26- Ders 26 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren

FIKH-I EKBER DERS 26

 

(„Rabbi eûzü bike min hemezâti’ş- şeyâtıyni ve eûzü bike rabbî en yahdurun.“)

“Euzü bi kelimatillaha’t-tammati min şerrime hâlâka ve zerea ve berea’’

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

Kıymetli ve muhterem izleyenler, İslâm’ın amentüsüyle ilgili keşif notlarımız devam etmektedir. “Kulların ecelleri geldiği zaman bir an ne geciktirilirler ne de önce öldürülürler”.  (Nahl Suresi 61. ayet).

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَآبَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ

buyurdu Yüce Rabbimiz. Yani insanlar, ölenler eceliyle ölürler. Bunu, bu ayet-i kerimeye dikkat et. Yanlış inançta, yanlış sözde bulunma. Kur’an-ı Kerim’e muhalefet ederek gerçek iman olmaz. Onun için İslâm’ın amentüsünü iyi bilmek, bu keşif notlarına dikkat etmek ve Kur’an-ı Kerim’e, İslâm’ın asli kaynaklarına, mütevatir haberlerine asla muhalefet etmemek, yoksa iman tehlikeye gider.

“Allah dilediği günahı siler, dilediğini bırakır. Kitabın anası onun katındadır”.

يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ

buyurdu Yüce Rabbimiz. “O sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm ecelini takdir edendir. Bir de Allah katındaki ecel vardır”.  İşte bu ayet-i kerimeler Enam Suresi, Ra’d Suresi, el-Nahl suresi.

هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ

Bu surelerde geçen ayet-i kerimeler bunlar. “Allah her şeyi yarattı da ona bir kader tayin etti”. (Furkan Suresi 25. ayet). Ey kıymetli, her şey ölçüyle, kaderle yaratıldı.

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا

buyurdu. “Biz her şeyi bir kaderle yarattık” buyuruyor Rabbimiz. Bakın:

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ

Kıymetliler, “Biz her şeyi bir kaderle yarattık” buyuruyor. Yine Yüce Rabbimiz “Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene evvel arş-ı âlâ su üzerinde iken bütün yaratıkların kaderlerini tayin etmiştir”. İşte buradan da baktığımız zaman Furkan Suresi, Kamer Suresi, Münafikun Suresindeki ayetlerden sonra bakın bir de Sevgili Peygamberimiz Müslim-i Şerifte kendisi de bu şekil açıklamıştır bu durumu. Şimdi,

وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Eceli geldiği zaman elbette Allah Teâlâ hiçbir nefsi geride bırakmaz”. Ecel gelmedikçe ölüm olmaz. İşte bu da Münafikun Suresinin 11 ayet-i kerimesidir.

Dakika 5:10

Ecel saati ileri ve geri alınmayan bir saattir. O saat gelince ölüm olur. İşte Sevgili Peygamberimiz de bu ayet-i kerimeleri açıkladı. Ne dedi? Bir daha hatırlatayım. “Yüce Allah (celle celaluhu) gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene evvel arş-ı âlâyı su üzerinde iken bütün yaratıkların kaderlerini tayin etmiştir”. İşte açıkça hem Kur’an-ı Kerim hem de sünnet-i şerif, Sevgili Peygamberimiz açık ve seçik durumu ortaya koymuşlardır. Herkesin amentüsü gerçek amentü olmalı, gerçek İslâm imanı olmalıdır. İşte Fıkh-ı Ekber’in önemi çok büyüktür. Onun keşif notlarını önemine binaen üzerinde duruyoruz. Yine bakın ne buyruldu Âli Îmran Suresi 145. ayet-i kerimede: “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölüm yoktur. Ölüm, Allah katında tayin edilmiştir bir yazıdır”.

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ

buyrulmuştur. Kıymetliler bakın yine Müslim-i Şerif’te rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz bakın ne buyurdular (aleyhissalatu vesselam): “Allah’ım, kocam Resulullahın, babam Ebû Süfyan’ın ve kardeşim Muaviye’nin ömrünü uzat ve uzun et.” diye bakın bir annemiz böyle yalvarırken Peygamber Efendimiz bunun üzerine bakın ne buyurdular (aleyhissalatu vesselam): “Sen Allah’tan tayin edilmiş eceller, sayılı günler, taksim edilmiş rızıklardan sordun. Allah zamanı gelmeden hiçbir şeyi yaratmaz, zamanı gelen hiçbir şeyi de tehir etmez. Eğer Allah’tan seni cehennem azabından, kabir azabında korumasını isteseydin senin için daha hayırlı ve faziletli olurdu.” buyurdu. İşte kıymetliler, bir defa bu hadis-i şerifte de alınacak çok önemli dersler vardır.  Allah bilmiş, takdir etmiş ve hükmetmiştir ki bu kimse hastalık sebebiyle ölecek. Onun hastalık sebebiyle ölmesi ezelde mukadderdir. Onun ölümü eceldir. Yani eceliyle ölmüştür hastalıktan ölen. Suda boğulan diğerleri de. O kimse de öldürmek sebebiyle ölecektir. Bu, bina enkazı altında ölecektir. Öteki yaşlılık sebebiyle, beriki boğulma, diğeri yanma sebebiyle ölecektir. Bir diğeri de ruhunu kabzetmek suretiyle sebepsiz görünerek yani sebepsiz olarak ölecektir. Bu zehirlenecek, o kolera hastalığına yakalanacak, öteki kederlenerek ölecektir. Allah-u Teâlâ hayatı da ölümü de yaratmıştır ve her ikisinin sebeplerini de yaratmıştır.

Dakika 10:00

Yani bütün ölümleri, hayatı, ölümü yarattığı gibi ölümünün bütün sebeplerini de yaratmaktadır. Onun için ölenler için sakın ola ki “Vaktinden önce öldü” demeyin. Ölenler, öldürülenler hepsi eceliyle ölmüştür ve eceliyle ölür her ölen.

