33- Tefsir Ders 33 hayat veren nurun keşif notları

33- Kur’an-ı Kerim Tefsir Dersi 33

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ ﴿٣٦﴾

 

Her kim şanlı Kur’an’dan körlük eder gaflet ederse görmemezlik, duymamazlık yaparsa Kur’an’ı Kerim’e karşı Rahman’ın zikrinden yani Kur’an’dan irşâdından mahrum kalırsa yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. O şeytan onun yakın dostudur diyor Cenab-ı Hak. Bu her suçun dünyâda da suçtan yansıyan kişiye bir zarar vardır suçunun karşılığında da. İşte Kur’an’ı Kerim’den gaflet etmenin karşılığında Cenab-ı Hak kişiye bir şeytanın musallat olacağını burada duyurmaktadır.

 

أَلَمْ تَرَ أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ عَلَى الْكَافِرِينَ تَؤُزُّهُمْ أَزًّا

 

“İsyâna sevk eden şeytanları gönderdik. Günlerini teker teker sayıyoruz” buyurmaktadır. Kıymetli dostlarım, işte demek oluyor ki Rahman’dan uzak kalınca kişi şeytanla berâber oluyor. Kur’an’dan uzak kalınca şeytanla berâber oluyor. Kur’an’ı Kerim’den uzak kalmamalıdır. Kur’an-ı Kerim hayat kitâbı Hakk’ın kitâbı ve hayat veren bir kitap. İşte o zaman kişinin yaşantısı rûh dünyâsında alt üst olma tehlikesi var. Çünkü şeytanına gâlib gelemeyen kişi elbette ki şeytanın tesiri altında kalma tehlikesiyle baş başadır. Bunun çaresi Kur’an’ı Kerim’le meşgul olmak yeteri kadar Kur’an’la kalbi mutmain hâle gelmesine çalışmaktır. Çünkü Kur’an’ı Kerim’in ilimleriyle feyiz ve nûruyla donandığın zaman şeytanlar uzaklaşmaktadır. Kur’an’ın nûru îmânın kalbin tevhîd nûru şeytanları uzaklaştırır hattâ onları yakar. Bu nûr ortadan kalkarsa Kur’an’ı Kerim’in nûru hakîkî onun hak olan ilimleri artık ortaya gerçek olmayan şeyler de girer. Bu gerçek olmayanların kapısından ibliste içeri şeytanda girer ve yazık olur.

 

Bunun için Cenab-ı Hak;

 

وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ

 

Yine Cenab-ı Hak buyururlar ki وَلْيَضْرِبْنَ “başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar” buyurur. Bu tesettür âyetidir. Nûr Sûresinin 31 ve 60’ıncı âyetlerine bakıldığı zaman Ahzâb Sûresinin 59 ve 35’inci âyetleri ne bakıldığı zaman Araf Sûresi 26, 31, 32 ye Nahl Sûresi 5 ve 81 baktığımız zaman tesettürün başörtüsünün ilâhî emir olduğunu Peygamberimizin zamanında bunu tam uygulandığını 14 asırda uygulanarak geldiğine baktığımız zaman kitapta, sünnette, icmâ, ümmette başörtüsü İslam’ın hak olarak emridir.

 

Dakika 5:04

 

Ebû Dâvûd hadis-i şerifte hadis kaynaklarımızdan birisi Ebû Dâvûd’un da rivâyet ettiği bir hadiste Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm Hz. Muhammed baldızı Esma’ya diyor ki: “Ya Esma! Buluğa erince (إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا) görünen kısımları müstesnâ yüz eller ayaklar ancak bunlar görülebilir diğer âzâlarını ört diye yüzüne ellerine işâret etmişlerdir.” Bunun için şâhitlik mahkeme nikâh ve zarûrî hâllerde zarûret miktarı ancak açılabilir yoksa İslam tesettürü örtünmeyi emreder.

