296- Tefsir Ders 296 hayat veren nurun keşif notları
296- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 296
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Kıymetli ve muhterem izleyenlerimiz,
Ebediyyû’l-ebed hayat üniversitesinin ölümsüz dersleri ölümsüz hayatım en yüce hayatının en kıymetli mutlu hayatın dersleri keşif notlarıyla beraber devam etmektedir. Şu andaki sizlere Şanlı Kur’an’ın A’râf Sûresi’nin 59 ve 87’nci âyetlerinin bu arada ki bütün âyetlerin size öz anlamlarını verdikten sonra burada keşif dostlarıyla ilgili bilgi vermeye devam etmekteyiz.
İlâhî hâkimiyetin tecellîsine İslam nizâmının İslam şeriatının, Yüce İslam dininin tekâmülüne Kur’an-ı Kerim’in letâfetine eşsiz güzelliğin en şöyle bir baktığınız zaman ölümsüz hayatın bize verdiği feyizleri, saçan nurları ve ebedî huzuru, salâh, felâhı, necâhı görmekteyiz. Masaldan, hayalden hakîkate nasıl götürdüğünü dinin sünnetin dışında değil içinde olduğunu dinin tabiata bağlanmada olamayacağını silinen, düşen, helâk olan milletler asîl sosyal kurum olan dinden sapınca ne yaptılar? Battılar kendilerine yazık ettiler. Nice kavimler helâk oldu sebebi budur. Ne yaptılar? İşte tabiata bağlandılar tabiatı yaratanı bir türlü doğru tanımadılar. İşte o zaman silinen, düşen, helâk olan bütün milletler asîl sosyal kurum olan dinden sapınca hepsi battılar yıkıldılar. Allah’ın kahrına, gazâbına, helâkine uğradılar. Yüce İslam bütün tehlikelerden kişiyi korumak kurtarmak için önceden her tehlikeyi haber vermektedir. Nuh Peygamber’in, Hûd Peygamber’in, Sâlih Peygamber’in, Lut Peygamber’in, Şuâyb Peygamber’in Aleyhimüsselâm bütün kavimlerin helâk olduğunu Mûsâ’nın gönderildiği Firavun Kavminin de helâk olduğunu görmekteyiz. Niçin helâk oldular? Allah’tan gelen yüce hukûku, o yüce hukûkun üstünlüğünü Hakk’ı, hukûku tanımadılar. Peygamberler ne ile gelirler? Allah’tan aldığı yüce emirlerle gelirler. Peygamberleri Yüce Allah görevlendirir. Görevi tanımamak onu görevlendirilen Allah’ı tanımamaktır. Helâk sebebi buradan başlamaktadır. Hayat mutluluk kalbini verdiği Hâlik’ın şanıyla uyum içindedir. Buraya dikkat et! Gerçek hayat, gerçek mutluluk kalbini verdiği Hâlik’ın şanıyla uyum içindedir. Hepsi hiç O’nun dini Allah’ın hukûku, O’nun üstünlüğü haktır. Onun için hayat mutluluk işte bu Hak’ta bu hakîkati yaşamaktadır, inanmak ve yaşamaktadır. Hak Allah’ın kendisi Hakk’a inanacaksın hukûkun üstünlüğünü kabul edeceksin o hukûku da bir fiil yaşayacaksın. Her Hakk’ı hak sahibine Allah hakkını vermiş. Sende bunu bu taksimatı râzı olup ne yapacaksın? İlâhî hukûku uygulayacaksın bütün dünyada herkes bu bunu uyguladığı zaman her hak sahibi hakkını almış ve mutlu olmuş olur. Kimse kimsenin hakkını yeme şansı olmadığı gibi Hak’tan bâtıla kayma şansı da, sapma şansı da olmaz. Hakk’ı tanımadığın zaman zaten orada saptın demektir yazık olmaktadır çok mu çok yazık olmaktadır. Gök kapılarını açacak kânûn Hakk’ın kânûnudur. Buna dikkat et! İnsanlık tekbir yaprağın kânûnunu keşiften âcizdir kurtuluş gemisi ancak ilâhî kânûn ile inşâ edilir. Nasıl ki, Nuh Peygamber’e gemini yap dedi Cenab-ı Hak yaptırdı. İnananlar nasıl ki, Nuh’un gemisinde kurtulduğu gibi, inanmayanların helâk olduğu gibi dünyanın bütün her şeyin kurtuluşu İslam ile mümkündür.
Dakika 7:00
İslam ile bütün insanlığın kurtuluşu ve onun bütün çareleri ve mutluluk ortaya koymuştur. Bunun için kurtuluş gemisi ancak ilâhî kânûn ile inşâ edilir. Hakk’ı, hukûku, ilâhî kânûnları dinlemeden yaptığın şey beşerî olan sonuçta ne olur? Eksiğiyle, kusuruyla, hatasıyla hele içinde şirki, küfrü, nifakı olduğu zaman artık orada kurtuluş gemisi olmaz. O gemi batar batmıştır şirkin, küfrün olduğu yerde bir defa kurtuluş olmaz.
