[jw7-video]

370- Tefsir Ders 370 hayat veren nurun keşif notları

370- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 370

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Ra’d Sûresi 12’nci Âyet-i Kerime’den 15’inci Âyet-i Kerime’ler)

 

 

(اللّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ) Allah Yüce Allah (C.C) Allah O’dur ki, gökleri direksiz dayaksız yüceltti. Yani gökler direksiz duruyor tepenizde, iskeleye nede manivelaya nede bir dayanağa elbette ki hiç mi hiç bir ihtiyaç yok. Peki, bunun kim tutuyor? Bu gökler direksiz duruyor, kim tutuyor bunu? Sırf kudretiyle bunların yarattı ortaya koydu ve orada tutuyor. Kudretiyle tutuyor bütün âlemleri (تَرَوْنَهَا) onları görüyorsunuz gök cisimleri öylece gereksiz olarak duruyorlar. Gökleri görmeden Allah’ın kudretini öncelikle görmelisin. Ey kalp gözü görenle, ey aklım var diyenler ey yüceyi tanıdığını söyleyenler! Nereye bakarsan bak önce Kudret-i İlâhî’yi gör. Kendi yörüngelerinde hareket kabiliyeti verip de size de gösteren Kâdir-i Mutlak ’tır. Bu gök cisimleri kendi yörüngelerinde hareket ediyorlar. (تَرَوْنَهَا) zamir direksiz göklere raci ’dir (عَمَدٍ) Amed’de Amed’e raci ’dir. Hiç bir direk olmaksızın yükseltti görünmez birtakım direklerle donatıp dayanıp tutulmakta olduğunu söyleseler bile “Batlamyus” gibi “Batlamyus” Asl olan isimde de ele alındığı gibi görünmeyen bazı cisimler kast olunuyorsa o zaman asîl o cisimlerin nereye dayandığı sorusu sorulacak bu da yine direksiz anlamına gelecektir. Ve neticede itme ve çekme kuvvetleri sırf mecâzî (değişmeceli) direksiz anlatmış demek olacak ve yalnızca kâinatın dengesinde melekûtunu ve kudretini anlatmış olacaktır. O zamanda (وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ ﴿٧﴾)  (Rahmân Sûresi 7) “Gökleri yükseltti ve dengeledi.” Cenab-ı Hak tam bir mîzan ile yarattı Rahmân Sûresi 7 ve 8’inci âyet-i kerimelerinde رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ ﴿٧﴾ buyuruyor. Cenab-ı Hak asıl mânâ birinci mânâda olduğunu unutmayalım. (تَرَوْنَهَا) zamiri elbette ki zamir (عَمَدٍ) Amed’e Raci olarak (بِغَيْرِ عَمَدٍ) üzerinde vakıf evlâdır. Yani ’’Cim’’ Secâvendî vardır. (“Cim” ج : Durmanın caiz olduğuna işaret eder ki, böyle yerlerde durmak da geçmek de câizdir. Fakat durmak, daha evlâ(iyi)’dır.) Doğru ya Allah’ın kudretine dayalı kudretin sonsuzluğunu ispat etmektedir. Ey Müslüman, ey insanoğlu yüce kudreti iyi tanı!

 

Dakika 5:05

 

Fizikçiler tabiat felsefesi adı verilen Fen ile meşgul olanlar cisimlerde biri tabii doğal biri de gayri tabii iki ayrı özellikte mekân yani hayyiz düşünürlerdi. Her cismin bizâtihi istediği tabii bir yeri yani hayyizi vardır ki, kendi hâline bırakılan cisim oraya gider durur ve oradan bir başka yere hareketi ancak gayri tabii olan yani kendi dışından gelen bir kuvvetin etkisi ile mümkün olur. Hayyiz de durabilmesi de ancak kendi dışında bir vasıtaya bir kuvvete dayanması ile mümkün olabilir. Mesela, ağırlığı fazla olan bir cismin tabii hayyizi aşağıda hafif olan bir cismin tabii hayyizi de yukarıdadır. Onun için taş taş suyun dibine iner havada suyun üstüne çıkar. İşte bundan dolayı bir taşın havaya doğru hareketi kassi yani zorlama ile ve güç kullanarak olur. Onun havada durması da bir direğe bir desteğe ihtiyaç gösterir. Şimdi gökteki bütün galaksileri bir düşün, bunları orada kim tutuyor direksiz olarak? Yüce kudret tutuyor. Batlamyus astronomisini izleyen hareketlerin her biri için ayrı, ayrı birer felek tasavvur etmişler. Yani Batlamyus’u izleyenler ve hareket eden gök cisminin görülmeyen bir felek küresine dayamışlardı. Daha üst bir feleğin Atlas feleğinin ters yöndeki etkileri de o gök cisminin normal olmayan hareketini meydana getirdiğini kabul ediyorlardı harekete sebep olmak üzere de her birinde bir nefis canlı kişilik bulunduğu farz olunuyordu. Bu ne gariptir ki, bu görüşe göre sabit farz edilen yerküre, Kevn-ü Fesad âlemi olduğu halde bozulmaz, yıkılmaz ve yok olmaz sanılıyordu. Tabii hayyiz nazariyesi çeşitli gök cisimleri ile uzayın bölümleri arasında başka, başka birer çekim merkezi bulunduğunu kabul etmeyi gerekli kılıyordu. Aklın yapısına aykırı basit ve monoton ve her noktası uzayın her noktası herhangi bir gök cismi için eşit değerde olması gerekmez miydi? İşte bilim ilerledikçe bir öncekinin eksiği, yanlışı ortaya çıkar ama hiç yanlışı olmayan bir ilim vardı ki Allah’u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’le ortaya koyduklarıdır. Kur’an-ı Kerim ezelî ebedî doğruların bizzat kendisi kaynağıdır. Basit, basit birleşik veya yoku varla bir saymak gibi bir çelişki meydana getiriyor.