 

Bu konuda da kamuoyu iyice sanki İslam’da bu yokmuş gibi sulandırılarak konular kafalar karıştırılarak şüphe uyandırılarak ortaya birçok bilir bilmez bilende bilmeyende konuşarak bilhassa bilmeyenlerin kafasını bulandırmak için ortaya çeşitli fikirler atılmıştır. Bu ortaya atılan fikirlerin Kur’an’ı Kur’an’a sünnete ve icmâya dayanmayan hiçbirisi geçerli değildir. Bir şeyin dîne dayanması için İslam’ın aslî delillerinden Kur’an’ı Kerim’den sünnette ve icmâ ümmette veya kıyas-ı fukahâ da bulunması gerekmektedir ki Kur’an-ı Kerim’de bu açıkça vardır uygulamada vardır. Peygamberimizin Kur’an-ı Kerim’in tesettür âyetlerine verdiği mânâda sünnette vardır 14 asırlı uygulamada bu vardır. Bunu yok sayanlar ve yok sayıp da oradan bir rant (getirim) elde etmek isteyenler veyahut da birilerinin üstüne gitmek isteyenler bunlar Kur’an-ı Kerim’i İslam’ı bilerek davranmıyorlar belki sen İslam’a inanmaya bilirsin inanmak zorunda da değilsin sana zorlayan da yok. İslam bir hakîkat ebedî sönmeyen bir îmân İslam hak güneşi hayat veren bir yüce İlâhî nizâm ve onun değerlerinin manzumesi. Sen buna inansan da inanmasan da İslam hak ve hakîkattir ama inananlara baskı yapma. İnanmayanlara kimse baskı yapmıyor. İnansın veya inanmasın insanların vicdan inanç hürriyetleri vardır. İnanç hürriyeti insanların içine mahkûm ve esir edilemez kişi inandığı gibi yaşayacaktır odur inanç hürriyeti ve hak ve özgürlüklerin karşısına çıkma. İnananlar inandığı gibi örtsünler veya açılmak istiyorlarsa açılırlar onu insanların kendi özgür irâdeleriyle belirlemek onların insanlık hakkıdır.

 

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ

 

Cenab-ı Hak burada da ey o en güzel isimlerin sahibi Azîz, Hâkim, Rauf, Rahim Allah’ım! Bizleri ve geçmişlerimizi mağfiretinle murada erdir.

 

Burada bir Cenab-ı Hakk’a duâmız bulunmaktadır. Gönüllerimizde mü’min kardeşlerimize karşı hiçbir kin ve hile bırakma. Îmân ve sevgimizi ziyâde et. İzzetinle azîz hikmetinle ma’mûr ve rahmetinle gönlümüzü hoş eyle. Sen öyle Rahman öyle Rahim öyle Azîz öyle Hakimsin yâ Rab.

 

Dakika 10:15

 

Kıymetli dostlarımız!

 

İşte Cenab-ı Hak burada yüce isimleriyle bile kendine yalvarmamızı istemiştir. Ona istinâden de burada bir yalvarış söz konusudur.

 

وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ

 

Bu âyetinde İsm-i Âzâm olduğu rivâyeti vardır. Bu âyet biliyorsunuz Tâhâ Sûresinin 111’inci âyetidir. Bakaranın 255’inci âyetinin de İsm-i Âzâm olduğu söylenmektedir. Âli İmrân ’ında bir ve ikinci âyetlerinin ve Âyet-el Kürsünün de İsm-i Âzâm olduğu söylenmektedir Bu bütün Allah’ın yüce isimleriyle ve İsm-i Âzâm’ı ile ona duâ etmenin                                                                                                                    tabii ki duâların kabulünde vesîle olduğunu yine bizim mu’teber kaynaklarımızda bulunmaktadır.

 

Yine sevgili Peygamberimizin yanında Âişe annemiz de şöyle bir duâ yapıyordu.

 

Peygamberimiz de ona „Allahümme veffikhâ” “Onu muvaffak kıl” diye Peygamberimiz ona duâ etti. Âişe annemizin bakın duâsı ne kadar mükemmel bir duâ yapıyor.

 

“Allahümme inni eselüke bi cemiî esmâikelhusnâ küllihâ ma alimnâ ve ma’lem na’lem ve eselüke bi ismikel azîmil kebîril ekberillezi men daâke bihî ahbetkehu ve ecettehu vemen seelekbihi ataytehû”

 

Burada bu duâ ile duâ edip Allah’ın bu isimlerini andıktan sonra dileğini dile. “Allah’ım! Kur’an-ı Kerim’i göğsümün nûru, kalbimin bahârı, üzüntümün cilâsı kader ve tasamın giderilmesi için vesîle kıl yâ Rabbi.” Her türlü dilek dile amma meşru dilekler dile.

