[jw7-video]

76- Amelde Fıkhı Ekber Ders 76

AMELDE FIKH-I EKBER DERS 76

Ey Ümmet-i Muhammed (A.S.V.)! Bizden size selam. Dersimiz, Amelde Fıkh-ı Ekber’in keşif notları olarak devam etmektedir. Dersimiz, Hayat Veren Nur’un keşif notlarıdır. Yüce İslam, insanlığı ebedî, mutlu bir hayat tarzıyla, ölümsüz hayata Allah’ın lütfu, keremi, O’nun namütenâhi rahmet-i rahman ve rahmet-i rahiminin tecellisiyle insanlar ölümsüz, mutlu hayatı İslam ile bulurlar. Yüce İslam’ın lehte ve aleyhteki ilimlerini delilleriyle ortaya koyan bilim dalı İslam’da, Amelde Fıkh-ı Ekber’dir. İşte, İtikatta Fıkh-ı Ekber’i sizlere verdikten sonra, Amelde Fıkh-ı Ekber’den keşif notlarıyla Hayat Veren Nur’un dersleri devam ediyor. Konumuz, yine cenaze hakkında; ekol, Şafiî Hazretleri ekolüdür ve Hanbeli Hazretleri’nin ekolüdür. Şimdi dersimiz buradan devam ediyor. Şafiî ve Hanbeli ekolüne göre -dersimizin konusu buradan başlıyor- Hanbelilere göre niyet rükün değil şarttır. İşte, görüyorsunuz. Cenaze namazının rükünleri vardır. Hanbelilerde niyet rükün değil şarttır. Konumuz cenaze namazı, şimdi şöyle bir bakalım: Şafiî ve Hanbelilere göre şöyle baktığımız zaman bu rükünlerden birisi niyet etmektir. Yani cenaze namazının rükünlerinden biri niyet etmektir. Şafiî ile Hanbelilere göre ölüyü şahıs olarak belirlemek farz değildir. Tayin eder de yanılırsa Şafiîlere göre namazı bâtıl olur. Yine Hanbelilere göre elleri göbeğin altına bağlanır. Şafiîlere göre ise göbek ile göğüs arasında bağlanır. İftitah tekbiriyle de beraber dört tekbir almak da rükündür bu ekollere göre. Şanlı Peygamberimiz’den gelen haberde (A.S.V.): “Cenaze namazında dört tekbir almıştır.” diyor Sahih-i Müslim’de; yine Enes’ten gelen bir haber. Böyle olduğu gibi, yine Hz. Peygamber (A.S.V.) Necâşî’nin öldüğü gün ölümünü haber vermiş, mucize olarak sonra musallaya çıkmış ve dört tekbir ile gıyabi cenaze namazını kılmıştır. Sevgili Peygamberimiz; yine gömüldükten sonra ravzasına konduktan sonra bir ölünün kabri başında durmuş ve dört tekbir ile cenaze namazını kılmıştır. Yine İbn-i Abbas’tan gelen haberde Peygamberimiz’in böyle uyguladığı rivayet edilmektedir.

Dakika 5:00

Tekrar ediyorum: Şanlı Peygamber (A.S.V.) gömüldükten sonra bir ölünün kabri başında durmuş ve dört tekbir ile cenaze namazını kılmıştır. “Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız öyle namaz kılın.” buyuruyor Şanlı Peygamber (A.S.V.). Hanbelilere göre dört tekbirden az tekbir almak caiz değildir. Yine rükünlerden bu ekollere göre birinci tekbirden sonra diğer namazlarda olduğu gibi Fatiha okumak rükündür. Yine İbn-i Abbas’tan gelen bir haberde İbn-i Abbas, cenaze namazında Fatiha’yı okudu ve şöyle dedi: “Bilesiniz ki Fatiha’yı okumak sünnettir. Fatiha’yı okumanın yeri, birinci tekbirden sonrasıdır.” Şafiîler nezdinde birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü tekbirden sonra Fatiha’yı okumak da yeterlidir. İkinci tekbirden sonra salavat getirmek de yine bu ekollerde rükündür. Şafiîlerde Şanlı Peygamber’in âlini zikretmek vacip değildir, Hanbelilere göre vaciptir. Yine rükünlere devam ediyoruz. Üçüncü tekbirden sonra dua etmek, cenaze namazında bu da rükündür bu ekollere göre. “Namazınızı kıldığınız cenaze için ihlas ile dua edin.” diye Hadis-i Şerif mervîdir. Duanın en azı; “Allah’ım ona rahmet eyle, Allah’ım (C.C.) onu mağfiret eyle.” demektir. Tekbirlerden sonra selam vermek; bu da rükündür bu ekollere göre. Neydi bu ekollerin adı? Şafiî, Hanbeli ekolleri. Yine cenazeyi ayakta kılmak da rükündür bu ekollere göre. Şimdi sünnetlerine de şöyle bir bakalım. Elleri omuz hizasına kadar kaldırmak, Şafiîlere göre her tekbirden sonra elleri göğüs altında, Hanbelilere göre göbeğin altında bağlamak, kıraati gizli yapmak sünnettir. Cenaze namazından bahsediyoruz, Şafiîlere göre böyle. Her iki mezhebe göre üç saf yapmak da sünnettir. Her iki mezhep neydi? Unutmayalım: Şafiîler, Hanbeliler. “Herhangi bir cenazenin namazını üç saf Müslüman kılarsa onun cennete girmesi vacip olur.” diye Peygamberimiz’den haber vardır (A.S.) Bunu hasen olarak muhaddislerimizden Tirmizî gibiler rivayet etmişlerdir. Cemaatle cenazenin kılınmasının sünnet olduğunda ittifak etmişlerdir. Şimdi kılınış şekline de şöyle bir bakalım: Birinci tekbirden sonra sadece Fatiha okunur Şafiî ile Hambelilere göre. Birinci tekbirden sonra sadece Fatiha okunur, kıraat gizli yapılır. İkinci tekbiri alıp yine gizlice salavat-ı şerife okunur.

Dakika 10:22

Şanlı Peygamber (A.S.V.) Efendimiz’in ashabından biri Ebû Ümâme şöyle haber vermiştir: “Cenaze namazı sünnete uygun olarak şöyle kılınır: Tekbir alır, sonra birinci tekbiri takiben Fatiha’yı içinden gizlice okur. Sonra Hz. Peygamber’e salavat okur, hususi olarak duada bulunur, sonra selam verir.” Bu da bir Hadis-i Şerif olarak Peygamberimiz’den gelen bir haberdir. “Yine üçüncü tekbirden sonra da duada bulunur.”, Hadis-i Şeriften de anlaşıldığı gibi. “Cenaze namazı kıldığınız zaman ona hâlisane olarak dua edin.” buyuruyor Şanlı Peygamberimiz. ‘’Allahümmağfirhü verhamhu’’ gibi dualarda bulunmak ‘’Allahümmağfirli hayyina ve meyyitina’’ diye başlayan dualar okumak gibi dualar okunur. Çünkü bunların sınırları, duanın sınırı yoktur. Yine şu dua da bu ekollerde tavsiye edilmiştir: ‘’Allahümme hâzâ abdüke vebnü abdike harecen minrağfiddünya ve sa’atiha’’ (ila âhir) gibi dualar tavsiye edilmiştir. Kıymetliler, yine çocuk cenazelerinde ‘’Allahümmec’alühü feratan liebeveyhi ve selefen ve zuhran’’ (ilâ âhir) gibi dualar tavsiye edilmiştir. Yine Şafiîlere göre şu dua okunur: ‘’Allahümme lâ tahrimna ecrahu ve lâ tefdinna bağdehu vağfirlena ve lehu’’. Hanbelilere göre namaz kılan, dördüncü tekbirden sonra biraz bekler. Hanefilere göre salavat getirmek sünnettir, Mâlikîlere göre menduptur. Diğerlerine göre ise biraz önce zikrettiğimiz gibi bir rükündür. Hanefilere göre selam vermek vaciptir, cumhura göre rükündür. Hanefilere göre tilavet niyetiyle Fatiha’yı okumak tahrimen mekruh, dua niyetiyle okumak caizdir. Buraya dikkat et! Hanefilere göre tilavet niyetiyle Fatiha’yı okumak, cenaze namazında tahrimen mekruhtur. Dua niyetiyle okumak ise caizdir. Fatiha’yı okumak Mâlikîlere göre tenzihen mekruhtur, diğerlerine göre rükündür. Biraz önce saydık. İşte, kıymetliler. Bu İslam âlimlerinin ihtilâfları rahmet deryasıdır. Kimse yanlış anlamasın; bu, rahmetin sağa, sola, her tarafa dalgalanmasıdır.

