[jw7-video]

381- Tefsir Ders 381 hayat veren nurun keşif notları

381- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 381

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Nahl Sûresi 106’ncı Âyet-i Kerime’den 128’inci Âyet-i Kerime’ler )

 

مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ﴿١٠٦﴾

Kalbi îmân ile sükûnet bulduğu hâlde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim îmânından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir gazâp  gelir ve kendilerine çok büyük bir azâb vardır.

 

ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اسْتَحَبُّواْ الْحَيَاةَ الْدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَأَنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ ﴿١٠٧﴾

Bu (azâb) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu âhirete tercih etmişlerdir. Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.

 

أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ﴿١٠٨﴾

لاَ جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الآخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرونَ ﴿١٠٩﴾

 

Bunlar, o kimselerdir ki; Allah kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. Ve onlar, gâfillerin tâ kendileridir. Hiç şüphesiz onlar, âhirette perişan olup hüsrâna uğrayanların tâ kendileridir buyurulmaktadır.

 

Bir insan küfre zorlanır dininden vazgeç Müslümanlığı bırak diye zorlanır canını veya organlarını kaybetme tehlikesiyle baş başa geldiği zaman, (velâkin men şeraha bil küfrü sadra) İşte o zaman ancak kalbi îmân ile karar bulduğu hâlde inkâra zorlanan kimse müstesnâdır ki, fakat küfre bağrını açanlar işte o zaman kâfir olmaktadırlar. Bu zorlanan insanlar içlerinde ruh ve kalplerinde îmân dopdolu olacak. Baktılar ki öldürülecekler, kesin veya vücudundan herhangi bir organı kesilecek organlarından birini veya  bir kaçını kaybedecek, işte o zaman isteğiyle küfrü söylemiyor içinde îmân var ama sadece dili söylüyor. İşte bunlara ruhsat vardır. Söyleyen veya zorlama olduğu zaman diliyle küfrü söylerse kalbini bozup da küfre hemen inanan kimseler ise; (فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ) bunlar üzerine Allah’tan bir gazâp (وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ ) ve birde onlar için büyük bir azâb vardır buyurulmaktadır. Bu en büyük cinâyettir yani mürtet olmaktır. Böyle durumlarla karşı karşıya kalan insanlar içleri dopdolu bir îmânla sadece dilleri onu ruhsat olarak söyleyebilirler.

 

Dakika 5:02

 

Kureyş kâfirleri Ammâr’ı ve babası Yâsir’i ve annesi Sümeyye’yi mürtet olmaya zorladılar. Yani İslam’ı bırak, Muhammedin dinini bırak diye zorladılar. Onlar mürtet olmayı kabul etmediler yani dinlerini, îmânlarını, İslam’ı, Kuran’ı, Muhammed’i, Allah’ı bırakmadılar putlara dönmediler. Bunun üzerine Sümeyye’yi bir ayağından iki devenin arasına bağladılar ve: “Sen erkekler için Müslüman oldun” diyerek bir mızrak ile önünden deştiler develere sürükletip parçalatarak öldürdüler. Arkasından Yâsir’i yani kocasını da öldürdüler. Ve İslam’da ilk öldürülen bu ikisi oldular İslam’ın ilk şehitleridir bunlar, bunlar cennetin efendileridirler. Allah her ikisinden de râzı olsun (Radıyallâhu Anhüma ve Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn). Annesini babasını bu durumda gören Ammâr ise zorlananı hemen diliyle söyledi. Çünkü Ambarı da yani şu iki öldürülen anne-babanın oğlunun adı da Ammâr. Ammâr ise hemen zorlananı diliyle söyledi, bunun üzerine: “Ey Allah’ın elçisi! Ammâr dinden çıkmış” denildi.  Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem: “Hayır!” “Ammâr baştan ayağa bir îmân dolmuş îmân onun etine kanına karışmıştır.” Derken, Ammâr ağlayarak Rasûlullah’a geldi. Rasûlullah da gözlerini silmeye başladı. Dedi ki ona: “Tekrar ederlerse sende dediğini tekrar” et dedi ve kalbinle onların küfürlerine katılma ama dilinle söyle dedi. Peygamberimiz Ammâr’a verilmiş oldu. Ammâr’a verilen bu ruhsat Ümmet-i Muhammed’in tamamına kıyâmete kadar ruhsattır yalnız  ruhsatlardan azîmetler daha faziletlidir. Şimdi Ammar’ın annesi babası azîmetle cennete uçtular. Ammâr da ruhsatla dünyada kaldı ve kahramanca cephelerde ne büyük kahramanlıklar gösterdi.

 

Kıymetli dostlarım,

 

Burada yine için misâl olarak yalancı peygamberlerden Müseylemetül Kezzâb iki kişiyi tutmuştu Müslümanlardan iki kişiyi yakaladı bunlar. Birisine: “Muhammed hakkında ne dersin?” dedi.  O da: “O Allah’ın elçisidir, en büyük Peygamberidir ve son kıyâmet âhir zaman Peygamberidir, hem de âlemlere rahmet Peygamberidir.” Peki, benim hakkımda ne dersin? Dedi. O da durumu biliyordu öldürüleceğini. O da: “Sende” dedi. Bunun üzerine bu adamı hemen serbest bıraktı Müseylemetül Kezzâb. Öbürüne: “Muhammed hakkında ne dersin?” dedi.  O da: “Allah’ın elçisidir, Allah’ın Şanlı Peygamberidir” dedi. Benim hakkımda ne dersin? Dedi.

 

Dakika 10:00

 

O zaman: “Ben dilsizim” dedi ve üç defa tekrar  etti. Yine o aynı cevabı verdi bunun üzerine bunu öldürdü Müseylemetül Kezzâb bu sahte en büyük yalancı peygamberlerden peygamberlik iddiası eden sahtekâr dünyanın en büyük yalancılardan birisiydi bu. Bu Müslümanı bu öldürdü şehit etti. Rasûlullah haber alınca söyle buyurdu, bu durum Peygamberimize tabi ulaştırıldı. Birincisi Allah’ın ruhsatını tuttu birinci Müslüman ruhsata sarıldı ve kurtuldu. İkincisi Hakk’ı açığa vurdu ve azîmete sarıldı. Demek ki, böyle zorlama hâlinde yalnız dil ile küfür kelimesini söylemek câizdir fakat bu bir ruhsattır. Kalbi îmân ile dopdolu olmak şartıyla bu ruhsattır. Fakat Hakk’ı açıklamak ve dini yüceltmek için ölümü göze alıp da küfrü ret etmek ve küfürden tamamen sakınmak azîmettir ölümü göze almak azîmettir ve bu hususta azîmetle amel etmek daha faziletlidir.

 

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُواْ مِن بَعْدِ مَا فُتِنُواْ ثُمَّ جَاهَدُواْ وَصَبَرُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١١٠﴾

 

Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihâd eden ve sabreden kimselerin yardımcısıdır. Bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir

 

يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ ﴿١١١﴾

 

O gün, herkes nefsini kurtarmak için uğraşacak uğraşarak gelir ve herkese yaptığı işin karşılığı tamamıyla ödenir ve hiç kimseye de zulüm edilmez. Hangi gün bu? Mahşer günü  Mahkeme-i Kübrâ büyük mahkeme de  Rûz-i Cezâ da.

 

وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللّهِ فَأَذَاقَهَا اللّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ ﴿١١٢﴾

 

Allah bir şehri misâl olarak verdi: Bu şehir güvenli huzurlu idi. Oraya her yerden rızkı bol bol geliyordu. Ne var ki onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara yaptıkları işler yüzünden açlık ve korku elbisesini tattırdı elbise olarak onlara açlığı ve korkuyu giydirdi. Yüce Rabbimiz hikmet saçan nur saçan âyetlerini bizlere açıklıyor.