Bunun için değerli efendiler, Cenab-ı Hak her Peygamber’e mûcizeleri vermiştir mûcizelerle Peygamberleri desteklemiştir. Âsâ, Mûsâ’nın elindeki âsânın da ejderha olması da bunlardan biridir. İbn-i Abbâs’tan gelen bir haber de ve Kur’an-ı Kerim’de ki haber de: “Âsâ diyor ejderha oldu eli de nur saçardı. Serçe parmağı kadar bir nur dağa tecellî etti de dağ yere battı” diyor. Taberî, Tirmîzî gibi kaynaklarda bulunmaktadır. Mu’tezile ise ru’yete inanmaktadır. Yani Ru’yet-i İlâhî’ye inanmaz, Ehl-i Sünnet ise inanır. Allah’u Teâlâ’nın cemâli görülür Allah’ın dilemesi lütfuyla olur. Mûsâ Aleyhisselâm eğer mümkün olmasaydı Allah’u Teâlâ’nın nurunu cemâlini görmek istemezdi. Yine şöyle bir ibret sahnesi vardır ki dünyada Hakk’ı, hakîkat ve hukûku, hukûkun üstünlüğünü yok etmek isteyenler kendileri yok olurlar. Bunda şek ve şüphe yoktur. Cenab-ı Hak Firavun’un kucağında Mûsâ’yı büyüttü. Mûsâ diye nice erkek çocuklarını öldürdü Firavun.
Dakika 10:00
Ama Mûsâ’yı da kucağında büyüttü. Nitekim kim helâk oldu? Firavun devleti ile beraber helâk oldu ve boğuldu denizde boğuldu gitti. Şu anda akşam-sabah ateşe sevk olunmaktadır, kabir azâbı çekmektedir. Akşam,-sabah kendi bütün adamlarıyla ateşe sokulmaktadırlar.
Yine 88 ve 93’üncü âyete kadar ki âyetlerin keşif notlarından da bazı yine size bilgiler arz etmeye çalışacağım. Batan kavimleri vahiy etmenin câiz olmadığını anlıyoruz bu âyet-i kerimelerden. Şöyle bir bak A’râf Sûresi 168’inci En’am Sûresi 43’üncü âyete baktığımız zaman bu gerçekleri görmekteyiz. “Acı, tatlı, mal, beden, darlık, genişlik ile imtihan edildiler.” İnsanlık âlemi çeşitli imtihanlardan geçer. Acılarla, tatlılarla imtihan edilir insanoğlu, malî ve bedenî imtihanlardan geçer insanoğlu, darlık ve genişlik ile de imtihandan geçirilir imtihan edilirler. Bunun içinde bu imtihanları insanoğlu eğer kazanamazsa, Rabi’sinin emirlerine sıkı bağlanmazsa ve bu imtihanı Rabbi ’sinden bilmez de olağandır derlerse ki, dediler; Şımardılar, netice de helâk oldular kaybettiler. Her uyarı Allah’tandır Kur’an-ı Kerim beşîr ve nezîr âyetlerle doludur. Nezîr âyetlerle Cenab-ı Hak kullarını uyarır, beşîr âyetlerle müjdeler. Geçmişi sana Kur’an-ı Kerim en güzel şekilde anlatır. Niçin? Uyansınlar diye. Taberî de tövbe ve şükre de diyor inanmadılar böyle batan kavimlerin battığı sebeplerden biri tövbe etmediler ve şükre de inanmadılar, tövbeye de inanmadılar. Ansızın yakalandılar yani başlarına belâ ansızın geldi helâk oldular. Sürüne, sürüne bir kısmı hemen helâk oldu, bir kısmı da sürüne, sürüne helâk oldular. Hem de en kuvvetli en keyifli anlarında tarih sahnesinden silindiler gittiler. Âyet 96’ya bak şöyle! Anlamını önceki dersimizde verdik şimdi de keşif notları veriyoruz hatırlatma notları biraz daha anlaşılır şekle geçirmek için. Ve rivâyette ve dirâyette ki kesin hak bilgileri de gerçeğe dayanan bilgilerle de takviye etmek üzere keşif notlarımız devam etmektedir. Âyet 96’yı da şöyle bir bakalım, hattâ ezberleyelim, unutmayalım. Medeniyet hayatı yaşayanların dikkatine adam medeniyet deyip de Hakk’ı ilâhî hakkın adâletini, Hakk’ı ve hakîkati, ilâhî adâleti tanımayanlar medeniyet adı altında… Şimdi hayatı İslam Allah’u Teâlâ’nın ortaya koyduğu hak ve gerçek hayatın dışında hayat arayanlar da dikkat etsinler Kur’an-ı Kerim’in iyi anlasınlar gereğini yapsınlar.