 

Bunun için İsm-i Âzâm’ları da bilmekte fayda vardır. Allah’ın her ismi yücedir amma içinde İsm-i Âzâm olanlar da vardır. Her ismi yücedir. Birbirinden yüce olan isimleri de bulunmaktadır. Peygamber Efendimizin de zaman, zaman İsm-i Âzâm’ı arayarak duâ ettiğini İsm-i Âzâm hürmetine duâlarda bulunduğunu rastlamaktayız.

 

Hasan-ı Basrî’den Rahmetullâhi Aleyh şehitler Allah katında diridir diridirler diyor. Rızıkları rûhlarına sunulur da kendilerine rahatlık ve ferahlık gelir. Nitekim firavun âilesine de sabah akşam ateş gösterilir de kendilerine bu acı ve elem verici azâb uygulanır. Ahmet Bin Hanbel’in rivâyet ettiği bir haberdir.

 

Yine Âli İmrân Sûresi’nin 169 ve 170’inci âyetlerinde şehitler diridirler rızıklanırlar çok sevinçlidirler. Bakara Sûresinde de 157’nci âyetinde 154’üncü âyetlerine baktığımız zaman bu âyetlerde bu gerçekleri görmekteyiz.

 

Dakika 15:00

 

Yine Gâfir Sûresinin 46’ncı âyeti firavun âilesi kabirde akşam sabah ateşe sokulurlar. Kıyâmette en şiddetli ateşe azâba girerler. Bakın bugün de azâb içindeler. O gün de mahşer günüde tam bir azâb içine gireceklerdir. Bugün de akşam sabah ateşe sokulup çıkarılmaktadırlar. Kim bunlar firavunlar kim? Allah’ın kânûnlarını hükümlerini tanımayanlar.

 

Musîbet: Mü’mine eziyet veren her şeye musibet denir. Bu da Câmiu’s Sağîr de mevcut bir haberdir. Müslim güzel çığır açana o yoldan gidenlerin mükâfatı kadar sevâb verilir.

 

Yine 156-157’nci âyetlerde Hz. Ömer bu âyetlerle ilgili bakın ne diyor; “gelen musîbet de 3 nimet buldum diyor. Dînime gelmedi. Olduğundan büyük değildi diyor. Sonucu da büyük mükâfattır diyor.” Kulun çocuğu ölünce Allah’u Teâlâ bakın der ki; onun gönlünün meyvesini mi aldınız der meleklere. Onlarda evet derler. Netîcede Cenab-ı Hak ona Beytü’l Hamd Köşkü yapın der cennette. Çünkü Hamd ile إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ  dedi der melekler.  İşte Allah’u Teâlâ’dan gelen İlâhî kânûnlara ölüm de bunlardan birisi bunu kişi (إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ) diyerek karşılarsa işte Cenab-ı Hak ona cennetten bir köşk yapın diye emrediyor. Buna Hamd Köşkü denir diyor.

 

Kıymetli dostlarım!

 

Allah’ın her emrini biz hoşnutlukla karşıladığımız zaman işte Allah’ın takdîrine inanmış oluruz. Çünkü bizim irâdemizle olanlar bizi ilgilendiriyor günahlarımız sevaplarımız ama irâdemizin dışında cereyân eden işleyen İlâhî kânûnlar bulunmaktadır. Ölüm de bunlardan birisidir. Bu bir İlâhî kânûndur vakti saati gelince ölüm vâki olur çünkü o bir saattir o saat gelmeden ölüm olmaz. O saat geldikten sonra da artık kimse ölümün önüne geçemez, ölüm kesinleşir. Çünkü o ölüm saatini ileri geri almak imkânı yoktur.

 

Düşman kıtlık, darlık, açlık savaş, mal, can, kazanç, evlat eksikliği gibi imtihanlar vardır. Nefs-i Emmâre kötülüğü emreden nefis. İlim îmân ahlâk ile Levvâme ’ye ulaşır. Levvâme kendini kınayan nefistir. Mutmainne temizlenerek Rabbine yaklaşan huzura eren nefistir. Fecr Sûresi 27- 28înci âyeti kerime de mutmain nefisten bahsediyor Cenab-ı Hak. Ey mutmain nefis! Rabbin senden râzî sende Rabbinden râzî olarak dön Rabbine diyor. İyi kullarımın arasına gir onlarla gir cennetime diyor.

