu da bu görüştedir. Şimdi Mûtezile’nin eskileri, Allah’ın sıfatlarının kadim olduğunu ve kulların işlerin yaratılmış bulunduğu söyleyen kimsenin kafir olacağını söylemişlerdir. Üstad Ebû İshak ise “Bize kafir diyenleri tekfir ederiz. Kafir demeyenleri tekfir etmeyiz” demiştir. İmam Râzî, kıble ehlinden hiçbir kimsenin tekfir edilmemesini tercih etmiştir ki bu İmâm-ı Âzam’ın ortaya koyduğu gerçek bir amentüyle ilgisi olan bir meseledir. Kıble ehline kafir dememek kelam âlimlerinin görüşüdür. Kıble ehline kafir demek ise müçtehidlerin görüşüdür. Şimdi her iki görüşün birleşik noktası vardır o da kişinin küfre götürecek kesin ortada delil olmadıkça kıble ehline kafir denmez. Bunun için kıble ehli her konuda bizimle beraberdirler. Kıble ehli İslâm’a inanmış kişilerdir. Eğer inanmadıkları, inkâr ettikleri kesin delillerle ortaya çıkarsa o zaman onlar kıble ehli sayılmaz.

Tövbeleri kabul etmek Allah’ın bir lütfudur. Kıymetliler, amentüyle ilgili olan konulardan biri de tövbeleri kabul etmek Allah-u Teâlâ’nın (celle celaluhu) bir lütfudur. Tövbeyi kabul etmek, günahlardan dolayı gelecek olan azabı kaldırmaktır. İşte bu Yüce Allah’ın ihsanıdır. Yine Mûtezile buna da muhalefet etmiştir.

وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلَى مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

“Allah dilediğinin tövbesinin kabul eder.” buyurmuştur Tövbe Suresi 15. ayet-i kerimede. Cenab-ı Hak kendi dilemesine bağlamıştır. Peygamberle birlikte savaşmaktan geri kalan, harbe katılmayanların tövbelerinin kabulünü tehir etmiştir Cenab-ı Hak sonra kabul etmiştir. Tam tövbelerini sonra kabul etmiş. Küfürden dolayı yapılan tövbe böyle değildir. Bu türlü tövbe kesinlikle kabul edilir. Bir insan kafir iken tövbe ederse hemen kabul edilir. Sahabe ve selefin icmaı ile bu hususu biliyoruz. Şartlarını haiz olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmadığı için­dir ki ehl-i sünnet âlimlerinin, tövbe edenin tövbesinin kabulünün kesin olmadığını söylemeleri bu da gerçek tövbe edip etmemesiyle ilgilidir ki şartlarına haiz olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmadığı içindir. Yoksa gerçek tövbe edenin tövbesini kabul edeceğini Yüce Rabbimiz söylemiştir. Tövbe edenin tövbesini Allah kabul eder ve tövbeye de muvaffak kılar, demektir.

وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

“Allah tövbeleri kabul eder (celle celaluhu) ve sadakaları yani zekâtları ve öşürleri de kabul eder. Onları dae alır” buyurmuştur. Bu ayet-i kerime de efendim Şura Suresinin 25. ayet-i kerimesidir. “Günahından tövbe eden günahsız gibidir”. Bakın, İbn Mâce’nin ve Beyhaki’nin naklen efendim rivayetlerinde böyle Peygamberimizden rivayet gelmiştir. “Ettaibu Minezzembike Mella zembeleh” buyrulmuştur. “Günahından tövbe eden günahsız gibidir”. Gerçek tövbe etmeli, gerçek tövbenin nasip olması için de Allah’a yalvarmalı ve tövbelerimizin eksiği, kusurundan dolayı da tövbe etmelidir. “Başka büyük günaha devam etse de büyük bir günahtan ötürü tövbe edenin tövbesi kabul edilir. Ve tövbe ettiği günahtan dolayı azap edilmez”. Tövbesi kabul edilmiş, gerçek tövbe ettiyse artık ona o günahtan tövbe edilmez. Hâricîlere göre ise tövbesiz öldüğü takdirde Allah’a karşı isyan eden kişi, bu isyanı ister küçük olsun ister büyük olsun kafirdir, demişlerdir ki Hâricîler daha da ehl-i sünnetin çok uzağında kalmışlardır ve fikirlerinin pek çoğu yanlıştır. Cehennemde devamlı olarak kalacak, demişlerdir. Sevgili dostlarımız, ehl-i bid’at mezheplerinden biridir Hâricîler. Bunların sözlerine itibar yoktur. Ancak gerçek ortada, hak delil, Kur’an, sünnet, mütevatir haber olduğu zaman iddia onların değildir. İddia, gerçeğin kendisindedir. “Günah büyük ise imandan çıkar” Bakın, Mûtezile de böyle diyor “fakat küfre girmez” diyor. “cehennem ateşinden devamlı olarak kalacaktır” diyor. Bak bu da Mûtezile’nin görüşü. Bunlar ehl-i sünnete uymuyor. “Eğer işlediği günah küçük ise” bakın “azap edilmesi caiz değildir” demiş. Burada da Allah’ın işine karışıyor yine Mûtezile. “Eğer küçük günahlarla birlikte büyük günahları da işlemişse affedilmesi caiz değildir” demişler ki yine Allah’ın işini karışmışlar. Hâşâ, sümme hâşâ! Bunlar Allah’ın bileceği iş, sen Allah’ı bir şeye zorlayamazsın. Allah-u Teâlâ’nın şu ayeti bunları reddetmektedir:

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا

“Şirkten başka bütün günahları dilediği kimselerden Allah mağfiret eder”. Çünkü Cenab-ı Hak, Şanlı Kur’an’da bunu bildirmiştir. Nisa Suresinde ve bunu birkaç yerde görmekteyiz. “La ilâhe illallah, diyen cennete girer”. Tabii içi doluysa, İslâm’ın diğer kesin emirlerine itirazı yoksa. Tam tasdik varsa, tam ikrar varsa, efendim günahlarından tövbe eden insanlar Allah’ın tövbe nasip ettiği ve Allah’ın affını dilediği insanlar Allah’ın affına mazhar olurlar, kurtulurlar. Bu, Allah’ın bileceği iştir. Yine Mâturîdi’nin efendim eserinde, “Şüphesiz küfür” diyor “inanılan bir yoldur. Zira mezhep ebedi inançla inanılır. Bu sebeple kafir ebediyen azap edilir”. Çünkü imanı, imansızlığı, küfrü ebedidir. “Diğer günahlarsa ebedi olarak işlenmediği için bunların cezası da affedilmediği takdirde belli zaman içindir”. Mâturîdi’nin bu görüşü de mükemmeldir. Bu hüküm asi olanlar içindir. Yine diğer bir kıymetli âlimimiz şöyle diyor: “Müminlerden iyi olanların affedilmelerini ve Allah’ın rahmetiyle cennete konulmalarını ümit ederiz”. Efendim, Yüce Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de vaad-i sübhanesi vardır. Allah iyi kullarına lütufta bulunmuştur, bulunacağını da söylemiştir. “Sizlerden biri cennete kendi ameliyle girmeyecektir”. Kendisine “Sen de mi Ya Resulullah?” sorusu sorulunca “Evet ben de. Ancak Allah beni rahmetiyle örterse bu müstesna.” buyurdu. Kıymetliler, Allah’ın lütfuyla herkes cennete girer, adaletiyle de insanlar cehennemi doldurur. Buraları iyi anlamak da Allah’ın lütfudur.

Dakika 40:12

“Yaptığınız ameller sebebiyle cennete girin.” (Nahl Suresi 32. ayet). Bakın, Allah onu sebep kabul ediyor. Senin imanını, amel-i salihlerini sebep kabul ediyor.

