[jw7-video]

107- Amelde Fıkhı Ekber Ders 107

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 107 (1.Kısım)

 

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ, بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Eûzübillahimineşşeytânîrracîm, Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbi’l âlemin. Vessâletü vessalâmû âlâ Rasulûna Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihî ecmaîn. Sûbhanekellâ îlme lenâ illa mâ âllemtena inneke ente’l âliymûl hakîm. Sübhanekelâ fehme lenâ illâ mâ fehhamtena inneke entel cevvabil kerîm. Rabbiş rahli sadri ve yessîrli emri vehlül ukdeten min lisani yefkâhû kâvli. Allahümme salli ve sellim ve barik âlâ Muhammedîn ve âlâ âli Muhammed.

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 107 (2. Kısım)

Bismillahirrahmanirrahim.

“Lâ yüâhızükümüllâhu bil lağvi fî eymâniküm ve lâkin yuâhızüküm bimâ akkadtümül eymân. Fe keffâratühü it’âmü aşerati mesâkîne min evsati mâ tud’imûne ehlîküm ev kisvetühüm ev tahrîru rakabeh. Fe men lem yecid fe sıyâmü selâseti eyyâm (eyyâmin). Zâlike keffâratü eymâniküm izâ haleftüm vahfezû eymâneküm kezâlike yübeyyinullâhu leküm âyâtihi lealleküm teşkûrûn. (Mâide 89.)

(Sadakallahülazîm)

“Allah katıksız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz” yani kasıtsız olarak. “Fakat bilerek yani kasıtlı olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun da kefareti ailenize getirdiğiniz yemeğin orta hâllisinden 10 fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde, yeminlerinizin kefareti işte budur. “Yeminlerinizi koruyun, onlara rivayet edin”. Allah (C.C.) size ayetlerini açıklıyor umulur ki şükredesiniz”. İşte kıymetli ve muhterem efendiler. Şimdi sizlere kefaretler bölümünde, Amelde Fıkh-ı Ekber’den sizlere derslerimiz devam etmektedir, konumuz kefaretler konusudur. Şimdi bu ayet-i kerimenin içerisindeki hükümlerini o kıymetli âlimlerimiz, fakihlerimiz bize ne güzel açıklamışlar. Şimdi ‘kefaret nedir?’ ona bir bakalım. Şimdi zıhar (sırt) kefareti, hata ile öldürme kefareti, yine Şafiîlerde kasten öldürme de buna kıyas edilmiştir. Yine Ramazan-ı Şerif’in gündüzünde bilerek cima kefareti. Hanefi ve Mâlikîler de kasten yiyip içmek de bu konuda buna kıyas etmişlerdir ve yemin kefareti. Şimdi kıymetli dostlarımız bunlara şöyle bir bir bakalım, kefaretleri de anlamaya çalışalım, anlatmaya çalışalım. Şimdi kefaretlerin durumuna baktığımız zaman; köle azat etmek, iki ay oruç tutmak, 60 fakiri doyurmaktır.

 

Dakika 5:00

Şimdi yemin kefaretine de gelince; 10 fakiri doyurmak, giydirmek; bunlara gücü yetmeyenin üç gün oruç tutmasıdır. Bu da yemin kefaretidir. Şimdi bunlara ayrı ayrı göz atalım ve bu kefaretleri anlayalım. Yemin kefaretine gelince bunun meşrû olması kefaret, örtmek demektir. Yemin kefaretinin delili kitap, sünnet ve icmâda mevcuttur ve okumuş olduğum ayet-i kerimede de (Mâide 89.) Cenab-ı Hakk bunu bize açıkça beyân etmektedir. Yine bunun sünnetten deliline baktığımız zaman, “Bir yemin edip de başkasının ondan hayırlı olduğunu görürsen, hayırlı olanı yap ve yeminin kefaretini öde”. Şanlı Peygamberimiz Hz. Muhammed de böyle buyurmuştur ve aynı zamanda bu yemin kefaretinde Kur’an-ı Kerim’den, Hadis-i Şeriflerden deliller olduğu gibi, Müslümanların bu konuda da icmâsı da bulunmaktadır. Vacip oluşunun sebeplerine baktığımız zaman; bu, vacip olmasıdır. Kefareti, yemini bozmadan önce yerine getirmek; bu konuda kıymetli müçtehitlerimizin, fakihlerimizin görüşlerine bir bakalım. Hanbeliler fark yoktur, demişlerdir. Mâlikî ve Şafiîler de bozduktan sonra kefaretin verilmesi faziletlidir, demişlerdir. O cihan müçtehidi, kıymetli olan Ebû Hanife İmâm-ı Âzam da şöyle, demiştir (Rahmetullahi Aleyhim Ecmain), Allah hepsine çok rahmet eylesin. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife şöyle buyurur: “Yeminin bozulmasından önce caiz değildir” der. “Yeminin kefareti, yemin bozulduktan sonra verilir” der o büyük imam. Ve şöyle der: “Müsebbeb sebepten sonra olur” diyor. Müsebbeb sebebin neticesi yani sebepten sonra olur buyurdular, o kıymetli imam. Kefarette vacibin türlerine şöyle bir baktığımız zaman; kefaret, mutlak bir vaciptir kıymetli dostlarımız. Şimdi dolayısı ile okumuş olduğum (Mâide 89.) ayet-i kerimede de Cenab-ı Hakk bizlere bunu, yüce emrini bildirdiler. “Bunun kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden 10 fakiri doyurmak veya onları giydirmek yahut bir köle azat etmektir” buyurduktan sonra “Kim bunlara gücü yetmezse, üç gün oruç tutsun” buyurulmuştur Yüce Rabb’imiz tarafından. İşte yemini kefaretleri bu şekilde anlamaya, anlatmaya çalışıyoruz. Hanefiler, Mâlikîler ve Şafiîlere göre âcizlik de -eğer ortada bir âcizlik varsa- bu göz önünde bulundurulur. Hanbeliler ise “vücub vakti” yani “yemini bozma” vaktidir derler. Şimdi yemek yedirmenin miktarı konusuna gelince; Hanefilere göre bunun kefareti on fakiri doyurmak, yani yedirmektir buyurdular.

 

Dakika 10:15

 

Yeme imkânını onlara vermektir; fakirlik, bunun ihtiyaç hâlidir. Cumhura göre de fakirlere temlik edilmesi zarûridir buyurmuşlardır. Hanefiler bu konuda temlik (sahiplik) şart değildir. Şart olan yeme imkânının verilmesidir. O da sabah akşam yemeğidir, buyurmuşlardır Hanefi âlimleri. Temlik edilmesi lâzımdır derler Hanefilerin dışındakiler. Kefaretin ayıptan (kusurdan) uzak olması da vaciptir. Yani kefaret olarak verdiğin şey ayıplı (kusurlu) olmaması gerekir. Bunun miktarına da gelince “Ailenize yedirdiğiniz orta derecesinden…” buyurulmuştur ki; “bir defa(lık) yemektir” diyen kimse “bir müd (~832 gr); bir günlük yemektir, ki bu da sabah ve akşam yemeğidir” diyenler ise; vacip olan miktar yarım sa’ (~1665 gr) yani iki müd (~1665 gr) olduğunu söylemişlerdir. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelilerin cumhuru şöyle derler: “Fakire fıtır sadakasında olduğu gibi bir müd (~832 gr) buğday verilir”. Müd (~832 gr) biliyorsunuz ki İmâm-ı Mâlikî’nin deyimi ile ‘Medine halkı’ içindir. Diğer şehir halkları ortalamasını verirler. Şafiîler ise tahıldan bir müd (~832 gr) vermesi caizdir, demişlerdir. Hanefilere göre ise yarım sa’ (~1665 gr) buğday yahut da bir sa’ (~3,328) hurma veya arpa ya da buğday unu ya da arpa unudur, demişlerdir. Bu şekilde değerlerini de vermek, kıymetini vermek de Hanefilere göre caizdir. Hanefiler yine derler ki: “Sabah-akşam olmak üzere doyurucu iki öğün yemektir” derler. Çok kıymetli ve muhterem izleyenler. Sizlere Amelde Fıkh-ı Ekber’in büyük ekollerinden, kısaca keşif notları vermeye devam ediyoruz. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife ve Muhammed zekât müstesna; kefaretlerden ve adaklardan zimmilerin fakirlerine vermeyi caiz görmüşlerdir. “Onun kefareti, 10 fakir doyurmaktır” ayet-i kerimesi umumî bir ifadedir, demişlerdir. “Sen, o zekâtı Müslümanların zenginlerinden al ve fakirlerine havale et”. İşte bu da Sevgili Peygamberimiz’den bir cemaatin rivayet ettiği Hadis-i Şeriftir Şanlı Peygamberimiz’den gelmektedir. Ebû Yusuf ise -(Rahmetullahi Aleyhim Ecmain) Allah hepsine çok rahmet eylesin- neziller, nafileler ve hacdaki temettü kurbanı dışındaki mallardan zimmilere vermek caiz değildir, demiştir. Zekâtın (vb.) gayrimüslime ödenmesi caiz olmaz. Çünkü zekât Müslümanlara verilir, demiştir.

 

Dakika 15:18

 

Kendilerine yemek verilecek olan kimselerin özelliklerini şöyle bir bakalım. Bunlar miskin yani fakir olması gerekir, hür olmaları gerekir, Müslüman olmaları gerekir. Cumhura göre gayrimüslimlere verilmez, yani kefaret verilmez. Hanefiler ise “mesakin, yani fakirler..” cümlesinden anladıkları zimmiye de (kefaret) verilmesini caiz kabul etmişlerdir. Hanbeliler ile Mâlikîlerin görüşüne göre yemek yiyecek çağda olmak da gereklidir, derler. Sofraya yemek yiyemeyen birisini getirirsen olmaz. Yemek yiyebilecek güçte olmalıdır, kefaret ödediğin zaman. Giydirmenin şekli konusunda da geldiğimiz zaman; Hanefi âlimleri temlik yolu ile caiz olur, demişlerdir. Bunun miktarı ise yine Hanefi âlimlerine göre “Bedenin ekserisini örten kadardır”, demişlerdir. Yani vücudu, aldığın elbise örtmelidir. Hanbeliler de şöyle derler: “Namaz kılınabilecek kadarıyla takdir olunur” derler. Avret yerini örtmüyorsa buraya ‘çıplak’ denilir. Mâlikîler de şöyle derler: “Bütün bedenini örtecek bir elbisedir. Kadın için ise kendisi ile namaz kılması caiz olunabilecek miktardır ki bu da bir elbise ve bir başörtüsüdür”, demişlerdir. Bu kıymetli ekoldeki yüksek âlimlerin hepsi konuyu en güzel şekilde aktarmışlardır dünyadaki Müslümanlara ve insanlık âlemine. Ve caddeler genişlemiştir ve rahmet yaygınlaşmıştır. Müçtehitlerin o zengin görüşleri, rahmetin genişliğidir. “O niye böyle dedi, beriki niye öyle dedi” demeyin. Bu rahmetin yaygınlığı İslam’ın yolunun genişliğidir. Onun için bu kıymetli âlimler müthiş büyük, cihanın en büyük âlimleri, cihan müçtehitleridir bunlar. Bunlar dinde müçtehit, zat-ı muhteremlerdir. (Rahmetullahi Aleyhim ecmain). Şafiîler ise giyen kişi için elbise giymiş denilebilecek miktarı yeterlidir, demişlerdir. İttifak ile kalensüve yani başlık, bir çift ayakkabı, eldiven, bunlar yeterli değildir, demiştir; bütün âlimlerimiz bunları yetersiz görmüşlerdir. Çünkü ayet-i kerimeler, Hadis-i Şerifler, icmâ ve kıyasta bunlar, bu dinin bütün cephelerini incelerken tam bir incelemeden sonra bu kanaatlerini, bu hükümleri ortaya koymaktadırlar. Rastgele değil! Bunlar yüksek âlimler. Bunlar, iyice araştırdıktan sonra elde ettikleri yüce bilgileri ortaya koyarlar. Hanefiler pantolon ve sarık ile elbise kefareti, caiz değildir, demişlerdir. Elbisenin asgari miktarı bedenin çoğunu örten miktardır, demişlerdir. Şafiîler de pantolon ve sarık giydirmeyi caiz kabul etmişlerdir.