Dakika 15:15
Şuna dikkat etsin herkes! Her şey Yüce Allah’ın indinde mevcuttur O’nun ilminden olmayan bir şey yoktur. Bunun içinde şemaate düşmanın sevinmesinden Yüce Allah’a sığınmak lâzımdır. Allah’ım! Düşmanın sevinmesinden sana sığınırım diye dua etmek lâzım. Ahmed Bin Hanbel, Müslim, Neseî ve Buhârî gibi bizim asîl kaynaklarımız da bu habere yer verilmiştir. Yine 103 ve 129 ‘a kadar ki olan âyetlerden bazı keşif notlar veriyoruz. Cehâlet ve zulüm baskın olunca mûcize de daha kuvvetli olur. Eğer bir ortamda cehâlet ve zulüm baskın sa cenaze Cenab-ı Hak o ortama göre ne yapıyor? Mûcize de daha kuvvetli olarak gösteriliyor. “Melee” (Meydan kavgası) mesela siyaset ve sosyoloji açısından da çok dikkat çekicidir. Cemiyetleri, hükmî şahsiyetleri önemli şerefin sosyal bir anlamı vardır. “Mele” teşâvür, müşâvere, eşref, önde gelenler, cemaat, arzu etmek, heyet, delege, meclis Hulk, huy şöyle bir baktığımız zaman bunları her ortamda değerini bilmeli ile değerlendirilmelidir. Râğıb’ın işaret ettiği gönülleri dolduran cemaat, güzel yüzler, dolgunluk diye anlam vermiş “Melee” kelimesine. Frenkler ise bu kelimeye, sosyete ismi vermişlerdir. Yani Frenklerin sosyetesi buradan “Melee” olarak geçmektedir Kur’an-ı Kerim’de. Uzlaşma, dernek, kabine, parlamento, ordu, yetkili heyet gibi de anlamlarda taşımaktadır. Bunların tümünden ibret almalı ders almalıdır.
Saîd Bin Cübeyr ’den şu rivâyet vardır; Mûsâ’nın diyor âsâsı kocaman bir yılan olmuş Firavuna yönelmiş aman ya Mûsâ, şunu tut demiş ve Firavun Mûsâ’ya yalvarmış o da tutmuş. Ne yazık ki Firavun sözünde yine durmamış feverân etmiş. Bundan dolayı bu haber de Taberî ve Âlûsî de görülmektedir. Hakîkatin değiştirilmesi câiz olmaz diyen şimdi görüşlere doğru bir izâh tarzımız var. Âsâ, âsâdır diyenler var. Yılan yılandır. Hz. Mûsâ (AS.) esmermiş elini koynuna koyar çıkarır eli bembeyaz olurmuş. Kur’an-ı Kerim’de bu âyetler var ve Âlûsî gibi bilim adamlarının da kaleminde görmekteyiz. İlâhî gazâp de Celâl’in Rabbânî rahmet ve lütfun örneği tecellîsidir. İlâhî gazâp ve Celâl’in Rabbânî rahmet ve lütfun örneği tecellîsidir Cenab-ı Hak adâletinin gereğini de rahmetinin gereğini de yapmaktadır.
Dakika 20:05
Yine “Melee” danışma meclisi sihirbaz diye karşıladı. Kim bunlar? Firavunun topluluğu, ileri gelen devlet erkânı, Firavunun adamları… Ne dediler bu danışma meclisi? Sihirbaz diye karşıladı. Firavun bunlara ne emredersiniz? Diyordu kendi topluluğuna. Sonra da sihirbaz dediler Mûsâ Aleyhisselâm’a. Hiçbir peygamber sihirbaz değildir ve olamaz. Sihri, sihirbazlığı İslam ret eder.
Ebussuut halkoyuna sunulduğunu söyler. Yani Mûsâ hakkında ne düşünüyorsunuz diyor Firavun. Ama yine de Firavunluğundan vazgeçmiyor. Naziât Sûresi 24’üncü âyetinde (أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى) diyor. Yine Firavun Firavunluk yapıyor. Sıkıştı tanrılığı geçici olarak da olsa bıraktı sahte riyakârca bir tabasbus tavrı takındı. Yani tabasbus nedir? Tilkilik yaltaklığa başladı Firavun. Bir yandan (أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى) bu serseri Firavun, bir yandan da tilkilik ve yataklık yapıyor. Niye? Mûcize karşısında bunaldı, şaşırdı. Mûsâ’yı gizli düşman gösteriyor. Bu Tabasbus tilkilik, yaltaklık yapan Firavun Mûsâ’yı gizli düşman gösteriyor. Sizi sürüp çıkaracak diyor. Yani kendi halkına böyle Mûsâ’yı karalamaya çalışıyor. Hakkı gerçeği sihir kendinin çarpıklığını da gerçekmiş gibi göstermeye çalışıyor her sahtekâr böyledir. Kendi yanlışını doğru göstermeye, doğruları da yanlış göstermeye çalışırlar. Bütün sapıklıkları entrikaların içinde bunlar vardır. Müşâvere faydalıdır ama tabii müşâvere heyeti sağlam bir yapıya sahip ise. Büyük şehirler, medain, büyük şehirlere tabii ki haberler gönderdi Firavun. Bunlara Kur’an-ı Kerim de medain deniyor. Mülk, taat, cezâ, siyaset bu büyük şehirlerde 70 kadar usta sihirbaz toplanmıştır. Hayaller iri halatlar, uzun sırıklar, sopalar üst üste yılanlarmış gibi manzaralar, ağaç, deri gibilere cıva doldurulmuş yerin ve güneşin ısısıyla kıvrım, kıvrım hareket ediyorlardı. Yani böyle sihir gösteriyorlardı korkunç manzara arz ediyordu. Ama hepsi yapmacık ve göz boyamaktan başka bir şey değildi. Yine bu haberlerin kaynağında da Âlûsî’nin eserleri bulunmaktadır başkaların da olduğu gibi. Âlimler ilmin fazileti hakkında en büyük delillerdendir demişlerdir. Şeytanlık ve tehdit savuruyordu. Şeytanlık ve tehdit bulunuyor Firavunlarda hep bunlar vardır. Hem şeytanlık vardır, hem tehdit vardır. Kalbin îmân ve kanaatine hâkim olamazlar. Çünkü kalplerinde îmân olmadığı için.