 

Dakika 10:00

 

Hayyiz yani yer hareket ve düşme olayını ne cismin özelliğinde ve yapısında değil çekim ilişkisine bağlı ve bu izafiyeti bu ilişkiyi elinde tutan bir büyük kudretin varlığını son devir fizikçileri hayyizi tabiiyi ve hareketi tabiiye iddialarını reddederek bütün maddede ve cisimlerde atâleti durgunluğu dahi bir tabiat kânûnu olarak kabul ettiler. Her cismin kendine mahsus yerdeki konumu hareketi ve durgunluğu kendi dışındaki bir etkenin basınç ve etkisine bağlı olduğuna kanaat getirdiler. Bakın, sonraki fizikçilerin durumuna bakın bir Batlamyus’unkine bakın. Çekim orantısı bir itme ve çekme kuvvetinin varlığını savundular bu kuvvet ile birbirlerine tutunduğuna hükmettiler. Astronomiyi de bu nazariye üzerine ele almaya başladılar ki, şimdi çekim kuvveti burada ki Kur’an-ı Kerim’e bakıyoruz (وَوَضَعَ الْمِيزَانَ) diyor. 14 asır önce ezelî kânûn âlemleri yaratan gökleri yaratan yaratıcı diyor ki; (وَوَضَعَ الْمِيزَانَ) O mîzanı koydu diyor ve mîzan koydu, her şeyi bir ölçüye uyumaya dengeye bağladı tam bir teraziyi koydu. Büyük bir ağırlığın küçük bir ağırlığı çekimi demek olan bu mîzana bağlı yerkürenin Ay’ı çekim alanı içinde tutması Güneş’inde yerküreyi çekim yörüngesinde tutması yalnızca maddi açıdan görülen bir kuvvet değildir. İki kütle arasında bir denge orantısıdır ki, bu kânûna işte bu kânûna bağlamadan tasavvur edemediğimiz için konuyu taraf durumunda olan kütlelere izâfe ederek ele alırız. Çekim kuvveti melek tasavvurundan başka bir şey değildir. Atâlet ve çekim kânûnları mekanik ilişkiler içinde oluşu uzaydaki düzende gök cisimlerinden her birinin konulu de hareketi kendi dışından gelen bir basınca ve etkiye bağlıdır. Hiçbirinin hareket kaynağı kendisinde değildir ‘’Tabii’’ değildir. Zerrelerin ve kürrelerin hepsi de böyledir bir etkileyiciye bağlıdır kâinat makinasının yaratıcısı yakıcısı ve harekete geçiricisi tabiat âlemi denilen bu makinanın kendisinde değildir onun üstündedir. Ve genel çekim kânûnu denilen söz konusu denge, denge kânûnu da ancak O yaratıcının bir kudretidir.

 

Dakika 15:00

 