 

Dakika 20:17

 

Mâlikîler, gömlek yahut peştamal, pantolon veya sarık denilebilecek asgari miktar yeterlidir, demişlerdir. Buradan da baktığımız zaman dünya Müslümanlarının işi ne kadar kolaylaştırmaktadır. İşte bu yüksek müçtehitlerin ihtilâfları, Müslümanların işini kolaylaştırıyor ve Müslümanlar rahatlıkla İslam’ı en iyi anlayan, bilen zat-ı muhteremlerin önderliğinde dinlerini öğrenmiş oluyorlar. Hanefi’si de öyle Mâlikî’si de öyle, Şafiî ve Hanbeli’si de öyle. Onlara yakın olan öbürleri de öyledir. Yine Hanefi âlimlerine göre köleyi azat eden kişinin tam mânâsı ile mülkü olması gerekmektedir. Çünkü Yüce İslam tam bir hürriyet dini olduğu için, -kıymetli dinleyenler- en büyük sevabı köle azat etmeye yani köleyi hürriyetine kavuşturmaya ayırmış, en büyük sevap oradan başlamaktadır. Yüce İslam tam bir hürriyet dinidir. Şimdi Yüce İslam, köleliği dünyadan kaldırmak, bütün insanlığın hakta hakikatte tam özgür olmasını sağlamak için yüce hükümler ortaya konmuştur. Yalnız bugün de çağdaş kölelik ortaya çıkmıştır. Cenab-ı Hakk bütün köleliklerin her türlüsünden insanlığı kurtaracak olan, Yüce İslam’ın cihana hâkim olduğu zaman, insanlık tümüyle hürriyetine haklarına ve adaletine, yüksek adaletine kavuşmuş olacaklardır. Mâlikîler, Şafiîler ve Hanbeliler kölenin mümin olması şartını koymuşlardır. Burada da bütün insanlığın imânlı olması istenmektedir. Yüce Allah (C.C.) tüm insanlığı Yüce İslam’ın, Şanlı Kuran’ın, Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu inanç sistemine göre; dünyanın, imânlı ve mümin olması gerekiyor. Allah insanları imân etmeye çağırmaktadır. Hanefiler ile cumhur arasında usule dair bazı farklılıklar; hükümleri birbirine uyan fakat sebepleri birbirinden ayrı olan yemin kefareti ile hata yolu ile öldürme kefareti gibi birtakım hususlarda görülen mutlak ifadeler, mukayyet ifadelere hamledebilir mi? İşte bu konuda bazı farklar vardır ki; bu da yine rahmet yaygınlığıdır. Yemin kefaretinde Şanlı Kur’an nasın (aslında) da ifade, imân şartı ile kayıp söz konusu olmaksızın, mutlak olarak zikredilmiştir der Hanefi âlimleri. Veya bir köle azat etmek denilmiştir. Hata ile öldürme kefaretinde azat edilecek kölede imân şartı ile mukayyet olmak üzere nas(aslı) varit(olası) olmuştur. “Her kim hata ile bir mümini öldürürse -kastı olmadan-, mümin bir köle azat etsin buyurmaktadır”. Kim buyuruyor bunu? Yüce Allah, Nisâ Suresi’nin 92. ayet-i kerimesinde buyrulmaktadır.

 

Dakika 25:08

 

İşte şöyle bir baktığımız (وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلاَّ خَطَئًا وَمَن قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَئًا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلاَّ أَن يَصَّدَّقُواْ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مْؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةً فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللّهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا ﴿٩٢﴾) buyurmuş Cenab-ı Hakk. Şimdi buradan baktığımız zaman cumhur der ki: “Mutlak mukayyede(kayıtta) hamledilirler” der. Şimdi “Erkeklerinizden 2 şahit bulundurunuz”, Bakara Suresi 282. ayet-i kerimede Yüce Rabb’imiz böyle buyuruyor. Mutlak ifade Yüce Allah’ın şu buyruğunda yer alan mukayyet ifadeye hamledilmiştir. “Sizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun”. Bu da Talak Suresi 2. ayet-i kerimedir. Hanefiler ise -bakın- ne diyorlar bu konuda, -rahmet genişlemekte yayılmaktadır-: “Mutlak, mukayyede hamledilmez” der Hanefi âlimleri. Mutlaklığı üzere kalması vaciptir derler ve her nasla kendi sınırları içerisinde amel edilmelidir buyurdular Hanefilerde. Burada bakıyoruz ki rahmet yaygınlaşmaktadır. Cumhurun ortaya sürdüğü deliller de mükemmeldir. Hanefilerin ortaya sürdüğü deliler de mükemmeldir. Buradan iki mükemmel ortaya çıkınca ne oluyor? Rahmet genişlemektedir. Yeter ki bu hükümlerin kökeninde ayet-i kerimeler, işte bu güzel kâşif âlimlerimiz tarafından mükemmel keşfedilmiş ve yüce mânâların elde edildiği yerde bu hükümler ortaya çıkarılmıştır. Şimdi bu durumda, bu şanlı âlimlerimizin bu güzel ilmî görüşlerini aldıktan sonra oruç miktarı konusunda da bakalım ne dediler? “Bir kimse yeminini bozarsa kefaretten biri de oruç tutmaktır”. Yemek, elbise giydirmek, köle bulamayacak olursa üç gün oruç tutmak konusunda Yüce Rabb’imizin yüce kelâmından alınan bilgiye göre bu yüksek âlimler -bakın- ne diyorlar? Bu, yemek yedirmeye, elbise almaya, köle azat etmeye gücü yetmeyen olursa o zaman ne olacaktır? 3 gün oruç tutması üzerine vacip olacaktır. İşte buradaki -kıymetliler-, bu konuda da âlimlerimiz ittifak etmişlerdir. “Kim bulamazsa üç gün oruç tutsun” buyurulmuştur. Buradaki vacipler farz anlamındadır. Bunu da -kıymetli dinleyenlerimiz- bu konuda böyle anlamaları gerekmektedir. Çünkü Hanefilerin dışındaki mezheplerde vacip yoktur. Onlarda vacip, farz anlamındadır. Vücub (sabit), farz anlamındadır. Mâlikîler, Şafiîler, peş peşe olmasını müstehap olduğunu söylerler. Sebebi konusunda da “…üç gün oruç tutsun” ifadesi ile mutlak olmasıdır derler. Hanefiler ile Hanbeliler ise bu orucun, (üç gün orucun) peş peşe olması şarttır, demişlerdir.

 

Dakika 30:01

 

“Peş peşe”; bu konuda sahih Hadis-i Şerifler bulunmaktadır. Şanlı Peygamberimiz’den rivayet edilen (A.S.V.) “…peş peşe 3 gün oruç tutsun”. Bu, Peygamberimiz’den gelen ve kıymetli sahabelerden, muhaddislerimizin rivayetidir. Okunan bir lafız ise bir hüccettir(senet). Lafız değil ise Peygamber Efendimiz’den gelmiş bir rivayettir. Vahit bir rivayet olur. O hâlde vahit habere, ‘vahit’ denmektedir ki; haber-i vahit ise delildir. Haber-i vahit (olası haber) ile kitaptaki hükme bir ziyadede (daha açık) bulunmak caizdir. Yani burada Şanlı Kuran-ı, Hadis-i Şeriflerle daha iyi anlamak anlamındadır bunlar. Kıymetliler, Hanefiler derler ki, -Hanefi âlimleri, o Hanefi ekolü dünyayı okutan bir ekoldür biliyorsunuz. Yani okuldur dünyayı okutan bir okuldur-. Bu ekolün yüksek âlimleri şöyle derler: “Nas ile peş peşe 4 çeşit oruç vardır”. Yani ‘nas’ dediği ‘ayet var’, hakkında ‘Hadis-i Şerif var’ veya ‘icmâ vardır’ anlamını taşımaktadır. Bunlardan birisi Ramazan-ı Şerif orucudur. Ramazan-ı Şerif orucu -biliyorsunuz- bir ay tutulur ve peş peşe tutulur (bir mazereti olmayan için). Zıhar (sırt) kefareti de peş peşe tutulur. Öldürme kefareti ve yemin kefareti de bunlar da peş peşe tutulur, demişlerdir Hanefi ekolünün yüksek âlimleri. Yine muhayyer (geri ödenecek) bırakılmış oruçlar ise Ramazan-ı Şerif ayının kazası; bunlar muhayyerdir, peş peşe de tutulur, ara sırada tutulur, ‘ara ara’ da tutulur. Mesela ihramdakinin orucu, başını tıraş etmesinin fidyesi; yine temettü haccı ve kıran haccı yapmış olanların orucu, ihramlının yeni ağının orucu, ağının cezası olan orucu, üç çeşit orucu da haberlerle sabit olmuştur. Kasten oruç bozma kefaretindeki oruç ise peş peşe tutulur. Çünkü bu ceza orucudur. Nafile oruçta serbesttir. Adak orucu, muayyen (kesin) değilse özelliklerine göre tutulur. Bazı oruçlarda itikâfı adamak ile lâzım olmaktadır. Çok kıymetli ve muhterem efendiler! Sizlere yeminin kefareti üzerinde, hak mezheplerin yüksek âlimlerinin, yüksek müçtehitlerin, fakihlerin görüşlerini kısaca -sizlere- özlü olarak duyurmaya çalıştık. Şimdi de Yüce İslam’ın içerisinde yeme içme konusunda neler serbest, neler yasaktır? Bu konuyu da enine, boyuna; bu yüksek ekolün âlimleri ki, Hanefi âlimleri, Mâlikî, Şafiî, Hanbeli ve diğer bunlara yakın âlimler, enine boyuna bunları incelemişlerdir. Şimdi bu konulara bir bakalım.

 

Dakika 35:09

 

Yüce İslam’da neler yenmesi helâldir, mubahtır, caizdir; neler haramdır, neler mekruhtur, tahrimi veya tenzihi olarak şöyle bir bakalım. Sıhhate ve dininde esenliğe tabii ki Yüce Allah’ın muradı, kullarını sıhhatli olması, dininde esenliği ulaşması olduğu için âlemlerde nimetlerle -ne yapmış- kullarını kuşatmış, nimetler dolup taşmaktadır. Maddi ve ahlâki zararları önlemek, bunların içinde zararlı olanların da Yüce İslam, Şanlı Kur’an, Şanlı Peygamber, Yüce Allah’tan aldıkları emir üzere, kullarına zararlı olanları Şanlı Peygamber aracılığı ile insanlık âlemine Allah duyurmuştur. İşte bunları yüksek âlimlerimiz de incelemiştir. Herkes Kur’an-ı Kerim’i baştan sona inceleyecek, hükümlerini çıkaracak, güçte ve kuvvette, o kapasite herkes de olmadığı için; bugün müçtehit olmayan her Müslüman’a bir müçtehit lâzımdır. Çünkü bilmeyen bilenlere sorup öğrenecektir. Bu Yüce Allah’ın kesin emridir. Müçtehit olmayanların verdiği fetvalar geçerli değildir. İşte biz, size Şanlı Kur’an, nurlu İslam ile sahih Hadis-i Şerifler ve müçtehit âlimlerin anladığı Yüce İslam anlayışı ile Amelde Fıkhı Ekber’in keşif notlarını vermeye çalışıyoruz. Maddi ve ahlâkî zararları önlemek; burada tabii hikmetin kaynaklarında bunlar vardır. Hanefiler şöyle derler (Hanefi âlimleri), buna ‘el-hazır’ derler “şer’i yasak” demek. Yani şeriat, nurlu İslam, nurlu şeriat neyi yasaklamış? “Vel-ibahe” yani “mutlak veya serbest bırakmak”. Neler serbesttir, yenilebilir, içilebilir? Bakın, bu konuda el-kerahiye veya el-istihsan gibi isimler verilmiştir buna. Şeriatın güzel ve çirkin kabul ettiği neler var ise Müslümanların bunları bilmeleri gerekmektedir. Buna züht veya vel-vera, ez-züht veya vel-vera gibi isimler de verilmiştir. Hanefilerin dışındakiler ise özellikleri, hasretleri, mukaddimeleri ortaya koymuşlar, Mâlikîlerden kıymetli alimlerden Hâlil ise (Şeyh Hâlil) derler ki, Mâlikî alimlerinden; mubah, haram ve mekruh diye ifadelendirmiştir o da. Hepsi güzel, güzel ifadelerde, tanımlarda bulunmuştur. Bunlar bir araya gelince büyük bir zenginlik ortaya çıkmaktadır. Hanefiler tarafından ‘kerahet’ kelimesi kullanıldığı zaman genelde tahrimi mekruhtur, buna işaret edilmektedi. Buna da dikkat edilmesi lâzımdır. Tahrimi mekruh, harama yakındır. Tenzihi mekruh da sünnet derecesinde bir hoşgörü, dinde hoş görünmeyen bir kerahettir ki buna da tenzihi denmektedir.