Kıymetli efendiler, ruh hakkında da İslâm’ın amentüsüne şöyle bir bakalım. Ruh yaratılmıştır. Ruh mahluktur. Animistlere bakıp da sakın aldanmayın. Şüphesiz ruh yaratılmıştır. Allah’ın emri ve iradesi altında bir varlıktır. İslâm’ın amentüsüne dikkat et. “Ruh hakkında inancın nedir?” deyince tereddütsüz olarak bunu bil. Nihayet kitap ve sünneti anlamada aklı ve anlayışı kısa olan bazı kimseler ortaya çıkmış, bu âlemin kadim olduğunu iddia etmiştir. Bunların aklı kısa. Delili ise bu âlemin Allah’ın emriyle meydana gelmiş bir ruh oluşudur. Bakın onlara göre. Allah’ın emri yaratılmış değildir. Allah Teâlâ ise ruhu kendisine nisbet ederek:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً

“De ki ruh Rabbimin bildiği bir iştir. (Ruh, Rabbimin emrindendir). Ve bu hususta size az bilgi verilmiştir”. (İsra Suresi 85. ayet). Yine başka bir ayet-i kerimede Sad Suresinde 72. ayette:

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ

buyurdu Yüce Rabbimiz. “Ona ruhumdan üfledim”. Böylece Allah Teâlâ, ilmini, kudretini, işitmesini, görmesini ve elini kendisini nisbet ettiği gibi bu âlemi de kendisine nisbet etmiştir, demişlerdir. Diğer bazı âlimler bu konuda susmuşlardır.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimleri ise bu âleminin yaratılmış olduğunda ittifak etmişlerdir. Muhammed bin Nasr el Mervezî efendim gibi kıymetli âlimlerimiz bu konuda icma bulunduğunu nakletmişlerdir. Yani bu âlemler mahluktur. Hepsi sonradan yaratılmıştır. Sakın ola ki bu âlemin kudümüne inanlara aldanmayın. İşte son zamanda putlarını büyüttüler. Naturistler tabiata tapınır oldular. Onun ilahlaştırır oldular. Şirke düştüler farkında olarak veya olmadan. Yine bazıları, bir kısmı ruhun da ölür olduğunu söylemişlerdir. Çünkü o da bir nefistir. Her nefis ise ölümü tadacaktır. Diğer bir kısım âlimler de ruhun ölmeyeceğini söylüyorlar. Çünkü ruh baki kalmak için yaratılmıştır. Ancak bedenler ölür. Cesetten ayrıldıktan sonra tekrar cesede dönünceye kadar ruhların nimetleneceği veya azap edileceği hususundaki hadisler de bu görüşe delil teşkil etmektedir. Bunların cevabı içinde bulunmaktadır düşünenler için. Ruh mahluk olunca ruhun ölmemesi kendi elinde değil, Allah’ın yaşatmasına bağlıdır.

Dakika 15:00

Biri ana rahminde iken ruhun cenine taallukudur. Ruhun beden ile hüküm bakımından birbirinden zıt olan beş türlü ilgisi vardır. Biri ana rahminde iken ruhun cenine taallukudur. İkincisi dünyaya geldikten sonraki ilgisidir. Üçüncüsü uyku halinde bedenle olan ilgisidir. Uykuda ruhun bir yönden bedenle ilişkisi vardır, bir yönden de alakasını keser. Diğeri de ruhun cesede kabir âlemindeki taallukudur. Efendim, her ne kadar ruh ölüm sebebiyle bedenden ayrılırsa da bütünüyle ilgisini kesmez. Şimdi kıymetliler, Müslümanın selamına karşılık verdiği yani ölünün kendisine selam veren Müslümanın selamına karşılık verdiği ve yanından ayrılan Müslümanların ayak seslerini duyduğu hakkında hadis-i şerifler gelmiştir. Ruhun bedene cesetlerin dirileceği kıyamet gününde taalluk etmesidir. Şimdi bu çeşit taalluk ruhun bedene olan en mükemmel taallukudur. Zira bu ilgiden sonra ruh bir daha ebediyen ölüm veya uyku kabul etmeyecek, bedeni bozuklukları da efendim kabul etmeyecektir. Kabir âleminde sorulacak olan sorular İbn Hazm ve diğer âlimlerin iddia ettiği gibi yalnız ruha ait değildir. Bu düşünceden daha bozuğu, kabirdeki sorunun ruh olmaksızın yalnız bedene yapılacağı yolundaki düşüncede, bu da bozuk bir düşüncedir. Şimdi bunlardan baktığımız zaman ruh mahluktur. Yaşadığı zaman Allah yaşatır, öldüğü zaman Allah öldürür. Ruh devamlı yaşayacak olduğu zaman Allah’ın yaşatmasıyla yaşar. Onun için ruh mahluktur.

Rızkın taksimi. Kıymetliler, şöyle yine Müslümanın amentüsünde rızk konusunda da her Müslümanın sağlam bir bilgiye sahip olması gerekir Kur’an-ı Kerim’e göre, sünnete göre. Şimdi El-Bâkıllânî’nin düşüncesine göre kafirlere dünyada nimet verildiğidir. Mûtezile’nin yine topluluğundan bir görüş ise Allah Teâlâ kafire de zahiri ve batıni kuvvet vermiş, mal, mülk vermiştir. Nitekim Cenab-ı Hak: (Araf Suresi 74. ayet):

وَاذْكُرُواْ إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاء مِن بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِن سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا فَاذْكُرُواْ آلاء اللّهِ وَلاَ تَعْثَوْا فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ

“Allah’ın nimetlerini hatırlayın”. “Dünya müminin zindanı, inkârcının cenneti.” demişlerdir. Şimdi bu zahiride mecazi bir anlam taşımaktadır. Şunu iyi bil ki dünya da mezar da mahşer de müminin cennetidir. Sadece bunlar kafirin, inkarcının zahirde mecazi anlamda onun bir müddet at oynatması, onun cenneti anlamına gelmez. Sadece şunu bil ki mesela mikroplar en pis ortamda ne yaparlar? Gelişirler, ürerler.

