12- Tefsir Ders 12 hayat veren nurun keşif notları

12- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 12

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Bakara Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 14’üncü Âyet-i Kerime’ler)

 

       Kıymetli ve muhterem efendiler,

Yüce Allah’ın ortaya koyduğu, hayat veren yüce değerlerin, hayat veren sohbetlerine devam ediyoruz. Tabii ki hayat veren Kur’an-ı Kerim İslam’dır. Bu hayatı dünyaya uygulayan Hz. Muhammed’dir (S.A.V) Fâtihâ’yı Şeriften sonra Bakara Sûresinin âyetleriyle dersimiz devam ediyor. İlk 5 âyetinin tefsîrini yaptık Bakara Sûresinin Fâtihâ’dan sonra şimdide 13, 14, 15. derslerimiz olarak bu âyetlerin tefsîrinden sonra meâlini verip diğer âyetlerle dersimiz devam etmektedir. Kur’an-ı Kerim ebedî insanoğlunun bütün rûhlarını, kalplerini okumaktadır ve hayat veren yüce değerini de kalplere takdîm etmektedir. Kabûl eden kalpler ebedî mutlu yaşayacaklardır. Yüce Allah kullarının mutlu olmasını istediği için nûrlu İslam’ı, şanlı Kur’an’ı âlemlere rahmet Peygamberi Hz. Muhammed’i göndermiştir.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

الٓمٓۚ ﴿١﴾

الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ ﴿٢﴾ ذَلِكَ

Elif, Lâm, Mîm işte o kitap bunda şüphe yok korunacaklar için hidâyetin tâ kendisidir. İşte muttakîler için bu kitap tam bir hidâyettir.

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿٣﴾

Cenab-ı Hak onlar ki o muttakîler ki gayba îmân edip namazı dürüst kılarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿٤﴾

أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥﴾

Ve onlar ki hem sana indirilene îmân ederler, hem senden evvel indirilene yâni âhirete de kesinkes inancı da bunlar edinirler. Hem senden evvel indirilene yerli yerince îmân ederler. Hem de âhirete kesin inancı da bunlar edinirler. Yâni muttakîler âhirete kesin inanırlar. Bunlar işte Rab’lerinden bir hidâyet üzerindedir ve bunlar işte o murada eren kurtulmuş kimselerdir. Kurtulanlarda bu muttakîlerdir.

İşte ortaya bir muttakî ki Yüce Allah’ın îmânlı kişiye verdiği sıfattır. Müslüman kişi Ehl-i Takvâdır ve onun adı muttakîdir. Muttakîler de Cenab-ı Hak öncelikle bu sıfatları taşımış olmalarını bildirmiştir. Muttakîliğin tabii ki birinci şartı îmân, İslam’ın tümüne îmân, namaz, zekât, hayr hasenât Allah yolunda infâk ve daha önce diyor bakın indirilenlere de İslam’da îmân vardır.

Dakika 5:22

Yâni İslam’dan önce Kur’an’dan, Hz. Muhammed’den önceki Peygamberlere ve onlara indirilen İlâhî kitaplara îmânı da İslam emreder. Çünkü İslam’ın îmânı ezelî ve ebedî tam bir îmândır. Bunun için kurtuluşa erenler âhirete de kesinkes yakînen îmân ederler. Rab’lerinden hidâyet üzere olanlar işte bunlardır, felâha ulaşan da bunlardır, müflihûn zümresi de bunlardır.

Kıymetli efendiler!

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾

Birde îmânı taşımayan, kalbi mühürlü küfrü taşıyan kalpler ve rûhlar bulunmaktadır. Küfür taşıyor. Îmânı kabûl etmemiş küfrü seçmiş bu âyetler de hem ehli küfürden, hem kalbi mühürlülerden bahsetmektedir.

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ ﴿٧﴾

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ ﴿٨﴾

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٩﴾

فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿١٠﴾

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴿١١﴾

اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ﴿١٢﴾ 

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

 

 

Kıymetli dostlarım!