Dakika 25:00
Onun kanaati de olmaz. İnanmak için Firavunlardan izin alınmaz. Firavun kamuoyunu yanıltmak, heyecan vermek için siyasi entrika çeviriyor kendisi de sihirbazlık ve şarlatanlık yapıyordu. Danışıklı dövüştür hiledir. Mûsâ ile gizli buluştular diye de sihirbazları suçlamaya kalktı sihirbazlar Müslüman oldular. Mûcize karşısında sihirbazlık para etmez ki Hazreti Muhammed bütün dünyanın hem zâhirde, hem bâtında kalpler ve ruhlar âleminde, beyinlerde kıyâmete kadar en büyük devrimi yapmıştır. Geçmiş Kur’an-ı Kerim’in içerisinde geçmişten örnekler niçin verilir? Geçmişin, geleceğin bütün değerleri Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Onun için ihtilâl yapacaklar, Kıptîleri sürüp çıkaracaklar. Vatan elden gidiyor diye halkın zihnine şüphe fırlatıyordu Firavun Mûsâ’yı karalamak için. Bütün peygamberlere karşısındaki sapık kavimler ve onların liderleri bu tür entrikalara başvurmuşlardır. Hakk’ın âyetlerine tılsımlı yalan elini fosfor tozuna batırıyor diyor tevil vadisinde ilhâd edenler, tevil edenler tabiat fikrine sapıp mûcizeyi insan etmektedirler. Dikkat edin! Tabiat fikrine sapıyor mûcizeyi inkâr ediyorlar. Îmânda nasîbi olmayanlar maddeyi görürler, maddeyi ve mânâyı göremezler, mahlûku görürler mahlûku yaratan Hâlik’ın kudretini bir türlü göremezler. Görmek için îmân ve aklıselim lâzımdır. Bunları ejderha gibiydi, ilmi parlaktı, ikisi aynı şeydir “Âsâ Yedi Beyzâ” diyorlar tevilciler. Yani bir türlü mûcizeyi kabul etmek istemiyorlar bunlar. Kimler bunlar? Tabiat fikrine saplanıp kalanlar. Akıl gerçek bilginin alıcısıdır ve kabul edicidir yaratan değildir akıl yaratmaz akıl gerçek bilginin alıcısıdır ve kabul edicidir. Yaratan değildir nakli anlamaktır aklın görevi nakli anlamaktır ve gerçek bilginin alıcısıdır ve kabul edicidir. Yaratan değildir nakli anlamaktır. Aklın görevi akıl ve dirâyet şarttır. Akıl bilgiyi alır ilmin konusu, olaylar ilgili haberlerdir. Nakil akla yeni akışlardır akıl münferit ve tekerrür edenleri elde eder. Tekrar ediyorum akıl münferit ve tekerrür edenleri elde eder. Tekerrürde kıyas, ölçü teşekkül eder. Dikkat et buraya da! Tekerrürde kıyas ölçü teşekkül eder. Kıyas-ı Fennî bilinenden bilinmeyenler elde edilir. Vahyi inkâr edince iblîsin kıyası, içtihâdıyla yakmış yıkmış olur. Vahiy inkâr edilmez. Aklı kabul edip, aklı yaratan inkâr edilir mi? Yüce Allah’ın ilk yarattıklarından biri aklı evveldir, kalemdir ve Nur-i Muhammedî’dir.
Dakika 30:30
Aklı kabul edip nakli yani aklı yaratanı Allah inkâr edilir mi? Vahyi İlahi’yi, Kitâb’ı ve Peygamber’i inkâr etmek burada aklı yaratanı da inkâr etmektir, aklını da inkâr etmektir netice oraya gider. Vahyi inkâr edince iblîsin kıyası, içtihâdıyla ne olur? Yakmış, yıkmış olur. İblîs ne yaptı da yaktı, yıktı? Hem kendini cehennemlik yaptın, hem de iblîs kandırdığı, sapıttığı ne kadar insan varsa hepsini cehennemlik yaptı. Cenab-ı Hak ne diyor iblîse? Seninle senin kandırdığın ne kadar insanlar varsa tıka basa sizinle cehennemi dolduracağım diyor. Onun için vahyi intihar edince iblîsin kıyası içtihâdıyla yakmış, yıkmış olur. Yazık olmaz mı? Kanatlı insan mümkün müdür? Mümkündür. Fakat duyulmuş mudur? Duyulmamıştır. Nâdir olaylar inkârı gerektirir mi? Gerektirmez. Nâdir olay diye inkâr edilir mi? Nadirde olsa mümkündür inkâr edilmez. Mümkün olan ve olmayanı araştırmak ilmin konusudur. İmkânı zâtîsini düşünmek inkâr ve tevile gitmeden ilâhî kitaplar tabiat çemberinden kurtarır. Prensip müspet ilim, münferit ve nâdir olanı inkâr etmez ederse ilme iftirâ olur. Tabiat kânûnlarının dışında münferit veya nâdir vakalar olmaz demek de böyledir. Mûcizeler tabiatüstüdür, kerâmetler tabiatüstüdür. Hikâye, yalan hayalleri de tarih kılığına sokanlara dikkat edin! Hikâyeleri, yalanları hayalleri tarih kılığına sokanlara dikkat halkın fikrini bozmaktır. Bunlara dikkat edin! Sağlam haberleri reddetmekte tam bir sapıklıktır. Sağlamı, doğruyu ret ediyor hikâyeleri, yalanları, hayalleri tarih kılığına sokarak ne yapıyor? İnsanları sapıtmaya çalışıyorlar kendileri saptıkları için. Tarih feyzinden bu bir nedir? Tam bir mahrumiyettir.