 

Dakika 40:07

 

Şimdi gelelim yiyecekler konusuna, içecekler konusuna. Şöyle bir bakalım. Neler acaba mubahtır, neler caizdir, neler haramdır, neler mekruhtur? Şanlı İslam, nurlu İslam ki Allahu Teâlâ’nın ortaya koyduğu yüce müessesenin adı İslam’dır. Bunu Allah koymuştur ortaya. İslam dediğin zaman, Allah’ın kanunları ve emirleri ile ortaya koyan nizam-ı ilahinin adı İslam’dır. İnsanlığı dünyada mutlu etmek ve dünyadan alıp cennete götürmek için Yüce İslam ortaya ne yapılmıştır? Nizam-ı ilahi olarak ortaya konmuştur. Asgari veya zarûri yeme ve içmesini vacip kılmıştır yani insanların yemesi içmesi gereklidir buyurulmuştur. (وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ) Ama, tabii ki israf noktasına varmadan yemeli, içmeli, bir de Yüce İslam’daki yeme içmeyi bilmeli. Allahu Teâlâ nasıl yiyin, nasıl için diyorsa; Allah’ın dediği gibi yeme içme yapılır. Kıymetli efendiler; israf etmek hem zararlı hem tehlikeli hem de haramdır. İtidal üzere olmak esastır. Hanefi âlimlerimiz -bakın- ne buyururlar: “Eğer ertesi günün orucunu tutabilmek için güç kazanmak, misafirin utanmamasını sağlamak ve bunun gibi maksatlar ile yemeği istisna ederler”. Bakın, bunlar da yine asla dayanmaktadır. Hiçbir âlim keyfî bir hüküm ortaya koymaz. Enine boyuna araştırdıktan sonra ne yapar, kanaatini ortaya koyar. Şimdi yenilen olsun, giyilenler olsun; helâl ve temiz olan şeyler, İslam’da bir esastır. Faydalı olacak ve helâl olacak. “Her yerde her ne varsa hepsini sizin için yarattı.” Yüce Allah Şanlı Kur’an’da Bakara Suresi’nin 29. ayetinde (هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء) buyrulmaktadır. “Yerde her ne varsa hepsini sizin için yarattı göklerde öyle, içindekiler de öyle”. Çok kıymetli dostlarımız. Şöyle bir baktığınız zaman Cenab-ı Hakk Rahmet-i Rahman ile nimetlerin içinde bizi yarattı, nimetlerine gark eyledi. Bu nimetlerin kıymetini bilin, Allah’a kulluk etmek ve yeme-içmeyi bilmek yemeği yemeyi bilmek; ama Allah’ın dediği gibi yemeli, içmelidir. Şanlı Peygamber bunun ölçüsünü ortaya koyup uyguladı. Hz. Muhammed’i kendine örnek al! Bilimler üstü bilim, ilimler üstü ilim arıyorsan; hakikatlerin en hakikatini arıyorsan Şanlı Kur’an’a, Hazreti Muhammed’e bak! Yüce İslam’ın kural ve kanunlarına iyi dikkat et. “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram kılmıştır?” A’râf Suresi’nin 32. ayet-i kerimesinde Yüce Allah ne buyuruyor, “Benim helâl kıldıklarımı kimsenin haram etme şansı yoktur” buyuruyor.

 

Dakika 45:06

 

Allah bir şeye helâl dediyse o helâldir, bir şeye haram dediyse kesin haramdır. Haram dediğine sakın yaklaşma, helâl dediğine de afiyetle ye, iç, kuşan. Ama İslam’ın dediği gibi yap. Doğuluların, bâtılıların, kuzeylilerin, güneylilerin yaptığı gibi değil Allah’ın dediği gibi, Peygamber’in dediği gibi yap, İslam’ın dediği gibi yap. O zaman ebedî pişman olmazsın, zayıf da olmazsın abes de olmasın, tam Allahu Teâlâ’nın ortaya koyduğu adam modelinde adam gibi adam olur. Doğulu diyecek, bâtılı diyecek, falan diyecek, filan diyecek de sen birine göre kendine yön tayin edeceksin. O zamana kadar ömrün biter olduramazsın. Yüce İslam her şeyi hazır (kıldı).

 

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 107 (3. Kısım)

 

Kıymetli izleyenler; Yüce Rabb’imiz Şanlı Kur’an’ın Bakara Suresi’nde 168. ayet-i kerimesinde bize -bakın- ne buyuruyor: (يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ﴿١٦٨﴾) buyurmaktadır Yüce Rabb’imiz: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın peşine düşmeyin. Zirâ şeytan sizin açık bir düşmanınızdır” buyurmaktadır. Kıymetli dostlarımız; Cenab-ı Hakk bu ayet-i kerimede böyle buyururken -bakın- A’râf Suresi’nin 31, 32. ayet-i kerimelerin de ne buyuruyor: (يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ ﴿٣١﴾) “Ey Âdemoğulları! Her secde edişiniz de güzel elbiselerinizi giyiniz, iyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Yüce Allah israf edenleri sevmez buyuruyor”. (قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٣٢﴾) Buyurmaktadır. Burada da buyuruyor Yüce Rabb’im: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz bulduklarını kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir”. “İşte bilen bir topluluk için yüce ayetleri böyle açıklıyoruz” buyurmaktadır. Kıymetli ve muhterem izleyenler; şöyle bir baktığımız zaman Cenab-ı Hakk sizlere yüce fermanını buyurmaktadır Yüce nimetlerini de bizlere duyurmaktadır bunun için A’râf Suresi’nin 157 ayet-i kerimesinde de -bakın- bize ne buyuruyor, burada da buyuruyor ki Yüce Rabb’imiz: “O Şanlı Peygamber, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri de haram kılıyor”.

 

Dakika 50:04

 

İşte kıymetliler ve muhterem efendiler! Yüce İslam insanların içini dışını temizlemek, hep temiz olanları yedirip giydirmek, iki cihanda mutlu etmek için Yüce ferman ortaya konmuştur. Bunun için insanlar Yüce İslam’a bütün varlığıyla sarılmalıdır. Şimdi yiyecekler konusuna da gelince -bakın- ne buyruluyor: “Bitki ve hayvan, insanların tükettiklerinden bir kısmı bitkiler, bir kısmı da eti yenen hayvanlardır ki; yenen bitkinin her türlüsü helâldir. Bunun helâl olmayanları, necis olanlar zararlı ve sarhoşluk verici olanları müstesnadır. “Onlara pis ve murdar şeyleri haram kılmıştır Yüce Rabb”. Temiz olan bir şey necis olursa o da haramdır, çünkü buna da necis karışmıştır. “Eğer bu yağ donuk ise fareyi ve çevresindeki kısmı da dışarıya atınız”, Peygamberimiz böyle buyuruyor. “Geri kalanını yiyiniz. Şayet sıvı ise yağı dökünüz” buyurmuşlardır. “Fare düşen bir sıvı yağı dökün”, demiştir “ve katı olanların da farenin dokunduğu bütün çevreyi alın atın ve temiz kısmını alın” buyurmuştur. Sarhoşluk verici olursa; bunlar da haramdır. “O şeytanın pis işlerindendir. Artık ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz”. Yüce Rabb’imiz Mâide Suresi’nin 90. ayet-i kerimesinde de böyle buyuruyor. Sarhoşluk veren şeyler -bakın- neymiş? “Şeytanın pis işlerindendir” diyor Cenab-ı Hakk. “Artık ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz”. “Çünkü sarhoşluk veren maddeler aklı yok eder. Akıl gidince geriye bir şey kalmaz. Zararlı olanların yenilmesi de helâl olmaz. Kendinizi öldürmeyin”. Bakın, Nisâ Suresi 29. ayet-i kerimede Yüce Rab ne buyuruyor? “Kendinizi öldürmeyin buyuruyor”. Yine (وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ ﴿١٩٥﴾). (Bakara Suresi 195. ayet-i kerime). “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” buyuruyor. “De ki: Allah’ın kulları için çıkarmış olduğu ziyneti ve hoş ve temiz olan rızıkları haram kılan kimdir?” Biraz önceki okuduğumuz ayet-i kerime ki Cenab-ı Hakk, katiyen bir şeyi helâl kıldıysa kimse onu haram kılamaz. Haram kıldıysa onu kimse dünya bir araya, birkaç dünya (dahi) bir araya gelse Allah’ın haram dediğini helâl yapamaz, haram dediği haramdır. Onun için kıymetli efendiler; Cenab-ı Hakk karada, denizde bizlere nice nimetler vermiş, gökten indirildiği nice nimetler bulunmaktadır. Mesela suda yaşayan hayvanlardan balık, ittifakla helâldir. Ölüp, suyun üstüne çıkmış olup; suyun üstüne çıkmış olan balıklar Hanefi âlimlerine göre helâl değildir. Ölmüş, suyun üstüne çıkmış ama diğer mezheplerde ise bu caiz olduğunu söylemişlerdir.

 

Dakika 55:04

 

İmâm-ı Mâlikî Hazretleri su domuzu hakkında, onu kerih görmüştür. Fakat Mâlikî âlimlerinin diğerleri ise bu balık ile köpek balığının yenmesi mubahtır, demişlerdir. Çünkü Mâlikî âlimlerinin diğerleri mubahtır, demiştir. Kara hayvanlarına gelince, onlara da şöyle bir baktığımız zaman; ölmüş meyte, bu haramdır. Bir hayvan eğer boğazlanmadan; ‘eti yenen bir hayvan’ boğazlanmadan ölmüş ise buna meyte deniyor ve yenmez haramdır. Kan, akan kan ve domuz, domuz eti bunlar kızıl haramdır, tam haramdır bunların hepsi. Yine başka ilahın adı anılarak, Allah’tan başkasının adını anarak bir hayvan kesiliyorsa, o hayvan yenmez, haramdır. Çünkü eti yenen hayvanlar kesilirken Allah’ın adıyla “Bismillahi Allahu Ekber” diyerek kesilir. Allah’tan başkasının ismi anılarak kesilen hayvanların eti yenmez. Boğularak ölmüş yahut öldürülmüş; bunlar haramdır yenmez. Toslanarak ölmüş ve öldürülmüş bir hayvan yenmez, haramdır. Bir darbe vurarak ölmüş, öldürülmüş hayvanlar yenmez, haramdır. Yüksekten düşüp ölmüş bir hayvan haramdır, yenmez. Vahşi hayvan tarafından öldürülmüş, parçalanmış veya karnı yarılarak öldürülmüş; bunlar yenmez, haramdır. Ancak ölmeden önce bunlar kesilirse, ‘canlıyken kesilirse’ o zaman helâl olur -eti yenen cinsten ise-. Kurt, aslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanların yenmesi cumhura göre haramdır. Burada Mâlikîlere göre bunlar mekruhtur. Buraya dikkat et! Kurt, aslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanların yenmesi cumhura göre haramdır. Mâlikîlere göre mekruhtur. Mesela doğan, şahin, akbaba ve onlara benzer yırtıcı kuşların yenmesi de haramdır. Mâlikîler ise yarasa müstesna(dır), mubah olduğunu söylemişlerdir. Yarasanın yenmesi ise; onun (yenmesi) Mâlikîlerde mekruhtur. Köpeklerin, ehlî eşeklerin yani evcil olan eşeklerin ve katırların yenmesi haramdır, kıymetli efendiler. “Çünkü köpek pis şeylerdendir”. Bunun delili ise Şanlı Peygamber’in (S.A.V) Efendimiz “Köpek pistir, onun bedeni de pistir” buyurmuşlardır. Yine Şanlı Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) Hayber (Fethi) günü ehlî eşekler ile katırların etlerini yemeyi yasaklamıştır. Mâlikîlere göre ehlî köpek mekruhtur, fakat köpek balığı mubahtır yine Mâlikîlere göre.