 

Dakika 20:04

 

İşte Müslüman mutmain nefse ulaşmalıdır. Ulaşması içinde bir defa şerîatın emirlerini bir, bir yerine getirmelidir. Zühtü tamamladığı zaman kişi mutmaine nefse ulaşır. Züht-ü Takva ’ya ulaşmak lâzımdır. Bundan dolayı da kişi dîninin emirlerini gücünün yettiği kadarıyla uygulaması gerekmektedir. Zâten İslam’da kimseye gücünün yetmediği teklif olunmamıştır. İslam hayatı kolaylaştıran ve insanlık âlemine bilhassa onu yaşayanlara inananlara hayat veren bir dîndir. Hayatı güzelleştirir, kolaylaştırır tatlı bir hayat verir. Çünkü Allah’ın himâyesidir. Onun koruması altında onun emrinde yaşamaktır İslam budur. Tabî ona itâat ederek emirlerini yerine getirerek isyân ederek değil. İslam ile dolmalı gönüller âlemini doldurmalı. İslam ile dolan gönüller îmân ve Kur’an’la dolup taşan gönüller işte dünyâya merhamet saçarlar. Bütün dünyâya sosyal adâletin yerleşmesi için çalışırlar. Bunlar ilim irfândan zevk alırlar. İyilikten başka bunların zevk aldığı bir şey yok. Tüm kötülüklerden nefret ederler.

Birde radiye nefislerin radiye mertebesi vardır. Rabbinden ve emirlerinden râzî olan nefistir. Her Müslüman Rabbi’sinden onun emirlerinden râzî olmalıdır. Râzî oluyorsa tam anlamıyla şerîatın bütün emirlerinden hoşlanıyor yerine getiriyorsa kaderine tamâmen inanıyor günahların kendinden olduğunu sevapların Allah’ın lütfuyla olduğunu eğer biliyorsa kul kesb edince Allah’ın da halk ettiğine inanıyorsa işte kişi İslam’ın tüm emirlerinden râzî olduğu zaman radiye mertebesine ulaşır. Râzî olmadığı müddetçe de zâten sıkıntıdan kurtulamaz. Îmânda gerçek îmân olmaz. Çünkü Allah’ın emirlerini bir defa tasdîk etmeyen gönül, sıkıntı çekmeden bütün İlâhî emirler tasdîkten geçecektir. Bu tasdîk îmânın aslî hükmüdür kalpte. Bu olmadan aslî hüküm yok bir de bunun ikrârı vardır. Seve seve tasdîk ettiğin gibi seve seve de onu ikrâr edeceksin ve seve seve de itâat edip itâatin kurallarını gereklerini yerine getireceksin. Tabî bu da İslam şerîatını bilmek ve yaşamaya bağlıdır. İslami ölçülere uymaya bağlıdır.

 

Bir de merdiyye mertebesi vardır nefislerin, Rabbi de ondan râzîdır nefislerin makamı. İşte netîce hedefte burasıdır. Allah’ın senden râzî olmasıdır. Yüce Allah senden ne zaman râzî olduysa o zaman ebedî kurtuluş vardır. Allah’ın rızâsı sevgisi nerede senden ne zaman memnun olur? O yap dediği emirlerinde onun rızâsı. Bu da Şerîat-ı Garra-yı Ahmediyye’yi Muhammediyye’dir. İşte İslam’ın emirlerini bir, bir uyguladığın zaman seve seve Allah ondan râzî rızâsına böyle ulaşılmaktadır.

 

Dakika 25:00

 

Allah’ın yasakladığı haram dediği günah dediği her şey zâten insana zarar olan şeylerdir. Allah nimetini kulundan esirgememiştir. Her faydalıyı helal kılmış her zararlı yasaklamıştır. Buna rağmen kul Rabbisine itâat etmek zorundadır. Cenab-ı Hak bir şey yapma dediyse artık onu yapmayacağız. Çünkü Allah’ın biz kuluyuz ona isyân edemeyiz. Senin emrini ben tanımıyorum diyebilir miyiz?