Fahrettin Râzî şöyle der; Mûcizeler dâima olabilir Allah’ın dilemesiyledir câizidir Ehl-i
Sünnetin de görüşü de budur. Mûcizeler, kerâmetler câizdir mümkündür. Allah için mümkün olmayan bir şey olmaz ki mümteni imkânsız diyenler var. Kim bunlar? Tabiatçı filozofları böyle diyorlar. Yani mümtenidir, imkânsızdır diyorlar. Bu tabiatı filozofların görüşü Mu’tezile de bir kısmı câizdir. Bunlar filozofların tarafını tutanlar, saman çöpünden, arpadan delikanlı olmaz derler.
Dakika 35:30
Bunlar, şimdi saman çöpünden delikanlı olmayacağını ileri sürenler bakın bu kâinatın varlığını yaratanını inkâr ediyorlar. Saman çöpünden insan olmaz derken kâinatın kendiliğinden olduğunu ileri sürmek Allah’ı inkâr etmek o zaman safsatanın, küfrün tâ kendisi değil midir? İnsan anasız-babasız olmaz delilik bunaklık olur diyorlar. Dağlar altın olmaz, denizler kan olmaz, toprak un olmaz, tuz olmaz ilmi iptal eder diyorlar. Safsata ya götürür diyorlar. Baştan bunu ret ederiz diyorlar reddediyorlar. İmkânsız saymakla şüpheye de saplanıyorlar. Ama gelin görün ki bakın, bunlar kendi burnunun önünü göremeyen bunlar, neleri inkâr ediyorlar, nelere saplanıyorlar. Her olay bir müessirle olur. Sebeplilik prensibi câhiller eskiyi yeni tesadüfen oldu derler. Her eser bir müessirle meydana gelir. Âlem, kâinat yerine tabiat diyenler… Şimdi dikkat etsinler bunlar! Âlem kâinat yerine tabiat diyenler tabiat kânûnlarını tabiatı mahkûm eden kânûnlar olduğu bilmezler. Esas safsata işte onların görüşüdür. Nedir? Bu kâinatı yaratan Allah’u Teâlâ’yı inkâr ederek kâinatın kendiliğinden olduğunu iddia ediyor ama bir saman çöpünden bir delikanlı olmaz diyor. Peki, bir delikanlı bir saman çöpünden olmuyor da mesela denizler de bala dönüşmüyor, dağlar altına dönüşmüyor da peki kâinat kendiliğinden nasıl oluyor yaratıcı olmadan? Burayı göremiyor. İşte esas safsata onların buradaki görüşündedir. Kendilerini susturan da yine kendileridir. Yani kendi sözleri ile çelişkiye, tenakusa düşüyorlar. İnsanın anasız-babasız dağların altın olmayacağını, insanın anasız-babasız olmayacağını, toprağın un olmayacağını, unun tuza dönüşeceğini savunan safsatacılar aslında yine kendileridir. Niye? Kâinat yoktan yaratan Allah’ı inkâr ederek kâinatı kendi kendine oldu diyen adam esas unun tuza, dağların altıda dönüşeceğine aslında iddia eden kendileridir. Saman çöpünden delikanlı olur diyen de kendileridir farkında değiller, ne yaptıklarının farkında değiller. Tesadüf demek bu safsata ya inanmak demektir kâinatta hiçbir şey tesadüf değil Yüce Allah’ın emriyle yaratmasıdır. (أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ)’dir.