 

وَلَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مِّنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١١٣﴾

 

Andolsun ki, onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Yalanladılar da ne oldu? Bunun üzerine zulüm yaparlarken azâbta onları yakalayıverdi. Allah’ın hiçbir emri yalanlanamaz, hiçbir peygamber inkâr edilemez karşı konamaz. O peygamber Allah’ın görevlisidir. Onun için de zulüm yaparlarken azâb da onları yakalayıverdi. Herkesi yakalayacak her zâlimi  kimsenin yaptığı yanına kalmamıştır kalmayacaktır.

 

Dakika 15:35

 

فَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلالاً طَيِّبًا وَاشْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿١١٤﴾

 

Artık Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin. Allah’ın nimetine şükredin, eğer gerçekten O’na ibadet edecekseniz böyle yapın helâl yiyin. Sakın harama gitmeyin, sakın haram yemeyin içmeyin. Helâlleri sayısı çok haramların sayısı belli ve haramlar pisliktir nefret edilen şeylerdir ve zarar doludur. Helâller ise sana hayat verir, mutluluk verir Allah’ın rızâsını kazandırır haram ise Allah’ın gazâbını, hışmını, azâbını kazandırır sakın haram yeme.

 

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالْدَّمَ وَلَحْمَ الْخَنزِيرِ وَمَآ أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١١٥﴾

 

O size ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etinin ve Allah’tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Bakın haramların sayısı bellidir helâller uçsuz, bucaksız nimetler vardır ki hep helâldir o haramların sayısını Cenab-ı Hak bildirmiştir. Burada hem kulun menfaati vardır, hem zarardan kurtuluşu vardır, hem de imtihan vardır. Burada kulunu imtihan ediyor, deniyor bakalım Allah’a itaat edecek mi etmeyecek mi? Hayat imtihan ya! Onun için Cenab-ı Hak bak burada bu âyet-i kerimede daha önceki âyetlerde bu konuda biraz daha geniş bilgi verdik. Derslerimizi baştan itibaren iyi takip edilirse irşâd notlarından, keşif notlarından ve ölüm hayata hazırlayan nurun derslerinden İnşâ’Allah Allah’ın lütfu keremiyle hepimiz bol bol nasîb almaktayız alacağız. Ama gayret edelim bu irşâd ve keşif notlarını ölümsüz hayatın bize nurun dersleri olarak bize ölümsüz hayatı kazandıran uçsuz bucaksız nimetlere bizi mazhâr kılan Yüce Allah’ın İslam nimeti ve onun derslerine kaçırmayalım. Her kim bu haram şeyleri yemeye mecbur kalırsa bak Cenab-ı Hak tehlikeli, zorda ve darda kaldığın istisnâi durumlarda da ruhsat kapılarını açmıştır. İslam çârelerin dinidir çâresizlikleri ortadan kaldıran bir İslam dini vardır ortada, hak ve hakîkat dini budur. Ne diyor; Her kim bu haram şeyleri yemeye mecbur kalırsa mesela yiyecek hiçbir şey bulamadı acından ölecek  o zaman saldırmadan ve aşırı gitmeden zarûret miktarını öte aşmadan ölmeyecek kadar yiyebilir.

 

Dakika 20:00

 

Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Burada da ruhsat kapıları açılmıştır çünkü hayatın güzel tarafları olduğu gibi bazen şartlar değişir. Tehlikeli ortamlarda bulunursun açlıkla baş başa kalırsın, icbarla baş başa kalırsın, ölüm tehlikesiyle baş başa kalırsın. O zaman da ruhsat vardır ama zarûret miktarını aşmadan yapılmalıdır. Sadece ölmeyecek kadar yoksa doyacak kadar falan değil.

 

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ ﴿١١٦﴾

مَتَاعٌ قَلِيلٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ ﴿١١٧﴾

وَعَلَى الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿١١٨﴾

 

Yüce Rabbimiz bu âyet-i kerimelerde de bakın ne buyuruyor, hayat veriyor, nur saçıyor. Dillerinizin yalan vasfetmesi ile: “Şu helâldir, şu haramdır” demeyin. Buraya dikkat etsin herkes bilhassa Müslümanlar! Allah’ın haram demediği bir şeye sakın haram deme, helâl demediği bir şeye de helâl deme Allah neye helâl dediyse helâldir, neye haram dediyse o haramdır.  Helâle haram diyen, harama da helâl diyen Allah’ın dininden dışarı atılır ve dışarı çıkar îmânını  kaybeder. Bu Allah’a yalan uydurmak  Allah’a iftira etmektir. Rastgele bir şeye haram helâl denmez. Çünkü haramlar bellidir, helâller bellidir, birde orta da şüpheliler vardır şüphelilerden de paçamı kurtarırsan dinini tamamlamış olursun. Aksi hâlde Allah’a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduranlar asla kurtulamazlar, kurtulmadılar, kurtulmazlar. Kim bunlar? Harama helâl diyenler, helâle haram diyenler. Adam keyfine konuşuyor, keyfine ahkâm kesiyor. Yerini İslam’da ki Allah’ın yüce emirlerinde ki kitapta, sünnette, icmâda, kıyasta haram olan bir şeyin yerini bulup kaynağına inmeden eline delillerin almadan bir şeye haram diyemezsin, helâl de diyemezsin. Yalnız haramlığı kesin belli olmayan her şey yeryüzünde mübah olarak sana  takdim edilmiştir. Haram  olarak kesin olarak ortaya konanlar haramdır bunlar istisnâdır. Yerler, gökler uçsuz bucaksız helâllerle doludur haramların sayıları bellidir. Onun için kimse harama helâl demesin haram yemesin ve helâllere de haram demesin. Haramlara da helâl demesin diyen dinden çıkar ve Allah’a iftira etmiş oluyorsunuz diyor Cenab-ı Hak burada. Şüphesiz Allah’a yalan uyduranlar asla kurtulmazlar. Onlar için dünyada pek az bir menfaat var, âhirette ise çok açıklı bir azâb vardır. Herkes aklını başına alsın.

 

Dakika 25:10

 

Sana anlattıklarımızı de daha önce Yahûdîlere de haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmemiştik. Fakat onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdi. Ve onlara tırnaklı her tırnaklı hayvanı Cenab-ı Hak haram kılınmıştır diyor. Nerede? İşte En’âm Sûresi’nin 118’nci âyetinde (وَعَلَى الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا كُلَّ ذِي ظُفُرٍ) buyurmaktadır. Bunun için Yüce Allah’ın kânûnlarına yasakladığı kânûnlara ve emir verdiği yapın diye emrettiği yüce kânûnlarına bizim boynumuz eğridir itaat edeceğiz isyân etmeyeceğiz.

 

ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ عَمِلُواْ السُّوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُواْ مِن بَعْدِ ذَلِكَ وَأَصْلَحُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١١٩﴾

 

 

Sonra şüphe yok ki Rabbin, bir câhillikle günah işleyip ardından tövbe eden ve durumunu düzelten kimseleri Yüce Allah bağışlar, mağfiret eder. Şüphesiz ki Rabbin, bu tövbeden sonra yine Gafurdur, Rahimdir, (çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.) Nice lütufları vardır mağfiretine lütuflarına sınır yoktur uçsuz bucaksız lütufları vardır. Çünkü rahmeti her şeyi kuşatmıştır. O Hannân’ü Mennan’dır İhsân-ı Kadîm olandır, Rahmân ve Rahim olandır, Gafur ve Tevvâb olandır,  ElAfüvvür Rauf olandır.

