6- Ders 6 Fıkhı Ekber hayat veren hayatveren
FIKH-I EKBER DERS 6
(Vel-hamdü leke ya Rabbel alemin. Eûzü bi kelimetillahi‘t tâmmatî min şerri mâhâlâk ve zerae ve berae)
Ey kıymetli ve muhterem izleyenler, muhterem efendiler, İmâm-ı Âzam’ın ölümünden sonra gaipten işitilen seslerden bahsedeceğiz. Yine büyüklerden birisi şöyle anlatıyor: “Ebû Hanîfe” diyor “defin olmuştu mezarına. Üç gece üst üste hatiften şu beyitleri” diyor “işittim: “Fıkıh gitti. İçinizde fakih kalmadı. Allah’tan korkun da halef olunuz. Gece karanlığı bastığında geceyi ibadetle ihya eden numan vefat etti” diye gaipten sesler geliyor, denilmiştir. Bu beyti söyleyenler görülmediği için cinler tarafından söylendiği hükmüne varılmıştır. 2:25 9.10 Bunun esas anlamı şudur: Dünya ilmin, âlimlerin kıymeti bilinsin diye bunlar ibret dersleridir, ibretin tezahürleridir (belirmek). Büyük imamların, büyük âlimlerin İmâm-ı Âzam hakkında bakın hürmet ettikleri gibi İmâm-ı Âzam’a hayatında, İmâm-ı Âzam öldükten sonra da kabrini ziyaret ederek İmâm-ı Âzam’a büyük âlimler hürmet etmeye devam etmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin kabrini birçok âlimler, sıkıntıya düşenler ziyaret ederler, dualar yaparlar, Allah-u Teâlâ tarafından da sıkıntılardan kurtarıldıkları görülürdü. İmam-ı Şafiî Bağdat’ta bulunduğu sırada Ebû Hanîfe’nin kabrini devamlı ziyaret ederdi. Bunun sebebini de şöyle anlatmaktaydı: “Her ne zaman bir dileğimin olmasının arzu etsem Ebû Hanîfe’nin kabrini ziyaret eder, Allah rızası için iki rekât namaz kılar, orada dua ederim. Böylece Allah-u Teâlâ ihtiyacımı süratle görür. Dileğim yerine gelir”. İşte Allah hepsine bol bol rahmet eylesin çünkü ilmiyle amel eden âlimler çok kıymetlidirler. İmam Nevevî’nin El-Minhac’ında da belirtiği gibi bazı mütekelliminin de zikrettikleri gibi İmam-ı Şafiî Hazretleri, Ebû Hanîfe’nin kabrini ziyaret etmiş, kabrin yanında sabah namazını kılmış, kunut yapmamıştı. İmam-ı Şafiî’ye “Neden kunut yapmadınız?” denildiğinde şöyle cevap vermişti: “Kabrin sahibine te’etübben, yani edep ve terbiyemden dolayı, kunutu terk ettim” demiştir. 5:48 15.10 Çünkü İmâm-ı Âzam’ın kunut hakkındaki ilmini, irfanını biliyor. Bazı rivayetlerde ziyaretlerde de kunutu terk ettiği gibi Besmeleyi de açıktan okumamıştı, denilmiştir. Bu da yine İmâm-ı Âzam’ın ilim anlayışına, mezhebini duyduğu saygıdır. İlmine ve mezhebine duyduğu saygıdır. Çünkü âlimlerin ilmi yükseldikçe birbirlerinin kıymetini daha iyi bilirler. Sevgili dostlar, Abdullah İbn-i Mübarek, Ebû Hanîfe’nin kabrini ziyaret, esnasında hem ağlamış hem de şöyle demişti: “İbrahim en-Nahai ve Hammad bin Süleyman öldü. Seni bizlere halef bıraktılar. Ey Numan!” Mezarında, İmâm-ı Âzam’ın mezarında ağlarken bu âlim böyle diyor. “Allah sana rahmet etsin. Senin vefatından sonra kimse senin halefin olamadı”. Yani yerini kimse dolduramadı, demeye getiriyor. Âlim çok dünyada ama böyleleri çok az kıymetli efendiler ve İbn-i Mubarek böyle ağlamış, böyle söylemişti. “Züht ve takva bakımından sana halef olmaları mümkün değildir. Meğer ki Allah muvaffak kılar”. İşte İbn-i Mubarek yine ne diyor: İmâm-ı Âzam züht ve takvada ona kimsenin ulaşamayacağı, ulaşamadığını söylüyor. Evet kıymetliler, Cenab-ı Hak kime hidayet ederse biliyorsunuz ki Allah’ın çok hayır verdiği kimselerin en başında gelenlerden biri Allah kime fıkıh ilmini tam nasip ederse işte ona hikmet verilmiştir.
14.2 8:52 İmâm-ı Âzam’ın gördüğü ve vefatından sonra da görülen rüyalar. İmâm-ı Âzam, Cenab-ı Hakkı 99 defa rüyasında görmüş, evet kıymetliler, kendi kendine “Eğer 100. defa görürsem mahlukatın necatı için bir dilekte bulunacağım” (Kıyamet gününde mahlûklar ne ile azabından kurtulacak?) demişti. 100. defa müşahedesinde (görme) meşhur tespihini bize nakletmişti. O meşhur tespih şudur: “Sübhânel ebediyyil ebed. Sübhânel vâhidil ehad. Sübhânel ferdis samed. Sübhâne râfiis semâi bi ğayri amed. Sübhâne men besatal arda âlâ mâin cemed. Sübhâne men hâle kal halka fe ahsâhum aded. Sübhâne men kasemer rizka ve lem yense ehad. Sübhânellezî lem yettehiz sâhibeten velâ veled. Sübhânellezî lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekûn lehû küfüven ehad. Sübhâne men yerânî ve ya’rifu mekânî ve yerzakanî velâ yensânî”.