 

Dakika 1:00:05

 

Akrep, yılan, fare, karınca ve arı gibi yer haşerelerinin yenilmesi de haramdır. Bunlar hem zehirlidir hem de tiksindiricidir. Haram kılıcı, helâl kılana takdim edilir. Evet, kıymetliler, bu da bir kuraldır. Mâlikîlere göre akrep yine o böceğin, hamamböceği, çekirge, karınca, kurt, güve gibi yerde yaşayan böceklerin kesin suretiyle yenilmeleri mubahtır, demişlerdir Mâlikîler. Boğazından kesildiği takdirde ve zehrinden emin olursa, yılan dahi yemek de mubahtır, demiştir Mâlikî âlimleri. Şafiîler, Hanbeliler, İmâm-ı Ebû Hanife, İmâm-ı Âzam ve  onun iki yüksek talebesi olan İmâm-ı Ebû Yusuf ve İmâm-ı Muhammed bakalım ne diyorlar bu konuda. Bunlar: “Atların yenilmesi helâldir. Asil olsun, olmasın bütün çeşitleriyle atların yenilmesi helâldir”. Şanlı Peygamber (S.A.V) Hayber (Fethi) günü buna izin vermiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife ise at etinin yenilmesinin tenzihen mekruh olduğunu söylemiştir. At etinin yenilmesini yasaklayan Hadis-i Şerifler rivayet olmuştur. Bu Hadis-i Şerifi Ebû Davud, Nesei, İbn-i Mâce, Hâlit Bin El-Velid’den rivayet etmişlerdir ve kıymetli kaynaklarımızda bunu bulmak mümkündür. Nasburraye de bu kaynaklardan birisidir. Kıymetli ve muhterem efendiler; Mâlikî Mezhebi’nde meşrû olan görüş ise at etinin haram kılınmasıdır. Bakın, Mâlikîler onca geniş tuttukları konuda, ‘at konusunda’ -bakın- ne diyorlar; “haramdır” diyorlar. Bu konuda da tabii ki onların da ortaya koyduğu kaynakları mevcuttur. Bunlardan birisi de eş-Şerh’ül Kebir’dir. Yine Şafiîlerle Hanbeliler büyük keler ile sırtlan yemeyi mubah kabul etmişlerdir. Bu da Şafiîler, Şafiî âlimleri ve Hanbeli âlimlerinin görüşüdür. Şafiî âlimlerinin de ayrıca tilki de mubahtır. Hanbeliler ise bunu mubah kabul etmezler. Haram kabul etmişlerdir. Hanefiler bütün bunların yenilmesini ise haram kabul etmiştir. Hanefi âlimleri tiksindirici olan bu tür hayvanların hiçbirisinin yenmesi caiz değildir, demişlerdir. Mâlikîler ise bütün vahşi hayvanları kerahetle birlikte mubah görmüşlerdir.

 

 

Dakika 1:05:04

 

‘Bu niçin böyle’ (diye) sakın demeyin kıymetliler. Bunlar, yeri geldikçe ve burada Allah’ın nimetleri iyi anlaşılınca dünyanın şartları da, değişen şartları da iyi anlaşılınca bunlar iyi anlaşıldığı zaman, bu âlimlerin nasıl bu güzelim çalışmalarının insanlık âlemine büyük bir geniş rahmet olduğunu görürsünüz. Anlamadan, dinlemeden, araştırmadan, hikmetin içeriğine ulaşmadan ‘öyle diyor, bu böyle diyor’ demeyin sakın. Bunların hepsi doğrudur, hiçbiri yanlış değildir, şartlar değiştikçe dünyadaki (bunların) hepsinin ne kadar yerinde olduğunu görürsünüz. Ceylan, yaban öküzü ve yabani eşek gibi saldırgan olmayan yabani hayvanların yenilmesi de helâldir. Bu âlemlere rahmet olarak gönderilen Şanlı Peygamber Hz. Muhammed (A.S.V.) bunların yenilmelerine izin vermiştir. Tavşan ve çekirgenin yenilmesi mubahtır. Çünkü bu yenilen çekirge cinsleri bazı memleketlerde çok iyi bilinmekte ve yenilmektedir. Mâlikîlerin dışındakilere göre kurtlar yenmez, haramdır -kıymetliler-. Yalnız tabii ki bu kurtlardan meyvelerin içindeki kurtlar var ve bazen kurtlanmış şeyler var; işte bunun gibi farkında olmadan insanların yedikleri kurtlar olabilir. Mâlikîlerin dışındakilere göre -bakın- hayat ne kadar kolaylaşıyor. Öbürleri seni zarardan kurtarırken, beriki de seni ne yapıyor, haramdan, günahtan kurtarıyor. Yani rahmet üstüne rahmettir bu âlimlerin görüşleri. En geniş mezhebin bu konularda Mâlikî Mezhebi olduğu görülmektedir. Onlar bu konuda daha geniş tutmuşlardır hükümlerin sahasını. Şimdi mubah olanlara şöyle bir göz atalım. Deniz hayvanları konusunda; deniz hayvanları bütün türleri ile kuşlar, cellâle, şahin, kartal, akbaba gibi pençeli hayvan dahi olsa hepsi de mubahtır. Yarasa bunlardan müstesnadır. Yani bu dediklerimiz Mâlikîler ile ilgili Mâlikî âlimlerine göre. Bu şimdiki söylediklerimiz yerde yaşayan mesela böcekler, bu sorugan böcek, hamam böceği, cunduk gibi karınca, yer kurdu ve yiyecek kurdu gibi böcekler de yine Mâlikîlerde mubahtır. İlk sıkıldığı esnada üzüm suyu, fukka, akit yani kaynamış ve katılaşmış üzüm suyu, sarhoşluk vermeyeceğinden emin olduğu supya (şurup) bunların içilmesi de mubahtır. Şimdi şöyle bir bakalım. Fukka dediğimiz zaman neyi anlıyoruz? Buğday ve hurmadan yapılan bir içecektir. Supya deyince de o da ekşi bir içecektir.

 

Dakika 1:10:15

 

Akit ise kaynamış ve katılaşmış bir şerbettir. Katılaşıncaya kadar kaynatılan üzüm suyudur. Buna er-rübnüssamit adı da verilmiştir kıymetli dinleyenler. Şimdi haram olanlara şöyle bir bakalım, mubah olanları saydık Mâlikîlere göre. Necis olan her şey, mesela karada yaşayan domuz; bunlar haramdır. Her mezhepte haramdır. Katır, evcil eşekler ve at Mâlikîlerde de haramdır. Evcil eşek ve katırlar bütün mezheplerde böyledir, yani haramdır. Çamur, toprak, kemik, ateşte yanmış ekmek de haramdır. Mekruh olanlara bakıyoruz yine Mâlikîlere göre. Yırtıcı hayvan hayvanlar: Sırtlan, tilki ve kurt, vahşi dahi olsa kedi, fil, pars, ayı, kaplan, firavun faresi -buna nevis de denmektedir ki-, evcil köpekler; bunlar Mâlikîlerde hep mekruhtur. Maymun, nesnas -yani uzun kuyruklu maymuna da nesnas denmektedir-; bunların yenilmeleri de Mâlikîlerde mekruhtur. Ev fareleri mekruhtur. Şimdi, cellâlel eti; cellâlel eti, (leş ve necaset yemeyi alışkanlık hâline getirmiş) bununla birlikte başka bir şey yemeyen ve kötü kokan hayvana ‘cellâle’ denmektedir. Mesela bir inek, bir deve, bunlar necaset yiyip başka bir şey yemeden kötü kokarlarsa bunlara cellâle denmektedir. Hanefilerin dışındaki mezheplere göre ise cellâle yediklerinin çoğunluğunu necaset teşkil eden hayvandır, demişlerdir. Mâlikîler cellâle hayvanın etinin mubah görürler. İmâm-ı Mâlikî kendisi şahsen mekruh görmüştür. Hanefiler, İmâm-ı Ahmet yine Hanefiler ve Şafiîler ise onlar da mekruh görmüşlerdir cellâlenin etini. Hanbeliler ise Ahmet Bin Hanbel hariç, haram kabul etmişlerdir. Ahmed Bin Hanbel’in kendisi ise mekruh, demiştir (bu da bir rivayete göre). Şanlı Peygamber’den (A.S.V.) gelen haberde ise cellâlenin etinin yenilmesini ve sütünün içilmesini yasaklamıştır. Tabaklanmış derilerin yüklenmesini 40 gün süreyle, ona ayrıca alaf verilmedikçe insanların sırtına binmesini nehy ettiğini rivayet etmiştir. Bu haber İbn-i Ömer’den gelmektedir, sahabenin yüksek âlimlerinden biri de İbn-i Ömer’dir.

 

Dakika 1:15:04

 

Hz. Ömer’in Abdullah ismindeki oğludur. (RadıyAllahu Anhüm ve Erdahüm Ecmain). Şanlı Peygamberimiz (S.A.V.) rivayet etmiştir. Tabii bu konuda sizlere detaylı bilgi öz de olsa vermeye çalışacağız, keşif notlarımız devam ediyor. Şimdi kıyasa gelince; hayvanın karnına giren şey ete dönüşür, demişlerdir bazıları. Mâlikîler ise ete dönüşmesini tıpkı kanın ete dönüşmesi gibi değerlendirmişlerdir. Hanbeliler ise yasaklamanın zahirinin esas almışlardır. Eti necasetten (pislikten) oluşmaktadır, demişlerdir. Necasetin tümü gibi bu da necis olur, demişler Hanefiler. Şafiîler ise bu konuda bu Hadis-i Şerifi tenzih-i kerahete hamletmişlerdir. Mâlikîler dışındaki diğer bütün ekollerdeki âlimlerimiz -bakın- ne diyorlar? Hanefiler şöyle, demişlerdir: “Cellâlenin eti de sütü de mekruhtur, tıpkı dişi eşeğin etinin, sütünün ve at eti ile deve sidiğinin mekruh olması gibi”, demişlerdir. Ancak Ebû Yusuf (Hanefilerin ikinci imamı olan büyük âlim, Ebû Yusuf) “tedavi maksadı için yenilirse caiz”, demiştir. Cellâle etinin pis kokusu gidinceye kadar hapsedilir. Şimdi bunun çaresi bu; necaset yiyen deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlar veya tavuk gibi hayvanlar bunlar hapsedilir. Hanefilerde tavuk üç gün hapsedilir. Ona da yem yedirilir. Koyun için 4 gün, deve ve sığır içinde 10 gün olarak; bunlar hapsedilir ve bunlara yem yedirilir, temiz olan maddeler ile beslenir. Böyle takdir edilmiştir. Bu ekolün yüksek âlimlerince Hanefi âlimlerince. Eti pis kokmazsa yenilmesi helâl olur, demişlerdir. Nitekim biliyorsunuz domuz sütü ile beslenen oğlağın yenilmesi de bu konuda buna kıyas edilmiştir. Şafiîlere göre cellâlenin yenilmesi mekruhtur aynı Hanefiler gibi söylemişlerdir. Cellâle yediklerinin çoğunluğunu necaset teşkil ettiği deve, koyun, inek, horoz veya tavuk gibi hayvanlardır ve bunlar haram değildir ama mekruhtur, demişlerdir. Cellâleye temiz alaf verilir. Eğer deve ise 40 gün, koyun ise 7 gün, tavuk ise üç gün süreyle buna devam edilir, demişlerdir. Yani temiz alaf dedi temiz yani yem, saman gibi temiz yiyeceklerle beslenmenin adıdır. Hanbeli ekolündeki âlimlere göre celale haramdır Hanbelilere göre. Onun sütü de haram olur, demişlerdir. Kuş cinsinden olsun ister hayvan olsun üç gün süreyle hapis edileceği, tavuk üç gün süreyle deve, sığır ve benzerleri 40 gün süreyle hapsedilir, binmek de mekruhtur, demişlerdir.