 

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٢٠﴾

شَاكِرًا لِّأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ ﴿١٢١﴾

وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ ﴿١٢٢﴾

 

Şüphesiz ki İbrâhim Aleyhisselâm Allah’a itaat eden,  Hakk’a yönelen bir önderdi bir peygamberdi. Ve hiçbir zaman müşriklerden olmadı. Yani Îsâ Allah’ın oğlu demedi, Allah’ın oğlu var kızı var demedi hiç putlara tâviz vermedi kırdı parçaladı. İbrâhim Aleyhisselâm Yahûdî değildir, Nasrânî değildir tam bir Müslümandır. Onun için Allah’ın nimetlerine şükreden birisiydi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. Ve biz ona (İbrâhim’e) iyilik verdik. Şüphesiz ki o, âhirette de Sâlihlerdendir diyor Cenab-ı Hak. Allah onu seçmişti denedi İbrâhim imtihanları kazandı Aleyhisselâm. Ateşe atıldı Nemrut Devleti’ne tâviz vermedi putları parçaladı devlete put devletine şahlandı îmânı karşı koydu putlarla savaşan peygamber. Ve hatırlayın hani Rabbi İbrâhim’i bir takım kelimelerle imtihan etmiş oda onları tamamlayınca: “Ben seni insanlara imam kılacağım, önder kılacağım, Peygamber kılacağım” dedi Cenab-ı Hak. ‘’Bakara Sûresi 124’’

 

Dakika 30:13

 

(وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ) ve onu bir doğru yola hidâyet etmişti. İbrâhim’in milleti tamamen İslam milletidir kendisi de tam bir Müslüman’dır. Dünya küfür ve nankörlük içinde iken o bu nimetlerin şükrünü yerine getirmek üzere bu doğru giderek (رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء ﴿٤٠﴾) diye yalvarıyordu. “Rabbim beni namazını dosdoğru kılan bir kimse yap.” Görüyorsun İbrâhim Allah’ım bana öyle lütuf etki diyor ben namazını dosdoğru kılan bir kulun olayım diyor. Bakın dikkat edin! “Zürriyetimi de yani benim soyumu, evlatlarımı, torunlarımı, bütün zürriyetimi de namazını dosdoğru kılanlardan eyle” diye dua ediyor. ‘’Bu da Nahl Sûresinin bak 122’nci âyetinde’’ (وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً) Biz de ona dünyada bir iyilik güzellik verdik çok güzel bir durum ve ermişlik ihsân eyledik (Kemâ salleyte alâ İbrâhime) İbrâhim’in üzerine rahmetini indirdiğin gibi diye her namazda Müslümanlar İbrâhim’i anarlar. Salavat salli barik okurken dikkat edin ve Kur’an-ı Kerim’de İbrâhim Sûresi vardır ve İbrâhim Aleyhisselâm’dan bahseden pek çok âyetler vardır. Bakın o İbrâhim Aleyhisselâm (وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ) “Şüphesiz ki o âhirette elbette Sâlihlerdendir.

 

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ ﴿٨٣﴾

وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ ﴿٨٤﴾

وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ ﴿٨٥﴾

 

 

Diye yalvarıyordu yine bir gün İbrâhim Aleyhisselâm. “Ve beni iyiler arasına kat benden sonrakiler içinde beni iyi dille anılanlardan eyle, beni cennet nimetlerinin vârislerinden kıl” diye yalvarıyordu İbrâhim Aleyhisselâm. Şuarâ Sûresi 83 ve 85 ‘e kadar bu âyetlerde bu yalvarış devam etmektedir.

 

ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ﴿١٢٣﴾

 

Sonra da (ey Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem!) sana: “Hakk’a yönelen ve müşriklerden olmayan İbrâhim’in dinine yani İslam milletine tâbî ol” diye vahiy ettik. İslam dini, İslam milleti, İslam dini, İslam şeriatı.

 

إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٢٤﴾

 

 

Cumartesi günü tutmak ancak, ondan ihtilâfa düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin onların ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında kıyâmet günü, aralarında elbette hükmünü verecektir. Arap Yahûdîleri ve Hristiyanları gibi putlara tapanların veya Îsâ’ya Hazreti Îsâ’ya Aleyhisselâm Allah’ın oğlu diyenlerin dinleri ve milliyetçilikleri değil İslam milleti. Bu Arap Yahûdî’si olsun diğerlerinin olsun Hristiyanların yaptıkları gibi puta tapmalar Îsâ’ya Allah’ın oğlu diyenlerin hiçbirini Îsâ ile İncîl’le, Tevrât’la, İslam’la hiç alâkası yok bunların, bunlar sonradan uydurulmuş.

 

Dakika 35:30

 

Îsâ’ya iftira, İbrâhim’e iftira ve peygamberlere, İncîl’e, Tevrât’a da iftira. İncîl de, Tevrât’ta, Îsâ, Mûsâ da, İbrâhim de diğer peygamberlerde Allah’ın seçkin kulları ve o kitaplar Allah’ın kitaplarıdır. Allah’ın kitaplarında putperestlik olmaz, Allah’ın oğlu kızı olmaz. Bunu kim böyle diyorsa o kitaplara iftira ediyor o peygamberlere iftira ediyorlar. (وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ) İbrâhim Aleyhisselâm hiçbir zaman müşriklerden değildi. Müşrik olur mu bir peygamber hiç?                     (مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا) ‘’ Âli İmrân 67’’ “İbrâhim Aleyhisselâm Yahûdî değildir, Nasrânî de değildir.” Nedir? (وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا) Tam bir Hanîf Müslümandır Allah’ın birliğini cihâna ilân etmeye çalışan ve Nemrutla savaşan tâğutlarla karşı koyan put kıran bir Peygamber’dir. Cumartesi veya pazar tutmak demek değildir İbrâhim de ne cumartesi ne pazar olayı yoktur. ‘’Âli İmrân Sûresi 67’nci âyete bak’’ bu gerçekleri orada da göreceksin birçok yerde olduğu gibi. (إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ) “Cumartesi yalnız onda ihtilâf edenlere farz kılındı.” Yani cumartesi İbrâhim’in dininden değil onda ihtilâf eden İsrâiloğulları üzerine haram kılındı, tatil yapıldı. Bu ihtilâf hakkında bazı tefsirciler rivâyet etmişlerdir; Mûsâ Aleyhisselâm haftada bir gün ibadete tahsis etmek için Yahûdîlere emretmiş ve bunun cuma olmasını söylemişti. Mûsâ Aleyhisselâm Cuma’yı söyledi Yahûdîlere. Buna pek azı râzı olmuş büyük çoğunluğu: “Hayır!” Allah’u Teâlâ’nın göklerin ve yeryüzünün yaradılışından boşaldığı gün olsun ki cumartesidir demişler. Bunun üzerine Allah da cumartesi gününe izin vermiş ama bunlar kendi helâk olacakları istemişler  Allah da izin vermiş. Ve kendilerini o gün avdan me etmekle imtihan etmiş. Cenab-ı Hak ne diyor;  “Cumartesi gün avlanmayacaksınız, av yapmayacaksınız” onlara  bakın o yasağı koydu. Cumartesi günü Yahûdîler mademki siz o yasağı kabul etmiyorsunuz cumartesi günü size  veriyorum izin olarak ama av yapmayacaksınız diye imtihan ediyor Cenab-ı Hak. Bunlar da ne yaptılar? Allah’ın yasağına dikkat etmediler, ava sabretmediler avlandılar. Allah’ın dediğinin tersini yaptılar avlarken kendileri avlandılar. Ne oldu? Allah da onları mesih edip yani hayvan kılığına sokup maymuna çevirdi. Bir kısmını domuza çevirdiği gibi. Diğer bazı tefsircilerde av hususunda  ki ihtilâf ve vebal ile tefsir etmişlerdir.

 

Dakika 40:10

 

A’râf Sûresi‘nin 163’üncü âyetin de: “Onlara deniz kenarında bulunan şehir halkının hâlini sor hani cumartesi gününün hürmetine ihlâl edip haddi aşmışlardı cumartesi yaptıkları gün balıklar onlara akın, akın geliyorlardı.” Niçin? İmtihan ediyordu Cenab-ı Hak cumartesi günü av yasağı vardı. Balıklarda onlara o gün akın, akın onlara geliyordu bu onların helâkıydı imtihanı kaybetmeleri neticede işte maymuna çevrildiler cezâlandılar. Hristiyanlar, cumartesinin hükmünün nesh edilmiş olduğunu söyleyerek pazarı tatil günü tutarlar ve bu şekilde mânâ şu olur: Cumartesi İbrâhim’in dininden değil idi İsrâiloğulları’nda yapılmıştı onların ise Yahûdîleri ve Hristiyanları ihtilâf etmektedirler. Bundan da sonra (اللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٦٩﴾) ‘’Hacc Sûresi 69’’ “Kıyâmet günü Allah Celle Celâlühü aralarında ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm verecektir.” Allah’ın adâleti şaşmaz.