Dakika 15:02

Bu âlimler (Rahmetullahi Aleyhim Ecmain), mükemmel keşiflerde bulunmuşlardır. Öyle de olur öyle de olur, öyle de olur. Ümmetin işi o kadar kolaylaşmış ki hangisini biliyorsan bu ekollerden, hangi mezhebe bağlıysan onu güzel öğren, delilleriyle onu yaşa, ona mükemmel, sağlam Ehl-i Sünnet ol. Mezhep düşmanlarına hiç değer verme, o mezhepsiz mezhep düşmanları var ya! Onlara hiç değer verme. Onlar İslam’ın delillerini de bilmezler; dolayısıyla bilmedikleri için bilmediklerine düşman olurlar. Mezhepsiz olma; çünkü mezhep demek bilen, bu işi iyi bilen müçtehit âlimlerle, usul âlimleriyle, onların ilmiyle hareket etmek, delillerle hareket etmek demektir. Bilmeyen, bilene tâbi olacaktır. Buradaki bilmekten maksat, İslam’ın delillerini Hilye-i Şerif bilmektir. Kıymetliler, Hanefilere göre imam efendinin erkek ve kadın cenazelerinin göğüs hizalarında bulunması menduptur. Göğüs imân mahallidir. Hanefilere göre göğüs hizasında bulunması menduptur ve göğüs insanlarda imân mahallidir. İbn-i Mesut’tan gelen, rivayetle de amel edilmiş olmaktadır. Yani zannetme ki, o fıkıh kitaplarına Hanefilerin tevâtürle bize kadar gelen, asırlardır okunarak, okutarak gelinen fıkıh kitapları; bir cümle konulmuşsa o kitaba, onun hakkında bir delil vardır. Delil yoksa; orada işte hat kıyas vardır. Yine delillere göredir o kıyaslar çünkü kıyasın şeraitini kıyas eden kıyas-ı fukaha fakihlerin kıyasıdır ki onlar bu işin ehlidir. Herkes müçtehit olamaz, herkes fakih olamaz ki bu büyük bir ilim ister, ilimlerin en büyüğü fakihlerdedir. Şimdi Hanefilerin görüşünden sonra Mâlikîlere göre imam; erkek cesedinin orta hizasında, kadın cesedinin omuz hizasında durur. Bakın, Mâlikîler böyle demişler. Bunların hepsi güzel, hepsi keşif bunların. Öyle de olur böyle de olur. Şafiîlere göre başı hizasında; kadın cenazesinin uyrukları hizasında durmak menduptur, sünnete uymaktır. Hepsinin amacı Peygamber’in ölçülerine, yani sünnete uymaktır; hepsinin gayesi, keşifleri budur. Yalnız öylesi de sünnet, öylesi de öylesi de sünnettir. Değişik ortamlarda aynı namazı Peygamberimiz’in cephelerde on altı türlü değişik şekilde kıldığı rivayet edilmiş. Bak orada, cephedeki durumlar farklı. Onun için kıymetli âlimlerimiz, Peygamberimiz’in değişik ortamlardaki durumlarını da dikkate alarak keşiflerde bulunmuşlar, mezheplerine gereken delilleri yerleştirmişler,

20:10

o delillere göre hükümleri açıklamışlardır. Hanbelilere göre erkek cenazesinin göğüs hizasında, kadın cenazesinin ise orta hizasında durulur. İşte, kıymetliler. Şöyle bir bakalım; bunlar şahane tespitlerdir ama bakın Hanefilerin keşiflerine dikkat et. Onlar bu işin başında bulunuyorlar ve sıcağı sıcağına hesapla en yakın mezhep Hanefilerdir. Onun için bunları şöyle bir değerlendir. Hangi delil daha güçlü ise bu deliller rahmet sofrasının içine bu ekoller tarafından konulmuş. Hepsine rahmet okuyarak, nankörlük etmeden o sofradan, o rahmet sofrasından faydalan; ebediyyû’l ebed. Hırsız olma: Hanefi’den çalıp Hanefi düşmanlığı, Şafiî’den çalıp Şafiî düşmanlığı ve öbürlerinden çalıp, hırsızlık yapıp, hazır bulup da önünde nankörlük de yapma. Onlar bunu asırlardır dünyaya okutarak geldiler. Mezhep düşmanları, dünyanın en nankör insanlarıdır. Çünkü halef de selef de Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat da bu hak mezheplerle gelmiş, Ehl-i bid’at’a karşı, bütün yanlışlara karşı Yüce İslam’ın delilleri korunarak gelmiştir. Hadis-i Şerifler korunarak geldi, sen hadis ayıklıyorum derken ne hâle düştüğüne bir bak! Hadisler ayıklanmış asırlardır, tapuya alınmış, korunarak gelmiş. Sende onu anlayacak, tevil edecek kafa, ilim var mı, yok mu? Şu kafanı bir yokla. Hadis düşmanlarına da dikkat edin. Hadis ayıklamaya kalkanlar önce kendi kafalarının bozukluğunu tamir etsinler. Bozuk kafaların içine bozuk fikirler girmiş, onları ayıklasınlar. Hadis-i Şerifler, Kur’an-ı Kerim ortada. Hadis-i Şerifler tapu senetleriyle konularak gelmiş asırlardır. İmâm-ı Âzam ve onun ekolündeki bütün âlimler, halefi, selefi; Ashab-ı Gûzin’in, sıcağı sıcağına Tabiîn’in içerisinde. Onların ilim halkasının içerisinde nice muhaddisler yetişmiş; onun için onlar bu işi halletmişler ve mükemmel çalışmışlar. Bu 14 asırdır senin önünde hazır buldun bunları, sen şimdi hadis beğenmiyorsun, ayetlere aklın ermiyor ve fikrin bozulmuş, Kur’an düşmanlığı yapıyorsun farkında değilsin. Sahih hadislere de düşmansın farkında değilsin, bundan vazgeç. Daha iyi oku, kendini yetiştir; o zaman bu mezheplere rahmet okumaktan başka geriye bir şey kalmaz. Kıymetliler, rivayetlerin değişik olması: Bu kıymetli âlimler değişik rivayetlerle -bakın- ortaya kendi kanaatlerini koydular.