 

1:20:14

 

 

Yani bu hapsedildikten sonra cellâle bütün mezheplerde yenir bundan sonra. Görüyorsunuz, güzel bir inceleme yapılıyor. Sonuçta hepsi -ne yapılıyor-, o nimet nasıl temiz hâle geleceğini de ortaya koymuşlardır. Hepsinin görüşü de mükemmeldir, Allah hepsine çok çok rahmet eylesin. Şimdi kıymetliler, eğer bir konuda ayet yoksa, Hadis-i Şerif yoksa, yani nas bulunmuyorsa, icmâ da yoksa; bu konuda Peygamberimiz’in çevresindeki insanların durumları göz önünde tutulur. Oradaki örfe bakılır, o örften hareket edilerek ne yapılır? Hakkında ayet, hadis olmayan durumlarda işte hüküm ona göre yürütülür. Nas veya umumî olsun, hususi olsun; kitapta, sünnette, icmâ da şimdi yoksa, bunlara şöyle bir bak. Herhangi bir nas bulunmayan konularda; burada bilim, aklıselim, örf, adet, Peygamberimiz’in çevresindeki insanların durumları göz önünde tutularak tiksinmeden yenilebilen olanlar helâldir. Çünkü tiksindirici olan şeyler zaten dinen de aklen de bilim yoluyla da bunların zararları görülür, hoş olmayan yönleri görülür. Hoş ve temiz olan şeyleri onlara helâl kılıyor, pis ve murdar olan şeyleri de onlara haram kılıyor. Kim? Yüce Allah. A’râf Suresi 157. ayet-i kerimede işte bu ayet-i kerimeden de aklıselim müçtehitlerimiz, yüksek âlimlerimiz ile bilim burada devreye giriyor, Şanlı Kur’an şümulünde, nasların şümulünde işte gerçekler ortaya çıkmaktadır. Allah’ın kitabının üzerlerine indiği, ona ve sünnete muhatap olan kimseler, Peygamberimiz’in çevresindeki insanlardır. Onların görüşlerine iyi bakılır. Kitap ve sünnetin mutlak lafızlarından -başkalarının değil- sadece onların örfüne başvurulur. Çünkü Peygamberimiz’in çevresinde onlar bulunurlar. Onlar ashaptan gelen, Tabiîn’den gelen haberleri burada değer taşır. Bunun yanında bilim değer taşır ama ‘gerçek bilim’. Yani somut ve soyut olarak bilim, bir şeyin ne olduğunu ortaya koyduğu zaman bilim, bilimdir. Yoksa bilim adına falcılık yapanların da; bunların bilim ile alakası yoktur. Hanbelilerde bu konuda şöyle derler -yine Şanlı Kur’an-ı Kerim’i işaret ederek der ki-: “Bana vahiy olunanlar arasında yiyen ve yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde ölmüş hayvan etinden başka haram kılınmış bir şey bulmuyorum” (En’am Suresi 145. ayet-i kerime). “Allah’ın susup hakkında bir şey söylemediği ise, bağışladığı, affettiği şeydir” buyurdu Şanlı Peygamberimiz (A.S.V.). Eğer Yüce Allah bir şey hakkında bir şey söylemedi, haram demedi, yasaklamadı ise, o -diyor- affettiği şeydir, diyor Peygamberimiz.

 

Dakika 1:25:09

Burada da helâllerin sayısının çok geniş olduğunu, haramların sayısı belli -yani fazla olmadığı- haramların sayısının, helâl ile dolup taştığı şu âlemin ortamı ortaya çıkmaktadır. Tabii bir de zarûret hâli vardır kıymetliler. Zarûret şer’in bütün hükümlerini kapsayan, mütekâmil bir nazariyedir. Yasağın mubah olması ve vacibin terk edilmesi hükümleri terettüp eder. Buna baktığımız zaman bunun hükmü konusunda da zarûret ilmen veya zannen, helak olmaktan kurtulmak için bir çaredir. Kişi helak olacaksa helak olmamak için -bakın- burada bir ruhsat kapıları açılmıştır. Dört mezhepte de hükmü ölümden yana emin olacak miktarda yemenin vacip olmasıdır. Öleceksin, yanında da bir haram madde var, ölmemek için yiyeceksin. “Fakat her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa zarûret duyarsa yani gerçek mecburiyet gerçek zarûret ortaya çıkarsa, saldırmamak ve haddi aşmamak şartı ile yerse onun üzerine günah yoktur”. Yüce Allah böyle buyurdu. ‘’Bakara Suresi 173. ayet-i kerimesinde’’ “Ve elleriniz ile kendinizi tehlikeye atmayınız”. Daha önce mealini okuduğumuz, metnini okuduğumuz şanlı ayet-i kerimelerde Cenab-ı Hakk ne diyor, “Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız”. Bakara Suresi 195. ayet-i kerime. “Kendi kendinizi öldürmeyiniz” bu da Nisâ Suresi’nin 29. ayet-i kerimesidir. Ölünceye kadar yemeyi ve içmeyi terk edecek olursa ne olur? Asi olur, kendini öldürmüş olur. Tedavi olmayı kabul etmeyen, yapılan tedavinin ona şifa vereceğine dair kesin bir kanaat varsa, tedavi olmalıdır, kesin. Ama şifa vereceğine dair kesin bir kanaat yoksa, orada tabii mecbur değildir. Abdullah Bin Huzâfe Es-Sehmi, Bizanslıların zalim bir yöneticisi (tarafından), onu üç gün süreyle hapsetmiş. Bu sahabeyi, Bizans zalimlerinden bir yönetici, onu üç gün süreyle hapsetmiş. Bu sahabeyi ve yanına su katılmış şarap ile kızartılmış domuz eti koydurmuş. Fakat o şanlı sahabî bundan ne yemiş ne de içmiş. Açlık ve susuzluktan başını tutamaz hâle gelmiş. Şimdi öleceğinden korkmuşlar, bunun üzerine Abdullah (ne diyor, bu sahabe o zalime): “Ey zalim!” diyor. “Aslında Allah onu bana helâl kılmıştır”. Çünkü orada hem mahkûm hem esir edilmiş hem de başka yiyecek yok. Ya ölecek ya da o haram olan şaraptan ve domuzdan yiyecek.

 

Dakika 1:30:07

Ne diyor o zalime, o sahabe? “Aslında -diyor- Allah onu bana helâl kılmıştır. O an için bana ruhsat vermişti Cenab-ı Hakk” diyor. “Yani ben muztar (zorunlu) bir kimseyim, mazeret ile baş başayım, açlıktan ölmemek için Yüce Rabb’im bana ölmeyecek kadar yememi zaten ruhsat olarak vermişti, müsaade etmişti “ama ben..” -diyor, bakın-, “Ancak senin İslam dininde başıma gelen bu musibet sebebiyle sevinmene fırsat vermek istemedim, onun için yemedim, onun için içmedim” diyor. Yani “ben Müslümanlara domuz eti yedirdim, şarap içirdim diye sen övünecektin, ben onu yeseydim” -diyor. “Ama Rabb’im bana o ruhsatı vermişti, seni sevindirmemek için yemedim, içmedim” diyor. İşte kıymetliler, şuurlu Müslümanlar her ortamda ne yapacağını bilirler. Allah’ın yardımı da onlarla beraberdir. Mubahlığı da bir ruhsattır yani zarûrettir. Haramın mubah kılınması ruhsattır. “Hâlbuki o size neyi haram kıldığını ayrı ayrı bildirmiştir. Zarûret içinde, ona muhtaç kaldıklarınız müstesna”. En’am Suresi 119. ayet-i kerime bu da. Zarûret hâlinde istisna edilmiştir. Haramdan istisna edilen şey ise nedir? O da mubahtır veya helâldir. Şartları veya belirleyici ölçüleri konusuna da şöyle bir bakalım. Zarûretin şartlarına bir bakalım, o ölçülerine bir bakalım. Zarûretin fiilen var olması gerekir. Yani bir ölüm tehlikesiyle baş başa kalman gerekiyor. Yemezsen öleceğin tehlikesi ortaya çıkması gerekiyor. Yoksa ‘rastgele zarûret’ diye bir şey uydurulmaz. Telef olma tehlikesinin kesinleşmesi gerekiyor. Yani muztar (zorunlu) kimsenin şer’an haram olan bir şeyi işlemek zorunda kalması gerekiyor. Bu da ölüm tehlikesi veya vücudunun bir parçasının (mesela) zarar görmesi gibi. Özürün gerçekleşmesi, yaralı veya bir organını telef olmaktan korumak gibi bir zarûretin olması, kesin olması gerekiyor. Mubahlık, haramı helâle çevirir ve haram olmak niteliğini de ortadan kaldırır ve ruhsat ise günahını kaldırır. “Fiil, haram olmak özelliğini muhafaza eder” buyurdular. Haramın mubah olması bir zarûrettir. Bakın, Yüce Allah, dünyada insanlar çok zor şartlar altında kaldığı zaman da -bakın- bu ruhsat kapılarını kullarına açmıştır. Zorunlu olarak ihtiyaç duyulacak olursa haramlar mubah olur, “Kim mecbur kalırsa..”.

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 107 (4. Kısım)

Kıymetli izleyenler; Cenab-ı Hakk “Kim mecbur kalırsa…” diyor işte buradaki ‘mecbur’ kelimesi tam bir zarûretin ortaya çıkmasıdır. Mubahlığın sebebi ise canı helak olmaktan kurtarmaya istirham eder.

Dakika 1:35:10

Bu hüküm dört mezhebin ittifakı ile böyledir. Yani bütün mezheplere şimdiki anlattıklarımız bütün mezheplerde böyledir. “Saldırmaksızın ve haddi aşmaksızın…” Cenab-ı Hakk ne diyor? “Saldırmaksızın ve haddi aşmaksızın, zarûret miktarınca ölmeyecek kadar yiyin” diyor öyle bir mazeret ile baş başa kaldığınız zaman. “Kocasına karşı itaatsizlik ederek yola çıkan kadının…” -bakın- Mâlikîler, Şafiîler ve Hanbeliler diyor bunu. Kocasına karşı itaatsizlik ederek yola çıkan kadının veya eşkıyalık, insanlara zulüm maksadı ile yola çıkanın yolculuğunda olduğu gibi şer’i ruhsatları (bunların) kullanması mubah değildir. Yani kişi doğru yolda, Allah yolunda olacak, yanlış yolda olmayacaktır. Eşkıyalık yapmayacaksın. Mesela kocasına karşı itaatsizlik ederek yola çıkan kadın bu zarûretlerle baş başa kalırsa suçludur. Tabii bu Mâlikîler, Şafiîler ve Hanbeliler böyle buyurmuşlardır. “Kim mecbur kalırsa saldırmamak ve haksızlık etmemek üzere yerse üzerine günah yoktur”. Yani affedilir anlamındadır. Çünkü ruhsattır ve ortaya mubahlık çıkmıştır. Ortadaki günah ise affa uğramaktadır. Bu da zarûretten, ölüm tehlikesinden dolayıdır. Şimdi mubah olan şeyin cinsine baktığımız zaman da dört mezhepte haram olan her şeyi zarûret dolayısı ile mubah olur, demişlerdir. Hanbeliler zararlı şeyleri istisna etmiştir. Mâlikîler ise insanı, kanı, domuzu, necis yiyecekleri, necis içecekleri istisna etmişlerdir. Bunlar mubah olmaz, demişlerdir. Şarap ile tedavi de helâl olmaz, demişlerdir. Mâlikîler kaybolmuş deveyi de istisna etmişlerdir veya kaybolan herhangi bir şeyi; eti yenen bir diğer canlılar de ona kıyas edilir. Mezhep imamları kendisi hayatta kalmak için onu telef etmeye kalkışması caiz değildir, demişlerdir. Şafiîlerin dışında kalan cumhur ise ölmüş bir insanın yenilmesi de mubah değildir, demişlerdir. Mesela bir insan ölüsünden başka yiyecek yok. Sadece insan ölüsü var. Ondan yemese ölecek, yese zaten insan ölüsü yenmez. Mesela öbür haramlar da böyle. “Ölmüş kişinin kemiğini kırmak hayatta iken kemiğini kırmak gibidir” buyuruyor Peygamber Efendimiz (A.S.V.). Burada yine Şafiîler ölmüş kişinin eti de yenmez, demişlerdir. Ölmüş kimsenin peygamber olması hâli de bundan da müstesnadır, demişlerdir; yemek caiz değildir, demişlerdir. Şafiîler ile Hanbeliler harbî ve mürtedi öldürüp yenmesinin konusunda da ve diğer mezheplerde bu konuda görüş beyân etmişlerdir.