 

ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ ﴿١٢٥﴾

وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ ﴿١٢٦﴾

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلاَّ بِاللّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ ﴿١٢٧﴾

إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ ﴿١٢٨﴾

 

 

Çok kıymetli izleyenler,

 

Nahl Sûresi’nin son âyetlerini doğru gelmiş bulunmaktayız. “Ey Rasûlüm!” diyor Cenab-ı Hak. Ey Şanlı Peygamber Muhammed Mustafa! Ey Sultân-ül Enbiyâ, bütün peygamberlerin imâmı ve Sultân’ı, bütün Evliyâların Sertâc-ı, bütün insanlığın Üsve-i Hasene ’si, tüm âlemlere rahmet olarak gönderilen bütün milletlerin ve çağların Peygamberi! Gökyüzünün bütün semâlarında ayak izleri bulunan Peygamber Arş’ı Âlâ ’ya Kâbe Kavseyne ulaşan Peygamber. Meleklerin girmediği Kurbiyet’e giden Peygamber, Allah’ın dâvetine mazhâr olan Peygamber, Arş Ovasını öte aşan Peygamber. Salât-ü Selâm her türlü ihtiram ona onun Âline, Ashâbına, Ezvâcına kabul eyle ya Rabbena!  Cenab-ı Hak işte bu Şanlı Habîbi bu Rasûlü Muhammed’e diyor ki: Ey Rasûlüm! Rabbimim yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Rabbimin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Allah’ın yoluna yani İslam’a insanlığı İslam’a çağır diyor. Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.

 

Dakika 45:10

 

Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete kavuşanları da en iyi bilendir. Eğer (bir suçtan dolayı)  cezâ verecek olursanız size yapılan azâb ve cezânın misli ile cezâ verin. Yani haddi aşmayın adâleti tam uygulayın. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. Adam sabrediyor, affediyor cezâlandırma yönüne gitmiyor şahsî hukûkunun kullanıyor bu şahsi hukuklar da geçerlidir. Ama birisi Allah’ın hukûkuna tecâvüz etti Allah’a küfretti bunu dünyada affedecek kimse yoktur. Ancak o, o küfründen tövbe edip îmâna gelmesi ve istiğfarda bulunması irtidatından vazgeçmesi gerekir. Ey Peygamber! Bakın, Hazreti Muhammed’e Aleyhisselâtu Vesselâm onun şahsında bize diyor ki: “Sabret! Sabrında ancak Allah’ın yardımı iledir. Yani ben sabrettim der bazıları orada Allah’ın yardımı vardır sabreden eden kişi Allah’ın yardımıyla sabretmiştir. Onlardan dolayı üzülme! Kurdukları tuzaklardan telaş edip sıkıntıya düşme! Kim tuzak kurduysa Peygambere, İslam’a kendi tutuldular, kim kuyu kazdıysa kendileri düştüler. İslam onları kurtarmaya geldi. Onlar kuyu kazıyorlar ama İslam onları düştükleri veya düşecekleri kuyudan, ateşten, ateş derelerinden çukurlarından kurtarmaya geldi. Ve niceleri kurtuldu ama niceleri İslam’dan kaçtı ateş kuyularına düştüler kendilerini yazık hüsrâna götürdüler yazık ettiler. Şüphesiz Allah, takvâ sahipleri ile birlikte bulunanlarla beraberdir. Ey insanlar! Ehl-i takvâ yolunu tutun ehli takvâyla beraber olun. Çünkü Allah müttekilerle beraberdir, ehli takvâyla Allah beraberdir. Ne diyor; (مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ) (إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ) “Yüce Allah müttekilerle, ehli takvâ ile beraberdir.” (وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ) “Ve onlar ise muhsin kimselerdir hep İyilikte yarışırlar.” İslam işte budur iyilikte yarışmak kötülüklerden hem kurtarmak hem kurtarmak. İki dünyada da bu dünyada da Dârul İslam dünyaya göre tam bir cennettir İslam. Ve dünyaya göre İslam cenneti yaşayanlar o İslam’ın kişiye Dârusselâm’ı öbür âlemdeki bâkî âlemdeki cennete de seni hazırlıyor Yüce İslam ve Allah’ın cemâlini nâil olman için sana bu dünyada bütün İslam’ın yüce nimetleri ile seni donatıyor ve seni cennete hazırlıyor. Ölümsüz hayata hazırlıyor. Bunun için dersimizin adı irşâd notları ve keşif notları ölümsüz hayatın bizzat nur, nur üstüne nur kazandıran dersleridir. Ölümsüz hayatın ve nurun dersleridir.

 

Dakika 50:15

 

Cenab-ı Hak bu nurun kaynağı ölümsüzlüğün kaynağı Kur’an’ı Kerim’dir. Şunlar-bunlar değildir. Kur’an-ı Kerim, İslam dini, Hazreti Muhammed. Yüce Allah’ın Muhammed’in şahsında insanlık âlemine Kur’an ile İslam ile lütufta bulunmuştur. Ebedî kurtuluşların lütuflarıdır İslam Cenab-ı Hak iyi bir Müslüman olmayınca Müslümanca yaşamayı Müslümanca ölmeyi îmânıyla dirilip mahşere gelmeyi alnı ak gönlü pak olan kullarından olmayı Allah cümlemize nasîb eylesin.

 

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(İsrâ Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 3’üncü Âyet-i Kerime’ler)

 

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ ﴿١﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

 

Çok kıymetli ve muhterem efendiler,

 

Dersimiz İsrâ Sûresi’ne gelmiş bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in başından buraya kadar geldik Rabbimizin lütfuyla İnşâ’Allah devam edeceğiz. Cenab-ı Hak buradaki âyet-i kerime İsrâ Sûresi Hz. Muhammed’in mi’râca yükselişi ile ilgili bize bilgi vermektedir. Şimdi burada keşif notlarımız ve irşâd derslerimizle şanlı Kur’an’ın bu âyetleri İsrâ Sûresi’nin de yüce âyetlerinin nur saçan ve insanlığı yükselten o feyzinden gereken dersimize almak için Cenab-ı Hak cümlemize tevfik-i hidâyetiyle başarılar nasîb eylesin. Bu âyet-i kerime Cenab-ı Hak; (سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى) Kulu Muhammed’i Muhammed Mustafa’yı Sallallahu Aleyhi ve Sellem, en büyük şanlı Peygamberi geceleyin Mescid-i Haram’dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için etrafını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksa ’ya götüren Allah Celle Celâlühü (الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا) O Yüce Allah ki diyor (إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ) her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten ve hakkıyla görendir. Hakkıyla işiten, hakkıyla gören odur. Şimdi sizlere İsra Sûresi ile ilgili kısa öz keşif notlarımızı verelim ve yüce âyetlerin nurundan nur almaya devam edelim. Onun nuruyla nurlanmaya ve ruhların parlaması, kalplerin açılması, akılların aydınlanması elbette ki şanlı Kur’an iledir.