سبحان الابدي الابد، سبحان الواحد الاحد، سبحان الفرد الصمد، سبحان رافع السماء بلا عمد، سبحان من بسط الارض على ماء جمد، سبحان من خلق الخلق فأحصاهم عدد، سبحان من قسم الرزق ولم ينس أحد، سبحان الذي لم يتخذ صاحبة ولا ولد، سبحان الذي لم يلد ولم يولد ولم يكن له كفوا أحد
Duanın Türkçe anlamı: “Ebedî olan Allah her türlü noksanlardan münezzehtir. Vahid-ehad olan Allah münezzehtir. Ferd ve samet olan Allah münezzehtir. Gökleri direksiz yüksekte tutan Allah münezzehtir. Yeri donup yoğunlaşmış suyun üzerinde yayan Allah münezzehtir. Bütün mahlûkları yaratan ve onları bir bir sayan Allah münezzehtir. Rızkın taksimatını yapan ve hiçbirini unutmayan Allah münezzehtir. Ne eş ne de çocuk edinmeyen Allah münezzehtir. Doğurmayan, doğmayan ve hiçbir dengi olmayan Allah münezzehtir”. 10:35 23.10
İşte kıymetliler, Yüce Allah-u Teâlâ’nın buna lütf-u kereminden, kalp gözüyle Rabbisini çok özleyenler bu lütuflara mazhar olmaktadırlar. Bu rüyayı gören kimse fakihtir, dedim. Bunun üzerine İbn-i Sirin bakın ne diyor: “Allah’a yemin ederim ki bu kişinin elinde Resullullahın ilmi öyle zahir olacaktır ki daha önce kimse böyle yapamamıştı. Bu kişinin adı doğu, batı ve her tarafta yayılacaktır. Çünkü aldığı toprağı dört tarafa saçmıştır” dedi. İşte bu zat, ilminin cihana yayılan zat İmâm-ı Âzam’dır. Kıymetliler, bunun da durumu şöyle: İmam bir rüya görüyor, biliyorsunuz ve o rüyasında Peygamberin bir hadisi de müjdelenmiştir. “O kimse kendinden öncekilerin yapmadığı bir şekilde ilmi neşredecektir” demişti. Bu rüyayı daha önce anlatmıştık. Dolayısıyla burada da sadece hatırlatmış olmaktayız. Bin Keysan anlatıyor, bütün âlimlerimizi Allah çok rahmet eylesin, “Rüyamda Resulullahı gördüm. Arkasında Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anhüma) duruyorlardı. Bunlara dedim ki “Resulullahtan bir şey sormak istiyorum?”. “Sor. Fakat sesini yükseltmeden” dediler. Ben de Ebû Hanîfe’nin ilmi hususunda sordum. Dikkat et Peygamberin peşindeki Ebû Bekir ve Ömer’le beraber soru soruluyor. Kime? Sevgili Peygamberimize. Ebû Hanîfe’nin ilmini yani İmâm-ı Âzam’ın ilmini soruyor bu zat. “Hızır Aleyhisselamın ilmindendir” buyurdular. Yani İmâm-ı Âzam’da Hızır Aleyhisselamın ilmi de var. Bir de fıkıh ilmi ise İslâm şeriatının ilmi. Bu da tamamen var. Şimdi bunu tekrar ediyorum önemine binaen. Bin Keysan anlatıyor. “Rüyamda Resulullahı gördüm”, diyor. Dikkat edin bu kelimeye. Resulullahı gören kesin görmüştür. Çünkü şeytan-ı ilahi onun suretine giremez. “Peygamberimizin arkasında Ebû Bekir ve Ömer de duruyordu” (radıyallahü anhüm ve erdaim ecmain). Bunlara dedim ki “Resulullahtan bir şey sormak istiyorum?”. “Sor. Fakat sesini yükseltmeden dediler. Ben de Ebû Hanîfe’nin, İmâm-ı Âzam’ın ilmi hususunda sordum. Çünkü fazla itibar etmiyordum”. Dikkat et. İmâm-ı Âzam’ı da üstelik yani pek fazla sevenlerden de değil bu adam. Böyleyken bakın Peygamberimiz ona ne dedi: “Ebû Hanîfe’nin ilmi Hızır Aleyhisselamın ilmindendir” buyurdular ki bütün evliya okullarının baş evliyası demektir İmâm-ı Âzam. Bunu doğru anlamaya çalışalım (rahmetullahi aleyh ve aleyhim ecmaîn). Gökten arka arkaya üç yıldızın düştüğü rüyada görülmüştü. Önce Ebû Hanîfe vefat etti. Dikkat et. Ardından Mis’ar bin Kidam, daha sonra da Süfyân es Sevrî. Muhammed bin Mukâtil’e söylendiğinde “Âlimler yeryüzünün yıldızlarıdır” demiş ve ağlamıştı. Bakın, her âlimin ölmesiyle gökten yıldızlar kayıyor. İmam-ı Ebû Yusuf (rahmetullahi aleyh ve aleyhim ecmaîn), İmamın şöyle bir rüya gördüğünü nakleder: İmâm-ı Âzam (rahmetüllahi aleyh) rüyasında mahşer kurulmuş. Peygamber Efendimiz havzının (kevser havuzu) başında ayakta duruyor. Peygamber Efendimizin (aleyhissalatu vesselam) sağ tarafında İbrahim Aleyhisselam başını Peygamber Efendimizin göğsüne dayamıştı. Onun yanında Ebû Bekir vardı. Ebû Yusuf diyor ki “Hatta bundan sonra meşâyıhtan (şeyhler) 17 kişi saydı. Havzın önünde ellerinde kaplar bulunan kişiler vardı. Havzdan nasibini almak, ondan içmek istedim. Bana “Resulullaha soralım” dediler. Sordular, müsaade verildi. İşte kevser dolu bir kâse verdiler”. Dikkat et. İmâm-ı Âzam’a kevser ırmağından içiriyorlar. “Sırayla orada bulunan bütün ashap içtiği gibi ben de içtim. Kâseden parmak ucu kadar bile noksanlaşmamıştı”. Yani içtiğim halde diyor eksilmiyor. “Kevser suyu sütten beyaz, baldan tatlı ve kar gibi soğuktu”. İşte büyük İmam Ebû Yusuf bunu naklediyor, İmâm-ı Âzam’dan naklediyor. Eptalden bazıları İmam-ı Muhamed bin Hassan’ı rüyalarında gördüler. (Rahmetullahi aleyhim ecmain. Kaddesallahü esrarehüm-Allah onların sırrını temiz, mübarek ve mukaddes etsin, demektir. İkiden çok evliya için kullanılır). İmam-ı Muhammed’e (rahmetüllahi aleyh) “Allah sana nasıl muamelede bulundu?” diye sordular. 