25:02

“Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) ile beraber lohusa iken ölmüş bir kadının cenaze namazında bulundum.” İbn-i Cündeb diyor bunu; kıymetli sahabelerden. “Hz. Peygamber (A.S.V.), kadının ortası hizasında durarak namazı kıldırmıştı.” diyor. “Enes bin Mâlik ile beraber bir erkek cenazesinde bulundum. Enes, cenazenin başı hizasında durdu. Bu cenaze kaldırıldıktan sonra bir kadın cenazesi getirildi, onun da namazını kıldırdı. Fakat onun ortası hizasında durdu.” İşte, kıymetliler. Alâ bin Ziyâd, el-Alevî de aramızda bulunuyordu diyor. Alâ, Enes’in (Radıyallahu Anhüm ve Erdahüm Ecmain) erkek ve kadın cenazelerinde farklı yerlerde durduğunu görünce: “Ey Ebû Hamza! Resulullah (A.S.V.) erkek ve kadınların cenazelerinde senin durduğun yerde dururdu.” dedi. Enes de: “Evet.” dedi. Alâ bin Ziyâd şöyle demiştir: “Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) da senin gibi cenaze namazı kıldırdı, hep böyle kıldırırdı. Dört tekbir alır, erkeğin başı hizasında, kadının uyrukları hizasında dururdu.” Enes de: “Evet.” dedi. Bu haberin birisi; her ekolün güzel kıymetli haberleri var. Bunların hepsi mükemmel. Ebû Gâlip hadisini sahih kabul etmiştir. Tabii fakihlerimiz fazlalık vardır, ona müracaat etmek vaciptir. Bunlarda çelişki de yoktur. Çünkü Peygamberimiz’den nakleden râvîlerin ne o Peygamberimiz’in yaptığı fiilî veya kavlî sünnetlerinin ne kadarını raptedip ne kadarını aktardığı birçok Hadis-i Şerifler bir araya gelince birbirini tamamladığı, bunu da fakihlerin değerlendirdiği ve onların bunları keşfettiğine bakarsak şuna benziyor. İmâm-ı Âzam’ın tespiti bu Hadis-i Şerifler çiçek demetlerine benzer diyor. Eczacının eline bu çiçekleri verirseniz sadece ilaçlar yapılırken eczacı, doktorun emrinde çalışır. Ama o ilaçların nerede kullanılacağını eczacı bilmez, doktor bilir. Hadis-i Şeriflerin de tespiti böyledir. Birçok hadis demetleri böyledir. Neticede fakihler onu değerlendirir, hükmünü ortaya koyarlar. Sen şimdi bir Hadis-i Şerif almışsın, o hadisi tamamlayan başka Hadis-i Şerifler var. Onlar bir demet, onlardan nasıl hüküm çıkarılacağını müçtehitler bilir. Muhaddis dahi bilmez; muhaddis onun sadece elindekini, senedini, tapusunu ve onun netini iyi mahfuza eder.

Dakika 30:03

Ama o hadis demetlerinin tamamından hüküm çıkarmak için müçtehit, fakih olmak gerekiyor. Yalnız muhaddis olmak da yetmiyor; çünkü çok muhaddisler İmâm-ı Ebû Yusuf’a gider, İmâm-ı Muhammed’e giderler. Başları hep İmâm-ı Âzam olmak üzere bu Hadis-i Şeriflerin hükümlerini onlara sorarlardı. Hatta sahih olan, olmayan Hadis-i Şerifleri en çok müçtehit, fakihlere soracaksın. Onlar hem metnine hem de mânâsına, lafzına bakarlar. Bilhassa bir hadis öbür sağlam hadise ters düşüyorsa, Kur’an-ı Kerime ters düşüyorsa onlar onu çok iyi keşfeder ve sahih olmayanları sahih olanlardan ta o zaman iyice ayıklanmış, tetfin edilmiştir. İşi cahile bırakırsanız başıbozukluk devam eder. Kıymetliler, mesbûk kişinin durumu: Mesela cenaze namazına yetiştiği yerden itibaren kaçırdığı kısmı tamamlaması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Kim? Kıymetli âlimlerimiz, fakihlerimiz. Evet, bunlar birer birer fıkıh kaynaklarında. Her mezhebin çok mükemmel fıkıh kaynakları var. Yalnız ben şu anda fıkıh düşmanlarına da şunu tavsiye ediyorum: Siz fıkıhları hiç anlamamışınız, iyice inceleyin. Fıkıh düşmanlarına diyorum ve onu iyice anlamadan fıkıh hakkında rastgele konuşanlara da diyorum. Siz onları hiç anlamamışınız, o fıkıhları iyice keşfedin, hayran olursunuz. Çünkü o fıkıhlar temeli teşkil ederler, delillerle beraber. Sen onu bugünkü çağa, gelecek çağlara taşımayı öğren, beynini geliştir. Beynin terakki etmeyi bilsin; sen beyninin almadığını kabul etmiyorsun. Senin beyninin kaç gramı var ki, senin beynine bakıyorsun ki sığmıyor? E tamam, beynini geliştir, ilmini geliştir. Bir örnek istiyor musun? Şafiî Hazretleri ilk zamanlar İmâm-ı Âzam’a atıp üfürüyordu, niye? Toy zamanıydı, daha ilimler yeteri kadar anlaşılmamış genç ve toy zamanında. Ama ilimde olgunluğun zirvesine çıkınca ne diyor İmâm-ı Şafiî: “İmâm-ı Âzam gibisini analar doğurmamıştır, doğurmaz.” diyor ve fıkıh da diyor. Bütün dünyada herkes; “Onun ehli, ıyâli gibidir” diyor. Dünya uykudaydı fıkıh konusunda; dünyayı Ebû Hanefi İmâm-ı Âzam uyardı diyor. Kıymetliler, gelin hep beraber taassubu bırakalım, cahilliği bırakalım; ruhumuzu, kalbimizi, beynimizi, geliştirelim. Senin o fakihleri senin tenkit edecek, onların fıkıhlarını tenkit edecek ruhun ve kafan yok. Beynini geliştir.