 

Dakika 55:10

 

Ebû Hayyân’ın naklettiğine göre Sâhib ’ül Bünyan  bu sûre-i celile Mekke döneminde nâzil olan sûrelerdendir ve ittifâk olduğunu söylemiştir. Ancak 73-76 âyetinden ve 91’inci âyetine kadar 8 âyetin ayrı olarak Medine döneminde indiği de Katâde’den rivâyet edilmiştir. Bazıları da 73, 76 âyetleri olmak üzere iki âyet diye İbn-i Abbâs’tan rivâyet etmişlerdir. Yine 60’ıncı âyetinde Cenab-ı Hak bakın ne diyor; “Ey Peygamber! Hani bir zaman sana şöyle demiştik: “Şüphesiz ki Rabbin insanları ilim ve kudretiyle çepeçevre kuşatmıştır. Biz Mi’râc Gecesi o manzaraları sana ancak insanları imtihan etmek için gösterdik.” ‘’Bu da İsrâ Sûresi’nin 60’ıncı âyetinde’’ Cenab-ı Hak;

 

(وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا ﴿٦٠﴾)

 

Bu âyetinde Medine döneminde indiğini söyleyenler olmuştur. Küfelilerin sayımında 111 âyettir İsrâ Sûresi 111 âyet, sıra numarası 17’nci sırada bulunmaktadır. Yine (هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ) kasrı tahsis gibi İsrâ’nın yalnız Hazreti Muhammed’e gerçekleştirilmiş seçkin bir âyet olduğuna da işaret edilmiş olmaktadır. (سُبْحَانَ) Sübhan burada sûrenin başında (سُبْحَانَ) yüce kelimesi bulunmaktadır. İsrâ, Hüdâ, sürâ yani sürâ, mesrâ, sirâyet bunlar gece yürüyüşü demektir. Yürütmek anlamına da yine Nahl Sûresi’nin sonuna uygun olması birkaç yöndendir. Birincisi Cenab-ı Hak bir âyet-i kerimede bakın neler buyuruyor; (إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ ﴿١٢٨﴾) ‘’Nahl Sûresi 128’’ “Şüphesiz ki Allah kendisinden korkaklarla ve iyilikte bulunanlarla beraberdir.” Cenab-ı Hak kiminle beraber olduğunu söylüyor burada. Yine diğer birbirinde de: “Ey Peygamber sabret Aleyhisselâtu Vesselâm! Sabretmen ancak Allah’ın lütfuyladır onlara karşı üzülme kurdukları tuzaklardan sıkıntıya düşme!” Yani Yüce Rab diyor ki; (وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلاَّ بِاللّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ ﴿١٢٧﴾) ‘’Nahl Sûresi 127’’ buyuruyor. (سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ)’ nin indirilmesinin sebebi şudur;

 

Dakika 1:00:00

 

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İsrâ’ yı Kureyş’e anlattı. Tabii ki müşrikler, putperestler yalanladılar. Yüce Allah Peygamberini doğrulamak için bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bunlardan nice hikmetler içeren bu yüce âyetlerden Cenab-ı Hak 123’üncü âyetinde yine ‘’Nahl Sûresi’nin’’ (ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا) “Sonra ey Peygamber! Sana şöyle vahiy ettik: “Doğru yola yönelerek İbrâhim’in o tevhîd inancında olan lekesiz Hanîf dini İslam dinine uy.”  Muhammed’in mertebesinin yüksekliğini Cenab-ı Hak gösteren bir âyetle başlamış ve ilerisinde ( عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا) buyurmuş. Ne diyor; “Muhakkak Rabbin seni övülmüş bir makâma erdirecektir”  diye bu İsrâ Sûresi’nin 79’uncu âyeti açıklanmıştır ki, Makâm-ı Mahmûd Hazreti Muhammed’in makâmıdır en üst makâm onun makâmıdır. Kullar ve Peygamberler arasında en üst dereceyi yüce makâmı Cenab-ı Hak ona tahsis etmiştir. Yine diğer bir konu da İsrâiloğulları’nın alın yazıları zikredilmiş kendilerinin iyilik ve kötülükleri ile ilgili olduğu anlatılarak (إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ ﴿١٢٨﴾) ‘’Nahl Sûresi 128’’ buyurulmuş. “Gerçekten Allah takvâ sahipleriyle ve ihsânda bulunan kimselerle beraberdir.”   Mescid-i Aksa’nın yıkılması kıssası anlatılacağından sûrenin başında İsrâ hâdisesi öne alınarak Hazreti Muhammed’in makâmının şerefinin ortaya çıkması ile o yıkımın zararını ikmâl ve telâfi etme mânâsına işaret edilmiştir. Ve (سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى ) tesbih O’na ki Cenab-ı Hak Bakara Sûresi 30’da da tesbih konusunda bilgi verdik. Subhân tesbihin özel ismidir Keşşâf’a göre. Yine ‘’Nur Sûresi’nde’’ de denmiştir ki: bunda Asl olan Allah’ın acayip, şaşılacak ve hayret verecek bir sanatı görüldüğü zaman Allah’a tespit etmektir esas mânâsı tesbih ve Allah’ın Celle Celâlühü, noksan sıfatlarsan tam uzak olduğuna delâlet eder. Çünkü Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir yüce kemâl sıfatlarla muttasıftır. Cenab-ı Mevlâ bu delâlet eden  tebliğ ve bir tenzihtir ki hayret üzerine bir tespih etmektir. Çünkü uçsuz bucaksız nâmütenâhi yüce kudret Yüce Allah’ındır. Şimdi Fîrûzâbâdî Besâir’de der ki: Tesbih Allah’ı takdis etmek olup Sebbaha’dan alınmıştır demektir ‘’Sübhane’ kelimesi de aslında “gufrane” gibi mastardır daha sonra tesbihin ismi olmuştur. Tesbih fiilin sülâsisi üç harflisi kullanılmıyor demiştir.

 

Dakika 1:05:00

 

Nezahet, parlaklık ve Mukaddeslik gibi Yüce Allah’ın yüce zâtından ayrılmayan bir mana olması tabii ki ortadadır. Ebussuud’un da naklettiği tarzda Allah zât-ı ile noksan sıfatlardan uzaktır ve yücedir. (Tenezzallâhu Bizâtihi ve Teâlâ) Allah zâtıyla noksan sıfatlardan uzaktır ve yücedir hem de eşsiz yücedir. Bu da Ebussuud’un bu konuda ortaya koyduğu keşfidir, tefsirdir. (سُبْحَانَ) Subhân tesbihin üç harfli mastarı değil ise onun yerine konmuş bir ismidir ki, Yüce Allah’ın zâtının temizliğini ve kutsallığını ifade eder. Biz buna Subhâniyyet veya Subbûhiyyet diyebiliriz. ‘’Run Sûresi’nin 17’nci âyetinde’ de Cenab-ı Hak; (فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧﴾) buyurmuşlardır. “Akşama girdiğiniz vakit ve sabaha erdiğiniz vakit Allah’ı tesbih edin” buyuruyor. (Sebbihullâhe subhâneh) noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ı tesbih ediniz mânâsı ile emir mânâsına gelir. Hazreti Peygamberden Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed’den Aleyhisselâtu Vesselâm rivâyet edilen bir hadis-i şerifte ki bu hadis, Sahîh-i Müslim yine Ahmed bin Hanbel, İbn-i Mâce gibi hadis râvîlerin de hadis kaynaklarında bulunmaktadır. Sevgili Efendimiz şöyle buyurdular; ( Leahrakat subhâne vechihî) onun yüzünün sübuhâtı yaktı diye geçmiştir ki, bunu bazıları Allah’u Teâlâ’nın yüzünün nurları güzelliği bazıları da Allah’ın yüceliği ve ululuğu ile tefsir etmişlerdir. Bununla birlikte Allah’ın noksan vasıflardan uzak olma tecellîleri tabii ki ortadadır.

 

Yine başka bir hadis-i şerifte sevgili efendimizden şöyle rivâyet olunur;

 

(Gâle Cibrîlü Aleyhisselâmu inne lillâhi dünel arşı seb’ine icâben lev delevnâ min ahadihe li ahrakatnâ sübhâtü vechi rabbinâ)

 

Yani Cibrîl Aleyhisselâm dedi ki: “Allah’ın arşı önünde 70 perdesi vardır. Biz bu perdelerden birine yaklaşsak Rabbimizin yüzünün nurları bizi hemen yakardı” diyor. Bu hadisin kaynağında da İbnü’l Esîr bulunmaktadır. Yine diğer hadis-i şeriflerde de: “Yani nur veya ateş perdesi vardır onu açsa yüzünün sübuhâtı gözü ilişen her şeyi hemen yakardı” diyor.

 

(Hicâbühün nuru evin nârul ev keşefehü le ahrakat sübhâtü vechihî külli şeyin edrakehü basaruhü ) bu hadisi şerifte de böyle buyurulmuş.