Gökleri direksiz yükseklik veren işte O yüce eşsiz Yüce Allah’u Teâlâ’dır. Güneş gibi bir madde kütlesinden bir çekme ve itme kuvveti başka kütleye etki etmesi bir faaliyettir. Maddeye etki gücü kendi özünden değil kendi dışından verilen bir özelliktir ve işte ona bunu veren bu özelliği veren Yüce Allah’tır. (اللّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا) “O Allah ki, gökleri direksiz yükseltmiştir.” Göklerin direksiz yükseltildiği mekanik olgudan ilâhî kuvvete bir delil (تَرَوْنَهَا) onu görüyorsunuz bak fen ehlinin rasathanelerden ve dev aletlerle yaptıkları gözlemlerin hepsini içine alan bir ru’yet uzayın gözleyip araştırmak için ruh ve şuur olayları âfâk ile enfüs arasındaki ilişkilerde ayrıca (تَرَوْنَهَا) yüce kelimesinde anlatılmaktadır. Hakk’ın varlığına şahitlik eden delilerin yalnızca mekanik değil asîl bu ruhsal ilişkiler ile tecellî edeceği anlatılmış.  ( ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ) “Sonra arş üzerine de hâkim oldu” diyor. Kur’an-ı Kerim geçmişin geleceğin yedi kat göklerin üzerinde Arş-ı Âlâ’dan haber veriyor yüce haberler yaratıcıdan gelen yaratıcının kendi haberleri. Kur’an-ı Kerim Yüce Allah’ın kendi ilminin dünyaya lütuf edilmesidir Kur’an yoluyla Hazreti Muhammed yoluyla o vesileyle İslam ile Yüce Allah’ın ilmide âlemlere tecellî etmiştir. Gözlem açısından kâinatın merkezi dâima kendimiz kendi nefsimizdir. Dikkat et! Gözlem açısından, gözlem merkezi kendimiz oluruz bunun için ışın ve ışık dalgaları arasındaki ilişkilerde hayret verecek bir hadisedir. Kâinatta Yüce Allah ne kadar mükemmel bir düzen kurmuş.  ( ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ) “Sonra da arş üzerine istivâ eyledi hepsinin üzerine hükümran oldu onları hâkimiyeti altına aldı.” ‘’A’râf Sûresi 54’’ de bu konuda daha geniş bilgiler verdik önceki dersleri derslerimizde oraya da tekrar bakarsanız şahane keşif notlarıyla karşılaşırsınız. (وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ) “Güneş’i ve Ay’ı kişi teshir etti.” Bakın, Yunus Sûresi 3’üncü âyet-i kerimede: “Kuvvet ve kudreti altına aldı ve emrine musahhar kıldı emrine boyun eğdirdi.” Gökler, güneş, ay, yıldızlar, gezegenler bütün galaksiler yerler gökler ve içindekiler Yüce Allah’ın emrine hepsi boyun eğmişlerdir Allah’ın emrinde hareket ederler. Bütün yıldızlar yani bütün gök cisimleri (كُلٌّ) yani bunun her birisi (يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى) her birisi hepsi belli bir ecel için akıp gitmektedir.

 

Dakika 20:15

 

Belli olan bir süre için akıp gidiyor. Bunlar tamamen hareket hâlinde bunlara öyle bir düzen kurmuş ki Cenab-ı Hak hareket hâlinde akıp gidiyor. Bir program ve düzen içinde kendi yörüngesinde yüzüyor ve akıyor çarpışmadan hareket ediyor sonsuza dek delidir bu hareket belli bir süreye kadardır. Her birinin belli bir eceli vardır ki, o ecel gelince o hareket duracaktır kıyâmet kopacaktır. Şimdi Cenab-ı Hak (إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ﴿١﴾) diyor. “Güneş tekfir olunacak bir sis bulutu gibi yıldızlar bulanacak kararıp bulanacak.” (وَإِذَا النُّجُومُ انكَدَرَتْ ﴿٢﴾) “Gök parça, parça yarılacak.” (إِذَا السَّمَاء انشَقَّتْ ﴿١﴾) “Bir kâğıt tomarı gibi dürülecek.” (يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاء كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ) “Ay ve güneş bir araya getirip toplanacak.” (وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ ﴿٩﴾) Kıyâmet Sûresi 9, Enbiyâ 104, İnşikak 1ve Tekvir 2, yine Tekvir 1înci âyetlerde Cenab-ı Hak kıyâmetin durumlarını böyle anlatmaktadır. Daha birçok âyet-i kerimelerde yeri geldikçe bunları İnşâ’Allah bu hayat veren nurun dersleriyle işlemeye devam edeceğiz. Mutlak hükümran olarak (يُدَبِّرُ الْأَمْرَ) emri tedbir ediyor. Kim? Yüce Allah. Mutlak hükümran kim? Allah’ın kendisi… Bunun için işi kendisi yönetiyor fonksiyonunu ve görevi bizzat kendi tayin ediyor hem de tam bir ahenk ve uyum içinde. (يُفَصِّلُ الآيَاتِ) Âyetleri ayrıntılı olarak açıklıyor. Kâinatı basit atomları halinde bırakmıyor çok çeşitli varlıklar ve canlılar hâline getiriyor. Tıpkı ‘’Elif Lâm Ra’’ gibi tek, tek harflerden mânâlı kelimeler onlardan da hikmetli cümleler ibretli âyetler ve muhkem kitaplar meydana getirdiği gibi, Cenab-ı Hak atomlardan moleküller çeşitli maddeler ve zengin bir kâinat yaratıyor bir düzen içinde hem de mükemmel. (لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ) “Ki, siz Rabbinizin huzurundaki kavuşmaya yakin hâsıl edesiniz.” Yani şüpheden uzak olarak Rabbinizin huzuruna varacaksınız Rabbimizin huzuruna geleceksiniz mülakatta bulunacaksınız hesap vereceksiniz. Ömrünüzün bütün nefeslerinden, bütün sözlerinizden, bütün amellerinizden, bütün fiillerinizden ömrümüzün içinde ne yapmışsınız zerre miskâl hayrın, şerrin orada önüne konacağını unutma herkes bunun hesabını verecektir.