 

Dakika 1:40:04

 

 

Peygamber (A.S.V.), kemik çıkartan mezar kazıcısına şöyle demiştir: “Onu kırmayasın. Çünkü senin, onu ölmüş olarak kırman hayattayken kırman gibidir. Ancak kabrin bir tarafına onu göm”, demiştir. “Ölmüş bir kimsenin kemiğini kırmak günah bakımından, hayatta iken bu insanın kemiğini kırmak gibidir” buyurmuş âlemlerin Rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed (A.S.V.). Bu da Yüce İslam’ın insana, ölüsüne ve dirisine de ne kadar değer verdiğini açık bir belgesidir. Zarûret içinde bulunan kimsenin zimmi, müstemen, muahit kimseyi öldürmesi caiz değildir, demiştir. Birçok âlimlerimiz böyle, demişlerdir. Şafiîler, Hanbeliler de bunlardandır. Şimdi organ naklîne gelince; otopsi, organ naklî gibi bunlar da zarûrete dayalı şeylerdir. Bunlar normal şartlar altında yapılmaz. “Ölmüş kimsenin kemiğini kırmak hayattayken kırmak gibidir” olunca, şöyle bir düşünmek lâzım kıymetliler. Cinayet konusunda gerçeği bulmak, yalnızca otopsinin yapılması ve bundan alınacak sonuca bağlı ise otopsi caizdir. Suçlu biliyorsunuz ki cezadan kaçamasın ve insanlara zulmedilmesin, suçlular tespit edilsin. Bunun için caizdir, demişlerdir. Zarûret veya ihtiyaç miktarı ile yetinilmesi gerekir. Vücudunun parçalarını bir araya getirip kefenlemek de gerekir. İnsanın birtakım organlarını bir başkasına nakletmek de caizdir. “Müslüman ve adaletli bir doktorun…” -buraya dikkat et!- Doktor, Müslüman ve adaletli olacak ve emin ve güvenilir olması hâlinde, hayatta olan bir kimse, ölmüş bir kimseden -ne yapar- yaşam bakımından farklıdır. Bir insanın görmesini veya hayatta kalmasını sağlamak, şer’an istenen bir nimettir. Onun için de buna caizdir, demişler. Yalnız organlar satılmaz, alınmaz, bağışlanmaz ama kullanılır. Şarap ile tedavi caiz midir? Dört mezhep imamına göre şarap ile diğer sarhoş edici maddelerden tedavi ve başka maksatlarla faydalanmak haramdır, demişlerdir. Bunun da delili şudur. “Allah size haram kıldığı şeylerde şifanızı halk etmiş değildir”. Kim diyor bunu? Şanlı Peygamber söylüyor Hz. Muhammed(A.S.V). Haramlarda şifa yoktur. Kıymetliler, bu Hadis-i Şerifi, Buharî (Buharî Şerif), kıymetli sahabelerimizden rivayet edilmiştir. İbn-i Mesut da onlardan birisidir. Yine İbn-i Hibban Ümmü Seleme’den gelen sahih olduğunu da söylemişlerdir. Yine Tarık Bin Süveyd ’den gelen haberde Şanlı Peygambere şarap hakkında soruluyor. “Ben şarabı tedavide kullanılsın diye yapıyorum” diyor şarap yapan adam ki bu Tarık Bin Süveyd. Peygamberimiz o zaman şöyle buyuruyor (S.A.V) “Şarap, o bir ilaç değildir. Bilakis bir hastalıktır.” dediği rivayet edilmiştir. Bunun da bu Hadis-i Şerifin de sahih olduğu açıkça muhaddisler tarafından söylenmiştir. “Haram ile tedavi olmayınız” buyurmuştur. “Allah hastalığı da ilacını da yaratmıştır. Bu sebepten tedavi olunuz fakat haram ile tedavi olmayınız”. Şanlı Peygamberden bu da rivayet edilmiştir. Hanefiler şöyle derler; eğer şifa vereceği kesin olarak bilinmekte ise -ki bunun tabii bunun başka imkân ve çaresi yoksa- o zaman Hanefi âlimleri tedavi caizdir, demişlerdir. Eğer zan üzere ise caiz olmaz. Yani kesin şifa olduğunu doktor bilmiş olması şartı ile Hanefîler cevaz vermişlerdir. Domuz eti ile tedaviye başka bir ilaç bulunmasa bile ruhsat verilmez, demişlerdir. Domuzla hiçbir türlü tedavi caiz değildir, demişlerdir bütün âlimler. Şanlı Kur’an da zaten bunları, “O, pislik, aynen necis” olduğunu Yüce Allah kullarına duyurmuştur. Emri fermanını ortaya koymuştur, necistir, aynen necistir. Her şeyiyle domuz pislik, pis bir yaratıktır ve eti de hiçbir şeyi de caiz değildir, haramdır. Kılı dahi mekruhtur. “Susuzluk hâlinde şarap içmek”; burada da eğer tam susuzluktan ölecek durumda ise, ölüm korkusu varsa, o zaman zarûret hâlinde caiz kabul etmişlerdir. Bu da ölümden kurtulmak içindir kıymetli dostlarımız. Yine bunun zarûretteki yenilenin miktarı konusunda da ne diyor âlimlerimiz? Cumhur, yani Hanefiler, Şafiîler; zahir olan görüş Hanbelilerdeki yine iki görüşe göre bunların tamamı ve Mâlikîler ne diyorlar, ‘muztar (zorunlu) olan yani zarûretle baş başa kalan, ölüm tehlikesi, açlıktan, susuzluktan ölecek’. Bunun miktarı nedir, ne kadar yiyebilir, içebilir? Açlığını gidermek için yer, susuzluğunu gidermek için içer. Miktar ise ölümden kurtaracak kadardır, yani bir miktardır. Ölmeyecek kadar bir miktardır. Birkaç lokmayı geçmez. İşte kıymetliler, durum böyle. Yüce kıymetli âlimlerimiz, Yüce İslam’ın Yüce emirlerini hükümlerini, böyle güzelim araştırmışlar. Ömürlerini vermişler, göz nuru dökmüşler, dünyanın en büyük âlimleri ile müçtehitleridir bunlar. “Kim mecbur kalırsa haddi aşmamak ve haksızlık etmemek şartı ile

 

Dakika 1:50:18

üzerine günah yoktur”. İşte “mecbur kalırsak” diyor. “Açlıktan ölme tehlikesi”, buradaki mecburiyet bu. Delilleri ise, zaruretin haram hükmünü kaldırdığıdır. Çünkü Yüce Allah “Kim mecbur kalırsa, haddi aşmamak ve haksızlık etmemek üzere…” buyuruyor. Buraları iyi anlamak lâzım. Zarûret, yiyecek bir şeyin bulunmaması hâlinde söz konusu olup, bulunacağı ana kadar sürer. Bu hâlde yenecek her şey mubah olur. Evet, kıymetliler, zorla yiyecek almanın hükmü veya adamda yiyecek var, sonra açlıktan ölüyorsun ama vermiyor. Ne yaparsın şimdi burada? Vermeyecek olursa zorla almak caizdir. Çünkü ölmemek için. Zaten ölmeyecek kadar bir iki lokma, fazla bir şey yok ki. “İyilik ve takva üzere yardımlaşınız, fakat günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız”. Yüce Allah Mâide Suresi’nin ayet-i kerimesinde 2. ayetinde buyurmaktadır. Zarûret içerisinde bulunana vermekten kaçınması, onun ölümüne yardımcı olmaktır. Bu da başka türlü katilliktir. “Kim bir Müslümanın öldürülmesine yarım bir kelime ile dahi yardımcı olacak olursa, kıyamet gününde alnının ortasında, ‘Allah’ın rahmetinden ümit kesmiştir’ yazısı ile gelir ve onlar kendi aralarında yardım yolu ile verilecek şeyleri engellerler”. Bu da Maûn Suresi 7. ayet-i kerimede (وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ ﴿٧﴾) ayet-i kerimesidir. Yani esirgenmeyecek şeyleri esirgemek, katiyen doğru değildir. Ölümüne sebep olmak ise katilliktir veya katile yardımcı olmaktır. Zarar, bir başka zarar ile izâle olunmaz. Zarara, zararla karşılık verilmez İslam’da. Şimdi meyveler konusuna da şöyle bir bakalım. Bir insan birisinin meyvesinden ‘zarûreten’ yemek zorunda kalırsa, kıymetini ödemek şartı ile yiyebilir. Zarûret yoksa, fakihlerin tümüne, cumhuruna göre bir şey alması caiz değildir. Alıp taşıması da caiz değildir. Şanlı Peygamber (A.S.V) Efendimiz, “Müslümanın malı, gönül rızâsı ile olmadıkça helâl değildir” buyurdular. “Gerçek şu ki şu gününüzün hürmete değer olması gibi kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız birbirinize haramdır”. Cihan Peygamberi (A.S.V). böyle buyurdular. Kıymetliler, bu da Buharî ve Müslim gibi kıymetli hadis kaynaklarında bulunan bir Hadis-i Şeriftir. “Müslümanın her şeyi Müslüman’a haramdır. Kanı, malı ve namusu…” buyurulmuştur. Bu Peygamberimiz’den gelen haberdir. Hanbelilere göre açlık ve ihtiyaç hâlinde yemesi ‘zarûreten’ caizdir.

 

Dakika 1:55:05

Aç değilse yiyemez. Şayet bahçenin etrafında duvar varsa, artık o başkasının hakkıdır, ondan yeme. Eğer etrafında duvar yoksa, zarûret varsa, o zaman alabilirsin. O da zarûret miktarı(nın) bedelini sonra ödersin. İhtiyaç sahibi kim senin oradan herhangi bir şey kucaklamaksızın alıp yemesi dolayısı ile üzerine bir şey gerekmez. Yani acından adam ölecek. Ya orada kalacak oradan bir şey alıp çıkartanın üzerine ise 2 katının tazminatı ve ayrıca ceza düşer. Adam ölmeyecek kadar yerse ne âlâ. Yoksa karnını doyurdu, bir de malı aldı götürüyor. Bu suçlu ve cezalı. Bir bahçeye gidersen 3 defa bahçe sahibine seslen. Şayet sana cevap verirse iznini al, değilse herhangi bir zarar vermeksizin açlığını ölmeyecek (doyurmayacak) kadar gider. Enes Bin Mâlikî Hazretleri, Abdurrahman Bin Semure ve Ebû Bürde ile yolculuk yaptım, diyor. “Meyvelerin yanından geçtikleri zaman sadece ondan yemekle yetinirlerdi, beraberlerinde bir şey almazlardı. Ondan yer fakat beraberindeki bir şey alıp çıkmazlardı”. Açlığını gider, yanına bir şey alma. O zamanlar insanlar arasında mevcut olan örfe göre uygulama bu şekildeydi. Şimdiki örf, böyle değil. Aklını başına al. O zaman müsaade ediyorlardı. Kendisi meyveyi toplamakta ise yahut da insanları o meyvelerden almasını yasaklamış ise bunlar müstesnadır. O zaman yasaklanan yerden yenmez de içilmez de. “Ekinden yeme”. İmâm-ı Ahmet’ten gelen rivayette, değişik rivayetlerde, müsaade ‘ekinde’ de değil, meyvelerdedir, demiştir. Firik denilen -olgunlaşmış buğdaya firik denmektedir ki- bu da meyvelere benzer, demişlerdir. Başkasının davarını sağmak; mesela başka bir şey yoktur, davar var, sütü var. Ondan açlığını giderme şansın var. Hz. Semure’nin rivayet ettiği Hadis-i Şerifte -bakın- şöyle buyrulmuştur: “Sizden herhangi biriniz davarların yanından geçecek olursa ve onların sahibi de orada ise ondan izin alsın. İzin alacak olursa, sütünü sağsın ve içsin eğer orada değil ise 3 kere seslensin. Mal sahibini arasın, seslensin ona. Buna cevap veren olursa ondan izin alsın. Cevap veren bulunmazsa sağıp içsin, fakat beraberinde bir şey götürmesin”. -Bu da mazereti olanlar için-: “Kimse, kimsenin davarını izni olmadıkça sağmasın. Sizden herhangi birisinin su deposuna girilip su kabının kırılması ve oradan yiyeceğinin alınması hoşuna gider mi?” diye sordu o Şanlı Peygamber (A.S.V.) Efendimiz. “İşte davarların memeleri de onların yiyeceklerine depolar.