 

()(فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا) Cenab-ı Hak ‘’A’râf Sûresi’nin 143’ncü âyetinde’’ de: “Yüce Rab dağa tecellî edince onu yer ile bir etti.”

 

Dakika 1:10:25

 

Rabbim hepimizin ve âlemlerin Rabbisi Yüce Allah dağa tecellî edince onu yerle bir etti, Mûsâ da bayılarak yere düştü. Bunda birinci olarak akıllara hayret veren imkânların üstünde olan İsrâ hâdisesi yüceltmek ve onu doğrulamak için kalplerin temizlenmesini tabii ki hazırlamaktır. Yücelik ve büyüklüğünü ilân etmek vardır. Mescid-i Aksa’nın yıkılması dolayısıyla da bu tenzihin özel bir önemi vardır. Dördüncü olarak genel bir şekilde bu sûrenin mânâsının Yüce Allah’ın temiz ve kusursuz olması ile ilgisine de ayrıca işaret vardır. (أَسْرَى بِعَبْدِهِ) Bak ne diyor Cenab-ı Hak; kulunu diyor yani o özel kulu ki Hazreti Muhammed Mustafa’yı Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem (لَيْلاً) geceleyin yani bir gecenin az bir kısmında (مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ) Mescid-i Haram’dan yani Mescid-i Haram Kâbe’yi kuşatan ve Harem-i Şerif denilen camidir. Bunun etrafını kuşatan yerde özel ve belirli sınırlara kadar haremdir o Harem-i Şerif içinden veya etrafından (إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى) Mescid-i Aksa ‘ya ki, Beytülmakdis’tir geceleyin onu götürdü diyor. (الَّذِي) o Mescid-i Aksa ki (بَارَكْنَا حَوْلَهُ) etrafını mübârek kıldık diyor. Bak Cenab-ı Hak Mescid-i Aksa’nın etrafını da mübârek kıldığını söylüyor. Çünkü Mûsâ Aleyhisselâm’dan Îsâ Aleyhisselâm’a kadar vahyin iniş yeri ve peygamberlerin ibadetgâhı olmuş. Hem de nehirler ve ağaçlar, çiçekler ve meyvelerle donanmış idi bu defa da İsrâ şerefiyle bereketli kılındı. Mescid-i Aksa Kudüs’teki Beytülmakdis’tir. Nitekim İsrâ hadisinde de: “Burak’a bindim Beytülmakdis’e vardım” diyor Sevgili Peygamberim Hazreti Muhammed. Burak konusunda da size keşif dostları vermeye çalışacağız.

 

Şimdi Kudüs ve civarı demek olur. Şifâ-i Şerhinde Alliyyü’l Kârî Dülcî’den naklederek şöyle bir hadis rivâyet eder; (Barekâllahu fîma beynel arîşi vel furâti ve hassa Filistin’e bitakdis) “Allah Ariş ile Fırat arasını mübarek bereketli kılmış ve özellikle Filistin’i Mukaddes kılmıştır.” Bu da Müslimin rivâyet ettiği ve Münâvî’nin de tesirinde zikrettiği bir hadis-i şeriftir. Cenab-ı Hak, burada Filistin’in de bakın mukaddes kılındığını bu hadis-i şerifle anlıyoruz.

 

Dakika 1:15:00

 

(لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا ) “Gece yolculuğuna çıkarttık ki ona bazı âyetlerimizi göstermek için.” Hazreti Muhammed geceleyin Mescid-i Haram’dan alındı Cebrâil Aleyhisselâm ve Burak yanında Mescid-i Aksa ‘ya geldi. Melekler, Burak ve Mescid-i Aksa ‘ya Mescid-i Haram’dan yani Kâbe-i Şerif’ten  Mescid-i Aksa ki, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya Sevgili Peygamberimiz buraya getirildi. “Gece yolculuğuna çıkarttık ki ona bazı âyetlerimizi göstermek için” diyor Cenab-ı Hak. Mi’râca çıkarmak için (لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى ﴿١٨﴾) “Gerçekten Rabbinin varlığının en büyük âyetlerini görmüştür.” ‘’Necm Sûresi 18’inci âyet-i kerime’’ Buhârî Şerif ve diğer hadis kitaplarında hadis rivâyetlerle rivâyet edildiği üzere Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimiz; Burak ile Beytülmakdis’e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı göklere çıkarıldı ki, her bir gökte Peygamberlerden biri ile görüştü. Nice, nice melekler gördü cennet ve cehennemin durumlarını gördü Sidre-i Müntehâ’ya geçti Allah’ın Melekût âleminden birçok acayip şeyler gördü. Necm Sûresi’nin baş tarafında da geleceği üzere: Nihâyet beş vakit namazın farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü sabahleyin Mescid-i Haram’a çıkıp Kureyş’e haber verdi. Kimisi el çırpıyor kimi elini başına koyuyor bazıları dönüp irtidat ediyor. Nitekim Ebû Bekir’e koştular (Radıyallâhu Anhum ve Erdahüm Ecmaîn). Ebû Bekir: “Eğer o bunu söylediyse şüphesiz doğrudur” dedi. Onlar: “Onu bu konuda da mı tasdik ediyorsun?” dediler. O da: “Ben onu, bundan daha ötesinde tasdik ediyorum o Allah’ın Hak Peygamberidir. Sabah akşam gökten getirdiği haberleri yani Peygamberliğini tasdik ediyorum” dedi. Bunun üzerine kendisine Sıddık unvanı verildi. Hazreti Ebû Bekir işte Sıddık unvanını burada aldı. Kureyş’liler içinde Beytülmakdisi iyi o zaman ki hâli ile bilenler vardı. Sorular sordular yani Beytülmakdis hakkında sorular sordular. Derhâl Hazreti Peygambere Beytülmakdis gösterildiği Yüce Allah tarafından gözünün önüne getirildi. Bunun üzerine ona bakıp anlatıyordu gerçi Beytülmakdisi tanımlama da isâbet etti dediler sonra haydi bakalım bizim kervandan haber ver o bize daha önemlidir dediler müşrikler. Onlardan bir şeyle karşılaştın mı? Dediler. Yani bizim kervanımız gitti Kudüs’e doğru dediler. Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm: Evet, falancanın kervanı ile karşılaştım Revha da idi bir deve kaybetmişler arıyorlardı yüklerinde bir su kadehi vardı susadım onu alıp su içtim ve yine eskiden olduğu gibi yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım kadehte suyu bulmuşlar mı? Buyurdu.

 

Dakika 1:20:00

 