 

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

buyuruyor. Buradaki senin iman ve amellerini sebep kabul etmesiyle bu da onun lütfundan, kereminden yine. İhsanda bulunacağı kimseler ancak iyi amelde bulunanlar olacaktır. Derece amelin eseri, girmekse yalnız Allah’ın fazlıdır. Dikkat et buraya da. Dereceler amelin eseri, cennete girmek ise yalnız Allah’ın fazlıdır. Kimse cenneti kendi ameliyle kazanamaz. Ebidiyyil ebed bu nimetlere mahzar olamaz. Bu Allah’ın lütfu, fazl-ı keremidir. Yine mümin ebedi inanca sahip olduğu için, dikkat et buraya da müminin imanı ebedidir, ebedi olmak zorundadır. Ebedi inanca sahip olduğu için cennette ebedi olarak cennette kalacaktır. İman ebedi olan bir iman, cennette ebedi kalmana Allah onu vesile kabul ederek sana bu lütf-u ihsanda bulunuyor, fazl-ı keremde bulunuyor. Aklını başına al. “Ben ettim de oldu. Ben kazandım” deme şansı kimsede yoktur. Doğru iman etmeye gayret et, doğru Müslüman olmaya gayret et. Bunların Allah’ın birer lütf-u keremi olduğunu unutma. Ebediyen kalmaları ise müminlerde olduğu gibi ebedi inançları ve niyetleri sebebiyledir. Şimdi cehennemde adam ebedi kalıyor. Niye? İnkârı, küfrü ebedi. Hiç inanmayı düşünmemiş. Ebedi inkâra karar vermiş. Mümin de ebedi iman etmiş ve iman etmeye karar vermiş. Onun için küfür de ebedi bir cezayı, cehennemi hak ediyor, iman da ebediyyil ebed cennette kalmayı hak ediyor. Çünkü ikisi de ebedi bir inanca sahip. Biri ebedi inkâr etmiş, küfrü kabul etmiş, seçmiş; öbürü imanı. Allah, imanı ebediyyil ebed olan kullarından eylesin.

Büyük günahların şefaat aracılığı olmaksızın tövbesiz olarak affedilmesi bize göre caizdir. Çünkü Allah’ın dilemesine bağlıdır. Şefaatle de Allah-u Teâlâ dilerse affeder. “Şefaatî, li ehlil kebairi min ümmetî-Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah sahipleri içindir.” buyurmuştur. Sevgili Peygamberimizden bu haber vardır. Haberin kaynağında Tirmîzî, Ebû Davud gibi kıymetli muhaddislerimiz vardır. Allah-u Teâlâ, İslâm âlimlerinin hepsine bol rahmet eylesin.

Cehennem ateşine girmeden önce vuku bulması da cehennem ateşine girdikten sonra vuku bulması da muhtemeldir. Yani şefaat, kimisi cehenneme girmeden şefaate nail olur, cehenneme girmeyebilir. Kimisi de cehenneme girer ve şefaat sebebiyle cehennemden çıkar Bunlar günahkâr olan, imanı bulunan kişiler. “Onların şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” (Muddessir Suresi 48. ayet). Niceleri vardır ebedi olarak şefaatten faydalanamaz ebedi. Şimdi

فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ

buyurdu Yüce Rabbimiz. Ayet, kafirler hakkında inmiş olması rağmen Mûtezile bu ayeti davalarına delil olarak getirmişlerdir ki Mûtezile burada da çok yanılmıştır. Bu ayetle şefaatin müminler için sabit olduğunu istidlal ediyorlar. Kim? Bizim âlimlerimiz. Kıymetli efendiler, “Kim inanmayıp küfrederse onun bütün amelleri yok olur”.  (Maide Suresi 5. ayet). Bakın, küfürleri mahvediyor, yok ediyor, güzel amel bırakmıyor.

الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حِلٌّ لَّكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلُّ لَّهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلاَ مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ وَمَن يَكْفُرْ بِالإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Fasıklık ise mutlaka mutlak manada küfür demek değildir. Çünkü günahkârlara da fasık denir. İmanı var adamın, büyük günahları da vardır, küçük günahları da vardır.  Bunlar fasıktır. Dolayısıyla bunlar kafir değildir. Cehenneme girseler bile çıkma durumları vardır. Mûtezile bunlara da karşı çıkmıştır. “Zerre kadar amel işleyen onun karşılığını görecektir”. (Zilzal Suresi 7. ayet).