 

Dakika 2:00:03

Bu bakımdan hiç kimse başkasının davarını izni olmaksızın sakın sağmasın”. ZZarûretler müstesna. “Gerçek şu ki onların davarlarının memelerinde bulunan, ötekilerin sularının bulunduğu yerde olanlara benzer” buyurdular. Şanlı Peygamberimiz böyle buyurdu. Evet, kıymetliler, ziyafet konusunda da şöyle bir bakalım. Düğün yemeklerine, düğünlere icabet meşrudur biliyorsunuz. En kötü yemek, asil gelecek kimselerin alıkonulduğu ve gelmek istemeyenlerin davet edildiği düğün yemeğidir. İşte kötü bir ziyafet ve davranıştır bu. Davet edildiği hâlde gitmeyen kişi ise Allah’a ve Resûlü’ne asi olmuştur. Düğün yemeğinin meşrû bir sünnet olması; Şanlı Peygamberimiz evlendiği zaman Abdurrahman Bin Avf’a “Bir koyun ile dahi olsa ziyafet ver”.

 

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 107 (5. Kısım)

 

İmâm-ı Şafiî’nin yine arkadaşlarının kaydına göre, düğün yemeği davetine gitmek vaciptir. Müstehap olduğunu söyleyenler de vardır, kıymetliler. Hanefilere göre davete icabet sünnettir, Hanefi ekolünün yüksek âlimlerine göre böyledir. Münker veya eğlence yoksa, Şafiîler ile Hanbelilere göre icabet vaciptir.

 

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 107 (6. Kısım)

 

Kıymetli efendiler, Mâlikîler de şöyle derler: “Düğün davetine icabet, vaciptir” demişlerdir. Yine bazıları onun müstehap da olduğunu söylemişlerdir. Övünmek ve gösteriş için yapılırsa mekruhtur, demişlerdir. Hâkime hediye vermesi; yine hediyesi haram olan kişinin yapacağı daveti kabul etmek de, bunlar da bu davetlere gitmek de haramdır, demişlerdir. Yemek sahibine dua etmesi müstehaptır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Muaz’ın (Saad Bin Muaz’ın) (R.A.) yanında orucunu açtıktan sonra şöyle buyurdu: “Oruçlular sizde iftar etsin, Melekler size dua etsin. Yemeğinizi de takva sahibi kimseler yesin buyurdular”. Bu da kıymetli sahabelerin rivayetidir, Şanlı Peygamberimiz’den. Davete icabet etmeyi engelleyen konularda da bakalım münkerler nelerdir? Mesela davette oyun varsa, şarkı, türkü, eğlence, heykellerin dikilmesi gibi durumlar varsa, münkerlerin varlığını bilecek olursa gitmemelidir. “Benim ümmetimden şarabı, domuz etini, ipeği ve çalgı aletlerini helâl kabul edecek kavimler olacaktır” diye Şanlı Peygamber Hz. Muhammed’in istikbale yönelik mucize olan haberlerindendir bu da. Şöyle dünyaya bakın, Şanlı Peygamber’in bu mucizevi olan haberine bir bakın. (A.S.V.) Efendimiz böyle buyurdular. Bu Hadis-i Şerif’i -bakın- Buharî ve diğer muhaddislerimiz böyle rivayet etmişlerdir.

 

Dakika 2:05:24

Yine Şanlı Peygamberimiz’den şu rivayet vardır: “Ümmetimden bazı kimseler, başka isim vererek şarap içecektir. Onların başlarının ucunda çalgılar çalınacak ve kadın şarkıcılar şarkı söyleyeceklerdir”. Dikkat et buraya da bu da Hadis-i Şeriftir. Çalgı aletleri olmaksızın şarkı söylemek konusunda da farklı fikirler, görüşler beyân edilmiştir. Bazı âlimlerimiz, bu iki hadisin mutlak ifadeler taşımaları sebebiyle, mutlak olarak haram olduğunu söylemişlerdir. Mâsiyet olduğunu da söylemişlerdir. Yine kafiye düzenini ve fesaatı anlamak gibi tegannide bir mahsur yoktur diyenler olmuştur. Kişi yalnız başına ise eğlenmek maksadı ile değil de teselli olmak için teganni caizdir, demişlerdir. Serahsi’nin görüşü budur. Yine kıymetli kaynaklarda Şafiîler şöyle derler: “Çalgı aleti olmaksızın şarkı söylemek de mekruhtur”, demişlerdir. “Çalgı aletlerinin kullanılması ise şarkısız olarak da haramdır”, demişlerdir Şafiîler. Buradaki kaynaklardan biri de El-Mühezzep’tir ve diğerlerine de bakılabilir kıymetliler. Şimdi, “Allah onları yerin dibine geçirecek”. Bakın, şimdi ‘O’ kime diyor bunu, Peygamberimiz? “Bazı kimseler başka isim vererek şarap içerecektir. Onların başlarının ucunda çalgılar çalınacak ve kadın şarkıcılar şarkı söyleyecektir. Allah, onları yerin dibine geçirecek, onları maymun ve domuza dönüştürecektir” diyen bu Hadis-i Şerifi de rivayet eden kimler bakıyoruz: Ebû Mâlikî El-Eşa’ri’den rivayet edilmiş Hadis-i Şeriflerdir ki Beyhâkî de onlardandır. Muhaddislerimizden Beyhâkî ve İbn-i Mâce rivayet etmişlerdir. Kıymetli Efendiler; yine En’am Suresi’nin 68. ayet-i kerimesinde “Hatırladıktan sonra zalimler topluluğu ile beraber oturma”. Cenab-ı Hakk böyle buyuruyor, bu da Allahu Teâlâ’nın Şanlı Kur’an’daki emridir.” Zalimler topluluğu ile beraber oturma” diyor. Şarap gibi bir şey varsa sofrada, oraya oturulmaz. “Resûlullah (A.S.V.) şarap içilen sofraya oturmayı ve kişinin yüz üstü uzanmış olarak yemek yemesini yasakladı” diyor, nehy etti. Bunu da rivayet edenler İbn-i Ömer’den rivayet etmişlerdir. Rivayet edenlerin başında Hâkim, İbn-i Mâce ve Ebû Davud gibi muhaddisler de bulunmaktadır.

 

Dakika 2:10:03

Yine Şanlı Peygamberimiz’den gelen haberde “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle, yine gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Bu ise imânın en zayıfıdır” buyurdu. Bunu da Buharî ve Müslim gibi kıymetli muhaddislerimiz rivayet etmişlerdir. Demek ki ortada bir kötülük, Yüce Allah’ın yasakladığı Peygamberimiz’in şeriatının yasakladığı bir münker ortada varsa diyor, “Sizden kim bir Münker görürse onu eliyle değiştirsin”. Yani kötülüğü ortadan kaldırsın, iyiliğe çevirsin. Gücü yetmezse diliyle oradakilere tebliğde bulunsun. “Dili ile de gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirirsin”, yani kalben râzı olmasın buna. Kalp, günahlara buğuz(kin) etsin. Haram ve günahlara, kalbin nefreti olmalıdır. Bu ise dili dururken, eli dururken, sadece işi kalbine bırakırsa bu ise imânın en zayıfıdır buyrulmuştur. “Önder bir kişi değil ise sabreder, oturur, yer, çıkmaz. Çünkü davete icabet sünnettir” diye de bir görüş beyân edilmiştir. Tebhin’ül Hakayık gibi eserlerde de bu yine yer almıştır Mûn’il Muhtaç da bunlardandır. Yeme, içme adabına gelince kıymetliler. Besmele çekerek yemeli, eller yıkanmalı, hamd etmeli, şükretmeli. Eğer ‘’Bismillahirrahmanirrahim’’ demeyi unutmuşsa ise hatırladığında, başında da sonunda da ‘’Bismillah, evvelihi ve ahiru” diye, “Bismillah bi evvelihi ve ahiru’’ denilmelidir. Allah’a mübarek kılınmış çok ve güzel hamd-ü senalar olsun veya “Elhamdülillâhillezi et’amena ve segani min ğayri hâvlin minni ve lâ kuvveh”. “Benim bu konuda gücüm ve takatim olmaksızın beni yediren ve içiren Allah’a hamd olsun” diye Rabb’inine hamd eder. Bunu bilmeyenler “Elhamdülillahi Rabbil Âlemin” der. “Allah’ım sana hamd olsun” der. Yine kıymetli sahabelerden gelen, Peygamberimiz’den gelen rivayetler şöyledir. “Allah’ın adını an, sağ elinle ye ve önünden ye. Biriniz yemek yiyecek olursa sağ eliyle yesin, içecek olursa sağ eliyle içsin. Çünkü şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer” buyurdular. Üçte birini yemeğe; yani insanlar midesini doyururken midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya ve üçte birini de yaslanarak yememek şartı ile nefes almaya ayır diyor. Demek ki midenin sadece üçte biri kadar yenecektir. Yemek(te) bu kadar, üçte biri suya ayrılıyor, üçte biri de nefes almaya ayrılıyor.

 

Dakika 2:15:08

Yaslanarak da yemeyin diyor. Bu da -yaslanarak yememek- müstehaptır. Hanefilerde yaslanarak yemekte bir mahsur yoktur. Yine suya üflememek, teneffüs etmemek, lokmaları küçültüp, çiğnemeyi uzatmak. Küçük lokma alacaksın ama iyice çiğneyeceksin ve ağır ağır yiyeceksin. Kabın ağzından içmemek de müstehaptır. Ayakta su içmek caiz olmak ile birlikte oturmak daha eftâldir. Oturarak içmeli, oturarak yemelidir. Ayakta yemek ve içmek; bunlar eftâl değildir. Güzel sözler ile konuşmak sünnettir. “Yemek yerken konuşun, ama güzel sözler konuşun”. Bu sünnettir. Susmak(ta) ise Mecusilere benzemek mekruhtur buyrulmuştur. Kusurlarını söylemek mekruhtur. Yani bir yere gittin adamın kusuru var, “işte şurası söyle burası böyle”, onları söyleme, mekruhtur. Mahcup etme hakkın yoktur ama başka bir ortam da olabilir. Onu kırmadan dökmeden. Kabın alt tarafından yemek sünnet, üst ve ortalarından yemek mekruhtur. “Bereket yemeğin ortasına iner” buyrulmuştur. Evet, kıymetliler, Bunlar Peygamberimiz’den rivayet edilen Hadis-i Şeriflerdir. Tuzla başlayıp tuzla bitirmek de sünnettir. Tuz 70 hastalığa şifadır. Sol ayağını yatırır, sağ ayağını diker, yemeği sıcak yemez ve koklamaz. Evet, kıymetliler, içecekler konusuna da şöyle bir baktığımız zaman İmâm-ı Muhammed’in görüşü ile Hanefi dışındaki bütün mezhepler, bakalım ne diyorlar? Sarhoşluk verici içkilerin haram olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir, bütün mezhepler. Hanefilerin dışında kalanlara göre bunların az veya çoğundan içenlere had uygulanır. Yani haram olan içki içmenin cezası uygulanır. Hanefilere göre şarabın dışında kalan içeceklerden sarhoş olunmadıkça had uygulanmaz. Ancak şaraptan az ya da çok içilmiş olsun, had uygulanır. Şarabın azına da uygulanır çoğuna da. Şanlı Peygamber (A.S.V.) “Sarhoşluk verici her şey hamir, yani şaraptır ve her şarap haramdır”, yani sarhoşluk verenler. “Size azı sarhoşluk veren şeyin azını da nehy ediyorum. Çoğu sarhoşluk veren her şeyin azı da haramdır”. “Gerçek şu ki üzümden de hamir şarap yapılır. Baldan da hamir şarap yapılır. Kuru üzümden de hamir yapılır. Buğdaydan da hamir yapılır. Hurmadan da hamir yapılır ve ben sizlere sarhoşluk veren her şeyi yasaklıyorum”. Cihan Peygamberi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Şanlı Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.V.) böyle buyururlar. Bu Hadis-i Şerif’i de Nesei gibi