Bu âyetler küfrü, kalbi mühürlüleri birde münâfıkları anlatmaktadır yâni bütün insanlığın rûhunu Kur’an-ı Kerim okur. Bütün hasta rûhlara, gerçek îmânı ortaya koyar tedâvî metodunu da uygular. Kabûl etmeyen insanlar elbette ki o küfürleriyle, şirkleriyle, nifâklarıyla kalbi mühürlenmiş olarak gelen insan tipleri netîcede bunun faturasını kendileri ödemek zorunda kalırlar. Küfre saplananlara gelince onları uyarsan da uyarmasan da onlarca aynıdır îmân etmezler. Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı pek büyük bir azâptır. İnsanlar içinde kimi de vardır ki Allah’a ve âhiret gününe inandık derler, hâlbuki îmân etmiş değillerdir. Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar hâlbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah hastalıklarını artırmıştır ve yalancılık ettikleri için bunlara pek acı bir azâb vardır. Onlara yeryüzünde bozgunculuk yapmayın denildiği zaman biz ancak düzelticileriz derler, ıslâh ediciyiz derler. Hâ doğrusu bunlar ortalığı karıştıranlardır. Fakat şuurları olmadığından farkında değillerdir. Müfsidin tâ kendisi bunlardır, kendilerini aydın görürler, çağdışı olanlar işte bunlardır.

Dakika 10:05

Yine bunlara insanların inandıkları gibi inanın dendiği zaman bizde o budalaların inandıkları gibi mi inanalım? Derler. Doğrusu budala kendileridir fakat bilmezler. Birde îmân edenlerle karşılaştıklarında bizde inandık derler. Kendi şeytânlarıyla baş başa kaldıklarında emin olun biz sizinle beraberiz, biz ancak o mü’min Müslümanlarla alay ediyoruz derler. Asıl Allah onlarla alay ediyor ve taşkınlıkları içinde bocalarlarken kedilerini sürükleyip götürüyor. İşte bunlar öyle kimselerdir ki hidâyet karşılığında sapıklığı satın almışlardır da ticâretleri kâr etmemiştir. Kâr yolunu tutmuş da değillerdir.

Sevgili ve muhterem efendiler,

Cenab-ı Hak bu âyetlerde ehli küfrü ve münâfıkları, kalbi mühürlüleri bize tanıtmaktadır. İnsanlığı uyarıyor ki sakın bunlar gibi olmayın diyor Cenab-ı Hak.

Şimdi biliyorsunuz ki küfür kelimesinin keşfini ve tefsîrini yapmaya çalışalım. Küfür, küfrân, nîmeti örtmek, nankörlük, ‘’Kefir’’ de mutlaka nîmeti örtmektir. Kâfir geceye, zirâatçıya tohumu örttüğü için böyle bu kelimelerin, kelime anlamında bunlarda vardır. Kâfur meyve tohumcuğu, kâfire kalça etleri, kefir genel örtü bunlar kelime anlamıdır. Bu kelimede bu gibi anlamlar bulunur ama dînde küfür kâfirlik nedir? İşte dîndeki yeri îmânın zıttı yâni îmânsızlıktır. Onun için her Müslüman öncelikle bunu dîndeki yerini bilecektir. Îmân edilmesi arzu edilen mukaddes değerlere fiilen hakâret, alay, küçümseme, hafife alma, bozmaya çalışma bunlar ve emsâlleri çirkin küfürdür. Bu küfrün sahibi kâfirdir, kâfir olur. Nahl Sûresi 37’nci âyet-i kerimede Cenab-ı Hak hidâyetini çok istesen de Allah sapıttığını hidâyete erdirmez yardımcıları da yoktur buyurur.

إِن تَحْرِصْ عَلَى هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي مَن يُضِلُّ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ ﴿٣٧﴾

Cenab -ı Hak böyle buyurmuştur.

Fiili tekzîb yâni yaptığı işleriyle inkâr, tekzîb, yalanlama, yalan sayma, îmân ile bir araya gelmeleri mümkün olmayan fiili yapmaktır. Yaptığın iş eğer îmânla taban tabana zıt bir araya gelme şansın yoksa işte o da tekzîbtir. Kendi değerlerini fiilen yalanlamış olursun. Fiili tekzîb budur. Burayı biraz daha iyi anlamak gerekir. Îmân ile bir araya gelmeleri mümkün olmayan fiili, bir işi yapıyorsa birisi bu fiili tekzîbtir. Fiili yalanlama ise ameli terktir. Yapılması şart olan, farz olan kesin emirleri yapmadığı zaman bu da fiili yalanlamadır.