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ

buyruldu. İşte bu da bize neyi göstermektedir. İyi amel işleyip hayır da yaptıktan sonra kafir olarak ölen kimsenin öldükten sonra yaptığı bu iyiliğin mükafatını görecek, manasını ifade eder, denilemez. Çünkü kafirlerin küfrü amellerini yok eder. Bunlar ancak imanla ölen insanlar içindir. Kafir ahirette değil de bu iyiliğin mükafatını dünya hayatında görür, denilir. Çünkü kafirlerin nasibi dünyadadır. Ahirettte hiç nasipleri yoktur. Sadece cehennem vardır. Bazı kötülüklerin cezasını yine bu dünyada bazı bela ve musibetler sebebiyle ne yapar? Çeker. Kim? Müminler de dünyada ceza çekebilirler. Kafirler de dünyada ceza çekebilirler ama ahirette ebedi ceza çekeceklerdir. Müslümanların, müminlerin dünyada, dünyaya göre öbür âlemde ise cennete gireceklerdir Allah’ın lütf-u ihsanıyla. Günahkâr olanların da duruma artık Allah’ın iradesine kalmıştır. Mümin yahut kafir işlediği hayır yahut kötülüğün cezasını Allah-u Teâlâ mutlaka ona gösterir. Müminin günahlarını örterek yaptığı iyilikler sebebiyle onu mükafatlandırır. Kafirin ise iyilikleri reddedilip, kötülüklerinden ötürü azap edilir. Biri mümin olduğu için, öbürü kafir olduğu için böyle yapılıyor. Bir kimse şirkten dönüp Müslüman olsa işte ve şirkin dışındaki günahlarından dolayı cezalandırılacak mıdır? O da Allah’ın affına bağlıdır, dilemesine bağlıdır. Dilerse hepsini affedeceğini söylemiştir. Hakları ödemesi gereklidir. Kul haklarına da af yoktur. Kul haklarını dünyada ödemeli, bu iş ahirete bırakılmamalıdır. Şirkten sonra bütün kötülüklerden tövbe etmek ve kötülükleri bir daha işlememeye azmetmek gerekir. Tövbe böyle başlar. Tövbenin, günahların mağfiret edilmesine efendim ve bunlardan dolayı kulun azap edilmemesine sebep olması konusunda ilim adamları arasında ihtilaf yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak mağfiret ettikten sonra kuluna azap etmez. “De ki ey kendilerine karşı israfa dalan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak Yüce Allah (celle celaluhu) bütün günahları mağfiret eder”. (Zumer Suresi 53. ayet).

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Bu ayet-i kerime küfürden tövbe etmiş bulunanlara mahsustur. Burayı da doğru anlamak gerekiyor. Küfürden, şirkten tövbe etmiş olması gerekiyor. Bu ayetin devamında da “Rabbinize dönün.” buyurmuştur. (Zumer Suresi 54. ayet).

وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ

Onun için kıymetli efendiler, Allah’ın en büyük lütuflarındandır ki İslâm’ı doğru anlamak, doğru inanmaktır. Kötülükten tövbe bir de halkın tövbesi, gafletten tövbe. Şimdi bu tövbelerin hepsi mertebe mertebedir. Bunların içinde “evbe” var. Ve mesela “evbe” de peygamberlerin tövbesidir. “innehû evvâb” buyuruyor Zumer Suresi 54. ayet-i kerimede. muss weg beı hoca. Sad Suresi 17. ayet-i kerimede.

اصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ إِنَّهُ أَوَّابٌ

“Muhakkak o tövbe etmek suretiyle Allah’a yönelendir”.

رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِن تَكُونُواْ صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلأَوَّابِينَ غَفُورًا

“Muhakkak Allah kendine dönenleri mübalağa ile mağfiret edicidir”. (İsrâ Suresi 17. ayet). Evvâbin namazından bahseden akşam ile yatsı arasını taatla ve Allah’tan başkasını düşünmekten tövbe etmekle geçirmektir. Tevhid ehli kullarına mahsustur. Bu ariflere ve Allah’ın gerçek tevhid ehli kullarına mahsustur. Bunun için “Gönlüme sevhen de olsa senden başkası hakkında bir irade gelse dinden dönmüş gibi tövbe ederim, feryat ederim.” diyor İbn-i Fand, evliyaların büyüklerinden.