 

Dakika 2:20:02

sünen sahipleri, Ahmet Bin Hanbel gibi zat-ı muhteremler rivayet etmişlerdir. Şarabı başka şeylere karıştırarak az veya çok durumuna göre şöyle bir bakalım. Ne buyurdular: “Şarap ile karıştırılmış suyun içilmesi ittifak ile haramdır. Böyle içki içen kişi tazir edilir yani ceza verilir. Şarap sudan daha fazla ise had vacip olur, yani o zaman da tam şarap cezası verilir, haddi uygulanır”. Pişirilmiş şarap içmek de haramdır. Hanefilere göre şarap ile yoğurulmuş ekmeği yemek tahrimen mekruhtur. Şarabın zerrecikleri vardır, tazir gerekir. Hanefi olmayanlara göre de bu haramdır, ama had yoktur. Zanni bir delil ve vahit haber (olası haber) ile sabit olan şeylere Hanefiler, yapanın cezalandırılması söz konusu olan tahrimen mekruh adını verirken; cumhur, buna haram demektedir. Yani haram, demişlerdir. Yani zanni bir delil ve vahit haber ile sabit olan şeylerde hüküm böyle açıklanmıştır, Hanefiler tarafından ve cumhur tarafından. Yine Hanefiler şöyle demişlerdir: “Şarabın iğne hâlinde, yani şırınga hâlinde enjekte edilmesi, burun yolu ile çekilen bir ilaca karıştırılması da tahrimen mekruhtur”, demişlerdir. Haddi gerektirmez, demişler. “Had, içmeye bağlıdır” da demişlerdir. Yine Şafiî ve Mâlikîler -bakın- ne diyorlar: “Yani iğne yapmak, şırınga yapmak ve buruna çekmek ile de had uygulanmaz”. Hanbelilere göre şarap ile şırınga yapmak hâlinde had olmamak ile birlikte burun yolu ile çekmesi hâlinde ona had uygulanır. Boğaz yoluyla içeriye doğru şarap götürmüş olur dediler. Kim dedi? Hanbeliler. Hanbelilere göre şarabın tortusunu içmek, sacın taranması(sıyırmak), yine tahrimen mekruhtur. Şarabın azı ise çoğu gibidir. Sarhoş olmadığı sürece şarap tortusunu içen de had uygulanmaz. Hanefilerin dışındakiler der ki: “Şarap tortusunu içmek haramdır ve had vurulur; o da bir şaraptır”, demişlerdir. Zehirli ilaçlar konusuna da şöyle bir göz atalım. Hanbeliler şöyle dediler: “Ölüm veya delirmek gibi vakalarda tespit edilir edilmişse, bu mubah değildir”. Yani bu gibi ilaçları kullanmak mubah değildir. Tespit edilmemiş ve fayda vermesi de umuluyorsa; ilacın mubah olmasıdır, demişlerdi. Daha tehlikeli şeyleri önlemek için kullanılır. Birçok ilaçların da menfi(olumsuz) tesirinden tabii ki sakınılmalıdır ve sakınılmaktadır. Daha zararlı olan şeyler önlemek için mubah kılınmıştır.

 

Dakika 2:25:01

Sarhoşluk vermeyen içecekler konusunda da -bakın- ne buyruluyor. “Eşyada asil olan mubahlıktır. Sarhoşluk vermeyen her türlü içecek helâldir”. Kıymetliler, şimdi kuru hurma ve taze hurmadan yapılan içeceklere “El-Munassaf” denmektedir. Salkımından koparılmamış taze hurma ile yaş hurmadan yahut da kuru hurmadan bunlar ile kuru üzümden kaynatılmaksızın yapılan; bunlara da üzerinden 3 gün geçmiş içecektir ki bunlara da “El-Hâlitan” denmektedir. Süre daha az olursa mekruh olmaz, yani 3 günden az olacak. Hurmayı, kuru üzümü veya taneleri suya atmak demek olan “intibaz”, yani nebiz (hurma suyu), şurup yapmak. Şayet sarhoşluk verme ihtimali olmayacak şekilde bir gün veya bir gece gibi kısa bir süre kalacak olursa bu mubah olur. Kuru üzümü Şanlı Peygamberimiz (A.S.V.) Efendimiz ne yapardı? Islatır, kuru üzümü ıslatırdı ve Peygamber Efendimiz de bir gün, ertesi gün ve daha sonraki gün üçüncü gecenin akşamına kadar ondan içer, ondan sonra da dökülmesini emreder yani 3 günü geçirmezdi. Delili ise şudur “El hâlitanın konusunda zevih ve taze hurmayı birlikte nebiz (hurma suyu) yapmayınız, aynı şekilde kuru üzüm ile taze hurma ile birlikte nebiz (hurma suyu) yapmayınız. Ancak bunların her birisini başlı başına ayrı ayrı nebiz (hurma suyu) yapınız” buyurmuşlardır. Buraya da dikkat lâzım. Yine fukka yani şerbet konusunda da Mâlikîler ile Hanbeliler onun mahsur yoktur, demişler. “Fukka nedir?” derseniz: Buğday ve hurmadan yapılan bir içecektir. “Tadı çözülünceye kadar arasına kuru üzüm atılandır” da denilmiştir. Sarhoşluk verici değil, yemeği hazmetmek için yapılır. Mâlikî ve Hanbelilere göre supya şurubu helâldir. Suda eriyinceye kadar iyice kaynatılan, şeker katılarak pirinçten yapılan bir içecektir. Üzüm akidi helâldir. Kaynatılan üzüm suyudur bu da. “Errubbu Samit” adı verilir ki sarhoşluk vermelerinden yana emin olunmadıkça helâl olmaz. Sarhoşluk vermedikleri için pekmez ve buna benzer reçeller mubahtır. Şimdi, bir de kapların durumuna göre deriden, yani tulumlarda mubah, nebiz (hurma suyu) yapmanın caiz olduğu üzerine ittifak etmişlerdir. Bunun dışında kalan kaplar konusunda farklı görüşler vardır. Hanefilere göre bütün kap kaçaklarda nebiz (hurma suyu) yapmakta bir mahsur yoktur. Dubba, hanten, muzeffet ve nakir, bunlarda özellik yoktur.

 

Dakika 2:30:05

Bu gibi kaplarda nebiz (hurma suyu) yapmanın yasakları ise Şanlı Peygamber’in şu buyruğu ile nesh edilmiştir. Bakın, ne diyor Şanlı Peygamber (S.A.V): “Ben sizlere tabaklanmış deri kaplar, tulumlar dışındaki kaplarda yapılmış olan içecekleri kullanmaktan nehyetmiş (yasaklamış) idim. Artık her türlü kaptan içebilirsiniz. Şu kadar var ki, sarhoşluk verici bir şey içmeyiniz”. “Ben sizlere birtakım kapları nehyetmiş idim. Ancak kap bir şeyi ne helâl eder ne de haram kılar ve sarhoşluk verici her şey haramdır” buyuruyor. Mâlikîlere göre sadece Dubba ve Muzaffet kaplarda nebiz (hurma suyu) yapmak mekruhtur. Bunların dışında mekruh değildir, demişlerdir. Şimdi “Dubba nedir?” derseniz: Kurumuş kabaktan yapılan bir kaptır. Hanten ise yağ sürülmüş yeşil renkli testilerdir. Muzaffet ise zift ile kaplanmış kabın adıdır. Nakir ise ağaçtan bir kaptır. Evet kıymetliler. Bu Şanlı Peygamber’in sözünde ve Hanefilerin görüşünde bunları daha iyi anlamış olmaktayız. Şafiîler ve Hanbeliler ise Hanefiler gibi düşünmektedirler. O, Hanefiler gibi caiz görmüşlerdir. Şarabın sirkeye dönüşmesi, dönüştürülmesi konusunda da şarap kendiliğinden sirkeye dönüşürse caiz olduğu konusunda ittifak vardır. Şanlı Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz “Sirke ne güzel katıktır!” diye buyurmuşlar ve bu söz Peygamberimiz’den rivayet edilmiştir. Gölgeden güneşe alınarak sirkeye dönüşse Hanefi, Şafiî ve Zahiri mezheplerine göre sirke helâl olur. Hanbelilerde de bir ihtimale göre hüküm böyledir. Hanbelilerde, bir başka görüşlerine göre tahir (temiz) olmaz, demişlerdir. Ebû Hanife’ye göre sirkeye dönüşmek, ‘acılıktan ekşiliğe doğru bir değişme göstermek ile anlaşılır’ demiş, o büyük allâme-i cihan, Ebû Hanife İmâm-ı Âzam (R.A.) böyle buyurmuştur. Yani sirkenin; şarabın sirkeye nasıl dönüştüğünü anlamak için acılıktan ekşiliğe doğru değişmeyi göstermek ile anlaşılır, demiştir. Acılık diye bir şey kalmamalıdır. İmâm-ı Ebû Yusuf ile İmâm-ı Muhammed der ki: “Şarap 10’da 1 parça ekşiliğin ortaya çıkması ile sirkeye dönüşür”, demişlerdir. Bu iki zat-ı muhterem İmâm-ı Âzam’ın baş talebeleridir, dünyanın en büyük âlimlerindendirler. Tuz, sirke, balık, sıcak ekmek, soğan gibi yabancı bir madde atma yahut ateş yakmak suretiyle şarabın sirkeye dönüştürülmesi caizdir ve Hanefilere göre içilmesi helâldir. Düzeltmek ise mubahtır. Derinin tabaklanmasına kıyasen verilmiştir bu hüküm, bu fetva. Hangi deri tabaklanırsa o temizlendi demektir.

 

Dakika 2:35:04

 

Şanlı Peygamber şöyle buyurdular (Allah’ın salât-ü selamı onlun üzerine olsun): Tabaklamak, meyte derisini sirke olmuş şarabın helâl olması gibi helâl kılar. En iyisi sirkenizü şarabınızın sirkesidir. Sirke ekmeğin bandırıldığı ne güzel katıktır”. Naslar mutlaktır demişlerdir. Düzeltmek ise mubahtır. Evet, kıymetliler, işte şanlı âlimlerimiz her konuda nasıl emek sarf etmişler, bütün imkânlarını kullanarak ilimin zirvesine çıkmışlardır. Şöyle bir bakıyoruz ki; Mâlikîlerin üç görüşü, bunlardan tahrimi olan, yine kerahetle birlikte caiz gördükleri ve yine kendiliğinden şarap olanın sirkeye dönüştürülmesi. Bunun da cevazını (izinini) ortaya koymuşlar. Şarap olarak yapılmış şarabın, sirkeye dönüştürülmesi caiz değildir, demişlerdir. Şarap olarak yapılmış şarabın, sirkeye dönüştürülmesi caiz değildir, demişlerdir. Şarabı haram kılan ayetin inmesinden sonra şarabın dökülmesini emretmiştir diyor. Bunu da diyen kimler: Şafiîler ve Hanbeliler. Yine “O şarabı dök” deyince, Ebû Talha “Onu sirke yapayım mı” diye sormuş. Cihan Peygamberi “Hayır” buyurmuş. Çünkü şarapların haram olmasına ‘emir ayetler’ o gün geldiği için bütün şarapların yok edilmesi gerekiyor. ‘Şarabın haramlığı iyice anlaşılsın, yerleşsin’ hikmetine dayalıdır bu. Artık herkes şarabın haramlığını iyice anladıktan sonra şarapların sirkeye dönüşmesi caiz görülmüştür neticede. Kıymetliler, İnşâAllah giyim kuşam konusunda, süs eşyaları konusunda sizlere; İslam dininde giymenin de kuşanmanın da bunları nasıl kullanmanın da ölçülerine, hükümlerine İnşâAllah bakarak, derslerimiz devam edecektir. Cenab-ı Hakk Yüce dinin kaderine asil kaynağından, en iyi bilen kullarından eylesin. Çünkü Müslümanlar dinlerini iyi bilmelidir.

 

Dakika 2:39:02

 

(Visited 71 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}