19:22 05.11 İmam-ı Muhammed “Allah (celle celaluhu) eğer sana azap etmek isteseydim karnını ilimle doldurmazdım” buyurdu. Ebû Yusuf’un makamını sordum. “Onun makamı da benim üstümdedir” dedi. “Ya Ebû Hanife, dediğimde ise onun makamı hepinizin üzerindedir, dedi”. İşte kıymetliler, büyük âlimlerin büyük rüyaları. Müfessirin büyüklerinden Mukatil bin Süleyman’ın ders halkasına birisi gelmiş, demişti ki “Rüyamda gökten beyaz elbiseli, uzun boylu bir insan indi. Bağdat’ın en uzun minaresinin üzerine dikildi. Üst üste iki defa da insanların bir şeyi kaybettiğini seslendi”. Mukatil “Eğer rüyan sabit ise dünya en büyük âlimini kaybedecektir” dedi. Hemen Ebû Hanîfe yani İmâm-ı Âzam’ın vefatı haberi geldi. Bakın, bunun haberi göklerden de geldi. Mukatil bunu duyunca önce istirca (İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn-Muhakkak ki Allah-u Teâlâ’nın kullarıyız, vefat ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine ona döneceğiz) etti sonra da ümmet-i Muhammed’in birçok güçlüğünü izale (gideren) eden kişi vefat etti” demişti. Kıymetli efendiler, bakın Ebû Muaz, Fazli bin Halid, en-Nahli anlatıyor: “Rüyamda Resulullahı gördüm”. Yani Peygamberimizi görüyor (aleyhissalatu vesselam). “Ebû Hanîfe’nin ilmi hususunda ne buyurursunuz, dedim”. Bakın Sevgili Efendimizden şunu söylüyor, şu haberi veriyor: “İnsanların ihtiyacı bulunan ilim onu ilmidir.” buyurdular. İşte kıymetliler İmâm-ı Âzam’ı da bize sevdiren Allah’a, onun ilminden ilim nasip eden Allah’a hamd-u senalar olsun. (Elhamdülillah ve lekel hamdü hatta ferda ve lekel hamdü iza radike ve salli ve sellim ve bârik âlâ Muhammed). Bütün İslâm âlimleri üzerine Allah çok rahmet eylesin. Kandım değinceye kadar. İşte bu da ikinci, Peygamberimizden nakledilen: “İnsanların ihtiyacı bulunan ilim onu ilmidir” buyurdular. İşte Mekkî el-Menakip adlı eserde bunu da bulabilirsiniz. Basralı Müsebbet bin Abdurrahman diyor ki “Mekke-i Mükerremde, Harem-i Şerifte rükun ile makam arasında uyuyordum. Rüyamda Resulullahı gördüm. Resulullah “Ya Resulullah! Kûfe’de zuhur eden Numan bin Sabit isimli İmâm-ı Âzam denilen bu kişinin ilmi hakkında ne buyurusunuz?” diye sordum. Bu da bakın yine Peygamberimizden. Peygamberimiz ne diyor: “Onun ilminden al, onunla amel et. Ne güzel kişidir o” buyurdular. İşte Hanefi mezhebinin, Yüce İslâm’ın yüce delillerini Hanefi âlimlerin başta İmâm-ı Âzam nasıl anlayıp kavradıkları ortada. Diğer kıymetli âlimlerimiz de böyle. Kıymetli efendiler, “Sabaha yakın görmüştüm rüyayı” diyor. Bu rüyayı gören zat. “Kalktım. Ben ki Ebû Hanîfe’yi kerih gören insanlardım”. Yani Ebû Hanîfe’den hoşlanmıyor bu rüyayı gören adam. Ne yaptı: “Peşinden tövbe ve istiğfar ettim” diyor. Hanbeli mezhebinin imamlarından bazıları da rüyalarında Resulullahı görmüşlerdi. Bunlardan birisi diyor ki “Rüyamda Resûlullah’ı gördüm. Bana mezheplerden bahset” dedim. Resullullah “Mezhep üçtür” buyurdu. Bunun üzerine ben Ebû Hanîfe’nin rey taraftarı olmasında dolayı bu sayının dışında tutulacak sandım. Peygamber ise ondan başlayarak “Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed” dedi. Daha sonra da “Dört” buyurarak Maliki saydı. Ben bunun üzerin, “Bunların hangisi hayırlıdır?” dedim. Zann-ı galibime göre “Ahmed’in mezhebi” dedi. (Tembih: Bazı hasetçiler İmam hakkında anladıklarımızın zıddına rüyaların görüldüğünü zannettiler). İşte kıymetliler, şöyle bu kadar delillere bir bakın. Yine şöyle işte böyle maksada uygun olmayan rüyalardan birinin sahibi Zübeyir bin Ahmet’tir. Zübeyir, Resulullahı rüyasında görmüş. Ebû Hanîfe, Resulullahın solunda, İmam-ı Şafiî sağındaymış. Peygamber Efendimiz önce sol tarafına yüzünü çevirerek “Biz onların yerine peygamberleri ve kitapları inkâr etmeyecek bir kavmi vekil ederiz” diyen bu ayeti okumuş, daha sonra da sağ tarafına dönerek “O peygamberler Allah’ın hidayete eriştirdiği kimselerdir. Sen de onların gittiği yoldan yürü” (En’am Suresinin 90. ayeti) mealindeki ayeti okumuş. Bu rüya doğru değildir. Aşağıda sebebi de anlatılacaktır. Kıymetli dostlarım, işte rüyaların doğruları belli ve çarpıtılmak istenenler de belli. Ebû Hanîfe “İçtihat eden her iki müçtehit de isabet etmiştir; hak birdir” dediği halde Şafiî “İçtihat eden iki müçtehidin birisi isabet diğeri ise hata eder. Hata edenin hatası ise affolunmuştur” demektedir. Bu hususta ne buyurursunuz?” denildiğinde Resulullah “Her ikisi de birbirine yakın manalar taşımaktadır. Her ne kadar lafızları farklı olsa da”. İşte “Ya, Rasulullah! Ebû Hanîfe’nin mezhebi üzere mi olalım yok Şafiî’nin mezhebi üzere mi olalım?”