 

Dakika 25:00

 

Îmân ve Amel-i Sâlih sahibi hakîkî Müslümandan başka kurtulan olmayacaktır. İyi Müslüman ol. Dünya çok çabuk geçen bir âlem mezar ve mahşere iyi hazırlan. (وَهُوَ ) O yani Yüce Allah Celle Celâlühü (الَّذِي) O’dur ki, (مَدَّ الأَرْضَ ) yeri de med etti kudretiyle çekti uzattı.                         (أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا ) Bak ne diyor; (فَفَتَقْنَاهُمَا) “Göklerle yer bitişik idiler de biz onları birbirinden ayırdık” diyor. ‘’Enbiyâ Sûresi 30’uncu âyet-i kerimesinde.’’ Göklerden yeri ayırıp en ve boy ihsân ederek uzatıp hacim ve yüzey ve büyük bir nimet ortaya koydu. Şuanda bizim imtihan âlemimiz olan bu dünya bir nimettir. Bu dünyada İslam öğrenilir yaşanılır cennet kazanılır Allah’ın rızası elde edilir ve ölümsüz mutlu hayat  elde edilir Allah’ın lütfuyla. Hendese geometri ilminde her cisim üç boyutlu üç boyut içinde ele alınır. Aynı zamanda tevellüt bizâtihi bâtıl bir nazariyedir bâtıldır. Tevellüt bizâtihi ne demektir? Kimse kendi kendine doğmaz, hep yaratanın yaratmasıyla üretme kânûnlarını ortaya Yüce Allah’ın koymasıyla, yoktan her şey yaratılmasıyla, düzenin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır her şey. Bir fâil-i muhtarın yaratıcı kudretine bağlıdır her şey ‘’Laplace Nazariyesinde’’ söylendiği gibi yerkürenin güneşten koptuğunu düşünelim ‘’Laplace Nazariyesinde’’ böyle diyor. Yerkürenin teşekküllünü gerektirmek determine için tabiatüstü bir kudretin özel bir emrinin bulunması zarûreti vardır Yani tabiata hükmeden kudret ve kuvvet nedir? Yüce Allah’ın kudreti ve kuvvetidir. Tabiat tabiata mâl etmek tabiat kendi kendini değiştirdi demektir. Tabiat, tabiatın kânûnları değişmez denilir. Değişmeyi gerektiren sebep tabiatın kendisi değil tabiat üzerinde etkili olan ilâhî bir etki ve irâdedir ki, tabiatları hem icat ediyor ortada olmayan tabiatlar O’nun sayesinde O’nun yaratmasıyla ne yapıyor? Var oluyor. Allah’ın emri olmasaydı güneşin merkez kaç kuvvetinin karşıtı olan çekim kuvvetine sırf kendi gücü ile nasıl başa çıkabilirdi? Bütün var oluşlar Allah’u Teâlâ’nın ilim, irâde, kudret ve kuvvetini gösteren âyetler açık seçik belgeler ve kanıtlardır. Tabiat değişmez demek kendi kendine değişmez demektir; yani bir değiştiriciye tabiat muhtaçtır o da Allah’tır.

 

Dakika 30:03

 

Atalet, ines, tekdüzelik, üniformatik kânûnunun ifadesidir demek ki tabiat kendiliğinden hiçbir şey yapamaz, hiçbir olaya sebep ve illet olamaz hep etkilenen durumundadır ki, ona emreden etkileyen kudret ve kuvvet ise bizzat Allah’ın emri, irâdesi ve kudretidir. Zîrâ yerküreyi yayıp döşeyen sanat benzersiz bir sanat olayıdır. Şu yaratılan yerküreye bak! Şu gereksiz yaratılanın göklere bak! (وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ) Şu mûcize üstüne mûcize âyetlere bakın mûcize üstüne mûcize. Bilim Kur’an-ı Kerim’in yanında yeni doğan çocuk gibidir ne öğrendiyse dünya Kur’an-ı Kerim’in o mûcize olan ilminden İslam âlimleri keşiflerde bulundular dünyada oradan aldığı kadar ilerledi. Bakın buradaki daha yeni anlaşılan mûcizeyi Kur’an-ı Kerim 14 asır önce binlerce yıl önce bakın Kur’an-ı Kerim kendi mûcizesi ile nasıl ortaya koydu. (زَوْجَيْنِ)’den bahsediyor, iki ayrı cinsten meydana gelmiş çift demektir (اثْنَيْنِ) diye iki sayısıyla sıfatlanması da tekit veya ikişer, ikişer anlamına tevzi için olduğu söyleniyor olsa da bunun bir bölünme olması daha açıktır. Her meyvenin çiçeğinde bir çift eş vardır ki, o meyve işte bunların çiftleşmesinden ve döllenmesinden meydana gelir. (وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ) “Birde ilkah edici rüzgârlar gönderdik” diyor Cenab-ı Hak. ‘’Hicr Sûresi’nin 22’nci âyetinde’’ Bu (زَوْجَيْنِ)’de ayrıca iki kısımdır erkeği başka kaynakta dişisi başka kaynakta olmak üzere ayrı ayrı iki ağaçta bulunur. Mesela, incirin erkeği başka ağaçta dişisi başka ağaç da olur. Bir kısmı da hem erkeğe hem dişisi aynı çiçek de bulunur hünsa şeklinde açar ve döllenmeyi kendi bünyesi içinde yapar çoğunlukla çiçekler böyledir. İşte (زَوْجَيْنِ) tâbiriyle her meyvede çiftleşen genel olarak erkekli dişili çiçekler kastedilmiş. (اثْنَيْنِ)  tâbiriyle de bunların iki çeşit olduğu ifade buyurulmuştur. Hurma ve incir gibi bazı meyvelerin erkeği dişisi bulunduğu ve meyve hâsıl olması için bunların telkihi yani döllenmesi gerektiği öteden beri bilinen bir olay olduğu hâlde ve öteki çiçeklerinde erkekli ve dişili olarak bu döllenmeyi kendi bünyesi içinde yaptığı gerçeği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu, bilinmiyordu bunu Kur’an-ı Kerim ortaya koydu asırlar önce. Son zamanlarda mikroskopların icâdı ile bitkilerin fizyolojisi tetkik edildikten sonra anlaşılan bir mesele olmuştur.