Dakika 20:00

Şimdi kafirin de en kötü ortamda, küfrünün içinde onun bir müddet at oynatması mikropların, pisliğin içinde at oynatması gibidir. Şimdi o mikroplar için, o pislik için cennettir, denir mi? Denilirse mecazen denir. Çünkü oradan hoşlanır. Ama müminin, Müslümanın dünyası da mezarı da mahşeri de. Bu hadisi şerifleri çok iyi keşfetmek gerekmektedir. Kıymetliler, şimdi şöyle bir düşün. Belki o bir nikbettir, azaptır. Çünkü kafire verilen mal, mülk onların helakine sebep olmaktadır. Onu helak etmektedir. Bunun neresi cennettir? Onun için Peygamberimizin sözlerini çok iyi anlamak, doğru keşfetmek gerekmektedir. “Dünyada verdiğimiz mal ve evlattan dolayı biz onların hayırlarına acele ediyoruz mu zannediyorlar? Hayır, anlamıyorlar”. Müminun Suresi 55.-56. ayet-i kerimelerde.

أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِ مِن مَّالٍ وَبَنِينَ

نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ بَل لَّا يَشْعُرُونَ

İnkarcılara ne verilirse verilsin hangi saltanat, hangi devlet, hangi nimet onlar için istidraçtır, helaklarine sebep olur. Mümin ise bugün acı çekse derecesi yükselir, günahı dökülür. Şükretse sevap alır. Acı çekse karşılığını derece olarak alır Allah yolunda. Çünkü mümin Allah yolundaki kişidir. Zira inkarcılara verilenler dünya hayatında nimet, ahiret hayatında ise azaptır. O dünyada nimet gibi görünür. Çünkü devleti olabilir, saltanatı, zenginliği olabilir, sarayları olabilir ama iç dünyası perişandır ve sonu helaktir. Kur’an-ı Kerim’i, İslâm’ı iyi keşfedenler. Şimdi mikropların pis ortamda gelişmeleri gibi küfrün içinde, şirkin, zulmün içindeki gelişmeler mecazen dünyada nimettirler ve zahirden bakan, iç yüzünü bilmeyenler için o bir nimet gibi görünür, cennet gibi görünür. Fakat iç yüzüne bakarsan küfür ve şirk ateştir. Zulüm ateştir. Konuları doğru anlayalım, doğru anlatalım Yüce Allah’ın lütf-u keremiyle. Yani her konuda başarı, tevfik, hidayet Allah’tandır. Kıymetliler, biz iyi biliyoruz, iyi anlıyoruz demiyoruz. Allah’ın lütfuyla daima en hak olanı, en doğruyu ifade etmek istiyoruz. Onun için çalışıyoruz. Keşif notlarımız birer birer hakka dayalıdır.  Hak delillerle keşif notlarımız ortadır.

Şimdi, kul için faydalı olanı yapmak Allah üzerine gerekli borç değildir. Allah’ı hiç kimse bir şeye zorlayamaz. Yani bu konuda da Yüce Rabbimiz hiçbir şeye mecbur değildir. Ama onun adaleti haktır. Lütf-u keremi sonsuzdur. O, yanlışlıklardan münezzehtir. Ama Allah’ı bir konuda bir şeye kimse zorlayamaz. Allah üzerinde bakın faydalı olan bir işi yapmanın Allah üzerine vacip olmadığıdır. Mûtezile bu konuda da yine ehl-i sünnetin dışına sapmıştır.

Dakika 25:05

Şimdi, haram rızk mıdır? Tabii ki bütün nimetler rızktır. Fakat helal yoldan kazanacağı yerde kimileri onu haramdan kazanmıştır. Onun için bakın rızk haram olarak rızık olarak ortaya çıkmıştır. Halbuki bütün insanlık âleminin helal yoldan rızkını temin etmesi mümkün idi. Ne yazık ki kimisi rızkını haramdan temin etmişlerdir. Haram da rızıktır ama ne yazık ki helalden elde edeceği şeyi haramdan elde etmiştir. Bu da insanoğlunun imtihanı kaybetme olayıdır bu konuda. Kıymetliler, rızık, hayat sahiplerinin yediği ve faydalandığı şeylere rızık denmektedir. Bunu da doğru anlamamız gerekiyor. Yine Mûtezile burada da muhalefet etmiştir. Şimdi mesela adamın helalinden kazandığı bir malını bir başkası çalar, aynı malı. Bak, o helâl olan mal, helâl olan rızık hırsızlık sebebiyle ne oluyor ötekine? Aynı rızık, aynı nimet ama birisi helâlden kazanmış, biri çalmış haram ile ele geçirmiş. Aynı nimet. Şimdi buna sen “Rızık değildir” deme şansın var mı? Rızk ama biri helâlinden kazanıyor biri haramından. Bunun için Allah yalnız yaratıcıdır. Yani yaratmada da Allah’ın eşi, ortağı yoktur. Yine Yüce Rabbimiz bakın Hud Suresinin 6. ayetinde bakın ne buyuruyor:

 

وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

“Yeryüzünde hiçbir canlı varlık yoktur ki Allah onun rızkını vermiş olmasın”. Her canlının rızkı verilmiştir. “Ve mâ min dâbbetin fîl ardı illâ alâllâhi rızkuhâ”. İşte bu ayet-i kerimede bildirilmiştir. “Kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar”. Bakın şimdi Allah’ın verdiği nimet verdiği kişiler ne yapıyorlar? Allah’ın verdiği nimeti müminler, Müslümanlar Allah yolunda harcıyorlar. Şimdi bir kısmı da bu nimetleri haram yollarda, tağutların yollarında harcıyorlar. Onun için buraları da Müslümanlar, müminler İslâm’ın amentüsünde de rızkı da Müslümanların doğru anlaması gerekir. Allah-u Teâlâ, kulun iradesiyle sapıklığı da hidayeti de yaratır. Yani kul neyi kazanırsa Allah onun kazancının karşılığını yaratır. Kul kesb eder, Allah halk eder. Biri helalinden kazanır ve helal kesb eder, Allah helali halk eder. Öbürü haramda çalışır. İmtihanı ne yapar? Haramı kesb eder, Allah halk eder. Bu bir imtihan ortamıdır. Eğer ikisinin de isteğini yaratmasaydı imtihan olmazdı. Sevgili Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem) de mecaz yoluyla nisbet edilir. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ

“Muhakkak sen doğru yola iletirsin”. (Şura Suresi 52. ayet).  Şimdi hidayet önderidir Peygamberimiz. Kur’an-ı Kerim hidayet kitabıdır. Şimdi kul, Hz. Muhammed insanlığı daima doğruya sevk eder. İnsanlar doğruyu kabul edince Allah da doğruyu onlara lütfeder, hidayet eder. Peygamber hidayet yoluna sevk eden, tebliğ edendir.