Bu da diğer bir alâmettir dediler sonra sayıların yüklerini ve görünüşlerini sordular. Bu defa da kervan olduğu gibi Hazreti Peygambere gösterildi ve sorduklarının hepsine cevap verdi. Ve buyurdu ki: “içlerinde falan ve falan önde boz renkte bir deve üzerinde dikilmiş iki harar olduğu hâlde falan gün güneşin doğması ile beraber gelirler” dedi Sevgili Efendimiz. Bunun üzerine bu da diğer bir âyettir dediler. O gün hızla Seniyye ‘ye doğru çıktılar güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden biri güneş doğuyor diye haykırdı diğer birisi de işte kervan geliyor önünde bir boz bir deve ve içlerinden falan ve falan da var. Tıpkı Hazreti Muhammed’in dediği gibi dediler. Böyle olduğu hâlde yine îmân etmediler de: (هَذَا لَسِحْرٌ مُّبِينٌ) “Bu apaçık büyüdür, sihirdir dediler.” Neml Sûresi 13’üncü Âyet, Sâd Sûresi 6’ncı âyet, bunları haber vermektedir. Mi’râcın etraflıca açıklanması için hadis kitaplarında bol mâlûmât bulunmaktadır. Yine biz burada bu konuyla ilgili keşif ve irşâd notlarımızı sizlere vermeye çalışacağız. Bazıları göğe yükselmenin de Burak üzerinde meydana geldiğini söylemişler ise de gerçek olan şudur; Mescid-i Aksa ‘ya kadar İsrâ yani gece yolculuğu Burak ile olmuş. Ondan sonra mi’râc asansör kurulmuş göklere nurdan merdivenler merdivan diye geçer, Süleyman Çelebi’nin mevridinde de geçer. Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet olunduğu üzere Rasûlullah buyurmuştur ki; Beytülmakdis de olanları bitirdiğim zaman mi’râc getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim diyor. Mi’râc hadisesinde, Buhârî Şerif’te yine Hac Sûresi’nde, Enbiyâ Sûresi’nde,  Sahîh-i Müslim’de, Ahmed Bin Hanbel de, Tirmizî de bu konuda yine güzelim bilgiler rivâyetler bulunmaktadır. Tabii Enbiyâ Sûresi’nin 5’inci âyeti, Hac Sûresi’nin 76’ncı âyetinde de bu işaretleri görmekteyiz. Yüce Rabbimiz bize Hazreti Muhammed’in mevki makâmının ne kadar yüce bir makâmda olduğunu derecesinin üstün olduğunu gösteriyor ayrıca. Ve o odur ki ölünüz yani ölüler can verirken can çekişme vaktinde gözlerini ona dikerler yani mi’râca dikerler. Mi’râc ki göklere kurulan o merdivanın adıdır. Ölü ölürken gözünü ona diker diyor Peygamberimiz. Arkadaşım beni onun içinde kapılardan bir kapıya ulaşıncaya kadar çıkardı ki, arkadaşım dediği Cebrâil Aleyhisselâm. Ona Babü’l hafazati koruyucu melekleri kapısı denir koruyucular kapısı ki, gök koruyucularının beklediği dünya göğü kapısıdır. Nitekim bu konuda (وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ ﴿١٧﴾)

 

Dakika 1:25:00

 

“Ve onu her kovulmuş şeytandan koruduk.” Cenab-ı Hak bu âyet-i kerime ‘’Hicr Sûresi 17’nci âyetinde’’ öyle diyor. Ne diyor: “Ve onu her kovulmuş şeytandan koruduk” buyurulmuştur. Ve Ebû Saîd el-Hudrî’den diğer bir rivâyetinde de şu detaylı açıklama vardır ki: “Sonra mi’râc getirildi ki insanların ruhu onda göğe yükselir.” Can çekişenin canı, ruhu alınınca işte göklere o mi’râc ile göklere yükseliyor ölenlerin ruhları. Baktım ki diyor gördüğüm şeylerin en güzeli yani o mi’râc ruhları göklere çıkaran o mi’râc gördüğüm şeylerin en güzeli diyor Sevgili Peygamberimiz. Görmez misin ölmek üzere olan kimse ona nasıl gözünü diker? Bunun üzerine dünya göğü kapısına kadar yükseltildik diyor. Cebrâil Aleyhisselâm kapının açılmasını istedi. O  kimdir? Denildi. Cibrîl Aleyhisselâm dedi ki: “Ben Cibrîlim” dedi. Yanındaki kim? Denildi. O da Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimizdir dedi. Öyle mi, o Peygamber olarak gönderildi mi? Denildi. O evet, dedi hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar. Gökler Hazreti Muhammed ile şerefleniyor. Dikkat edin! Hemen Hz. Muhammed’e gök kapıları açıldı ve Peygamberimizi selâmladılar birde ne bakayım görevli bir melek gördüm ki göğü koruyor ve ona İsmâil deniliyor. O meleğin adı da İsmâil gökleri koruyan orduların başkomutanlarından. Emrinde yetmiş bin melek ve her birinin emrinde de yüz bin melek var diyor Sevgili Efendimiz. Burada Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu âyeti okudu; (وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ) “Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Allah’u Teâlâ’nın uçsuz, bucaksız orduları vardır.” İşte ‘’Müddessir Sûresi’nin 31’inci âyetinde’’ Cenab-ı Hak bunu kendi bildiriyor. (وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ) “Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir.” Derken, bir adam ile beraberim ki şekli Allah’ın yarattığı günkü gibi ondan hiçbir şey değişmemiş kendisine soyundan olan insanların ruhu arz ediliyor. Mü’min ruhu hoşlu hoş kokuludur bunun “Kitâbî Illiyyin” iyilerin defterinde işte bunun kitâbını ılliyyin de kılın diyor. Kâfir ruhu ise kötü ruh kötü kokuludur bunun kitâbını siccin de kılın diyor kötülerin defterinde. “Ey Cibrîl, bu kim?” dedim. Dedi ki: “Baban Âdem Aleyhisselâm’dır” dedi. Ruhlar onun sağından, solundan geçiyorlar o da böyle diyor bunlara kendi zürriyetinin Âdemoğullarının ruhları onun yanından geçiyor. Ve o bana selâm verdi… Dikkat edin! Hep Peygamberimize gökler selâm veriyor Âdem Aleyhisselâm da hemen Peygamberimize selâm verdi gönlümü aldı hayır ile dua etti. (merhaben bin nebiyyi sâlihi vel veledi sâlih) dedi.

 

Dakika 1:30:05

 

Hoş geldin Salih Peygamber ve sâlih evlat dedi. Yine bu rivâyet Buhârî Şerif’te bulunmaktadır yine Müslim-i Şerifte de bulunmaktadır ve diğer kaynaklarda da bulunmaktadır. Görüyorsunuz ki gökler şerefleniyor Hazreti Âdem böyle dedi. (merhaben bin nebiyyi sâlihi vel veledi sâlih) dedi. Hoş geldin Sâlih Peygamber ve sâlih evlat dedi. Sonra baktım bir toplum gördüm ki dudakları deve dudağı gibiydi onlara birtakım memurlar görevlendirilmişti. Dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar bu taşlar ağızlarından giriyor makatlarından çıkıyordu. “Ey Cibrîl bunlar kimlerdir?” O, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir dedi. Sonra baktım bir toplum vardı ki derilerinde sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor ve yediğiniz gibi yiyiniz deniliyor ve bu onlara en iğrenç bir şey oluyor. “Ey Cibrîl, bunlar kimler?” dedim. Bunlar o koğucular fitnecilerdir insanların etlerini yerler ve sövmek ile ırz ve namuslarına saldırırlar dedi. Sonra baktım bir toplum var ki önlerine bir sofra kurulmuş üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var etrafında da leşler var onlar o güzel etleri bırakıp da leşlerden yemeye başladılar. Bunlar kim; “Ey Cebrail?” dedim. ‘’Aleyhisselâm.’’ O, bunlar Zinâkârlar dedi zinâ edenler. Allah’ın helâl kıldığını bırakırlar da haram kıldığını yerler. Sonra baktım ki bir toplum var ki karınları evler gibidir bunlar Firavun ailesinin yolu üzerinde bulunuyor. Firavun ailesi sabah ve akşam ateşe atılırken bunlara uğruyor uğradı mı bunlar bir fırlıyorlar fırlayınca her biri karnının ağır basması ile düşüyor. Ve bunun üzerine Firavun ailesi bunları ayaklarıyla çiğniyorlar. “Ey Cibrîl bunlar kimler?” dedim. Dedi ki: “Bunları karınlarında faiz yiyenlerdir.”  (كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ) “Onların misâli kendisini şeytan çarpmış olan kimse gibidir” faiz yiyenlerin misâli. Bunlar mezarlarından kalkarken şeytan çarpmış gibi çırpına, çırpına kalkarlar. Sonra bir takım kadınlar gördüm ki memelerinden asılmış ve bir takım kadınlar baş aşağı ayaklarından asılmış. “Ey Cibrîl, ey Cebrâil bunlar kimler?” dedim. O, bunlar zinâ eden ve çocuklarını öldüren kadınlardır dedi. Sonra ikinci göğe çıktık… Dikkat edin! Bunlar birinci kat gökte görülenler. Orada Yusuf Aleyhisselâm ile buluştum ümmetinden kendisine tâbî olanlar da etrafında idi. Yüzü ayın14’ü gibi dolunay gibiydi bana selâm verdi hoş geldin dedi. Sonra üçüncü güne geçtik orada iki teyze oğlu yani Yahyâ ve Îsâ Aleyhisselâm’lar ile buluştum, giyimleri ve saç sakalları birbirlerine benziyordu. Bana selâm verdiler, hoş geldin dediler.