. “Her ikisinin mezhebi de haktır” buyurdular. İşte bu rüyalar haktır.29:42 5.11 Ümmetimin ihtilafı rahmettir. Âlimlerin içtihattaki ihtilafları, ilmi yarıştaki ihtilafları rahmettir. Evet, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Hanefi âlimlerinin hepsi Kur’an-ı Kerim’e, sünnete, icma ve kıyasa, asli ve feri delillere dayanmadan bir dini hüküm beyan etmemişlerdir. Dayanakları tamamen Kur’an ve sünnet tercihli idi. Evet, İbn-i Abdülber diyor ki “Ebû Hanîfe’yi çekemeyenler vardı” diyor. “Çekemiyorlardı” diyor. Çünkü yüksek bir âlim İmâm-ı Âzam. Herkes bunu çekemez. “Haset edenleri çoktu. Ondan olmayan şeyleri ona nisbet ediyorlardı. Ona yakışmayan şeyleri uydurup söylüyorlardı”. İşte kıymetliler, İbn-i Abdülber, o da biliyorsunuz büyük zatlardan birisidir. Yine İmâm-ı Âzam her konuda ilmi ehliyeti üzerinde taşıyan büyük bir zat-ı muhteremdir. Islah da ise hafız ve mütehassıs bir hadis âliminin günahkârlık, teblis31 26 ve yalancılık gibi sebeplerle ravinin rivayetini geçersiz saymasıdır. Cehl (ilimsizlik) için anlamı budur. Evet kıymetliler, İmâm-ı Âzam Sahabe Devrine ulaşmış, Tâbiîn Devrinde yaşamış bir zat-ı muhterem olduğu için hadis-i şeriflerin bizzat yaşanan fiili hadisleri de kavlileri de takrirleri de bilen bir zat-ı muhteremdir. Çünkü Peygamberimize en yakın müçtehit yani bu mezheplerin içerisinde odur. İbn-i Abdülber bunları dedikten sonra sözlerine misal olarak İmam-ı Malik hakkında söylenenleri İbn Ma’in’in Şafiî hakkındaki sözlerini ve buna benzerlerini naklettikten sonra bu kimselerin sözlerine Şair Hasan bin Hâmî’nin şu şiiriyle son vermiştir: “Dağı yaralamak kastıyla başını dağa vuran ey kişi! Başına acı. Zira dağa şefkat gerekmez. Senin kafan parçalanır”. Yani İmâm-ı Âzam gibilere, büyük âlimlere dil uzatanların hali dağa kafasını vuranlara benzer. Dağa bir şey olmaz. Dağa kafasını vuranın başı parçalanır. İnsanların dilinden kim kurtulabilir? İnsanların kıyl-ü kàline (dedikodu) son olur mu? Ey İmam! Yüce bağının üstünlük kabul ettikleri meziyetlerle Allah’ın seni faziletli kılmasına insanlar haset ediyorlar, çekemiyorlar. İşte çok büyüklerin de karşısında çekemeyenler vardır. O delikanlıya çalışarak ulaşamayacaklarını bildiklerinden haset ediyorlar. Kavim ona düşman, onun birçok hasımları (düşman) var. Kıymetli efendiler “İlmi kimde bulursanız alınız”. İbn-i Abbas’ın (radıyallahü anh) şöyle dediğini rivayet ederler: “İlmi kimde bulursanız alınız. Fakihlerin birbiri hakkında sarf ettikleri sözleri dikkat ediniz”. Çünkü onlar arasındaki buğz ve haset başkaları arasında olandan çok çok fazladır. Yani kötü niyetli insanlar, hele de ilmiyle amel edemeyenler büyük zahit âlimleri çekemezler. İşte bundan dolayıdır ki Medzub’ta zikredildiği gibi Maliki mezhebinde karinin kari hakkındaki şahadeti kabul olunmaz. Yani âlimler arasında haset ve buğz çok kuvvetlidir, denilmiştir. İmâm-ı Âzam’da ise bu haset hiç olmamıştır. Kimsenin gıybetini bile yapmamıştır. Sadece ilme ve Allah’a kulluğa ve insanlığı ilimle parlatmaya gayret etmiştir. Tabii beşerî hasletler, özellikler herkeste vardır. Masum olan sadece peygamberlerdir. Sevgili dostlarımız “İnsanların namus ve vakarları ateş çukurlarından bir çukur gibidir. Bu ateş çukurların kenarında duranlar ise hâkimler ve muhaddislerdir”, demiştir. Bunu kim diyor? Şeyhülislâm Takiyüddin ibn-i Dakîk-ul-İyd diyor bunu (rahmetüllahi aleyhim ecmaîn). Yani “Kimsenin gıybetini yapmayın. İnsanların namus ve vakarları ateş çukurlarından bir çukur gibidir” diyor. 12.11 37:12 Yani kimsenin haysiyetiyle, şerefiyle namusuyla oynamayın. Hele de âlimlere hiç mi hiç dil uzatmayın. İlmi belgeler bakın. “Bu ateş çukurlarının kenarında duranlar ise hâkimler ve muhaddislerdir” demiş. Adalet etmeyen hâkimler ve ilmine amel etmeyen muhaddisler. Zehebî diyor ki “Hiçbir asır bilmiyorum ki o asırda yaşayanlar bu dertten mustarip (acı çeken) olmasınlar. Peygamberlerin ve sıddıkların zamanları hariç”. Taceddin es-Subkî diyor ki (rahmetüllahi aleyhim ecmaîn): “Ey, irşad talep eden kişi! Sana gereken şey geçmiş bütün imamlar hakkında terbiye üzere bulunmandır”. İslâm âlimlerine karşı terbiyeli ol, diyor. “Çok kesin bir şekilde bilmediği müddetçe selefin birbiri hakkında söyledikleri üzerinde durman onların temyizini (hukukta, doğruyu yanlıştan ayıran kuruldur) yapmaya kudretin yetmeyeceği için sana bir fayda sağlamaz”. Büyük âlimleri senin yargılamaya bir defa hiçbir gücün var mı? O dereceye ulaştın mı? “Sen böyle gizli şeyleri tertip (düzenlemek) için yaratılmadın. Sana lâzım olanla meşgul ol. Faydasız şeyleri terk et. Bazıları bu tip sözleri naklederek birini diğeri üzerine haklı çıkarmak isterler. Sen bundan kaçın. Ebû Hanîfe’yle Süfyân es-Sevrî arasında olanlar, İmam-ı Mâlik ile İbn-i Ebû Zi’b arasında geçenler, Ahmet bin Salih ile İmam Nesaî arasında cereyan edenler, İmam-ı Ahmed bin Hanbel ile Haris el-Muhâsibî arasındakiler, Takiyüddîn Salih ile İzzettin bin Abdüsselam arasında geçenler hep bu tip şeylerdir.1:22 19.11 Bunları zikretmekte bir fayda olmadığı gibi böyle şeylerle de meşguliyet kişiyi helake götürebilir. Çünkü onların ilmi yarışı vardır”. Senin neyin var ki o işe karışıyorsun? Bunların hepsi de büyük imamlardır (rahmetullahi aleyhim). Allah hepsine