Dakika 30:00

Şimdi buna da dikkat etmek lazım. Burada peygamberin hidayet etmesi mecaz yoluyladır. Yoksa hidayet eden Allah’tır. Hidayete davet eden, hidayet yolunu tebliğ eden peygamberdir. “Şüphesiz Kur’an-ı Kerim en doğru yola sevk eder-İnne hâzâl kur’âne yehdî lilletî hiye akvemu”. İşte bu da İsra Suresinin 9. ayet-i kerimesinde görüyoruz.

Bakın, Kur’an-ı Kerim hidayet kitabı, peygamber hidayet önderi. Ama hidayeti veren, bak hidayet eden Allah’ın kendisi. Saptırma işi de bazen sebep olma manasında mecaz yolu ile şeytana da nisbet edilmektedir. Şeytan şerri yaratmaz, şerre teşvik eder. Şeytan yaratıcı değil ki. Birileri çıkmış (Hâşâ) şeytanı ve insanı yaratıcı olarak ortaya koymaya çalışanlar var. Şeytan insanları vesvese yoluyla şerre teşvik eder. O bir şey yaratmaz. Onun için yaratıcı Allah Teâlâ’dır. Kul kesb eder, Allah halk eder. Neyi kazanırsan kazancın karşılığı yaratılır, kazanma esnasında yaratılır. Bu saptırma işi bazen de putlara nisbet edilir. Adam gidiyor puta tapıyor. Şimdi “Putlar sapıttı” diyor. Bu da mecazi bir. Oradaki put sana zor kullanıyor mu? “İlla bana tapacaksın”.  Hayır. Bu da mecazidir. Yine insanoğlu sapmayı da puta tapmayı da kendi kesbetmektedir. Kendi kazanıyor, karşılığı da yaratılıyor. İyilikler de böyle, kötülükler de böyle. Şimdi, Rabbim o putlarla insanlardan çoklarını saptırmıştır.

“Rabbim! Çünkü onlar (putlar) insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa, o bendendir; kim bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet edensin” buyruluyor. Bu da İbrahim Suresi 36. ayet-i kerime.

رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Burada da yine putların sapıtması mecazidir. Puta tapan, şirki kazanan insanın kendisidir.

قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ

“Samiri onları saptırdı”. Samiri onları buzağıya teşvik etti. Buzağıyı da yaptı. Ama tabanca beyinlerine tutup da “İlla buzağıya tapacaksın” demedi. Onları sapıklığa teşvik etti ama berikiler kabul etti. Şeytan şeytanlığını yapar. Samiri Samiriliğini yapmış, Putperestler putperestliğini yaptığı zaman herkes neyi kesb edip neyi kazanıyorsa o yaratılıyor. Yaratıcı Allah Teâlâ’dır. Kim neyi kazanırsa o yaratılır.

Kıymetliler, Mûtezile, hidayeti, doğru yolu açıklamak şeklinde tefsir etmiştir. Bu ise yine Mûtezile burada da gerçeği kavramamıştır. Çünkü Yüce Rab ne diyor:

“Şüphesiz sen sevdiğini ve istediğini doğru yola getiremezsin. Ancak Allah dilediğini doğru yola getirir, hidayet eder”. Şimdi hidayeti veren Allah Teâlâ’dır. Hidayete insanları teşvik eden, tebliğ eden de kuldur. İyi insanlar, başta peygamberler. Şimdi her ne kadar hidayet yolunu onlara açıklar fakat hidayetin bizzat kendisini Allah lütfeder ve Allah nasip eder.

Dakika 35:00

Sen bunu nasıl olur da sadece açıklamakla tefsir edebilirsin? İşte Mûtezile bak Allah’ın hidayetini açıklamaya bağlamış oluyor ki ayetleri doğru anlamamış. Peygamber en güzel şekilde tebliğini yapıyor. Ama Cenab-ı Hak ne diyor: “Sen doğru yola getiremezsin”. Yani sen hidayet edemezsin. Hidayet yolunu gösterirsin. “Hidayet eden benim” diyor Cenab-ı Hak. İşte onun için Mûtezile bir türlü ayet-i kerimeleri pek doğru anlayamamış. İslâm yoluna çağırdığı halde Allah Teâlâ dilediğini doğru yola getiremezsin, buyurmuştur. Peygamber bakın hidayet yoluna, doğru yola çağırıyor. Ama peygamber getiremiyor, hidayet etme şansı yok sadece açıklıyor. Hidayet eden Allah’ın kendisidir. Mûtezile’ye göre hidayet, maksada ulaştıracak şeyi göstermektir. Bak yine hidayeti tebliğ yönünü almış; esas hidayeti Allah-u Teâlâ lütfeder, orayı anlamamış. “Semud kavmine ise doğru yolu göstermemize rağmen körlüğü hidayete tercih ettiler”. Gördün ya, burada hidayet yolu gösterme var ama hidayetin kendi yok. Bu kavim yine sapıklık yolunda. Çünkü o sapık yoldakini Allah hidayet etmeyince sapık yoldan hidayet yoluna gelemiyor.