Dakika 35:00

Sen ayetlere mânâ veriyorsun. Ayetin dışına çıkınca bakıyorsun, kendi yorumlarında nice hatalar yapıyorsun. Ayetin dışına çıkar çıkmaz sende hatalar başlıyor, haberin olsun. Kime söylüyorum bunu? Bu hatayı yapan herkese; yalnız kendimden başlayarak. Yani zannetme ki sadece sana söylüyorum; sana söylediklerimi kendime de aynen söylüyorum. Diyorum ki herkes beynini, kalbini, ruhunu ilimlerle geliştirsin; sürekli terakki etsin. Ben şu kadar biliyorum, bundan ibaret; olmaz öyle şey! Orada ya duraklama vardır ya gericilik vardır. İslam’da terakki vardır. Sürekli yükseleceksin; Elham-ı Şerif’i acaba keşfedebildin mi sen? Kur’an-ı Kerim açık, açık ayetleri var. Muhkem ayetler keşfedebildin mi? Onu keşfetmeden gittin, aklı ermeyen çocuk gibi gittin müteşâbihlere takıldın; gücün yetmediğine. Çünkü çocuklar, her gücünün yetmediği işi zorlarlar. Bu çocukluğu da bırak; kendini âlim zanneden kimselere söylüyorum yine kendimden başlayarak. Çok kıymetli ve muhterem efendiler, Hanefilere göre önce iftitah tekbirini alır, cenaze namazıyla ilgili yine beraber tekbirlerini alırlar. Cemaatiyle beraber alamadığı tekbirleri ne yapar? Mukim olan müdrik kimse gibi peş peşe alır ve dördüncü tekbirden sonra gelirse cenaze namazını kaçırmış olur. Bu mesbûk hakkında konuşuyoruz, yani mesbûk ne yapıyor? Bazı baştan işe yetişememiş, sonradan yetişmiş. Namazın bir kısmına yetişenler veya sonuna yetişenler hakkında mezheplerin görüşleri bunlar. Mâlikîlere göre iftitah tekbirini alır mesbûk kişi. Yine imamın tekbiri almasına kadar beklemesi vaciptir demişler. Peş peşe tekbirleri alır ve selam verir. Bunlarla hemen hemen Mâlikîlerle Hanefiler aynı görüştedirler. Şafiîlere göre tekbir alıp Fatiha’yı okur mesbûk kişi; imam başka bir tekbir almışsa onun peşinden mesbûk kişi de onunla beraber tekrar tekbir alır, kıraat düşer. İmamı uyar -demiş- imam selam verince mesbûkün geride bıraktığı tekbirleri ve duaları telafi etmesi vaciptir demiş Şafiîler. Hanbelilere göre -mesbûkla ilgili keşif notu veriyoruz; hepsinden- tekbirlerden bir kısmını kaçıran kişi bunları peş peşe kaza eder. Eksiği varsa; bu tekbirleri aslına göre kaza etmesi sünnettir. Hz. Ömer’in oğlundan gelen haberde bu kişinin tekbirleri kaza etme sözü: “Ya Resulullah! Ben cenaze namazını kılıyorum fakat bazı tekbirleri işitemiyorum.” Bunun üzerine Şanlı Peygamber (A.S.V.), ona: “İşittiğin tekbirleri al, kaçırdıklarını kaza etmen gerekmez.” buyurdu diye bir rivayet vardır.

40:15

İşte, Hanbeliler buna dayanarak böyle demişler. Hanbelilere göre yine mesbûk olan kişi cenazeye yetişememekten korkarsa peş peşe tekbirlerini alır; kıraat, salavat ve duayı terk eder. Şimdi cenaze ile ilgili şeriatlara şöyle bir bakalım: Müslüman olmak, akıllı olmak, temyiz gücüne sahip olmak, taharetli olmak, avret yeri örtülmüş olmak, temiz olması, kıbleye yönelmesi, niyet etmesi ve diğer şartlar. Vakit ile cemaat şart değildir. Vakti mutlak olup bunun için muayyen bir zaman yoktur. Mümkün ise kerahat vakitleri dışında kılınır. Ama mümkün olmadığı zaman da kerahat vaktinde bile kılınır cenaze. Cemaat ise cenazede sünnettir. Gelen haberde, yine: “Herhangi bir Müslüman ölür de cenaze namazında Allah’a (C.C.) hiçbir şeyi eş koşmayan kırk kişi bulunursa Yüce Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri (C.C.), onların ölü hakkındaki şefaatlerini kabul eder.” Bu, Müslim-i Şerif’in rivayet ettiği haberlerden biri. Bir kişiyle de namaz farzı düşer. Yani çünkü farz-ı alel kifayedir; cenaze namazı farz-ı kifaye olduğu için. Şanlı Peygamber’in cenazesini (A.S.V.) teker teker kılmalarının sebebi; imamlığa geçenin her şeye önderlik etmesi ve halife olması gerekirdi. Tabii o zamanda Şanlı Peygamber’in ölümüyle daha halife seçilmemişti. Şafiî ekolüne göre cenazeden öne geçmemesi şart koşulmuştur. Yani cenaze namazı kılan kişi cenazeden ileri geçmesin deniliyor, bu şarttır deniliyor. İmamdan öne geçilmediği gibi cenazeden de öne geçilmez, geçilemez. Yine cenaze namazının kılınmasının şeriatına şöyle bir bakalım. Ölen kişi Müslüman olmalıdır: “Onlardan ölenlerin hiçbiri üzerine asla cenaze namazı kılma.” (Müslüman olmayanın üzerine namaz kılma) diye Allah’tan emir var. Cenaze namazı kılınmaz Müslüman olmayanın. Tevbe Suresi 84. ayet-i kerimeye baktığımız zaman bunu görüyoruz. Yine cesedinin tamamı yahut çoğu mevcut olmalıdır. Bu, Hanefi ve Mâlikîlere göre şarttır. Bir uzuv için cenaze namazı kılınmaz. Bu ekollerde ölü hazırlanmış, imam efendinin önünde kıble tarafında yere koyulmuş olmalıdır.

45:08

Bu da Hanefilerle Hanbelilere göre şarttır. Yine Mâlikîlere göre de ölünün bulunması şarttır. Yani gıyabi olmaz diyor Mâlikîler. Şanlı Peygamber’in (A.S.V.) Necâşî’ye gıyabına kıldırması ise; o Peygamberimiz’e hastır. Ölüyü namaz kılanın yerine, namaz kılanın önüne koymak Mâlikîlere göre mendup tur. Şafiî ve Mâlikîlere göre herhangi bir hayvana yüklenmiş yahut insanların elleri yahut omuzları üzerindeki, bu durumdaki ölüye cenaze namazı kılmak caizdir. Bu kime göre? Şafiî ve Mâlikîlere göre. Ölü olarak doğan, düşük olan çocuğa cenaze namazı kılınmaz. Ölü doğmuş, canlanmamış, hayat belirtisi görülürse namazı kılınır. Ölünün temiz olması gerekir. Yıkanmadan veya su yoksa teyemmüm ettirilmeden cenaze namazı kılınmaz. Şehitlerin de -biliyorsunuz- ölen kişi şehit ise onun durumu da faklıdır. Şehit, cihat meydanlarında ölen kimsedir. Cumhura göre şehitlerin -biliyorsunuz- cenaze namazı kılınmaz; yıkanmaz, kefenlenmez, üzerine cenaze namazı kılınmaz, kendi elbiseleriyle gömülür. Bu, cumhura göredir. Fakat -bak ne diyorlar- Hanefiler diyorlar ki: Şehit kişi kefenlenir, üzerine namaz da kılınır fakat sadece yıkanmaz. Şehit, kanıyla mahşere gelecektir. Misk-i amber’den daha güzel kokular saçılarak. Zulme uğrayarak öldürülürse, savaş alanının dışına çıktıktan sonra ölürse Mâlikîlerde meşhur olan görüşe göre ve diğer fakihlere göre yıkanır ve cenaze namazı işte o zaman kılınır. Bakın, burada da fakihlerimiz çok mükemmel incelemişler, keşiflerde bulunmuşlardır (Rahmetullahi Aleyhim Ecmain). Kıymetliler, cenaze namazının vakti konusunda da Hanefiler bakın ne diyor o kıymetli ekolun âlimleri? Namaz kılmanın -biliyorsunuz yasak olduğu vakitler vardır; örneğin kerahat vakitleri- yasaklandığı beş vakitte cenaze namazı kılmak tahrimen mekruhtur. Bunlar: Güneşin doğması, batması, öğleyin tam tepe noktasına gelmesi, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadarki zamanlardır. Bu kerahat vakitlerinde cenaze namazı kılınmaz. Ama vakit o kerahat vaktine rastlamışsa o zaman durum değişir,