rahmet, hepsine mağfiret eylesin. Yapacağın şey bu. “Bunlar birbirlerinin hakkındaki sözlerinin bazılarını anlayamadığımız gibi bize yükleyecekleri ağırlıkları da taşıyamayız. Dünyaya nasihat ediyorlar bu zat-ı muhterem. Onun için bize düşen şey “Allah onlardan razı olsun” diyerek anmak, aralarında cereyan edenler hakkında dilimizi tutmaktır. Çünkü onlar ilmi yarış içindeler idi. Allah cümlesinden razı olsun. Bu tip sözler sahabe-i kiram arasında da cereyan etmişti. Bunlar hakkında da takip edeceğimiz usul aynı olmalıdır”. İşte bu nasihati yapan âlime de diğer İslâm âlimlerine de Allah çok çok rahmet eylesin. Şimdi Tabakatu Şafiî’iyyetul adlı eserinde Taceddin-es Subki işte bu kıymetli sözleri söylemiştir. Ebû Hanîfe, sahih hadislere muhalefet etti, diyenler de yanılmışlardır. Evet kıymetliler çünkü Ebû Hanîfe o ilmin zirvesine çıkan zat-ı muhterem. Hiç sahih hadislere muhalefet ettiği sözü şöyle bir vicdanla, insafla ilmi belgelere dahi dikkat ederek düşünmek lazım. Bundan dolayı İmâm-ı Âzam “Namazda Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyunuz (Muzemmil/20)”.
فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“Namazda Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyunuz (Muzemmil/20) Bak bu bir ayet-i kerime, öbürüyse hadis-i şeriftir. “La salate limen lem yekra bi fatihatil kitabi”- Fatihatul Kitabı okumayanın hiç namazı yoktur”. (Müslim, Kitab-us-Salat 34 nolu hadis-i şerif). Bu da hadis-i şeriftir Fethu’l-Kebir’de mevcut bulunmaktadır. Beyyine (bir olayın doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem) müeddeye yemin imkân edenedir. Beyyine müeddeye yemin imkân edenedir. Şimdi şöyle baktığımız zaman ulemalar, ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri çok iyi ulema değerlendirmek için cehdini sarf ettikleri için, bütün kuvvetlerini onlara “müçtehit” denir. Evet “İmâm-ı Âzam Ebû Hanefi (rahmetüllahi aleyh) haber-i ahadı terk etmesinin sebebi kaidelerine uymadıklarından ve işaret ettiğimiz mazeretlerinden dolayıdır. Sen bu hususta ayağı kayanlardan, doğru yoldan sapanlardan olmayasın. Aksi takdirde sen de hüsrana düçan (yakalanmış) olanlarla birlikte olur, kötülüklerle anılırsın”. Bak, burada da nasihat edilmektedir. Ebû Hanîfe’nin kadrini düşürmek için onu kötü vasıflarla zikredip öldürücü oklarını attılar. İmamın çağdaşlarının ve daha sonra gelenlerin kalplerinden Ebû Hanîfe sevgisini silmek için çalıştılar. Onun mezhebini taklit edip Ebû Hanîfe’ye olan inanç ve güveni zedelemeye çalıştılar, dikkat et, fakat yaptıklarının hiçbir tesiri olmadı. Daha da çok parladı. Ebû Hanîfe’nin yaptıkları ilahi vahye istinat ettiğinden onu yücelten de Allah-u Teâlâ’dır. Allah-u Teâlâ’nın geniş hazinesinden yardım görerek yücelen insanı kimse küçültemez. Bu nimetlere de kimse engel olamaz. Allah’ın vermediğini kimse veremez, verdiğine kimse engel olamaz. Hak Teâlâ bizi müçtehitlerin hukuklarına riayet edenlerden eylesin. Hakkı çiğneyen, dik kafalılık edenlerden, kibirlilerden, bunların hukukunu çiğneyenlerden eylemesin. Hak sahiplerinin hakkını tanıyanlardan eylesin. İnayetini layığı veçhile bizlerden esirgemesin. Karanlıkta yol bulmaya yarayan gökteki yıldızlara benzemekte olan âlimleri de eksik etmesin. Tariz edenlerin tarizlerini de başarıdan mahrum bıraksın. Mutaassıp ve müfterilerin başarı kazanmalarını düşünülemez. Allah-u Teâlâ’nın Kitab-ı Kerim’inde sonra gelen nesillerin selefi dua ile yad etmeleri övülmüştür. Onlardan sonra gelenler şöyle derler. İşte Kur’an-ı Kerim’in bu ayetini ezberle ve oku. Sık sık oku:
Ayet
“Rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninâllezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm”. Bizleri de böyle dua edenlerle haşret. Çünkü biz onları severiz. Kişi sevdiği ile haşrolur. Bizi bunların zümresine ithal eyle. Onlara hizmet edenler arasına kat. Ne diyor bu ayet-i kerimede Rabbimiz, bakın ne diyor: “Ey Rabbimiz!” Rabenâ- Ey Rabbimiz! “Bizi ve bizden evvel iman ile geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla, mağfiret eyle. İman etmiş olanlar için kalplerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Sen muhakkak çok şefkatli ve merhametlisin”. Amenna ve Saddakna. Âmin, âmin, âmin. 49:57 26.11 Ey Rabbimiz, zatına ve sıfatlarına yaraşır şekilde sana hamd-u senalar olsun. Sayısız şükürler olsun. Bizleri seni layığı veçhile hak ve şükürle yad eden velilerin zümresinden eyle. Salat-u selam, fazl-ı bereket, kainatin efendisi, Sevgili Efendimiz Şanlı Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (salluallahu teâlâ aleyhim ve sellem) Efendimiz üzerine, ehl-i beytine, ashabına sayısızca hadsiz ve hesapsız olsun. Bu duamız seni zikredenler var oldukça gafiller de unuttukları müddetçe devam etsin. “Sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun veselamun alel murselin vel hamdülillahi rabbil alemin”.