Kıymetliler, Kur’an-ı Kerim’i, İslâm’ı doğru anlamak da Allah’ın en büyük lütuflarındandır. Onun için biz gerçekten İslâm âlimlerine, ehl-i sünnet âlimlerine gece gündüz rahmet okumalıyız. Bizim âlimlerimiz çok güzel anlamışlar. İmâm-ı Âzam gibilere şimdi Kur’an-ı Kerim’i bilenler olarak hayran olmamak mümkün değil. Kur’an-ı Kerim’i bilmeseydik, ilmimiz olmasaydı körü körüne birini taklit etmiş olurduk. Ama Allah’a uçsuz bucaksız (namütenahi) şükürler, hamd-ü senalar olsun ki Cenab-ı Hak bizlere bakın ehl-i sünnet yolunun ilmini lütfeylemiş! “Ya Rabbi, lütfunu, keremini daim eyle. Hidayetini, fazlını ebedi daim eyle. Ya Rabbil alemin” diye dua etmeliyiz. Hamd etmeliyiz, şükretmeliyiz. Bakın, bozuk yollara sapan nice ehl-i bid’at âlimleri var. Bunlar da âlim ama doğruyu anlamamışlar, doğruyu bulamamışlar. Hâricîler, mesela Mûtezile ve emsali Şia’nın öyle kolları var ki Hz. Ali’ye “Allah” diyor. (Hâşâ, sümme hâşâ!) ve nice gerçekleri yanlış anlamış hatta gerçeğin yanından geçmiyor. Nice böyle bozuk fırkalar bulunmaktadır. İçinde iyileri olmakla beraber pek yanlışları ve tam delalete sapan ehl-i bid’at bulunmaktadır. Şimdi, vacip olmak hükümlerden biridir. Hüküm ise ancak şeriatla sabit olur. Allah üzerine şeriat vaaz eden yoktur. Şeriatı ortaya koyan, şâri’ olan Allah’ın kendisidir.

Allah vaadinden dönmez, vaiddinden dönebilir. Bakın burayı da ehl-i sünnet çok güzel anlamış. Burayı da anlamayanlar, vaad nedir, vaid nedir, bunu da anlayamayanlar rastgele, toyca hareket etmektedirler.

Dakika 40:05

İslâm amentüsünün doğru dürüst bir amentü, imanın gerçek bir iman olması için delilleri, ayet ve sünneti, icmayı, kıyası da çok doğru kavramak gerekmektedir. Hele asli delilleri. Yüce Allah’ın korkutma ile ilgili hükümlerden dönmesi kulları için bir keremdir. Mesela adam tövbe istiğfar etmiş, imana gelmiş. Etmeseydi Allah-u Teâlâ’nın vaidi vardı, vaad değil vaidi vardı. Şimdi o tövbe ettiği için Allah Teâlâ imana geldiği için ne yapıyor? Ona azap edecekti, etmiyor. Bu vaiddir. “Benim katımda söz değiştirilmez”. Bunlar vaadleridir. Sözü yine değişmiyor ne vaadinde ne vaidinde. Ama vaidinde azap edeceği bazı insanları dilerse etmez, dilerse affeder. Bu vaiddir. Ama cennete koyacağım, diyor. Müminleri mesela amel-i salih işleyenleri. Bu vaaddir. Allah vaadinden dönmez. İlla cennete koyacağım, dediklerini koyar. Bu bir örnek. Şimdi kıymetliler, buraları da çok iyi anlamak gerekmektedir. Onun için İslâm amentüsünün keşif notlarını vermeye devam ediyoruz.

Küçük günahlardan dolayı azap caizdir. Ama Cenab-ı Hak lütfeder, mağfiret eder, affeder, merhamet eder de azap etmez. O, onun bileceği iştir. Onun için kıymetliler “Şirkten başka diğer günahları Allah dilerse mağfiret eder”.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا

Bakın, “li men yeşâu” diyor. Yine “ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu”. Dilediği kimse için bakın şirkten başka günahları dilerse mağfiret eder. Şimdi bu ayet-i kerime Nisa Suresi 48. Yine başka bir ayet-i kerimede, Kehf 49’da:

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا

“Bu kitaba ne oldu; küçük büyük hiçbir günahı bırakmayıp hepsini tek tek sayıyor”. İnsanların amel defterine bütün küçük, büyük her günah ve sevap yazılmıştır. Eğer küçük günahlar kişiye azap sebebi olmasaydı yazılmazdı. Küçük, büyük her şey yazılıyor. Allah mağfiret ederse mağfiret ettiği zaman kişiler kurtulur. Gece gündüz tövbe et ey Müslüman! Tövbe istiğfara gece gündüz devam et. Issız köşelerde çıldırırcasına Rabbine yalvar. Korkuyla, ümitle tazarru’ ile yalvar. Issız köşelerde çıldırırcasına Rabbine yalvarmaya devam et. Hiç ümit kesme ama bütün varlığınla korkmayı bil, istiğfar etmeye bil, yalvarmayı bil. Ama hiç ümidini kesme. O, ümit kesilecek varlık değil. Emin de olamazsın azabı çok şiddetli. Adaletinden kurtuluş olmaz. Aklını başına al, cahiller, serseriler gibi davranma. “Eğer yasaklandığınız günahların büyüğünden kaçınırsanız sizin kötülüklerinizi örteriz”.  (Nisa Suresi 31. ayet).

إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا

Dakika 45:10

Bakın burada mağfiret ediyor. Yoksa küçük günahlar da ne yapıyor? Yığıla yığıla, ısrar ede ede büyüyor. Büyük günahlar harama ulaşıyor, büyük günaha ulaşıyor. Perişan olacak duruma geliyorsun.