Dakika 15:17

Bu konu ise ihtilâflıdır. Fiili yalanlama ile fiilin yokluğu arasında fark vardır. Fiili yalanlama ile fiilin yokluğu arasında fark vardır. Şöyle ki; biri namaz kılmıyor, biri haça tapıyor, haça tapan kâfir olur. Mushaf’ı çirkefe atmak, güneşe secde etmek, zünnar bağlamak, küfür neşretmek bunlar küfür eseridirler. Küfür delîli olduğu belli bulunan yalancıların durumu, fiilleri, zorlama yoksa ihtilâfsız kâfir olurlar böyle denmiştir.

Ameli terk iki türlüdür. Biri cüz-i terk yani farz olan ibâdetleri cüz’en terk ediyor. Bazısı da küllî terk ediyor, yani hep terk ediyor. Cüz-i terk ara sıra terk demektir. Küfür olmayabilir deniyor, yâni olmaz diyemiyorlar, küfür olmaz diyemiyorlar. Cüz-i terk ara sıra terk küfür olmayabilir deniyor. Olmaz diyemiyorlar ama küllî terk yâni adam amelleri işlemiyor, ameli terki alışkanlık hâle getirmiş, ibâdeti, ameli hatırına getirmeyen, hiç kılmayan, kılmamaya da azimli olana Ehli Kıble nasıl denir? Diyorlar. Buna Ehli Kıble denir mi? Buna Müslüman denir mi? Diyorlar.

                                                      Kıymetli efendiler!

Bunun için bütün terklerin, inkârların, tekzîblerin tamamından Müslüman kaçınmalıdır. Küfrün her türlüsünden fiili tekzîbten de kaçınmalıdır, fiili yalanlamadan da kaçınmalıdır, ameli terkten de, cüz-i terkten de, küllî terkten de kaçınmalı ibâdetler seve, seve yapılmalıdır. Çünkü burada tehlikenin boyutları çok büyüktür. Bir şeyde küfür tehlikesi varsa ondan şiddetle uzak kalmak gerekmektedir.

Şimdi îmân konusuna gelince, îmân; tevhit tertibiyle bütün inanılacak şeylere bölünmez bir bağlılıkla uymak, tek bir tanesini dahi inkâr etmemektir. Şimdi îmân bir bütündür inanılacak ne kadar dînimizde İlâhî emir varsa ki İslam’ın tümü İlâhî’dir. Bunun tamamını bir tanesini dahi inkâr edemez, kabûl etmek zorundadır tasdik ve ikrâr etmek zorundadır. Îmân bütünlüğü gerektirir. Birini inkâr bile küfürdür. Küfür onun yâni îmânın tersidir. İkisi toplanamaz, ikisi yükselemez, ikisi aralarında menzilede yoktur. Bir insan ya mü’min, ya kâfirdir, fâsık da bunlardan biridir. Allah hakları, kul hakları, Allah’a da kullara da kendîni mü’min tanıtmalısın. Bir insan hem mü’min, hem kâfir değildir. Ya mü’min, ya kâfirdir.

Dakika 20:00

Eğer îmânı varsa inanılacak bütün değerlere şeksiz, şüphesiz inanmışsa burada kişi mü’mindir. Eğer inkârı varsa hangi türlü olursa olsun işte orada, inkârda, tekzîbte küfür vardır. Küfrün olduğu yerde îmân yoktur. Dîne, îmâna ağzına küfür etmek, sövmekte küfürdür.

Şimdi tuttun sen bir Müslümanın dînine, hattâ kimsenin dînine sövülmez, çünkü dîn tektir, o da İslam’dır. Taşın dînine sövsen hangi milletten olursa olsun kimin dînine söversen söv çünkü dîn sadece İslam’dır, başka dîn, dîn değildir. Bunun için dîne, İslam’a sövmüş olursun. Dîne söven, îmâna söven, ağzına küfreden ve yine sövüp sövmekle bunlar küfürdür. Kişi küfre girer, küfre giren kâfir olur. Burada konu îmân ve inkâr meselesi anlatılmaktadır.