 

Dakika 35:05

 

Dikkat edin! Kur’an-ı Kerim’in daha dünyadaki bilimsel çalışmalar çocuğu nispetindedir okula yeni kayıt olmuş birinci sınıf öğrenci niteliğindedir Kuran-ı Kerim’in yanında bütün dünya. Kur’an-ı Kerim Üniversitesi Allah’u Teâlâ’nın Arş Üniversitesidir. Bunun baş rektörü Hazreti Muhammed’dir, ilk öğrencileri Sahâbî’lerdir gökyüzündeki yıldızlar gibi parlayan Sahâbîler. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali’ler, Aşere-i Mübeşşireler, Ashâb-ı Güzin’ler bu üniversiteden mezun oldular Arş’ı Âlâ Üniversitesi’nden. Ve Cebrâil Aleyhisselâm Vahyi İlâhî’yi Kur’an’ı getiriyordu Muhammed’e Yüce Allah’tan. Dünyaya ait ukbaya ait ezelî ebedî değerleri Kur’an-ı Kerim kendinde bulundurmaktadır. Kur’an-ı Kerim’i iyi keşfeden dünya tabiat kevnî kânûnları da kolay keşfederler. İslam’ın Kur’an-ı Kerim’in önündeki barışın, kardeşliğin, bilimin ve sosyal adâletin hukûkun üstünlüğü önünde ki engeller kalkarsa Kur’an-ı Kerim kolay keşfedilir. Keşşâf ve Fahrettin Râzî’nin ifadelerinde bu anlama yakın bir incelik vardır. Keşşâf da adı gibi kâşiftir, Fahrettin Râzî de büyük bir müfessir kâşiftir hattâ müfessirlerin imamıdır. Râzî Âdem ile Havvâ’nın durumuna benzeterek bütün ağaçlara ve bitkilere şâmil olacak şekilde genelleştirirmiştir. Bugün Râzî’nin doğduğu tarihe bakarsanız Keşşâf’ın çağına bakarsanız bugün ki daha ilimlerin durumuna bakarsanız İslam’ın kâşifleri tarihler boyunca büyük keşiflerde bulunmuşlardır. Bilinen kâşifler var birde isimleri gizlenen kâşifler var hele de İslam âleminin hiç bilmediği kâşifler var. Kendi hazinelerinden mahrum bırakılmış bir İslam âlemi var. “İstisnâlar kâideyi bozmaz.” Âyetin kendi anlamından çıkarılan bir sonuçtur bunlar. Nebatat Botanik ilminin şahitliği ile anlıyoruz ki, bu âyetin bu cümlesinde başlı başına bir ilmi mûcize vardır. Kur’an-ı Kerim her yönüyle mûcizedir buradaki bu yönüyle de tam bir ilmi mûcizedir. Kur’an-ı Kerim’in Allah Kitâb’ı, Hazreti Muhammed’in de hak Peygamber olduğuna doğrudan ve apaçık bir delil teşkil etmektedir. (تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِيَ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ ) “İşte onlar sana Kitâb’ın âyetleridir ve sana Rabbinden indirilen haktır hak Kitap’tır tam bir hakîkattir.” ‘’Rad Sûresi 1’inci âyet-i kerime’’

 

Dakika 40:00

 