Onun için kıymetliler, en büyük günah küfürdür biliyorsunuz. Şimdi bu kelimenin cemi’ olarak gelmesi küfrün bütün çeşitlerine şamil olduğu itibariyledir. Allah küfrün her türlüsünden muhafaza eylesin. Küfür kişinin imanını yok eder. Küfür varsa iman yoktur, iman varsa küfür yoktur. Küfür, şirk, nifak bunlar Müslümanda riya. Bunların emsalleri olmamalıdır. “Eğer küfrün çeşitlerinden sakınırsanız diğer günahlarınızı örteriz”. Mûtezile’nin görüşü kabul edildiği takdirde ister küçük olsun ister büyük olsun bu ayet-i kerimeye göre küfürden başka günahlar için bil ki bir kimseye azap etmek caiz olmaz. Bu Mûtezile’nin görüşüdür. Bu ehl-i sünnetin görüşü değildir.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا

Dikkat et buraya, ey dünyadaki Müslümanlar ve insanlık âlemi! Yüce Rab, Nisa Suresi 48’de bakın ne buyurdu, Rabbimiz, âlemlerin Rabbisi olan Allah: “Şüphesiz Allah kendine eş koşulmasını mağfiret etmez”. Yani müşriklere af yok. Nasıl kurtulabilirler? Şirkten vazgeçip tevhid imanıyla imana gelmeli gerekir. Şirke tövbe edecek, tevhid imanıyla bu işe başlayacak. Yoksa müşrikler cehennemden çıkmazlar, kâfirler, münafıklar cehennemden çıkmazlar, ebedi kalırlar. Günahların mağfiret ve affedilmesinin mutlaka başka bir şeye bağlı bulunması gerekir. O da nedir? Allah’ın dilemesidir. Şimdi tabii ki tövbe, istiğfar gerçek tövbe, istiğfar edilince zaten Allah’ın affedeceğine dair vaadi var. Gerçek tövbe etmene bak. Tövbenin şartlarını yerine getir. Gerçek tövbe et. Kendini aldatma. Gerçek tövbe yoksa maskaralık ortaya çıkar, sahtekârlık, yalancılık. Gerçek tövbe et. Yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız taatler sebebiyle kötülüklerinizi örteriz, demektir. Buna Allah-u Teâlâ’nın şu ayeti de (celle celaluhu) delalet etmektedir:

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ

“Şüphesiz iyilikler kötülükleri yok eder”. Şimdi kıymetliler, İslâm’ın amentüsünü iyi anlamaya gayret edelim. Cenab-ı Hak imanla, kâmil imanla yaşayan, imanı ebediyyil ebed olan, gerçek mümin, gerçek Müslüman, tüm amelleri ihlas ile salih olan kullarından eylesin. Bunun için çırpınacağız, yalvaracağız. İlmi belgelerle hareket edeceğiz. İlimsiz olmaz.

Ölüler için yapılan iyilikler onlara fayda verir mi?

Dakika 50:00

Evet, verir. Sen iyilik yapmana, hayır işlemene bak. Ölülere duası, onlar adına sadaka vermesi efendim nedir? Meşrudur, bunlara fayda verir. Yine Mûtezile burada da muhaliftir bu işe. Efendim, ölülerin kendilerine nisbetledir. Özellikle cenaze duası hakkında hadis-i şerifler vardır. Eğer ölüye insanların yaptığı iyilikler fayda vermeseydi cenaze namazı dahi kılınmazdı. Bakın, cenazede ölü hakkında ne yapıyoruz? Dua ediyoruz, namaz kılıyoruz. Onun affı için, biz mağfireti için duada bulunuyoruz. Bakın cenaze namazının rükün, kıyam, tekbirle Allah’ın huzurunda bulunuyoruz.

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا

Şimdi İsra Suresi 24. “Ya Rabbi, beni küçükken terbiye ettikleri gibi onlara merhamet et”. Bakın, bu ana, babaya yapılan bir dua, bu Kur’an-ı Kerim’de de ayet. Şimdi Mûtezile’nin bu ayetlere karşı çıktığını bu ayete karşı çıkanın halinin ne olacağını düşünemiyor. Allah-u Teâlâ gerçek İslâm’ın amentüsü, onun ilmi, irfanıyla iman etmeyi nasıp eylesin. Bütün yanlış yoldakilere doğruyu nasip eylesin, doğru iman nasip eylesin. Kardeşim, âlim olmak yetmiyor. Allah’ın lütfu keremi, hidayeti ile gerçekleri bir bir Cenab-ı Hakkın insanoğluna lütfetmesi gerekiyor. Allah lütfetti de lütfediyor da. Bu kıymetli sohbetlerimiz bütün dünyaya devam ediyor. Bunlar insanlık âlemi için Allah’ın lütuflarıdır. İslâm âlimleri dünyada ne kadar âlimler varsa o âlimlerle Allah bu âleme lütfediyor. Allah’ın en büyük lütfu kıymetli âlimlerle ilmin bu âlem-i cihana parlamasıdır. Bunların en başında imanla ilgili ilim gelir. İşte şu andaki keşif notlarımız amentünün, İslâm amentüsünün ilminin parlamasıdır. Onun keşif notlarını veriyoruz. “Rabbim! Beni, ana-babamı, evime mümin olarak girenleri, bütün mümin erkekleri ve mümine kadınları mağfiret et”. Bakın bu da Nuh Suresinin 28. ayet-i kerime.

رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَن دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا

Bak bu da bir ayet-i kerime, bir dua. Yani bunlar Kur’an-ı Kerim’e Cenab-ı Hak, Allah’ın kendi kelamları. Demek ki biz mümin olan geçmişlerimize, ölülerimize daima dua etmeliyiz. Ruhlarına hediyeler göndermeli, hayırlar işlenmelidir. İşte ölüler için yapılan iyilikler onlara fayda verir. Ehl-i sünnetin inancı bu ama Kur’an-ı Kerim’e dayalı hak bir inanç, gerçek inanç. Şüphesiz hakkın, gerçeğin ta kendisi. Batıl mezheplere uyup da sakın yanlış yapmayın. Bu derslerimizin hikmetinin sebebinin biri bütün dünyadaki yanlışların karşısına doğruyu koymaktır. Dünya yanlışın içinde yüzüyor. Ehl-i sünnetin amentüsünü, onun ilmi, irfanını dünyaya açıklayanın sayısına bakın. Dünyada bunlar ne kadar var? Veya var mı veya yok mu?

Dakika 55:00

Dünyaya bakın. Dünyaya insanların anlayacağı şekilde. Kitaplarda yazılı. Kitabı adam alıp okuyunca anlamıyor ki. Onun anlayacağı şekle getirip anlatman gerekiyor. İnsanlığa en büyük iyilik yapmak istiyorsan insanlığın hayrına çalış ki en başta bu imanla, onun ilmiyle, hak, hakikatle ve Yüce Allah’ın ortaya koyduğu vahy-i ilahi, Kur’an ve sünnetle işe başla. İşte keşif notları adı altında hayatverennurun dersleri bir bir İslâmi delillere dayanarak o delillerin ortaya koyduğu Haktan aldığımı keşif notlarını dünyaya takdim ediyoruz.