 

Biz vaktiyle dış âlemde yoktuk Allah’ın bilgisinde vardık yok olacağız yine onun bilgisinde sırf onun hükmünde mevcut kalacağız Bekâ-Billâh (Allah’ın varlığında sonsuz yaşama ulaşmaktır) yolu ile insan netîcede onun ya lütfuna ya kahrına ermiş olur. Bakın sonuçta gittiğimiz iki nokta var iki hedef var. Kişi ya Allah’ın lütfuna gider ona vasıl olur ulaşır veya kahrına gider Allah’ın azâbına çarpılır. İşte seni Allah’ın lütfuna götüren sana hayat veren dosdoğru yanılmadan sapıtmadan seni Allah’ın lütfuna rızasına götüren Kur’an’ın İslam’ın emirleridir. Bunun tersine gittiğin zaman İslam’ın dışına çıktığın zaman İslam’ı tanımadığın zaman Allah’ın kahrına, gazâbına, azâbına geliyorsun ister farkında ol ister olma fark etmez. İslam’sız hayat Allah’ın kahrına gidiştir. Fahrettin Râzî Rahmetullâhi Aleyh bunu böyle açıklamışlar ve diğerleri de açıklamışlar Kur’an-ı Kerim’den İslam’dan anladığımız zâten budur. İşte Bekâ-Billâh budur. Ya Allah’ın lütfuna gidersin mazhâr olursun ya azâbına çarpılırsın.

 

كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّ وَجْهَهُ ا Kasas Sûresi’nin 88’inci âyetinde Cenab-ı Hak ne diyor: “Her şey yok olur o bâkî kalır.”

 

Tabii ki onun zât-ı ezelî ebedî bâkîdir her şey fânidir. Her şey yok olur o bâkî kalır hüküm onun dönüşümüz onadır. Onun lütfuyla ebedî yaşamak şansın vardır. İşte bu lütuf ebedî onun lütfu nimetlerle yaşama şansı İslam ile insanlığa tecelli etmiştir. İslam’ı gereği gibi kabul eden gereği gibi onu yaşayan insanlar ebedî bu lütufla yaşama şansına sahip kılınmıştır. Bu da Allah’ın büyük bir lütfudur. Her şeyin sebebi Allah’tır. Canlı cansız ne varsa bu âlemlerde hepsini yaratan o’dur. Hepsinin sebebi o’dur. Zatı, sıfatları sonsuz kudretiyle bâkîdir. İşte bu âyetlerden çıkan mânâlar bunlardır. Sizlere hayat veren dersimizin keşif notlarını vermeye devam ediyoruz.

 

Bâzı filozoflar rûhun bekâsını savunmuşlar. Allah’a rûh insanda Allah’ın gerçek varlığından sanmışlar. Hâlbuki rûh Allah’ın mahlûkudur. Filozoflar bur da yanılmışlardır. Rûh onun emridir sırdır yani rûh Allah’ın bir emridir ve sırdır. Allah’ın gerçek mahiyeti rûhun cismin ötesinde münezzeh teklik mertebesindedir. O bâkî bize nice yeni rûhlar yeni bedenler verecektir çünkü rûh mahlûktur rûhu yaratan Allah’tır.

 

Dakika 30:20

 

Onun ilminden hükmünden Bekâ-Billah’tan çıkmak mümkün değildir. Her şey onun kuşatması altındadır ve onun yaratmasıyla her şey vücub bulmuştur. Allah’ın salavâtı tüm günahların bağışlanmasıdır. Allah kime salavât okumuştur? Hz. Muhammed’e Cenab-ı Hak salât ediyor bakın salavâtı Habîbine kendisi salât okuyor ve

 

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا ﴿٥٦﴾

 

Demek ki Hz. Muhammed’e Cenab-ı Hak bu âyette kendisinin ve meleklerinin salât-u selam getirdiğini görüyoruz. Tüm günahların bağışlanmasıdır Allah’ın salavâtı. Hz. Muhammed’in zâten görünürde bir günahı yoktur zerre günahı bile yoktur. Görünür veya görünmez Peygamberler günah işleyemez. Böyleyken onun derecesini ebedî yükseltmek için Cenab-ı Hak gelmiş geçmiş gelecek günahlarını bağışlamıştır ne varsa. Akıl hayâle sığmayan rahmetine mazhar kılmıştır. Onun şahsında da ümmetine bu rahmetin şumülü elbette ki nasip edilmiş ve o rahmetin şumülü ümmeti de kaplamıştır.