Dakika 40:00
Âlemlerin eşsiz hükümdarı Yüce Allah’tır. Tabiatçıların çoğunun görüşü etkenle olur derler. O da, ya zorunludur veya isteğe bağlıdır. Etken ve faildir tabiat etken olsaydı hepsi kadîm olurdu değişim olmazdı. Bak tabiat etken değil tabiata etki eden kuvvet ve kudret Allah’ın yaratması ve emridir. Bunu unutma! Tercih, icabiye, determinizm (gerekircilik) ise bu da denizlerin bir anda yağ olur vermesi gibi durum demektir. Esas etken dilediğini yapandır. Kim o? Esas etken, müessir yaratıcı her dilediğini yapandır. O kim? Yüce Allah’ın kendisidir. İşte olağan üstüler imkânsız değildir aksi ispat edilemez mutlak ve tam ilim Allah’ındır. Mutlak ilim, tam ilim Allah’ın ilmidir. İnsan bilgisi izâfî nisbidir. Kulun kuluna o Cenab-ı Hak verdiği kadardır. Kuluna ne verdiyse kulunda o vardır. Sofistik, şüphecilik bâtıldır. Tam bilgi iddiası da bâtıldır. Çünkü her şeyi bilen tam Allah’u Teâlâ’dır. Bilim bazı şeyleri bilir keşfeder ama her şeyi bilmez. Allah’ın muvaffak kıldığı kadar insanoğlunda başarı vardır, beceri vardır. Çeşitli gücü vardır ama Allah’tan aldığı Allah’ın verdiği kadardır Allah ne kadar nasîb ettiyse o kadardır. Yeni felsefe tabiat bilgisi kurumlar değişmez kânûnlardır diyenler otoriteleri değildir. Yani bunların içinde ilmi otoritesi olanlar var bilginlerin içerisinde kurumlar değişmez kânûnlardır diyenler otorite âlimleri filozoflar değildir. Septik şüphecileri vardır, ihtimâlcileri vardır. Mesela “Kant” Alman filozofu tabiat ilimleri deney ve gözlemden alınmıştır diyor. Kant diyor ki; Tabiat ve deney de gözlemden alınmıştır zarûrî değildir diyor. Asel toriktir diyor yani mutlaka-i âmme teoriler bir fiil vâki olanı bildirir. Yarın ki deney başka bir sonuca götürebilir. Bugün bir deney yaptın yarın bir başka deney yaptın, yarınki deney başka sonuca götürebilir seni. Kimisi kesin derken kimisi şüphecidir. Kant’ın ki bunların ortasıdır. Kelamcılarında yaklaşımına yakındır Kant’ın görüşü. Mevâkıf mûcizeler, ilk yaratılış ve yok oluştan biri değildir. Yani mûcizeler, mûcizeleri inkâr edenlere diyor ki, Mevâkıf ’da ki bir bilgide: İlk mûcizeler diyor ilk yaratılış ve yok oluştan büyük değildir. Sofistik şüphecilik olur demek demagojidir. Kâinatın tamamının yaratılışına bak bir de bir mûcizeye bak, kâinatı yaratan Allah elbette mûcizeleri bir peygamberden zuhûr ettirmesi daha kolaydır. Çünkü ilk yaratılış yoktan yaratılıştır mûcizeleri ise yaratılmıştan yoktan yaratılmışların ikinci yaratılışlarıdır. Birinci yoktan yaratılış ve ilk yaratılış âlemlerin yaratılışı içerisinde uçsuz bucaksız mûcizeler bulunmaktadır. Peygamberlerden zuhûr eden mûcizeyi kabul etmeyen mûcizeleri kabul etmeyenler kâinatın uçsuz bucaksız yaratılışını nasıl izâh edecekler. Bunun için yaptıkları şey ilim değil demagojidir. Mantıkta mutlaka-i âmme daha genel mümkünden daha özeldir. Kesin aksinin imkânını engellemez aksinin ki de şüpheyi gerektirmez. Vâki, mümkün, akıl ve insâf… Şöyle bir bakalım; Vâki, mümkün, akıl ve insâf mûcizeyi inkâr etmez. Her harika da mûcize değildir. Harikalar vardır ama her harika mûcize değildir. Ruh bilim ötesi için çalışmak çalışmalar yapılmaktadır, çalışılmaktadır. Olumluların uyumu, olumsuzların uyumu, zıtların uyumu, tehalüf, benzeyiş ve zıtlar kâinat zıtlarla dolu. Dikkat et! Temayüz şöyle bir bak üstün olma bunlar ilâhî adet, gelenektir.
Dakika 47:45
Akılla ne ileriye, ne geriye kesin kıyas yapılmaz, kesin hüküm verilmez. Biz üstünüz diye semâvî kitapları, tevatürleri, inkâr ve tevilleri ilme ve gelişime karşı bir zorbalıktır. Tüm tabiatçılar, donuk kafalar yüce kudreti görmeyen akılsız câhillerdir. Bir an için bazı üstünlükler sende olabilir bazı keşifler bilinde ilerlemeler teknik teknoloji olur. Ama bunların üzerinde ki kudreti görmezsen Hakk’ı inkâr edersin. Hakk’ı inkâr eden her şeyi kaybeder. O zaman büyük bir cehâlete akılsızlığın içine gömülür gider. Kur’an-ı Kerim dikkatleri sünnet, âdet, kânûn, kurallara, şeriata, Şârî’in ilkelerine tabiki dikkatleri çekmiştir. İlâhî hükümranlığı ilân eder. Kim ne derse desin âlemlerde ki hükümranlık Allah’ın hükümranlığıdır. Yaratan emir veren Tebâreke ve Teâlâ Yüce Feyyaz Yüce Allah’ın kendisidir. Yöneten O’dur ve kendi ilâhî hükümranlığını da ilân etmiştir. İster inan ister inanma hesabını yarın vereceksin. Âlemleri yöneten Yüce Allah’tır. O’nun gücüdür, mutlak hükümran sadece Allah’u Teâlâ’dır. A’râf Sûresi’nin 54 ve 101’inci âyetlerine baktığımız zaman bu gerçekleri görüyoruz. Tabiatı putlaştırmak ‘’Natüristler’’ tabiatı putlaştırmak kalp mühürlenmesidir. Tabiatı yaratana baksana tabiatı niye putlaştırıyorsun? Tabiatı yaratana kulluk yapsana, tabiatın yaratanı tanısana! Tabiat bilgisinde sebep, sonuç, teori haline gelememiştir. Bakın, tabiat bilgisinde sebep, sonuç, teori haline gelememiştir. Fizik, kimya başarılıdır fakat her olayı kapsamaz. Başarı vardır ama her olayı kapsamaz. Hayat ilmi ise bundan uzaktır daha tıp ilminde insanlık çok geridedir. Sebepler ve kuvvetler zinciri var bir olayın bile tüm sebepleri daha iyice bilinmiyor. Bir olayın bile tüm sebeplerini bilim daha keşfetmiş değil. Ama Allah onları yaratan iyi biliyor. Bunlar daha hâlâ bir bilim de eksik tarafları pek çoktur. Zahiridir, nisbîdir küllî, mutlak ve hakîkî değildir. Esası ise yaratmak ve icâddır. Yani esası yaratanın yaratmasında ve icâdındadır. Kimse bir şey yaratamıyor, yaratılmışları daha doğru dürüst daha keşfedemiyor. Keşfettiklerinin sayıları daha bunca dünyanın ömrü gelmiş bu hâle gelmiş bu kadar zaman geçmiş insanların bu kadar bir keşifte bulunmuş. Bunun da ne kadarı faydalı, ne kadarı zararlı burada da bilim adamları çelişki içinde ve muhalefet içindedirler. Küllî illet ortada. Küllî illet nedir? Küllî illet işte O’dur, Yüce Allah’ın kendisidir, bütün bizzat Küllî illet O’dur. Yani mutlak ve hakîkî olan Yüce Allah’ın yaratmasıdır ve icâdıdır. Külli illet buradadır. Pozitif negatif elektrik şöyle bir bak, voltaj biranda sıfıra indiği zaman şöyle bir baktığınız zaman pozitif ve negatif elektrikte voltaj bir anda sıfıra insin biranda yanan sönen ışığa bir bak bir anda yanıyor ve sönüyor. Yaratma pek hızlı, yok etme de hızlıdır. Bura da dikkat et! Bir anda yanıyor yaratılıyor, bir anda sönüyor ve yok ediliyor. Her ikisi de hızlı kalbi donuklar kudreti görmezler. Yaratılmışları görüyor yaratını göremiyor.
Dakika 54:13
O yaratanın kudreti yaratıcılığı açıktadır. O’nun zâtını kimse göremez. Ama eserleri, yaratması, kudreti açıkta bilinmekte sezilmektedir. Ruhu ise bir düşünsünler bir de insanın gerçek varlığı ruhudur. Ruh konusunda bir düşün şöyle. Hakk’a karşı savaş açan, tehdit edenlere îmânlar şahlanır. Şimdi adam ne yapıyor? Mahlûku alıyor Hâlikı inkâr ediyor Hakk’a karşı savaş açıyor. Hakk’a karşı savaş açarsan karşında kimi bulursun? İşte Hakk’ı tehdit edenlere karşı îmânlar şahlanır. Îmân, Hakk’a bağlılık ve Hakk’ın emrinde olmaktır. Çünkü Hakk’ı tasdik eden bir kalpte Hakk’ı hukûku ve Hakk’ın emirlerini tasdik eden bir kalpte îmân vardır. Artık o Hakk’ın emrindedir. O zaman inkâra karşı îmân şahlanır, küfre karşı şahlanır. Şirke karşı, nifâka karşı, zulme karşı, fâcir fâsıklığa karşı şahlanır. Nasıl olsa öleceğim şehitlik canan minnettir. Dikkat et! Îmânın ilkelerine bir bak, kim olursa olsun îmânsız da ölüyor îmânlı da ölüyor. Ama îmânlı ne diyor? Nasıl olsa öleceğim. Şehitlik cana minnettir. Ey Firavunlar! İnsanlığın düşmanı bunlar tüm insanlığın. İslam tüm insanlığı kucaklayan dostluk, merhamet ve rahmetin bütün güzelliklerin, sosyal adâletin kendisi, ölümsüz hayatın kendisi ölümsüz hayat tarzını ortaya koyan İslam dinidir ve İslâmî hayattır. Onun için şehitlik cana minnettir der. Ey Firavunlar! Siz sağ kalmayacaksınız. Hiçbir Firavun sağ kaldı mı geçmişte? Nuh’a karşı koyanlar sağ kaldı mı? Hûd’a, Sâlih’e yani peygamberlere İbrâhim’e, Lut’lara, Şuâyp’lere, Mûsâ’lara, Îsâ’lara karşı koyanlar, Yusuflara karşı koyanlar sağ kaldı mı? Dâvûd’lara, Süleyman’lara karşı koyanlar sağ kaldı mı? Peygamber kâtili o zâlimler, kâtiller sana kaldı mı? Kalmadı. Ne diyor? Ey Firavunlar! Siz sağ kalmayacaksınız hiçbir Firavun sağ kalmadı. Vicdansız, zâlim de câhil işte bütün Firavunlar böyledir. Vicdansızdır, zâlimdir ve câhildir. Tüm Firavunlara ne diyor? Siz câhilsiniz. Müşrik, fâsık, münkirsiniz diyor Firavunlara. Allah’a karşı gelen, Hakk’a hukûkun üstünlüğüne karşı gelen tüm îmânsız ve Hak hukûk tanımayanlara ne diyor? Siz müşrik ve fâsık münkirsiniz diyor. Hiçbir Firavun sağ kalmadı sağ kalmayacaksınız. Azrâil (AS.) orduları yerde, gökte kuşatma altına almış. Bütün canlılar ölecektir. Yalnız herkes vakti saati gelince ömür süresi bitince ölecektir. Ömür süresi Allah’ın tanıdığı bir nedir? Ömür sermayesidir. O süre biter saat, dakika, saniye ileri geri bırakılmadan ölüm saati gelince ölüm olur. Bunun için îmân bunlara meydan okudu. Yani bütün Firavunlara peygamberler peygamberlerin yanında ki îmânlı onların ümmetleri ne yaptı? Şirke, küfre, zulme tüm Firavunlara, tâğutlara meydan okudu.