Evet sevgililer “Bir su kuyusu kazdı ve bu kuyu Sa’d’ın anasına aittir.” dedi. Bakın, annesinin adına bir çeşme, bir kuyu açtı ki insanlar oradan su alsınlar, canlılar o sudan faydalansınlar, sevabı anneme gitsin diye. Bak, ashab-ı güzinden böyle haberler var. Bunu Ebû Davud, Nesai rivayet etmişlerdir. Yine Ebû Hanîfe (rahmetüllahi aleyh) İmâm-ı Âzam ashabına göre ibadetlerin sevabını ölüye bağışlamak caizdir ve bağışlanan sevap ölüye ulaşır, demişlerdir.

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى

“İnsan için çalıştığından başkası yoktur”. Şimdi bu ayet-i kerime yanında Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) 57:15-57:20 Arapçası. Bakın ayetleri de doğru anlamak gerekiyor. Hadis-i şeriflerle Peygamberimizin yaptığı tefsirlere, açıklamalara keşif. Peygamber, esas kâşif odur (aleyhissalatu vesselam). Bak ne diyor Sevgili Peygamberimiz: “Âdemoğlu öldüğü zaman üç şey dışında bütün amellerinin sevabı kesilir”. O üç şey nedir? Sadaka-i cariye. Diğer bütün derslerimizde bunlar geçti. Burada da temel notlar vermeye, keşif notlar vermeye konumuzla ilgili devam ediyoruz. Uzaklık ve yakınlık Allah Teâlâ’nın kudreti hakkında birdir. Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ

“Bana dua edin ki kabul edeyim”.  Allah için uzaklık-yakınlık diye bir şey yok ki. O şanı yüce. Şanı yüce olan ezeli kuşattığı gibi ebedi de kuşatmış. O keyfiyetsiz olarak şanı yüce, sübhan olarak ve Teâlâ. Bütün âlemler onun kuşatması altındadır. Zamandan, mekândan o münezzeh. Onun için sen dua etmene bak. Sana senden daha yakın ama yakınlığını kimse bilemez. O kendi biliyor. Keyfiyetsiz olarak o kendi biliyor. O çok eşsiz yüce. Senin aklın, bütün akılları bir araya getirseniz Allah’ın zatnı kuşatma şansın var mı? Yok. Öyle ise bu aklınla onun yüceliğini bil. Gerçek iman ile iman et. Amentün sağlam olsun. Ortada şanlı Kur’an var, İslâm âlimleri var, Şanlı Peygamberin izinde, yolunda ehl-i sünnet ve’l-cemat var, fırka-i naciye var, sevad-ı azam var. Dua kazaya uygun olursa belaları defeder.

Dakika 1:00:00

Bakın dua ise ibadetin mıhıdır. Belaları hafifletir. Duanın kendisi de bir ibadettir. Kim kalbinden dua etmeye işaret bulursa o vakit dua etme zamanıdır. “Kime dua etme kapıları açılırsa ona kabul kapıları yahut rahmet kapıları yahut cennet kapıları açılır”. İbrahim Aleyhisselam ateşe atıldığı zaman Cebrail Aleyhisselam kendisine “Bir ihtiyacın var mıdır?” diye sorduğu zaman şöyle cevap vermişti: Sana ise ihtiyacım yoktur. Ama bakın kime ihtiyacı olduğunu burada bildiriyor. Cebrail Aleyhisselam, Rabbinden iste deyince de “Onun halimi bilmesi, istemekten daha yeterlidir.” cevabını verdi. Bak, bu da ayrı bir dua. Yüce Allah’ın seni her halinde bildiğini sen biliyorsan buna ayrıca inanmışsan ki her müminin böyle inanması gereklidir. Bu da başka bir duadır ki duaların ruhunun da ruhu gibidir. İbrahim Aleyhisselamın ateşten kurtulması bu şekilde. Allah’a tam güvenerek sükût etmesiyle olmuştur. İbrahim Aleyhisselam ateşte yedi gün kalmış idi. Bir rivayete göre ise kırk gün kalmış olup ateşe atıldığı zaman yaşı on altı idi bir haberde. Dikkat et. Cenab-ı Hak bize bizden yakın. Görüyor, her şeyi görüyor. Biliyor, her şeyi biliyor. Görüyor gördürüyor, duyuyor duyuruyor. Rabbini iyi tanı ey Müslüman! Rabbini iyi tanı. “Ya Rab Allahümme arrifni bi kevibi nefsi. Ve cealni min arife ibadike bike min nefsi.” Bu duayı da çok oku. Bunu nefsime böyle derken sen de mümin kardeşimsin. Seni nasıl ihmal edeyim? Sana da buyuruyorum. Ey kardeşim, ey Müslüman kardeş! İyi Müslüman ol. Gerçek iman ile iman eyle. Ey insanlık âlemi! Babamın oğlusunuz. Âdem Babamın, Havva Annemin oğlusunuz. İnsan olma, Allah’ın kulları olma bakımından sizinle de insanlık kardeşiyiz. Gelin, Allah’ın kullarıyız, Allah’a iman edin, Müslüman olun. Kur’an-ı Kerim’i keşfedin. Bu dersleri dinleyin ve dünyanın neresinde Hakkı anlatanlar varsa onları dinleyin. Biz Allah’a, Hakka, İslâm’ın asli ilmi delillerine çağırıyoruz. Kendine çağıranlardan değiliz. Biz kendimize çağırmıyoruz. Hep beraber Allah’a, kulluğa çağırıyoruz. Onun için gelin birbirimize acıyalım, faydalı olalım. Birbirimizin faydasına çalışalım. Küfür insanları ebedi dünyada, mezarda, mahşerde ebedi mahveder, perişan eder. Küfür, şirk, nifak, cehalet ateştir. Bundan kurtulalım, insanlığın kurtuluşuna vesile olalım. Biz hidayet etmiyoruz. Hidayet yoluna çağırıyoruz. Hidayeti Allah eder. Allah’tır hidayet eden. Allahül-Hadi. Hidayet eden Allah’tır.