Şeriatta ise tövbe, bir daha dönmemeye, günahları artık ebedi terk etmeye azmetmekle beraber pişman olmaktır. Tüm kötülüklerden pişman olmaktır tövbe. Şarabın midesine dokunduğu yahut başını döndürdüğü kısaca sıhhate zararlı olduğu için içmemeye azmederse buna tövbe denilmez. Niye? Allah için tövbe etmiyor. Adam midesine dokunduğu için, başını döndürdüğü için veya başka nedenle şarabı içmiyor veya başka bir günah, haramlar da böyle. Tövbe Allah-u Teâlâ’ya bir daha onu yapmamaya Allah’a söz vereceksin tövbe olması için. Demek ki midesine dokunmasa tövbe, mövbe etmeyecek bu adam. Pişmanlığın tövbe olduğu söylenmiştir. Yalnız dediğim gibi, söylendiği gibi Yüce Allah’a tövbe edilecek, yalvarılacak, pişmanlığını Allah’a bildirecek. Tam pişman olduğunu Yüce Allah’a yalvararak, tazarru ile yana yakıla, yalvara ne yapacak? Ağlayarak tövbesini Allah’a, Allah’a tövbe edecek, istiğfar edecek. Geçmişe pişmanlık yani şarttır. Niye ben geçmişte bu günahları işledim? O günahları kesinlikle ortadan artık terk etmek, o kötülüğü bir daha yapmamayı azmetmektir. Bunlar olmadan tövbe olmaz. İçki içmek gibi kul ile Allah arasındaki günahtan dolayı onun erkanı ve esasları bu şekildedir.

Namaz, oruç, zekât gibi Allah haklarından olup da bu haklara tecavüz ederse bunun tövbesi önce Allah’ın hakkına tecavüz ettiğinden dolayı tövbe etmek, sonra bir daha kötülüğü işlememeye azmetmektir. Öyle ki bir vakit namazı vaktinden tehir etmemeyi azmetmek gerekir ve kılamadığı namazları kaza etmektir. Kul haklarına taalluk eden günahlardan olduğu zaman o hakları sahiplerine vermek ve helalleşmektir. Mal sahiplerinin mallarını iade edip efendim veyahut helallik istemek suretiyle onları razı etmektir. Yahut bu işi yerine getirecek bir vekil tayin etmektir.

Ey kıymetli dostum, her günahın kendine has özel tövbesi bulunmaktadır. “Zulüm ve cinayetler yoluyla birçok insana borcu bulunsa bir kimsenin, bu kimseleri tanımadığı için tespit edip verme imkânı bulunmasa” ne yapması lazımdır? “borcunu ödemek niyetiyle onların hakkı kadar malı fakirlere sadaka olarak dağıtmalıdır. Allah-u Teâlâ’ya karşı da tövbe etmelidir. Hem vereceksin o tanımadığın insanların haklarını fakirlere hem de tövbe edeceksin. Noksan mal vermek gibi borcu bulunsa, borcunu ödemek için alacaklıları araştırdıktan sonra bulamayıp bu değerde bir malı fakirlere sadaka verse, bu borç onun uhdesinden çıkar, denmiştir. Bunlar da birer çağrı olarak konmuştur. Yine fetva kitaplarımızda yazmaktadır.

Bir insanın hasmına (düşmanına) borcu bulunsa ve alacaklı kişi ölse, mirasçısı da bulunmasa hak sahibinin hakkı yerine borcu cinsinden bir malı fakirlere dağıtır ki bu hak Allah’a emanet edilmiş olur. Bu alacaklıya ulaştırılır inşallahü teâlâ.