Dakika 50:02

zarûret ortaya çıkmışsa durum değişir. Mâlikî ve Hanbelilere göre mekruh olan üç vakitte cenaze namazı kılmak haramdır. Dikkat edin: Mâlikî ve Hambelilere göre: Güneşin doğması ve batması ve öğleyin zeval vakitleridir. Kerahat vakitleri; yine bunları delillere istinad eder. İbn-i Amr; Hadis-i Şerifi Peygamberimiz’den rivayet edilir: “Üç saat vardır ki Şanlı Peygamber (A.S.V.) bu vakitlerde namaz kılmamızı ve ölülerimizi defnetmemizi yasaklardı. Diğer iki vakitte caizdir demişlerdir.” Yani Hanefilerde; bu beş ekolde üç: Güneş doğarken, batarken, zevalde iken. Evet, kıymetliler. Şöyle bir de Şafiîlere bakalım: Bütün vakitlerde Şafiîlere göre caizdir. Bu, sebebe bağlı bir namaz olduğu için her vakitte kılınabilir demiş Şafiîler. Buradan çıkan sonuç nedir? Yüce İslam’ın caddesinin ne kadar geniş, kolay olduğu ve rahmet dalgalandığını görüyoruz. Bunların hepsi mükemmeldir, içinde bulunduğun şeriata göre bunların hepsi geçerlidir. Yanlış anlama! Doğru anlamayı Allah’tan iste. “Ya Rabbi! Doğru anlamayı, güzel anlayışı bana nasip et” de. Bak, Şanlı Peygamberimiz’in duasıdır: ‘’Ya müfehhime Süleyman Aleyhisselâm,  fehhimni’’ diyor; ‘’Ya muallime İbrahim Aleyhisselâm, âllimni’’ diyor. Kendisi bu peygamberlerden çok çok faziletli ve yüksek; hepsi yüksek ama dereceler farklı. Hz. Muhammed’in derecesi hepsinden yüksek; öyle olduğu hâlde -bak- böyle dua ediyor Peygamberimiz. Evet, şimdi yine cenazeyle ilgili derslerimiz, keşif notlarımız devam ediyor. Hanefilerle Mâlikîlere göre cenaze namazı cemaat ile kılınmışsa tekrarlamak mekruhtur. Eğer cemaatle kılınmamışsa definden önce namazın cemaatle tekrarlanması menduptur. Şafiîlerle Hanbeliler birinci namazda bulunmayanlar için cenaze namazını birkaç kere tekrarlamayı definden sonra bile olsa caiz görmüşlerdir. Kim? Şafiîler ve Hanbeliler. Burada da biz, caddenin geniş olduğunu görüyoruz. Şafiîlere göre bu sünnettir. “Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) yeni defnedilmiş bir ölünün kabrine gitti de cemaat peşinde saf oldular. Kendisi dört kere tekbir getirerek cenaze namazını kıldırdı.” diye İbn-i Abbas’tan gelen, kıymetli muhaddislerimizin rivayet ettiği bir haberdir. Defnedildikten sonra namazı kılınmamışsa, kılınması caizdir.

Dakika 55:12

Yine ensardan bir kadının kabri üzerine Peygamber Efendimiz namaz kılmıştır. Bunlar hep rivayet edilen haberlere, Hadis-i Şeriflere dayanmaktadır. Hanefilere göre namazı kılınmadan defnedilmişse, bozulmadığı zannedildiği müddetçe istihsanen o cenaze kılınır. Mâlikîlere göre bozulmadığı müddetçe kabri üzerine kılınır; aynen Hanefiler gibi. Şafiîlere göre namaz kılınmadan defnedilmişse namazı kabri üzerine kılınır, yıkamak farzdır. Eğer yıkanmamışsa demiş Şafiîler de. Hanbeliler de -bakın- Peygamberimiz’den gelen habere istinad ederek: “Şanlı Peygamber’e ölen birinden bahsedildi (A.S.V.). O, Efendimiz, o Rahmet Peygamberi de: -Bana kabrini gösterin- buyurduktan sonra kabrin başına gelerek üzerine namaz kıldı.” Bu da delil; bunlar da Buhârî, Müslim’den gelen, onların rivayet ettiği bir haber. Bir ay sonra üzerine namaz kılınmaz; -bakın üzerinden cenaze mezara konulmuş, bir ay geçmişse üzerine namaz kılınmaz-. “Ümmi Said vefat etmişti, Rahmet Peygamberi ise Medine’de yoktu (A.S.V.). Dönünce kabri üzerine namazını kıldı. Aradan bir aylık zaman geçmişti.” Bu haberi Tirmizî gibi muhaddislerimizin rivayet ettiğini görüyoruz. Şimdi kaybolmuş kimseler hakkında; Hanefi ve Mâlikîlere göre kılınması caiz midir değil midir konusunda; bu ekollere göre caiz değildir. Çünkü durum belli değil. Peygamberimiz’in Necâşî’nin cenaze namazını kılması hususi bir olaydır. Yine kayıp bir ölü üzerine namaz kılmak mekruhtur dediler Hanefiler ve Mâlikîler. Şafiî ve Hanbelilerde ise namaz kılmak caizdir. Rivayet edildiğine göre: “Şanlı Peygamber (A.S.V.) Eshame en-Necâşî üzerine cenaze kıldırdı ve bu namazda dört tekbir aldı.” Bu Hadis-i Şerifi tahsis değil de mutlak kabul etmişler bu ekoldekiler. Hanbeli mezhebine göre gayb namazı bir ay müddetle kılınabilir. Bir aydan fazla kokuşmadan kalmasının mümkün olduğu bilinmemektedir diye böyle bir keşifleri de vardır. Ölü doğan çocuk hakkında: Hanbelilere göre dört aylıktan fazla düşük üzerine cenaze namazı kılınır ve cenazesi de yıkanır.

Dakika 1:00:02

Ses çıkarırsa ihtilâfsız olarak yıkanır ve üzerine cenaze namazı kılınır. Hayat alâmetleri varsa; bunun hakkında da deliller bulunmaktadır. “Düşük çocuğa namaz kılınır.” -Peygamber Efendimiz’den gelen haber- “Anne babasına mağfiret dilenilir.” diyor bir Hadis-i Şerifte; bu da sahih ve hasen diye rivayet edilen bir Hadis-i Şeriftir. “Üzerine cenaze namazı kılınmaya çocuktan daha lâyık olanı yoktur.” diye de bir haber bulunmaktadır; bunu da Ebûbekir Sıddık Hazretleri’nin söylediği rivayet edilir. “Çocuk, ruh üflenen bir varlıktır.” diyor Peygamber Efendimiz (A.S.V.); doğru ve doğrulanmış bir hadisinde çocuğa dört ayda ruh üfleneceğini haber vermiştir. Yine cumhura göre hayat belirtisi görülmüşse çocuğun cenaze namazı kılınır. Hanefilere göre, o yüksek âlimler kitlesine göre ses çıkarmışsa o çocuğun adı konulur, yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Tabii bu hayat alâmetinin varlığı durumunda; hayat emaresi göstermemişse yıkanır ve adı da konulur, sarılır ve gömülür; fakat cenaze namazı kılınmaz. Bunun da delili Hz. Ali’den bir haberdir: “Sesi duyulursa namazı kılınır, diyeti ödenir, hâlis ve muhlis olur. Sesi duyulmamışsa üzerine namaz kılınmaz, mirasçı olamaz ve diyeti ödenmez; diyeti ise 50 dinardır.” diye zikredilmiştir. Kıymetliler, bunların hepsinin dayandığı haberler bulunmaktadır; Hadis-i Şerifler. Kıymetli bu ekoller, bu Ehl-i Sünnet ve cemaat ekolleri -ki bunlar hak mezhepler- delillerle hareket etmişlerdir. Hep bunların işi, ilmî delillerdir. İlimsiz, keşifsiz hiçbir fikir ortaya atmazlar. Şafiîlere göre ses çıkarmış, ağlamışsa hükmü aynen büyük insan gibidir. Hayat belirtisi göstermiş ise namazı kılınır, göstermemişse kılınmaz. Dört aylık olsa bile hüküm böyledir demiş Şafiîler. Bakın, hepsi güzel keşiflerde bulunmuşlar. Aylarını tamamladıktan sonra düşük olan çocuk üzerine mutlaka namaz kılınır. Bunun da delili; “Düşük üzere cenaze namazı kılınır ve ana babasına mağfiret ve rahmetle dua edilir.” diye Peygamberimiz’den haber var. “Çocuklarınızın cenaze namazını kılınız, çünkü onlar sizin önceden gönderdiğiniz ecirleriniz.” diye de Peygamberimiz’den yine haber var. Evet, kıymetliler.