Dakika 1:05:15

İşte kıymetliler, günahlarının affını istemesi ve sadaka vermesi. İnsanlar bir yandan hayır işlemeli, amel-i salih işlemeli, bir yandan sadaka vermesi, bir yandan tövbe istiğfar etmesi. Bunlara devam edilmelidir. Oruç tutmak, Kur’an-ı Kerim okumak, Allah’ı zikretmek gibi şimdi bedeni ibadetlerin sevabının ölüye ulaşması hakkında da efendim ihtilaf edilmiştir. Ebû Hanîfe, İmam-ı Ahmed bin Hanbel, selef âlimlerinin çoğunluğu bu gibi ibadetlerin sevabının ölüye ulaşacağını söylemişlerdir. Bunlar gerçek âlimlerdir. Şafiî ve Maliki mezhebinden meşhur olan görüş ise bu gibi ibadetlerin sevabının ölülere ulaşmayacağıdır. Kelamcıların, bid’atçılarından bazılarına göre duadan başka hiçbir şey ölüye ulaşmayacaktır, demişlerdir ki bunlar yanlıştır. Bu görüş kitap ve sünnetle reddedilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bunların bir bir örnekleri vardır. Siz ölülerinize rahmet okumaya, tabii müminlere, Müslüman olanlara. Müşriklere, inkârcılara, münafıklara sakın rahmet okumayın, caiz değil. En günahkâr Müslümana dahi, mümine dahi rahmet okuyun. En günahkâra. Ama mümin ve Müslüman olması şart. Günahkâr olabilir. Kim günahkâr değil ki? Herkesin kendine göre günahları vardır. Bakın, Sevgili Peygamberimizden şöyle rivayet vardır. Câbir (radiyallahu anh) şöyle demiştir: “Sevgili Peygamberimizle beraber Kurban Bayramı namazını kıldım. Namazdan ayrılınca bir koç getirip onu kurban etti”. Kim? Sevgili Peygamberimiz. “Keserken, “Bismillahi Allah-u Ekber. Allah’ım, bu kurban benden ve ümmetimden kurban kesmeyenler içindir.” dedi. Böyle kurbanı bakın hem ümmeti adına hem de kendi adına kesti. Bu da hadis-i şerif. Bak, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden gördük delilleri. Bu da hadis-i şeriften olan deliller. 1:08:45-1:08:50 Arapçası. Câbir ibn-i Abdullah (rahmetüllahi aleyh ve aleyhim ecmaîn) ile âhıril hadîs buyruldu. Ebû Davud ve Tirmîzî rivayet etmişlerdir bu hadis-i şerifi. Ahmet bin Hanbel’in rivayet ettiği hadis-i şerifte ise peygamberin iki koç kurban ettiği, bunlardan birini kendisi için, diğerini ise ümmetinden kurban kesemeyenler için kestiğini beyan buyurmuştur. Demek ki müminler, Müslümanlar birbirlerinin adına hayır işlesinler, kurban da kesebilirler. Efendim nafile oruç da tutabilirler, sevabını da bağışlayabilirler. Nafile namazlarının da sevabını bağışlayabilirler. Bol bol hayır, hasenat işlerler ve sevaplarını hediye ederler geçmişlerin ruhlarına.

Dakika 1:10:00

Mal ancak hac ibadetinin ifasına bir vesiledir. Mekkeli bir Müslüman mükellef yürümeye gücü yettiği zaman mal şart olmaksızın bu vazifeye ifa edebiliyor. Buradan, bu hadis-i şeriflerden delilleri görüyoruz. Kitapta, sünnette bunlar var. Ücretsiz ve nafile olarak Kur’an okumak, dikkat et, ücretsiz ve nafile olarak Kur’an Kerim okumak ve bu okunan Kur’an-ı Kerim’i ölünün ruhuna bağışlamak ölünün ruhuna ulaşır. Bir kimse ölmeden kabrinde Kur’an-ı Kerim okumasını ve Kur’an okuyana malından bir şey verilmesini vasiyet ederse bu vasiyet batıldır, diyenler olmuştur. Çünkü bu ücret manasındadır. El-İhtiyar’da da böyle yazılmıştır. Bu görüş taat ve ibadetlerden dolayı ücret talep etmenin caiz olmamasına dayanmaktadır. Ancak Kur’an-ı Kerim’i öğrenene ve öğretene bir yardım olmak üzere bir hediye verilirse bu sadaka cinsinden olduğu için caizdir.

Sonra bir rivayete göre kabirler yanında Kur’an-ı Kerim okumak Ebû Hanîfe, Ahmet bin Hanbel ve İmam-ı Mâlik’e göre efendim mekruh, diye bir haber vardır. Çünkü bu sonradan icat edilmiş bir bid’attır. Sünnette böyle bir şey gelmemiştir, denmiştir. Bir rivayete göre ise Ahmet bin Hanbel ile Muhammed bin Hassan kabir üzerinde Kur’an okumanın mekruh olmadığını söylüyorlar. Çünkü İbn-i Ömer’den vefatında defnedilirken kabri üzerinde Bakara Suresinin başının ve sonunun (yani Fatiha ve Elif lâm mim ile Amenerrasulü) ayetlerinin okunmasını vasiyet ettiği rivayet edilmiştir. Kıymetli dostlarımız, şimdi mekruh diyenlerin de efendim caiz diyenlerin de haklı nedenleri vardır. İhlas ile Allah için olmalıdır. Bunu bid’at-i seyyiye şekline dönüştürmemelidir.

Dolayısıyla dersimiz Fıkh-ı Ekber’in keşif notlarıyla devam etmektedir. Cenab-ı Hak, raşidin kullar zümresine ve muhsin kullar zümresine ilhak eylesin. Müttekilerden, ehl-i takva yolunda olanlardan eylesin. Zühtü tamamlayan ve marifet kapıları kendine açılan kullarından eylesin.

Dakika 1:13:50

 

(Visited 357 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}