Her meyve her şeyden önce iki ayrı yaratılışta olan erkekli ve dişili bir döllenmeyen muhtaçtır, buna Kur’an-ı Kerim ilka döllenme diyor. 15 asır önce bakın döllenmeyi Kur’an-ı Kerim anlatıyor. Her meyvenin ilk iki eşi ile toprağın tabiatı arasında hiçbir ilişki yoktur. Dikkat et buraya! Her meyvenin ilk iki eşi ile toprağın tabiat arasında hiçbir ilişki yoktur. Bu varyeteleri yapacak değişik tatları toprak veriyor demek çelişki olmaz mı? Tabiat açısından Pastör ’ün de dediği gibi: “Her canlının ancak kendi tohumundan türemiş olması gerekir yeryüzünde ilk erkekli dişili hücre tohumunun meydana gelmesi tabiatüstü bir sanat harikasıdır.” Tabiatı yaratan tabiatüstü harikaları da yaratan işte ne yapmıştır? Yoktan bunları yaratmış ve düzeni kurmuştur. Tabiatın ıstıfa seleksiyon ve tekâmülü tabiat eseri değildir. Fail-i muhtar olan bir yüce yaratıcının irâde ve sanatının eseridir bunların tamamı. Tabiata yaratıcılık vermek Allah’a şirk koşmaktır. Tabiata bütün o kânûnları koyan üreme kânûnlarını koyan Yüce Allah’ın kendisidir. Allah’u Teâlâ’nın eşsiz kudretine ve tabiat üzerindeki hâkimiyetine ve binaenaleyh mebde ve meada dâir çok pek çok deliller bulabilirler. Onun için bütün dünya kendi Kitâb’ını iyi keşfetmelidir bu Kur’an-ı Kerim bütün dünyanın Kitâbı’dır. Allah, bütün mahlûkatın Allah’ıdır. Kur’an-ı Kerim Allah’ın Kitâbı’dır gönderilmiştir. Doğulusu, batılısı bu Kur’an-ı Kerim’i iyi keşif etmelidir. Ey İnsanlık âlemi! Kalbinizle aklıseliminizle Kur’an’a dönün  Hazreti Muhammed’e dönün Hakk’ı anlayın hak penceresinden bakın da Hakk’ı hakîkati görün. En’âm Sûresi’nden 95’inci âyette: (إِنَّ اللّهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوَى ) “Şüphesiz ki Allah, taneleri ve çekirdekleri yarandır.” Bir çekirdek toprağın içinde yarılıyor çatlıyor bir taraf aşağı çatlayıp kök salıyor, bir taraf yukarı yükseliyor. Bak bu âyette ne diyor Yüce Allah; Bunu yapan Allah’tır diyor Allah’ın emri ve kânûnlarıyla olmaktadır her şey. İşte bunları anlamayanların ya akılları yoktur ya da hevâ ve hevesleri peşinde koşarlar giderler ve kendilerine yazık ederler. Allah’ın mülkünde Allah’ın kudretini görmezler Allah’ı inkâr ederler, Kitâb’ını kânûnlarını inkâr ederler birini putlaştırırlar yazık olur. Şirke af yok şirkin affı yok.

 

Dakika 45:00

 

Çâresi; Şirkten vazgeçip Allah’ı tanımak iyi bir Müslüman olmak hem de tevhîd îmânıyla. Filozoflarla mîzan-ı âlem delili demişler ve bazı sakat ve noksan uzuvlu ceninler gibi arızalı tabiat adını verdikleri canlıları ileri sürerek kâinat düzeninde tam bir mükemmellik olmadığını yaratıcının da mükemmelliğine delil olamayacağını yaratıcısının kör ve bilgisiz bir tabiat olmasına kadar ileri gitmek istemişlerdir ki, pek çok yanılmışlardır. Aklı olanlar için bilgi meselesi yalnızca bir yaprağın dokusunda bile ayan-beyandır bir yaprağın dokusundaki sanata bir bak! İrâdeyi ispat eder o irâde de bilgiyi gerekli kılar. Galatât-ı Tabiat denilen noksan yaradılışlı şeyler yaratıcının fail-i muhtar olduğunu ispat eder. Eğer âlem kusursuz ve en mükemmel şekilde olsaydı, yaratıcıya eşit ve eşdeğer olurdu hâşâ! Yaratıcının varlığına ve yüceliğine delil bulunamazdı çünkü ezelden beri değişmez özelliğe sahip olmuş olurdu. O zaman tabiatı daha çabuk ilâhlaştırırlardı. Cenab-ı Hak, eğer bir yerde özürlü bir şey yarattıysa o hikmet dolup taşımaktadır. Çünkü kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur. Allah yüce sıfatlarla muttasıf noksan sıfatlardan münezzehtir yaratılmışlar da, yaratılmışlara göre mükemmellik olur eksiklik olur arızalar olur bunlar hikmetin gereğidir. O zaman ne olurdu? İşte o zaman                (أُولَئِكَ الَّذِينَ) işte bunlar öyle kimselerdir ki, (كَفَرُواْ بِرَبِّهِمْ  ) Rablerini inkâr etmiş ve kâfir olmuş kimselerdir. Yani âhireti inkâr etmek Allah’a küfretmektir. Eğer Cenab-ı Hak bu kâinatı bu şekilde yaratmasaydı da başka türlü tamamen hiç mi hiç kusur vermeseydi birisine arıza vermeseydi o zaman tabiatı çabuk  ilâhlaştıracaklardı şimdi ilâhlaştıran o zaman daha çok ilâhlaştıracaktı. Onun için Cenab-ı Hakk’ın her yaptığında hikmetler dolup taşımaktadır. İsyankârlık ve günah tomrukları boyunlarında tomruklar olarak sürükleneceklerdir Allah’ı inkâr edenlerin işte durumu sonuçta budur. ‘’Allah muhafaza buyursun.’’ Îmân ile amel afiyet, hidâyet, Nusret, sevap, rahmet ve ihsân gibi güzel şeyleri bırakırlar da kötü olan şeyleri isterler. İnkârcıların bu sıfatlarındandır inkârcılar hiç doğru düşünmezler, bunların kurtuluş bir tek yolları vardır iyi bir Müslüman olmalarıdır. Eğer Allah insanları yaptıklarından dolayı hemen hesaba çekecek olsaydı yeryüzünde debelenen bir tek canlı bırakmazdı suçunun hemen cezâsını orada verirdi ve suçsuz da insan olmadığı için canlı kalmazdı dünya da.