Yine zimmiden gasp yoluyla mal alsa, bir Müslüman zimmiden gasp yoluyla mal alsa yahut çalsa o Müslüman o zimminin hakkından ötürü azap edilir. Çünkü zimminin affedilmesi ümit edilmez. Zimminin hasımlığı Müslümanınkinden daha şiddetlidir. Zimmi kimdir? Önceki derslerimizde geçti ama yine hatırlatalım. Müslüman ülkede, Müslümanların himayesinde bulunan gayrimüslimlerdir. Borçlunun alacaklıya “Senin bende alacağın vardır. Onu helal et.” gibi belirsiz bir sözü mü söylemesi, yoksa borcunun miktarını belli ederek mi helallik istemesi gerekir? Bu konuda en-Nevâzil adlı eserde “Alacağının miktarının tamamını bilmese ve borçlu kişi “Beni ibra et” dese, alacaklı da “İbra ettim” dese Nusayr Rahimullaha göre borçlu ancak alacaklının bildiği kadarından ibra edilmiş olur. Muhammed bin Seleme ise “Bütün borcundan kurtulur” demiştir. Efendim, Seleme’nin dediği doğrudur, demişlerdir. Ahiret hükmüne göre ise Nusayr’ın dediği doğrudur, diyorlar. Şimdi burada da hepsi doğru da olsa borcundan kurtulmaya çalışmak daha doğrudur. Fakat haklarının tafsilatına girmese, hakkını da helâl etse borcunun tafsilatına girdiği takdirde hakkını helâl edeceğini bilirse mazur tutulabilir. Eğer helâl etmeyeceği kanaatinde ise mazur değildir. Bazıları da bunun güzel olduğunu söylemişlerdir. “Bütün haklarını helâl et” dese, o da helâl etse ve onu borçlarından kurtarsa eğer hak sahibi bu sözü söyleyen kimsede hakkı bulunduğunu biliyor idiyse icma ile hüküm vermek bakımından o kişi borcundan beri olmaz. Ama Ebû Yusuf’a göre borçtan kurtulur, demiştir. Ebû Yusuf’un, fetva ise Ebû Yusuf’un sözü üzerinedir. Allah bütün İslâm âlimlerine bol rahmet eylesin. Ders 1:02 8.3 Gıybet ve iftira gibi şerefle ve namusla ilgili konularda olursa tövbenin kabul olması için bu haklar, o takdirde hem Allah hakkına riayet etmesi hem de söylediği sözü haber vererek sahibinden helâllik istemesi gerekir. Helâllik almak mümkün olmazsa bulduğu zaman hak sahipleri ile helalleşmeyi niyet etsin. Haklarını helâl ederlerse hakları düşer. Eğer bunların hepsini yapmaktan da aciz kalırsa, mesela hak sahibi ölmüş yahut kaybolmuşsa o zaman Allah’a karşı istiğfar etmek lazımdır. Kendi ihsan hazinesinden hak sahiplerini razı kılması umulur. Bu da Allah’ın fazl-ı kereminden umulmaktadır. Çünkü Yüce Allah ziyadesiyle kerem, rahmet ve merhamet sahibidir.

“Zina eden tövbe edince Allah-u Teâlâ onun tövbesini kabul eder. Fakat gıybet eden kişi tövbe edince dedikodusunu yaptığı kişiyi razı etmedikçe Allah onun tövbesini kabul etmez”. Çünkü kul hakkı karışmıştır. Ravdet’ül Ulemâ adlı kitapta böyle yazmıştır.

İlim adamları hasımları ile helalleşmeden dedikoducuların tövbesinin caiz olup olmadığı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmı “Caizdir” derken, öbür tarafta “Caiz değildir” diyenler olmuştur. Biri eğer dedikoduyla ilgili söz, dedikodusunu yaptığı kişi kulağına gitmişse onun tövbesi bu kişiden helâllik istemektir. Çünkü kul hakkı vuku bulmuştur, gıybetini yaptığı insana bu söz ulaşmıştır. Eğer bu söz kulağına gitmemişse Allah’tan mağfiret dilesin ve içinden bir daha böyle bir söz sarf etmemeyi niyet etsin. Gerçek tövbe etsin ve dedikodudan, şiddetle gıybetten uzak kalsın. Yoksa durum perişan. Cenab-ı Hak tüm günahlardan tövbe eden, tövbesi, istiğfarı kabul edilen, kurtuluşa eren kullarından eylesin.

Ders 1:05:41

 

(Visited 382 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}