 

Yine Fecr Sûresinin 29-30’uncu âyetine baktığımız zaman işte Cenab-ı Hakk’ın Radiye, Merdiye sıfatında ki kullarına nasıl lütufta bulunduğunu görmekteyiz. Salavât Allah’tan rahmet meleklerden istiğfar mü’minlerden de duâdır.

 

Bunun için kıymetli efendiler, bunlardan size bâzı notlar verdikten sonra bir de âyetlerde geçen Safa Merve’den bir iki not verelim size. Safa ve Merve hacıların say ettiği iki tepedir. İki tepe arasında Kâbe’yi Şerif’in hemen yanı başında zemzem kuyusuna yakın orada Safa ile Merve vardır. Orada hacılar Safa’dan Merve’ye Merve’den Safa’ya yedi defa say ederler. Safa ve Merve iki tepedir. Safa demek kaypak taş demektir. Merve ise küçük yumuşak taş anlamına gelmektedir. Şiâr aynı zamanda şiâr parola “Şeâir” ibâdetin kendisi ve yeridir. Namaz ve cami gibi alâmet ve işârettirler. Hac ise maksat, niyet, çok gidip gelmek anlamını taşır. Umre: ziyarettir itimardan gelir. Tatavvuf: zorlanma demektir. Şâfiî’lerden farz vâcib birdir Hacer’i İsmâil olayı Hacer ve İsmâil olayı sabırlı samimi kullara Allah’ın yardımıdır.

 

Dakika 35:00

 

İşte Hacer annemiz Safa’dan Merve’ye Merve’den Safa’ya zemzemin çıktığı yere İsmâil’i yatırdığı zaman gidip gelmiş su aramış. Çocuğa da bir şey olmasın diye Safa, Merve tepelerinden çocuğa bakıyordu İsmâil Aleyhisselâm yatırmış oraya. İşte şu anda Haccın vaciplerinden birisi de Safa Merve Say etmektir ve burada Hacer annemizin şahsında orada artık haccın şiârından olmuştur.

 

Buhârî’nin rivâyetine göre “mü’min kulun hayır ve vazifelerle ve bana yaklaşa yaklaşa o derece gelir ki sonunda ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, idrâk ettiği kalbi olurum hak kulağı ile işitir, hak gözüyle görür, hak bilgisi ile bilir murada erer.” Bu bir Hadis-i Kutsi’dir. Yani artık Cenab-ı Hak onun bütün vücudunu hak bir hareket içinde kılar. Yaptığı ameller hak ve gerçek olur. Peygamber Efendimizin bir duâsında da “her sözümü her işimi hak ve nur kıl” dediğini görüyoruz. Sebebin özel oluşu hükmün genel olmasına mani değildir. Din işleri ile ilgili hiçbir bilgi gizlenemez. İkrâr itiraf etmeyen, söylemeyen, ilmi yaymayan, engel olan, değiştiren, karıştıran, gizleyen kim olursa olsun işte âyet 159-174. “Bak onlara bu hakkı, ilmi, irfânı hele Kur’an’ı gizleyenlerin vay hâline.” Tövbesi ilmi yaymakla ilmi açıklamakla tövbesi gerçekleşir. Her tövbe her günahın tövbesi değildir. Her günaha ayrı ayrı şartlarına riâyet ederek tövbe edilmelidir. Apaçık gerçeği gizlemek küfürdür. Îmânda gerçeği açıklamaktır. Gerçeği açıklamadan ikrâr etmeden îmânın hükmü yerine gelmez. Gerçeği açıklamakla îmân, tövbe makbuldür. Dil ile kalemle açıklayıp kalp ile tasdîk etmedikçe olmaz. Âyet 161 baktığımız zaman bunları görmekteyiz.

 

Dakika 38: 37

(Visited 1216 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}