 

Dakika 50:10

 

Allah  insanları imtihan etmek için bir ömür süresi vermiştir her şeyi takdirde bağlamıştır. Bunca âyetlere mûcizelere inanmazlar cebir mûcizesi ister dururlar. Cebir mûcizesi nedir? İşte  belâ ne zaman gelecekse gelsin de görelim der dururlar. Hidâyet istemezler. Ya? Belâ isterler. Belânın da vakti saati var. Mutlaka mukadder olan belâ gelecektir hak edenlerin tepesine inecektir.   (وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ) Cenab-ı Hak ne diyor; “Her kavim için bir hidâyetçi vardır.” Allah Yüce Allah Celle Celâlühü bizzat hidâyeti yaratan kendisidir. (يَعْلَمُ ) “O, Allah bilir” (مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى) “Her dişinin neye hamile olduğunu bilir.” (وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ) “Ve rahimler neler eksiltir, neler üretir ve arttırır onu da bilir.” Yani neyi takdir ediyorsa O  hikmetine istinâden takdirini yapar. Erken doğumlar, sakat doğanlar körü körüne ve kendiliğinden olmuş şeyler değildir. Sırlar âleminde Allah’ın ilmi ve irâdesi sayesinde meydana gelen olaylardır. Tabiatçı ve maddeci felsefe aleyhine birer ilâhî irâde delilidir. O’nun bir dışındaki sebepleri vardır bir de O’nun iç yüzünde ki hikmetler vardır. İlâhî bilgi, gözleme dayalı bir bilgi değildir. Dikkat et! İlâhî bilgi, gözleme dayalı bir bilgi değildir bu ilâhî bilgi Allah’ın hikmet dolu kendi katında ki kimsenin ulaşamayacağı yüce bilgilerdir. Döllenme telkih Kur’an-ı Kerim’in deyimiyle hayat için gerekli olan her şey bir bilgi ve hesap iledir. (وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ) Dikkat et buraya! Ayrıca sadece bunlar değil her şey Allah’ın katında bir miktar takdir iledir. Her şey ölçülmüş biçilmiş her şeyin sınırı bir sınırı bir ömrü ve zincirleme olarak bütün sebepler silsilesi bütünüyle Allah’a istinâd eder yok olanı da bilir. (عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ) “O gizliyi gaybı bilir, yok olanı da bilir tek ve eşsiz bir büyüktür.” ( الْمُتَعَالِ) Kendisi el mütealdir, yani eşsiz ve yücedir hem de yüceliğine sınır yoktur kudretine sınır yoktur yüceler yücesidir. (قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي)  De ki: “Ruh Rabbinin emrindendir.” Bakın ‘’İsrâ Sûresi 85’inci âyet-i kerimesinde: “Allah’ın emrinde olan bir takım ruhlar ve meleklerdir.”

 

Dakika 55:00

 

Bunlar Allah’ın birer emridir ve ruhlar meleklerde mahlûkturlar. Onun için (ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴿٥٣﴾) “Bu Allah’ın bir kalbe verdiği nimeti onlar kendilerindekini değiştirmedikçe değiştirmeyeceğinden böyledir.” işte 53’üncü âyet-i kerimede: “Bununla beraber Allah bir kavme bir fenalık murâd ettiği vakit                     (فَلاَ مَرَدَّ لَهُ ) artık onu geri çevirecek hiçbir kuvvet yoktur.” (وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ) Ve onların Allah’tan başka bir velileri de yoktur.” Birisi bir belâyı hak etmişse bu da Yüce Allah’ın takdiriyle takdir edilmişse daha önüne geçilmez. Önemli olan kula düşen görev nedir? Her türlü tedbirini doğru almaktır takdire bağlanmaktır kul kula düşen görevi yapacak yanlış yapmamaya gayret et. Ama takdir işler bütün âlemler takdir ile ayakta durur. Düzeni kuran O’dur, idâre eden O’dur, hükümran O’dur bütün âlemlerin mutlak hükümdarı O Yüce Allah’ın kendisidir. Kul görevini en iyi şekilde yapsın tedbirini en üst düzeyde alsın, ama Allah’ın takdiri nerede bağlı kalsın. Cenab-ı Hak istisnâlar hâriç her şeyin mükemmel olmasını kendi ister her kulununda işini mükemmel yapmasını sever ve kuluna da öyle emreder.