İnzar; tehlikeyi haber verip, doğruyu göstermektir. Bu âyet-i kerimelerde bakın inzar’a dikkat edin ne dedi Cenab-ı Hak; uyarsan da uyarmasan da, tehlikeleri haber versen de vermesen de, doğruyu göstersen de göstermesen de kalbi mühürlü olan kişiler îmân etmezler dedi. Bu fayda tebliğ, nîsihat faydası kalbi mühürlü olmayanlardır. Fakat biz herkese hakkı takdim ederiz alan alır, almayan almaz. Kalbinin mühürlü olup olmadığını biz Rabbimize bırakırız. Birde hatım burada âyetlerde geçmektedir. Yâni (Hatemallâhu) buyurdu Cenab-ı Hak ne dedi; mühürledi Allah’u Teâlâ. Tab gibi basmak ketimle ilgili mühürlemek, damgalamak. Şimdi bazı kalpler mühürlü bunlar îmân etmiyorlar. Kalbi mühürlenmişse daha îmân etmeyeceği anlaşılmıştır. Kalp nedir dersek, kalbin mühürlenmesi ve kalp: kalp yürek, gönül, sanal, beri, yüz, şekil, sinir ve kas dokularının esâsını toplar. Motoru kendinden açılıp, kapanan bir tulumbadır. Kendi kendîne çalışır rûha âit iticilik ondan başlar. İnsanın özü budur. Asıl gerçeği bu kalptir. Anlayan ben, anlaşılan benim içimdedir. Rûhânî kalbin ilgisi de cismânî kalbe bağlıdır. Gayba îmânda Allah’ı bilmenin gayba îmânda bu kalbi sezmenin tanımanın önemi büyüktür. Her şeyi bu kalp ile duyup da bundan yâni varlığının şeklinden, kalpten habersiz olanlar, düşünemeyenler putperest kalbi mühürlüdürler. Bütün şuur, akıl, irâde, vicdân, duygu, sezgi, düşünme kuvveti ve diğerleri rûhtaki kalptedir. Bunun için dış gözün gördüğüne taparlar. Kalbin gördüğüne inanmazlar, çünkü bunların kalpleri mühürlenmiştir.

Dakika 25:00

Kalbi mühürlü insanlar dış gözünün gördüğünü yapar. Fakat kalbin gördüğüne inanmaz çünkü kalbi mühürlenmiştir. Kalbini mühürleyen kimdir? Buna çok dikkat edelim Allah’ı bilmede, gayba îmânda bu kalbi sevmenin, tanımanın önemi büyüktür. Bundan, şeklinden, varlığının şeklinden habersiz olanlar, düşünemeyenler, putperest kalbi mühürlüdürler. Puta tapmayı kendîne görev kabûl eder. Ne yazık ki bütün şuur, akıl, irâde, vicdân, duygu, sezgiyse kalptedir. İşte kalp de kalbi mühürlü olduğu için bu gibi unsurlar çalışmaz hâle geldiği için, gerçek görevini yapamadığı için düşünme kuvveti ve diğerleri rûhtaki kalpte olduğu için burada inkârcının bütün kalbindeki unsurlar artık doğru çalışmamaktadır. İrâde yanlışa hizmet eder, akıl yanlışa hizmet eder, vicdânî duygusu yanlıştan zevk alır, duygu, sezgi artık başka türlüdür, zâhirîdir düşünme kuvveti ve diğerleri rûhtaki kalpte olduğu için bu değerleri tamamen alt üst olmuştur.

Tefsîr ve tevîl durumuna gelince kalp ilk yaratılış özelliğini yitirmiş, kötü alışkanlıkla onu örten ikinci alışkanlık kazanmış. Bu kazancın gereğini Allah yerine getirmiştir. Çünkü herkesin ne kazandıysa, kazandığının tabî karşılığı verilmektedir. Küfrü kazanan kişi o küfürle kendîni kalbini mühürleten kişidir. Îmân eden kişi ise kalbinin îmânla parlamasının müsebbibidir. Çünkü o da îmânın kazanımı için gayretini sarf etmiştir. Öbürü de küfrü kazanmıştır, küfürde kalbine mühür olmuştur. Onlar istek ve arzularının dışında bir şeye bakmazlar. Yâni kalbi mühürlü olan insanın nefsânî yönü çalışır, kalbi çalışmaz. Çünkü kalbi kendi işlediği kötülükler küfürle, şirk, nifâkla mühürlenmiştir. Kendi kazancıyla kendi kalbine mühür basılmıştır. Yoksa onun irâdesinin kazancının dışında zoraki özgürlüğünün dışında yapılmış değildir, onun o kendi kazancıdır.