Ey kıymetli dostum, İmâm-ı Âzam’ın Fıkh-ı Ekber’ini sizlere oradan keşif notları vermeye çalışacağız, aczimizle, cehlimizle gafletimizle. İmâm-ı Âzam’ın biliyorsunuz ki bu dünyanın tümünü aydınlatacak ilmi dünyaya yayılmıştır. Şimdi o kıymetli eserlerden birkaç tanesini sayalım Fıkh- Ekber, Fıkhül-Ebsât, el-Âlim ve’l-Müteallim, Er-Risâle, El-Vasıyye, Kasîdetü’n Numâniye, El-Müsned gibi İmâm-ı Âzam’ın dünyayı aydınlatan ve ekolünde nice müçtehitlerin yetiştiği bir kıymetli İslam’ın dinde bir müçtehidi ki en büyük müçtehitlerden bir kişidir. İmâm-ı Âzam hakkında bilgi veren, şerh yazan kıymetli âlimlerimizden birisi de Ebû Münteha’dır. Bu da çok kıymetli bir Osmanlı âlimidir. Bu zat-ı muhterem İslâm’ın cihana hâkim olduğu, cihan devletinin kurulduğu dönemlerde yaşamış bir zat-ı muhteremdir. Ders 53:23 20.3 Allah ona da ve diğer bütün âlimlerimize de çok çok rahmet eylesin. Yüce Rabbimize o “Razı oldum” değinceye kadar ebediyyil ebed hamd-u senalar olsun. Sevgili (Habibi) Muhammed Mustafa’ya salât-u selâm olsun. O Şanlı Peygamberin ehl-i beytine ve ashaplarına Cenab-ı Hak onların hepsinden razı olsun. İslâm âlimlerin tamamına Allah rahmet eylesin. Tüm mümin ve Müslümanlara Allah gerçek Müslüman olma yolunda gayretler nasip eylesin. Şimdi kıymetli efendiler, Fıkh-ı Ekber’den size kısaca İslam’da İslam imanı nedir, nasıl olmalıdır, iman nasıl muhafaza edilmelidir (İman ebediyyil ebed bir insanın kalbinde parlamalıdır), makbul iman nedir İslam’da, Kur’an-ı Kerim’deki, sünnetteki asli delillere dayanan İslâm’ın imanı nedir, işte bu konuda İmâm-ı Âzam dünyaya ne yapmıştır? İmanla ilgili ebediyyil ebed imanla yaşamanın, makbul iman sahibi olmanın delillerini de ortaya İmâm-ı Âzam koymuştur. Allah, bütün ümmet-i Muhammed’in imanını gerçek makbul iman, kâmil ve daim olan imanlardan eylesin. Ders 27.06 55:31 İşte bizim Fıkh-ı Ekber’i de elimiz almamızın, oradan keşif notlarını takdim etmemizin sebebi şudur: İmanı tehlikede olan insanlar o tehlikeden kurtulsunlar, imanları makbul ve ebidiyyil ebed daim olan bir iman olsun ve imanları, imanı imanlıktan çıkaran tehlikelerden kurtulsun, bunun delilleri ortaya konsun diye Fıkh-ı Ekber’den keşif notları sunacağız. Sürekli de İmâm-ı Âzam’a rahmet okuyacağız ve İslâm âlimlerine de rahmet okuyacağız.
Kıymetli dostlarım biliyorsunuz ki imanın asli, birinci asli esası tevhiddir. Tevhid nedir? Allah-u Teâlâ’nın birliğidir. Yüce Allah’ın, Cenab-ı Hakkın zatını, zihin, hayal ve vehim tasavvurlarından (benzetmekten) tecrit etmektedir. Allah-u Teâlâ (celle celaluhu) ve Tekaddes Hazretlerinin onun bir olan bir varlık olduğunu, bir oluşu sayıların taksimi cinsinden değildir. İki sayısının yarısı olan bir gibi değildir. Onun zatında ve sıfatlarında benzeri, ortağı yoktur. Her yüce sıfatlarıyla, zatı ve sıfatlarıyla Yüce Allah bütün varlığıyla Allah birdir. Tevhid inancını Allah’ın birliğini bir defa mümin, Müslümanlar kelime-i tevhidi iyi keşfetmiş olmaları gerekir. İmâm-ı Âzam bunun en büyük kâşiflerinden biridir. Tevhidin temeli ve buna itikadın en doğru ifadesi işte şöyle başlar: Yüce Allah’a inanacaksın. Ama nasıl? Onun yüce sıfatlarını, isimlerini iyi tanıyacaksın. “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kaderin hayrı ve şerri ile Allah’tan olduğuna inandım”. Dikkat et. İnanacağım, inşallah inanırım falan değil, inandım. Kalp tasdik, dil ikrar edecek. Ders 59:09 3.4 Şimdi Allah-u Teâlâ’ya nasıl inandın, nasıl inanman gerekir? Meleklerine nasıl inandın? Kitaplarına, peygamberlerine nasıl inandın? Öldükten sonra dirilmenin Kur’an-ı Kerim’de, sünnette, asli delillerde delillerine göre nasıl inandın? Kaderin hayrı ve şerri ile inandım. “İnandım” diyeceksin. Bu konularda da asli delillere dayalı bilgi sahibi olacaksın. Şimdi Allah’a inandın ama Allah’ın sıfatlarına, esmasına zati, subuti sıfatlarına, ona şanına uygun olmayan sözlerde davranışlarda bulunduğun zaman hele bu inancına da yansıdığı zaman bu tehlike dikkat et iman orada tehlikededir. Doğru bilgi, doğru iman, hak ilim, hak iman olmak zorundadır. Fıkh-ı Ekber’i İmâm-ı Âzam işte ne yapmış? Kaleme almıştır. Bu bütün dünyanın imdadına yetişen bir iman okuludur, onun delillerini, ilmî delillerle ortaya koyan okuldur, ilmi delillerle. Şimdi Sevgili Peygamberimize Cebrail Aleyhisselam geliyor, ona bazı sorular soruyor. “İman nedir, İslâm nedir, ihsan nedir?” sorular soruyor. Ashap da Peygamberimizin yanında oturuyor. Cebrail Aleyhisselam soruyor Peygamberimiz cevap veriyor. Şimdi bunlar temel teşkil eden imanla ilgili bilgiler ve iman ve İslam. Bakın soruda, birinci soru iman nedir. “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaderin hayırlısının da şerlisinin de Allah’tan olduğuna inanmaktadır” buyurdular. İşte kıymetli dostlarımız, Es-Semî Ebi Ömer İbn Hattab (radiyallahu anhüm ve erdaim ecmaîn), Sahih-i Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu hadis-i cibrilin durumu Peygamberimize Cebrail Aleyhisselâmın sorduğu sorular ve cevaplar burada zikrediliyor. Şimdi İslâm sorusu soruluyor. İslâm nedir? Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) Allah’ın şanlı peygamberi, resulü olduğuna şahadet etmenle İslam başlıyor. Namaz kılman, zekât vermen, Ramazan-ı Şerif orucu tutman, gücün yettiği takdirde de Beyti yani Kâbe-i Şerif’i haccetmendir, buyurdular. İşte kıymetliler, iman, İslâm sorularına bu cevaplar verildi Peygamberimiz tarafından. Bunlar temel adımlar üzerine. Bunların içini dolduracaksın. Allah’a nasıl inandın? Peygamberin peygamberliğini nasıl tanıdın, nasıl tasdik ettin? Bunun ilmi belgeleri lâzım. Onun için Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe bir de kadere hayrına da ve şerrine de inanmandır. İşte bu temel kavramları da iyi bileceksin. İşte Fıkh-ı Ekber’in insanlığa ışık tutan imanla ilgili ilmi belgeleri ortaya koymaktadır Fıkh-ı Ekber, şanlı İslam âlimleri başta İmâm-ı Âzam. Bakın, buradaki sorunun biri de ihsan nedir. Cebrail Aleyhisselâm, Peygamberimize “İhsan nedir?” diye sordu. “İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görüyor”. Evet ey kıymetli dostum, Allah görüyor. Her şeyi ve bizi. Kalbimizi görüyor bakıyor, duyuyor her şeyi. Allah’a saygınla başla işe. En derin saygıyı Allah’a göster. Sen acizsin, göremiyorsun. O seni görüyor. Onun gördüğünü, bildiğini, duyduğunu bil. Onun yüce kudretinin bütün âleme hâkim olduğunu bil. Zamandan, mekândan münezzeh olarak her şeyi kuşattığını bil. İmiyle her şeyin kuşatıldığını, rahmetiyle ihata edildiğini, kudretiyle bütün her şeyin hükmü altına alındığını unutma. En derin saygıyı kalbini temizle. Yüce Allah’ın kalbine baktığını hiç unutma. Kalbini hazırla. Misafirin gelecek evini temizliyorsun. Ders 1:06 10.4 Allah kalbine bakıyor, hiç umursamıyorsun. Sözlerini ayarla. Edeple, terbiyle Allah huzurunda edep ve terbiyeyle işe başla. Bu saygıyı, derin saygıyı Allah’a göster (celle celaluhu). Allah için peygamberine, Şanlı Kur’an’a, bütün müminlere, Müslümanlara, âlimlere başta Peygamberden sonra âlimlere ve bütün mahlûkata ne yapacaksın? Şeriat ölçülerine göre Allah’ın emrine göre davranacaksın. Ölçüyü iyi anla, iyi kavra. Fıkıh ilmi ölçüdür. Şeriatın ölçüleri, belgeleri. Hem belge hem ölçüdür. Kur’an-ı Kerim amir hükümleri ortaya koyar, emreder. O emri nasıl uygulayacağını fıkıh ilmi, fakihler, âlimler Hz. Muhammed’in uyguladığı İslâm’ın ölçülerini sana gösterirler. Fıkıh ilmiyle. Fıkıhsız İslâm anlaşılmış olmaz. Fıkh-ı Ekber de işte bunun için İmâm-ı Âzam tarafından kaleme alındığı ortadadır. Şimdi bu konuda sorulan bakın bir de “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorulmuştu. “Bu konuda sorulan sorandan daha bilgili değildir” diye Peygamberimiz cevap verdi. Yani kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilmiyor veyahut da bildirilmesini müsaade edilmiyor ama alametleri, zuhur edecek alametlerden haber verilmiştir ama kıyametin saatini Allah’tan başka bilen olmaz. Şimdi yine bir soru sordu “Bu sefer bana kıyametin alametlerinden haber ver” dedi Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimize. O da bakın birçok alametlerinden şunları saydı: “Cariyenin efendisini doğurması. Yalınayak ve çıplak koyun çobanlarının bina yapmak hususunda birbirleriyle yarış etmesini görmendir” buyurdu. Evet bu kişi bundan sonra gitti ama insan suretinde, Dıhyetü’l-Kelbî suretinde, onun suretinde gelmişti. “Ya Ömer!” dedi Peygamberimiz Ders 1:09 17.4 “O soru soran kişinin kim olduğunu biliyor musun?” “Allah ve Resulü bilir” dedim. “Ben biliyorum” demedi çünkü insan suretinde geldi Cebrail olduğunu kimse bilmiyor. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki “O gerçekten Cebrail Aleyhisselam idi.1:10:41 Ders 24.4 Size dininizi öğretmeye gelmişti. O sordu ben cevap verdim ki ashaplar bilgi edinsinler, dinlerini öğrensinler diye geldi” dedi.
Sevgili dostlarımız, şimdi Yüce Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyacağız. 10.12 1:10:12 Bir defa bunlara dikkat edilmesi lazım. Şanlı Kur’an’ın ilmiyle Allah- Teâlâ’yı tanıyacağız. Onun birliğini iyi kavrayacağız. “Kul hüvallâhü ehad”. Bu İhlas Suresinin içeriğini iyi anlayacağız. Vücut, kıdem, beka, vahdaniyet, muhâlefetün–lil–havâdis, kıyâm bi-nefsihi, hayat, ilim, semi’, basar, irade, kudret, kelâm, tekvin, ihya, imate, terzik, halk yani yaratmak, yaşatmak, rızk vermek, öldürmek gibi Yüce Allah’ın şanlı sıfatları bulunmaktadır. Bunun için kıymetli dostlarımız, Yüce Allah elbette ki yüce sıfatları, yüce isimleriyle tanınmış olacaktır. Tabii biz, insanoğlu doğru bilgiyle işe başlayacaktır. Aczini de hiç unutmayacaktır, beşer olduğunu unutmayacaktır.