 

Cenab-ı Hak;

 

استعيذ بالله

 

هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ ﴿١٢﴾

 

Size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren O’dur yani Yüce Allah’tır.

 

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلاَئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاء وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ ﴿١٣﴾

 

Gök gürültüsü O’na hamdinden ile melekler de O’nun korkusundan dolayı O’nu tesbih ederler. Dikkat et! Gök gürültüsü O’na hamdinden tesbih eder melekler de O’nun korkusundan dolayı O’nu tesbih ederler. O yıldırımlar gönderir, onunla dilediğini çarpar. Onlar Allah hakkında mücadele edip duruyorlar. Oysa Allah’ın çarpması pek çetindir. Nicelerinin tepesine yıldırımlar da yağdırmıştır veya yağdıracaktır dilediği zaman. Her günahın her suçun bir karşılık belâsı vardır her güzel amelinde karşısında büyük bir mükâfatı ve Allah’ın lütfu keremi vardır.

 

Bunun için;

 

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لاَ يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ إِلاَّ كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاء لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ وَمَا دُعَاء الْكَافِرِينَ إِلاَّ فِي ضَلاَلٍ ﴿١٤﴾

Dakika 1:00:10

 

Gerçek dua O’nadır. Dualar sadece Allah’a yapılır. O’nun dışında yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar olsa olsa ağzına su gelsin diye iki avucunu açana benzer ki, uzaklarda ki suya buradan avuç tutana benzer ki, o, ona gelmez. Kâfirlerin duası hep bir sapıklık içindedir tam bir dalâlettedir.

 

وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلالُهُم بِالْغُدُوِّ وَالآصَالِ ﴿١٥﴾

 

Oysa göklerde ve yerde kim varsa ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde ederler. Bu hilkatin içinde vardır, fıtratın içinde vardır, tabiatın içinde vardır yaratılanlar böyle yaratılmıştır. İster istemez herkes Allah’a secde eder. Sadece inkârcı insanoğluna irâde verdi irâdesiyle Allah’ı inkâr edenler ise bunun hesabını vereceklerdir. Cenab-ı Mevlâ bakın “Rad ile Berk” anlamı için, Bakara Sûresi’nin 19’uncu âyetinde bilgi verildi. İnşâ’Allah oraya bakılırsa o konuda da gereken bilgi edinilmiş olur. Burada şimşekler çakarken gökler gürlerken, Müslümanlar da şu tesbihi okusunlar her zaman okusunlar ama o zamanda okusunlar.

 

‘’Subhânallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallâhu Vallâhu Ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm bi-adedi halkıh ve mile’l mizan ve mümtehel ılm ve mebla rıda vezinetel arş’’

 

İşitenler bu mânâyı hatırlatıp telkin eder. Şimdi bu tesbihin içindeki mânâyı da Müslümanlar bilhassa iyi hatırlasınlar. (Sübhâne men yüsebbihûr râdı bi-hamdih)  Gök gürültüsünün hamd ile tesbih ettiği Allah’ı tenzih ederim. Bunu da okumalıyım. (Sübhâne men yüsebbihûr râdı bi-hamdih) Çünkü gök gürültüsü Allah’ı tesbih ediyor ve melekler tesbih ediyor bütün yaratıklar Allah’ı tesbih ediyor hem de secde ediyorlar hem de gölgeleri dahi secde ediyor. Bu bir hâl durumudur ki, hâl secdesidir kâl ile hâl bilinmez. Bu, hâlde ki buradaki tesbihi secdeyi bunlar Kur’an-ı Kerim’le îmân yoluyla bunlar anlaşılır. Yine şu duayı da hiç kimse ihmâl etmesin bilhassa şimşekler çakarken gökler gürlerken. ‘’Allâhumme lâ taktünnâ bi-ğadabike velâ tühlikna bi-azâbike ve âfine gable zâlik’’ Allah’ım! Bizi gazâbınla öldürme azâbından helâk etme, bundan önce bize afiyet ver, diye dua etmelidir bu duaları Hazreti Muhammed’in dualarıdır.

 

Dakika 1:05:00

 

Kur’an-ı Kerim hangi âyetini okursa o âyetin yüce anlamına göre Peygamberimiz hem Allah’a sığınır hem dua eder hem tesbih ederdi. Bazen de 1,2 âyet okur sabaha kadar ağlardı. Bu duaların kaynağında Kütübü Sittenin hepsi bulunmaktadır Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Muvattâ, Ahmed bin Hanbel gibi (Rahmetullâhi Aleyhim) büyük hadis âlimlerimiz bulunmaktadır ve sahîh hadis kaynaklarımız bulunmaktadır. Onun için bu hayat veren nurun derslerini kimse mi kimse sakın kaçırmasın ve ölümsüz hayatı Kur’an’ın bu hayat nizâmından kazansın ömrünü boşa vermesin.

 

Dakika 1:06:15

 

 

 

 

(Visited 67 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}