Dakika 1:00:00
Abdullah Bin Abbâs’tan gelen bir haber de şöyle diyor; Günün başında sihirbaz idiler Firavunun adamları sihirbaz idiler. Ne oldu? Günün sonunda ne oldular? Şehit oldular. Bakın şansa bakın, sihirbazlar Müslüman oldu ve Firavunun zulmüne uğradılar, şehit oldular, cenneti buldular. Nasılsa peşinden Firavun gebermedi mi? Onları îmânlı öldüler, şehit oldular Sihirbazlar Müslüman oldukları için. Firavun ne yaptı? Îmânsız olarak denizde boğuldu cehennemi boyladı. Şu anda akşam sabah ateşe sokulmaktadır, kabir azâbı çekmektedir. Bu haberlerde Suyûtî’nin kaleme aldığı kaynaklarda bulunmaktadır diğerlerinde olduğu gibi. Âsâ’dan gözü yılmış ejderhanın hayali zihninde canlanıyor da tüm erkek gençleri öldürmek istiyordu. Kim? Firavun. İşte Firavunun kafası böyle bir kafadır çağdışı kafalar hep Firavun kafalardır. Îmânsız ve insanlığa acımasız bunlarda bir vicdansızlık vardır. Firavun ve Firavuncu siyaseti böyledir. Eğer insanlığa acımayan gerçek îmân, adâlet, merhamet yoksa ortada ne vardır? Firavun siyaseti vardır. Firavuncular vardır Firavunlar tek başına bir şey yapamazlar. Firavunları ayakta tutan firavunculardır. Yani Firavunun uşaklarıdırlar. Cenab-ı Hak ne yaptı bunlara? Tarih boyunca zâlimlerin tamamını cezâlandırdı. Kimisine: “Tövbe edin birbirinizi öldürünüz” dedi tövbe için. Âyet 152, 151 şöyle bir bak bu âyetlerin ezberle unutma! A’râf Sûresi 152 bir bak şöyle! Gazâp, horluk, zillet buzağıya tapmanın tövbesi için 70 kişiyle ne yaptıydı? Mûsâ Aleyhisselâm Tur-i Sina’ya gitmişti, orada da yıldırım çarptı bunları öldüler. Mûsâ’nın yalvarışı ile tekrar dirildi diriltildiler. Taberî, Süddî şöyle bir bak 154’üncü âyete bak, rahmet zâtının gereğidir. İnsanoğlu bunu bilsin âlemlerin tamamı Allah’ın rahmetinin tecellîsidir, rahmet zâtının gereğidir. Azâb nedir? Azâb günahların gereğidir. Eğer insanoğlu günah işlemeseydi azap diye bir şey yoktu. Ama rahmet vardı çünkü rahmet Yüce Allah’ın zâtının gereğidir. Azâb ise insanoğlunun günahının gereğidir. Bu haberin kaynağında Ebussuut gibi zatlar bulunmaktadır. Yine Beydâvî Allah’a izâfet ile Rasûl kullara izâfet ile de Nebî ismini verdi diyor. Şimdi Peygamberlerin iki ismi var. Rasûl ve Nebî. Şimdi Rasûl Allah’ın görevlendirdiği gönderdiği elçilerin adı Rasûl’dür. Allah’ın göndermesi itibariyle bunların adı Rasûl’dür. Kullara gelen haberden dolayı da bunlara ne yapar peygamberler Allah’tan aldıkları haberleri kullara iletirler. Bu yönleriyle de diyor Nebî’dirler. Hz. Muhammed hem Rasûl, hem Nebî’dir. Rasûller şeriatla yeni şeriatla gelmişlerdir bir sonraki şeriatla önceki şeriatların hükmü ortadan kaldırılmıştır. İslam dininin ortaya koyduğu şeriat en son en yeni olduğu için geçmiş şeriatların hükmünü ortadan kaldırmıştır ve yepyeni bir İlâhî Şârî Teâlâ’nın ortaya koyduğu yepyeni şeriattır İslam şeriatı. Bunun için insanoğlu Rabbisine olan kulluk görevini iyiden iyiye yaparsa işte o zaman ebedî mutluluğa ulaşmaktadır.
Cenab-ı Hak ölümsüz ebedî mutluluk derslerini kuluna kazandıran Yüce Allah’ın yüce Kur’an’da ki bu hayat veren nurun derslerini iyiden iyiye anlayan, kavrayan, irşâd olan ve Râşidin ’den olan, Muhsinlerden olan ebedî bahtiyar ve mutlu olan kullarından eylesin.
Dakika 1:07:00