Şimdi meleklere iman. Allah’a imandan sonra meleklere iman. Biliyorsunuz ki meleklere de iman, imanın esaslarından birisidir. Allah’ın nurdan yarattığı melek isminde sayısız kulları vardır. Meleklerin sayısını Allah’tan başka kimse bilmez. Bu kadar Allah-u Teâlâ’nın sayısız melekleri vardır, hiç kimse sayamaz. Şimdi bunlar latif, cismi latif, ruhani, nurani varlıklardır. İslâm âlimlerimizin çoğu böyle tanımlamışlardır. Allah sevgisiyle istiğrak (Allah’tan başka her şeyden ilgisini kesip yalnızca Hakk’a bağlanması) halinde melekler vardır. Cenab-ı Hakkı bunlar tenzih etmek onların görevidir. “Subhanallah ve Teâlâ Subhanallah” diyen melekler, Allah’ı tenzih ve takdis eden melekler iliyyün veya mukarrebûn melekleri denmektedir bunlara. Yine yerde ve gökte bazı işlerin yapılması için nice görevli melekler vardır. Yine müddebbirat isimli melekler vardır. Bunlar hep görevlidir yerde, gökte. Yine melekler ilah-i vahiy ve peygamberlik görevini ilahi âlemden yeryüzüne taşıyan Allah-u Teâlâ’nın elçileri vardır. Melekleri inkâr, topyekûn dinleri ve peygamberleri inkâr niteliğini taşır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i, ilahi kitapları peygamberlere melekler getirir. Cebrail Aleyhisselamın görevidir. Onun emrinde de nice melek orduları bulunmaktadır. Bunun için Hz. Ömer’in hadisinde de olduğu gibi İmâm-ı Âzam Hazretlerinin ifadelerinde de Allah’a imandan sonra hemen meleklere iman zikredilmiştir. Pek çok ayet-i kerime bizlere meleklerin varlığını haber vermektedir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem, aleyhissalatu vesselam) defalarca melekleri görmüştür Peygamberimiz. Hatta bazı sahabeler bile görmüşlerdir. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) Hz. Ömer’e “Bu suali soran ve giden kişinin kim olduğunu biliyor musun?” diye sorduktan sonra “O Cebrail idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti” dedi. Bakın, melek insan suretinde ashapların ortasına oturdu, Peygamberimizin dizine dizlerini de dayayarak orada sorular soruldu ve ashap gördü. Ama onu insan suretinde gördüler. Cebrail Aleyhisselamı asli suretinde sadece Hz. Muhammed görmüştür. İlk vahyin gelmesinde Nur Dağında ufukta görüldü, bir de miraçta gördü. Artık ötesini Allah ve Resulü bilir. İki kanadı şark ile garbı dolduruyordu. 600 kanatlı olarak gördü. İki kanadı şark, garbı dolduruyordu. Şimdi Cebrail Aleyhisselam dediğimiz zaman herkesin de o şekilde görme şansı yok. Bu Hz. Muhammed’e nasip olanlardan biri de budur. Kur’an-ı Kerim’de melekler özetle bakın tasvip edilmişlerdir. Müminlere, düşmanlarına karşı yardım eden melekler vardır. Enfal Suresi 9. ayet, Âl-i İmrân Suresi 123- 125. ayetlerde olduğu gibi. Allah’a inanmayan insanlara verilen ilahi cezaları uygulayan melekler vardır. Yine ayet-i kerimelerde Bakara Suresi 210’da ve diğer surelerde mevcuttur. İnsanlara onların hidayeti için dua ederler. Bakın bir de dua eden melekler var. Hafaza melekleri var. Bunlara kirâmen kâtibin de denmektedir ki insanların işlediklerin iyilikleri ve kötülükleri yazan kirâmen kâtibin melekleri. 1:18 17.12 Bu da yine İnfitâr Suresinde, Enam Suresinde zikredilmektedir. Kabirde insanlara sual sormakla görevli Münkerle ve Nekir adlı melekler vardır. Bunları beyan eden hadis-i şerifler bulunmaktadır ki derslerimizin içinde bunlar ileride göreceksiniz. Yine Cebrail Aleyhisselam, Mikail Aleyhisselam, İsrafil Aleyhisselam, Azrail Aleyhisselam gibi meleklerin en büyükleri ve onların peygamberleri durumunda olanlar vardır. Kur’an-ı Kerim’de melekler ilgili ayet-i kerime için şöyle baktığımız zaman pek çok ayet-i kerime bulmamız mümkündür. Bu konuda yazılmış kıymetli eserlerimiz de mevcuttur.
Şimdi İnşallah-u Teâlâ kitaplara imanla dersimiz devam edecektir. Yüce Allah, imanı kâmil, amelleri salih ve imanı ebidiyyil ebed makbul iman olan, hiç imanı sönmeyen, bütün amelleri ihlasla işlenmiş olan, makbul amel-i salih sahibi olan kullarından eylesin. İşte bütün insanlığın kurtuluşuna gelmiştir Yüce İslâm. İslâm âlimleri de ilmin parlayan yıldızlarıdırlar. Yüce Rabbimize hamd-u senalar olsun. Sevgili Peygamberimize salât-u selam olsun. İslâm âlimlerine Allah bol bol rahmet eylesin. Sevgili Peygamberimizin ashaplarının tümünden Allah razı olsun. Dünyada ne kadar imanlı mümin ve Müslüman varsa hepsine bizden selam olsun. Dünyanın bütün insanlığına da Yüce İslâm hidayet, rahmet olarak geldi. Onlara da İslâm’ın hidayeti nasip olsun. Herkes Müslüman olsun ve kurtulsun. İslâm evrensel, ezeli ve ebedi dini, Allah’ın kurduğu düzendir. Bütün insanlar ve kâinat Allah’a aittir. Ayrılığı, gayrılığı insanlar çıkardılar. Birliği, beraberliği insanlar bozdular. Her gerçek şöyle bir bakın tevhid imanının önünde bütün insanlığı birliğe, beraberliğe, tevhid imanına, sulha, barışa, kardeşliğe çağırıyor Yüce İslâm. Bütün insanlığı kurtuluşa çağırıyor. Yüce Allah kurtulanlardan eylesin. 1:22 Ders 6 04.07 Ders ende 09.5 ende