Dakika 1:05:00

O Şanlı Peygamber’in bütün hayatını, Hadis-i Şeriflerin kavlî, fiilî, tahlilî, amelî ve kabrî sünnetlerinin tamamını zapt ederek bize kadar getiren, bu işte emeği geçen ne kadar İslam âlimleri varsa Allah onlara pek çok rahmet eylesin, mağfiret eylesin. Kıymetlier, Mâlikîlere göre vaktinde doğmuş yahut düşük olmuş çocuğun üzerine namaz kılınır. Canlı olduğu bilinirse yine zaten kılınır. Ses çıkarmamış ya da hareket etmiş yahut buna benzer hareketler olmuşsa; o zaman yıkanması, namaz kılınması mekruhtur; ses çıkmamışsa, hayat alâmeti yoksa deniliyor. Hemen hemen bu kıymetli mezheplerin müçtehitleri, hepsi aynı şeyi söylüyorlar fakat değişik keşiflerin olması da rahmetin genişlemesi, dalgalanması, işlerin daha da kolay olmasını sağlıyor. Zaten Allahu Teâlâ kolaylığı emrediyor. Ama delillerle hareket edeceksin, rastgele kafana göre değil. Deliller dört mezhep; başları önde gelerek. Diğer kıymetli âlimlerimiz de; bunlara yakın olanlar veya bunları takip eden diğer kıymetli âlimlerimiz de delillerle hareket etmişlerdir. Delilsiz, ilimsiz, irfansız olmaz. Cenaze namazının kılınması konusunda onun yeriyle ilgili: Mesela kabristan da Hanefi ve Şafiîlere göre mekruhtur. Yedi yerde namaz kılmayı Peygamberimiz yasakladı diyor: Çöplüklerde, mezbahalarda, kabristanlarda, yol kenarlarında, hamamda, deve ahırında ve Beytullah’ın üstünde. “Kabristan ve hamam dışında bütün yeryüzü mescittir; namaz kılınabilir.” diye bir Hadis-i Şerif de mevcuttur. Birçok sahabeden birçok muhaddislerimiz rivayet etmişlerdir. “Bütün yeryüzü bana mescit ve temizleyici kılındı.” sözü Peygamberimiz’den umumîdir. Şafiîler, peygamberlerin kabirleriyle şehitlikleri bu kerahetten istisna etmişlerdir. Bunlar kabirlerinde diridirler; Peygamberler, şehitler, veliler. “Kabirler üzerine oturmayın ve kabirlere karşı namaz kılmayın.” Sevgili Peygamberimiz’den bu haber de bulunmaktadır. Yine Sevgili Peygamberimiz ile diğer peygamberlerin kabirlerine karşı yönelerek kılmak haramdır. Bak: Yönelerek kılmak. Mescitte cenaze namazı kılınabilir mi konusunda da; Hanefi ve Mâlikîlere göre mekruhtur, Şafiî ve Hanbelilere göre caizdir. Evet, kıymetliler. Birinci görüşün delili: Her kim mescitte bir ölü üzerine namaz kılarsa onun için bir sevap yoktur.” diye bir haber var.

Dakika 1:10:10

Hanefi ve Mâlikîler bu delili almışlardır, buna zayıf diyenler; bu Hadis-i Şerife zayıf diyenler olmuştur. Ama İmam’ı Âzam’ın zamanına baktığınız zaman, o zamanın bütün muhaddisleriyle, sahabeyle bir arada olan İmam’ı Âzamı düşünürseniz belki size bu senet zayıf olarak gelmiş olabilir ama İmam’ı Âzam’a senetin güçlü gelmiş olmasını düşünün. Çünkü o, işin membaında ve kaynağında bulunuyor. Sen ise ondan çok sonra bulunuyorsun. Bunun için, bu kıymetli âlimlerimizin bütün delillerinin kıymetli olduğuna da dikkat et. Yine Hanefilere göre kerahat tahrimî, Mâlikîlere göre ise tenzihîdir. Ölüyü mescidin içine almak, mescidin içine koymak da mekruhtur. Diğerlerine göre; şimdi bu ise camilerde diğer müçtehitlere göre caizdir. Bu, Şafiîlere göre müstehaptır. Bunların da delilleri var -bakın-, her mezhebin çok güzel delilleri var. Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın resulü Şanlı Peygamber Hz. Muhammed (A.S.V.) Beyza’nın iki oğlu Süheyl ile kardeşinin cenaze namazlarını mescitte kıldırdı. Tamam, şartlar değişik olur, ortam onu gerektirir, kılınır. Yüce İslam, hayat dini olarak şartlara hükmeder. Onun içi bütün çareler İslam’dadır. Öyle müsait ortamlarda öyle olur, zarûret ortamlarında böyle olur. Yine bunları ulemâ keşfeder, onlar değerlendirir. Biz bu yolun güzel keşfedilip, yolun genişleyip kolaylaştığından dolayı ayrıca bu âlimlerin hepsine rahmet okuyoruz. Hiçbir delile de itiraz etmiyoruz. İçinden birini alır, içinde bulunduğumuz şartlara göre o delillerin birine göre amel ederiz, o kadar. Ama delillere göre mezhep demek, ilim ve delil demek. Zaten İmâm-ı Âzam’ın kendisi ortada yok; ilmi ve ortaya koyduğu deliller, içtihatlar var. Diğerleri de böyle; sen mezhep deyince ne anlıyorsun? Sahte şeyhleri, sahte liderleri, sahte önderleri mi zannediyorsun? Hayır! Öyle değil; bu mezhepler, ilmî delilleri ortaya koymuşlardır. İşte; ilme, delillere göre yolunu bulmanın adı, Peygamber’in izinde gitmenin adı mezheptir. İlimle, delillerle gitmenin adı bu. İlimsiz, delilsiz, âlimsiz Peygamber yolunda gidebilir misin? Mezhep Peygamber’in yolunda delillerle, ilmî delillerle gitmenin adıdır. Ashabın her biri mezheptir. Gökyüzündeki parlayan yıldızlar olarak zifirî karanlıklarda ne yapar? O karanlığı, o ilmi aydınlatır yıldızların, ayın, güneşin, aydınlattığı gibi.