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحاً غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ﴿٣٧﴾

Fâtır Sûresi 37’nci âyet-i kerimesinde onlar Rabbimiz bizi çıkar diye feryât ederler, iyi ameller işleyelim derler. Dünyadaki inkâr edenlerin cehennemdeki feryâtları böyledir. Fakat iş, işten geçmiştir. Küfür onların ikinci yaratılışları olmuştur. Birinci yaratılışları temizdi İslam fıtratıydı o fıtratı bozdular. Küfrü kazanmışlar, kazançları küfür olmuştur. Gaflet, şehvet, kötülük, bencillik, perde olmuştur görmezler. Acıkınca ekmeğe koşar da acıkma duygusunu düşünmez, hâlbuki acıkmayı bilen adam acıkma duygusunu da düşünmesi lâzım. O düzeni, sistemi sana kim verdi? Kim kurdu? Bu rûh ve bedeni rûhtan bedenden meydana gelen vücudu varlığı sana kim verdi?

Dakika 30:00

Kalp, akıl sağlam duyular ki bu üç ilim sebebinden de mahrumdurlar. Dînde duyma yolu birdir o da naklî delîl nübüvvet merkezine işârettir. Yâni bütün duyularını, bütün kuvvetlerini, aklını, kalbini de, sağlam duyuların tamamını vahyi duymaya ayarlayacaksın. Vahyi duymak Allah’tan geleni anlamak, dinlemektir. Dînde duyma yolu birdir, o da naklî delîl nübüvvet merkezine işârettir. Yâni Peygambere gelir vahiy Peygamberi dinle, Peygambere geleni iyi anla. İşte Kur’an-ı Kerim, işte Hz Muhammed Vahyi İlâhî Hz. Muhammed’in kalbine indirildi. Oradan da cihâna parlatıldı. Kalpler, gözler çoğul, kulak tekil gelmiştir. Kalpler ilimlerin zarfları gibidir.

               Ey kıymetli efendiler!

Bütün varlığınla Allah’tan gelen vahyi yâni İslam’ı anlamaya çalış. İslam’ı anlamadan, dinlemeden ve o kuvvetlerini harekete geçirmeden kalbin görevi, aklın görevi, duyuların görevi nedir? Bunlara görevini yaptırmadan, İslam’ı anlayıp kavramadan sen neden bahsediyorsun? Kulak İlimlerin kapısı gibidir. Kalplerin mühürlenmesi zarfların mühürlenmesi gibidir. Kulağın mühürlenmesi de kapının mühürlenmesi gibidir. Mutaffifîn Sûresinin 14’üncü âyetinde de buna işâret vardır.

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿١٤﴾

Burada hayır, hayır onların kalpleri paslandı pas tuttu diyor. Ne için pas tuttu? Kazandıkları sebebiyle küfrü kazandılar, günah, haram kazandılar. Her günah kalbi paslandırır, küfür mahveder, îmânı yok eder, günahları da paslandırır. Hadis-i şerif her günah da kalbe siyah bir nokta konur. Kötülükler işleye, işleye alışkanlık hâline gelir, içinden çıkılmaz hâline gelir, ikinci huy olur. Aslî fıtratı bozulmuş bozuk olan kulun kazandığı mührü ki; bu mühür tüm kötülüklerdir. Kul kazanmış Allah zorlama olmadan, celbî olmadan yaratmıştır. Kazancın karşılığı verilmiştir. Bunun önceden bilinmesi onu zorla yaptırmış anlamına gelmez. Allah önceden ezelî ve ebedî her şeyi bilir.

Dakika 34:07

                                                                                                                                          

 

 

(Visited 182 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}