Dakika 1:15:04

Evet, kıymetliler. Ebûbekir ile Hz. Ömer’in cenaze namazları da mescidin içinde kılınmış. Bakın, hepsinin güzelim delilleri bulunmaktadır. Ne kadar mükemmel. Yine şöyle bir bakıyoruz, ölüyü taşıma konusunda da nasıl taşınacağı konusunda da biz böyle bir bakalım. Hanbelilere göre, ölüyü vurulduğu veyahut öldüğü yerde gömmek sünnettir. Bu konuda mekruh olan, mübah olan, haram olan görüşler vardır. Şimdi Hambelilere göre ölü, vurulduğu yerde veyahut öldüğü yerde defnedilir; bu sünnettir. Cesetler, ruhların çıktığı yerde gömülür. Bakın, böyle bir haber gelmiştir ve sahih olduğu da söylenmiştir. Mesela Sevgili Peygamberimiz, Uhud şehitlerinin şehit düştükleri yere geri götürülmelerini emretti. Medine’ye getirilmişlerdi bunlar; “Uhud’a geri götürün” dedi Peygamberimiz. İşte, Hanbelilerin delillerinden biri budur. Gereksiz nakletmek mekruhtur; gereksiz: Dikkat et! “Allah’a yemin ederim ki, eğer ben -Şanlı Peygamberimiz’den gelen Aişe Annemiz’in rivayetidir bu- öldüğüm yerde bulunsaydım, seni öldüğüm yere gömerdim. Eğer senin defninde hazır olsaydım seni ziyaret etmezdim.” Bunu da Tirmizî rivayet etmiştir. Evet, kıymetliler. Hanefi ekolündeki kıymetliler, ‘Teveme’nin Mevla’sı Sâlih’, sikâ bir râvîdir. Sâlih, sikâ bir râvîdir. Ölümünden bir müddet önce rivayetleri tam nakledemez olmuştur; yani bazı hadislerde zayıflık, râvîde bazı zayıflıklar görüldüğü zaman bu da iyice incelenmiştir. Sâlih, hastalanmadan aldığı ittifak edilmiştir. Yani hastalanmadan önce o hadisleri zapt ettiğini anlatıyorlar. Yine diğer kıymetli âlimlerimiz, Beyza’nın oğullarının cenaze namazının münferit bir olay olduğunu söylemiştir. Yani Hanefiler bunlara görüşlerini açıklıyorlar. Cenazenin camilere getirilmesi sünnet midir? Caminin içine sünnet diyenlerin görüşlerinin bâtıl olduğunda şüphe yoktur demişlerdir. Bunlardan birisi de İbn-i Hümâm’dır. Hz. Aişe’nin Sa’d bin Ebû Vakkâs’ın cenazesinin mescide, mescidin içine getirildiği talebini hoş karşılamamaları da buna delâlet etmektedir. Cenaze namazlarını mescitte kılardı diyen, hadiste böyle demediği de rivayet edilmiştir.

1:20:05

Sadece caiz olduğunu göstermektedir. Mescidin içine alındıkları konusunda da açıklık yoktur diye Hanefiler işe biraz açıklık getirmişler, birçok kıymetli fıkıh kitaplarında bunu görmekteyiz. Bunlardan birisi de Fethu’l Kadîr’dir. El-Muvatta’da İmâm-ı Mâlik’ten şöyle bir rivayet vardır: Sa’d bin Ebû Vakkâs ile Said bin Zeyd Akik’te (Medine) civarında bir yerde vefat ettiler ve Medine’ye götürülüp oraya defnedildiler. İbn-i Ömer de bu arada vefat olup burada gömülmemesini, şerefte gömülmesini vasiyet etmişti diyor. Bu da yine başka bir haberdir. Hanefi ve Mâlikîlere göre eğer cenaze gömülmemiş ise onu başka yere nakletmekte bir beis yoktur. Hanefilere göre bir yahut iki mil mesafeye nakledilmesi caizdir. Yani öldüğü veya öldürüldüğü yerin kabristanında gömmek menduptur. Şam’ı fetheden sahabelerin hepsi, bu şehrin kapılarında defnedilmişlerdir; hepsi toplu bir yerde gömülmemişlerdir. Dünyanın birçok yerlerinde sahabe mezarları bulunur. Oralar, onların mezarları cennet bahçeleridir. Şafiîlere göre gömülmeden önce ölünün bir beldeye nakledilmesi ceset bozulmasa da haramdır. Öbürlerinde -görüyorsunuz- durum farklı, Şafiîlerde de farklı bir kanaat vardır. Cenab-ı Hakk bütün İslam âlimlerine rahmet eylesin. Hepsi, içinde bulunduğu şeriata göre dosdoğrudur. Şimdi dersimiz yine cenaze ile ilgili diğer konularla devam edecektir. Kıymetli izleyenler, cenazeyi taşımanın farz-ı kifaye olduğunda ihtilâf yoktur. Şafiî ekolünün kıymetli âlimleri Müslüman birinin, Müslüman olmayan bir akrabasının cenazesine gitmesinde bir sakınca yoktur demişlerdir. Peygamber Efendimiz (A.S.V.); Ebû Davut’un rivayet ettiğine göre Hz. Ali’ye babası Ebû Talib’i defnetmesini emretmişti. Erkeklerin taşıyabileceği hususunda ihtilâf yoktur.

Dakika 1:25:01

Hanefi ve Hanbelilere göre dört kişinin taşıması, Şafiîlere göre ön ve arkadan birer kişinin taşıması, Mâlikîlerde meşhur olan ise belirli bir konum olmadan taşınmasıdır. Hepsi de çok mu çok güzel keşiflerini yapmışlar, görüşlerini ortaya koymuşlardır. Hanefi ve Hanbelilere göre cenazeyi dört kişinin taşıması sünnettir. “Her kim bir cenazeyi takip ederse cenazenin konulduğu tabutun her tarafından taşısın; çünkü bu sünnettir. Sonra dilerse gönüllü olarak taşımaya devam etsin, dilerse bıraksın.” diye de Peygamberimiz’den haber bulunmaktadır. Kıymetliler; “Eğer tabutun sol kolunu sağ omzuna koyar, sonra tabutun sol arka koluna geçer ve onu da yine sağ omzuna koyar, sonra tabutun sağ ön kolunu sol omzuna koyar, sonra da onu bırakır tabutun sağ arka koluna geçer ve onu da sol omzuna koyar. Başlangıç baş cihetinden, bitiş ayaklar cihetinden olur. Her bir kolda on adım yürümek sünnettir. Her kim bir cenazeyi kırk adım taşırsa, o kişinin kırk tane büyük günahı mağfiret olunur.” diye Peygamberimiz’den haber vardır. Evet, kıymetliler. “Her kim tabutun dört bir tarafından tutarak ölüyü taşırsa, onun kırk tane büyük günahı örtülür.” diyen Hadis-i Şerifin zayıf olduğunu da söyleyen olmuştur. Şöyle bir bakalım: Şafiîlere göre iki kol arasında taşımak faziletlidir. Mâlikîlere göre belli bir tertip ve şekil yoktur. Yine cenaze ile ilgili sünnet olanlar: Cenazeyi kabre, mezara hızlı adımlarla götürmek sünnettir; müstehap diyenler de vardır. Şanlı Peygamber (A.S.V.) şöyle buyurmuştu: “Cenazeyi kabrine çabuk götürün. Eğer cenaze iyi kimselerden ise bir an önce onu kabrine götürmeniz hayırlıdır. Eğer böyle değil ise, kötü kişiyi omuzlarınızdan bırakmış olursunuz.” İşte, kıymetliler. Bu da Peygamberimiz’den bir haberdir (Müslim’de). Ayrıca onu hayra götürüyorsunuz demektir; yani iyi kimse ise. Yine başka haberlere şöyle bir bakalım:

Dakika 1:30:00

Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) cenazeyi nasıl götüreceğimizi sorduğumuzda şöyle cevap buyurdu: “Hızla, koşma derecesinden daha yavaş olarak. Çünkü ilerisi onun hakkında hayırlıysa çabucak oraya kavuşmuş olur, şerliyse artık uzak olsun, cehennemlik bir ruhtur.” diye de haber vardır. Buna da zayıf demişlerdir. Çabuk götürülmesi müstehaptır, cenazeyi takip etmek sünnettir. Buna müstehap diyenler vardır. “Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) bize cenazenin arkasından gitmemizi, hastaları ziyaret etmemizi, aksıran kişiye ‘’Yerhamükâllah’’ dememizi, davet edenin davetine gitmemizi, mazlum kişilere yardımda bulunmamızı emreyledi.” diye de haber bulunmaktadır ve bu güçlü Hadis-i Şeriflerdendir. Biz, cemaat rivayet ediyor. Aynı zamanda kıymetli muhaddislerimiz bunu eserlerine almışlardır ve Buhârî, Müslim bunlardandır. Cenaze namazını kılmak: “Cenaze namazını kıldığın zaman üzerindeki borcu ödemiş olursun.” diye de bir haber vardır Peygamberimiz’den; ki bunu da rivayet eden İbn-i Sâbit’tir (Sâbit’in oğlu Zeyd Hazretleri’dir). Kabre kadar gitmek, ölü gömülünceye kadar beklemek: Bu konuda da; “Her kim bir cenazeye katılır da namazını kılarsa, onun için bir kıraat sevap vardır. Eğer gömülünceye kadar bulunursa iki kıraat sevap vardır. Her bir kıraat sevabı Uhud Dağı kadardır.” buyrulmuştur. Bu da Peygamberimiz’den gelen bir haberdir. Gömüldükten sonra bekleyip ölü için istiğfar etmek: Hz. Peygamber (A.S.V.) kendisi bir ölüyü defnedince bekler ve şöyle buyururdu: “Bunun için Allah’tan mağfiret dileyin, Allah’tan ona sevap vermesini isteyin. Zirâ o şu anda sorguya çekilmektedir.” İbn-i Ömer’in de defninden sonra kabrin yanında Bakara Suresi’nin başı ile sonunu okuduğu rivayet edilmiştir. İşte, kıymetliler. Bu Hadis-i Şerifin sahih olduğu rivayeti vardır. Yine huşû ve düşünce hâli üzere olmak, ölünün yanında ve onun takibinde huşû ve düşünceli olmak. İbret almalıdır, dünya hayatı ile ilgili şeyler konuşulmamalıdır, gülmemelidir. “Katıldığım bütün cenazelerde, ölüye ne yapılacağını içimden düşünmüşümdür.” Bu da İbn-i Muâz Hazretleri’nden gelen haber. Seleften birisi: “Cenazeye katıldığın hâlde gülüyor musun?

Dakika 1:35:05

Seninle ebediyyen konuşmayacağım.” demiştir. Bak: Seleften birisi. Bakın, cenazede gülmek o kadar derin bir gaflettir ki selef seninle ebediyyen konuşmayacağım demiştir. Ölünün na’şını örtmek: İslam’da ilk defa na’şı bir perdeyle örtülen Şanlı Peygamberimiz’in kızı Hz. Fatıma-tüz Zehra, sonra Zeynep binti Cahış’tır (R.A.). Cenazenin önünde yürümek: Mâlik, Şafiî ve Hanbeli (Ahmet Bin Hanbel), cenazenin önünde ve cenazenin gittiği yeri görecek şekilde, yakınında yürümek sünnettir demişler. İbn-i Ömer’den; “Hz. Peygamber ile Ebûbekir ve Ömer’in cenazenin önünden yürüdüklerini görmüştür.” diye de haber var. Mâlikîler cenazenin arkasından gitmeleri gerekir demişlerdir. Hanefilerde cenaze arkasından yürümek menduptur, esas doğru olan budur. Peygamberimiz’in tabii her yaptığı doğrudur. Cenazeye uyma meselesi vardır. “Sevgili Peygamberimiz (A.S.V.) bize cenazeleri takip etmemizi emretti. Önünden yürüyün demedi; onu takip edin dedi.” Hanefiler böyle diyor. Hepsinden öne geçmek yahut cenazenin önünde binek üzerinde gitmek yine mekruhtur Hanefilere göre. Hanefilerin delili İbn-i Mesut’tan gelen bir haberdir (R.A.). Şanlı Peygamber (A.S.V.)’a cenazenin arkasından yürümeyi sorduk, bize şöyle cevap verdi: “Koşmaktan daha yavaş şekilde.” diye buyurdu. Resulullah (A.S.V.), vefat edinceye kadar hep cenazenin arkasından yürümüştür. Bakın bu da bir mürsel olduğu söylenen Hadis-i Şeriftir. Yine Şanlı Peygamber (A.S.V.) şöyle buyurdu: “Binek üzerinde olarak katılanlar, cenazenin arkasından yaya olarak katılanlar; önünden, sağ ve solundan ona yakın olarak yürümelidir. Düşük çocuğa namaz kılınır ve ana babasına mağfiret ve rahmetle dua edilir.” diye haber vardır. Cenaze için ayağa kalkma konusu: Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Cenazeyi gördüğünüz zaman siz, geçinceye yahut yerine konuncaya kadar ayağa kalkın.” diyor. Peygamberimiz’den gelen haber bu. Dört mezhep imamın da dâhil bulunduğu cumhur şöyle demiştir: “Cenaze için ayağa kalkılmaz, çünkü kıyam mesh edilmiştir.” Biraz önceki hadisin mesh edildiğini söylemişlerdir. Bunun delili Hz. Ali’nin şu sözüdür: “O, Allah’ın Rahmet Peygamberi (A.S.V.), bize cenazede kalkmamızı emrederdi. Sonra kendisi oturdu ve bize de oturmamızı emretti.” Bakın, önceki uygulamayı Peygamberimiz kaldırmış.

Dakika 1:40:05

Bunun hikmet-i sebebi, Yahudilere muhalefet etmektir. İbn-i Sâbit şöyle diyor: “Resulullah (A.S.V.), ölü lahde konuluncaya kadar ayakta durdu. Bu esnada oradan geçen bir Yahudi bilgini -Bizler de böyle yaparız- deyince Sevgili Peygamberimiz de oturdu ve şöyle buyurdu: -Oturun, Yahudilere muhalefet edin”- Mâlikîler, cenaze namazı için kalkmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Cenaze yerine konuluncaya kadar katılanların oturmamaları: Yardımlaşmaya ihtiyaç duyulur, bunun için gereken yapılır. Cenazeyi gördüğünüz zaman onun için ayağa kalkın, cenazeye katılanlar ise yerine konuluncaya kadar oturmasınlar, yerine konulunca otursunlar anlamı var. Evet, kıymetliler. Derslerimiz yine cenazeyle İnşâAllah devam edecektir.

Dakika 1:41:41

 

 

(Visited 114 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}