 

Dakika 1:35:35

 

Bazı rivâyetlerde Îsâ ve Yahyâ ikinci kat gökte Yusuf üçüncü kat gökte diye rivâyetler vardır. Sonra dördüncü göğe geçtik İdrîs ile buluştum bana selâm verdi hoş geldin dedi. Nitekim Yüce Allah (وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا ﴿٥٧﴾) “biz onu yüce bir yere yükselttik.” ‘’Meryem Sûresi 57’nci âyet-i kerime’’ buyurmuştur. Sonra beşinci göğe geçtik orada milletine sevdirilmiş olan Hârun ile buluştum. Etrafında ümmetinden birçok tâbîleri vardı. Uzun sakallı idi sakalı hemen, hemen göbeğine değecekti beni selâmladı hoş geldin dedi. Sonra altıncı göğe çıktık orada Mûsâ Bin İmrân ile buluştum yani Mûsâ Aleyhisselâm ile çok kıllı idi üzerindeki iki gömlek olsaydın kılları onlardan çıkardı. Mûsâ dedi ki: “İnsanlar beni ‘’Ekrem-ül Halkı Alellâhi’’ “Allah katında en şerefli olan yaratık diye iddia ederler bu ise Allah katında benden yalnız daha şerefli olsaydı aldırış etmezdim. Fakat her Peygamber ümmetinden kendine uyanlar ile beraberdir. Sonra yedinci göğe geçtik ben orada İbrâhim ile buluştum Aleyhisselâm sırtını Beytü’l Mâmur’a dayamıştı beni selâmladı ‘’Merhaben binnebiyyi sâlihi vel veledi sâlih’’ dedi. Yani Sâlih Peygamber ve sâlih evlat hoş geldin dedi Hazreti Muhammed’e Aleyhisselâtu Vesselâm. Kim? İbrâhim Aleyhisselâm. Bunun üzerine bana denildi ki işte senin yerin ve ümmetinin yeri. Sonra Rasûlullah (إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٦٨﴾) “Gerçekten İbrâhim’e insanların en yakını zamanında ona tâbî olanlarla  şu Peygamber yani Hz. Muhammed ve ona îmân edenlerdir. Allah mü’minlerin yardımcısıdır.” Yani ‘’Âli İmrân Sûresi’nin 68’inci âyeti’’ Bu âyeti diyor tilâvet etti ve buyurdu ki: “Sonra Beytü’l Mâmur’a girdim içinde namaz kıldım ona her gün yetmiş bin melek girer kıyâmete kadar geride dönmezler. Sonra baktım bir ağaç var ki bir yaprağı bu ümmeti bürür bunun kökünde bir kaynak akıyor iki kola ayrılıyordu. “Ey Cibrîl, bu nedir?” dedim. O, şu rahmet nehri, rahmet ırmağı şu da   Allah’ın sana verdiği Kevser’dir yani Kevser ırmağıdır dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı sonra Kevser’in akış istikâmetini tuttum ve nihâyet cennete girdim.

 

Dakika 1:40:05

 

Dikkat edin! Hazreti Muhammed cenneti de geziyor cehennemi de ona gösterdiler. Birde ne bakayım orada o cennette hiçbir gözün görmediği, kulakların işitmediği insan kalbine gelmeyen şeyler var güzellik üstüne güzellik. Sonra Yüce Allah bana emrini emretti ve 50 namaz farz kıldı. Ondan sonra Mûsâ’ya uğradım: “Rabbin ne emretti?” dedi. Üzerime 50 namaz farz kıldı dedim. O, dön azaltılması için Rabbine yalvar çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz dedi. Rabbime döndüm azaltılması için yalvardım O, benden 10 vakit namaz indirdi. Mûsâ’ya döndüm bu şekilde Mûsâ’ya uğradım her uğradıkça Rabbime dönüyordum, sonunda beş vakit namaz farz kıldı. Mûsâ Aleyhisselâm yine Rabbine dön azaltılmasını iste dedi. Ben çok müracaat ettim artık utandım dedim. Bunun üzerine bana denildi ki: “Sana bu beş vakit namaz 50 namazdır bir iyilik 10 katı iledir her kim iyilik yapmaya gayret eder de onu işlemezse onu bir iyilik yazılır, işleyene de 10 iyilik yazılır.” “Her kimde bir günah yapmaya teşebbüs eder de işlemezse bir şey yazılmaz yani bir günah yazılmaz günah işlerse bir günaha bir günah yazılır.” Dikkat edin! Bir sevaba en az 10 sevap artırılarak yazılıyor ama bir günah bir günah yazılıyor iki günah yazılmıyor. Cenab-ı Hakk’ın rahmeti, merhameti önde gidiyor. Kütüb-i Sitte altı hadis kitâbı ve diğer hadis kitaplarında mi’râc hadislerinin birçok rivâyetleri vardır. Bu naklettiğimiz hadis-i şerifin senetleri de İbn-i Cerîr tefsirinde zikredilmiştir ‘’Et-Taberî’’. Görülüyor ki, bunda dünya göğüne kadar yükselmenin mi’râc ile ilgili olduğu açıkça belirtilmiş daha ilerisinde ise muhtemeldir. Fakat Alâî Tefsirinden Âlûsî’nin naklettiğine göre, Rasûlullah’ın İsrâ Gecesi biniti beş tane idi vasıtaları. Birincisi, Beytülmakdis’e kadar Burak, ikincisi dünya göğüne kadar mi’râc, üçüncüsü yedinci göğe kadar meleklerin kanatları, dördüncüsü Sidre-i Müntehâ’ya kadar Cibrîl’in kanadı, beşincisi Kâbe Kavseyn’e Mi’râc Gecesi iki yay arası kadar Allah’a yaklaşmasına kadar refref manevî bir binek. Bu da bu haberinde kökeninde yine Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerifte naklen ne diyor ; ‘’Söyleşirken Cebrâil ile kelâm,. Geldi Refref önüne verdi selâm’’ işte Süleyman Çelebi böyle diyor.

 

Dakika 1:45:00

 

Refref, artık Kâbe Kavseyn’e kadar da refref’tir diyor beşinci vasıtası bineği. Bir anda herhangi bir yere ulaştırmaya Yüce Allah’ın her şeye gücü yeter. Ama âyetlerini göstermek ve ikrâmını ortaya koymak cümlesinden Cenab-ı Hak böyle murâd etmiş (لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا) ona âyetlerimizden gösterelim diye İsrâ’nın hikmeti, âyetleri, alâmetleri göstermektedir. İlâhî âyetlerden olan bir harika tabiî bir görüş açısı ile açıklanabilmekten uzaktır. Yani harika olan, İlâhî âyetlerden olan, tam bir harika olan tabiî bir görüş açısı ile açıklanabilmekten uzaktır. Çünkü akıl üstü, fizik üzerinde bir olaydır tabiatüstü bir olaydır. Tabiî bir tasarı benzerlerine göre düşünmek demektir. Hâlbuki benzeri görülmemiş bir olayı benzerleri ile düşünmeye kalkışmak çelişki olur. O ancak muşâhede veya haber ile bilinir Burak hadisi bize bir düşünce prensibini vermiyor değildir. Çünkü Burak kelimesinin berk yani yıldırım maddesinden türemiş olduğu apaçıktır. Bunun için boyu Burak denilen vasıtanın boyu merkepten büyük katırdan küçük bir canlı hayvan şeklindedir ki, ayağını gözünün gördüğü yerin son noktasına basar. Bu ise şimşek ve elektrik süratini anlatır. Ve böyle bir nakliye vasıtası üzerine binenin elektrikten etkilenmeyerek hiç sarsılmaksızın tam sükûnet ve huzur içinde mesafeyi katlayabileceğini düşünebiliriz. Burak ve mi’râc vasıtalarının özel olarak tahsisine bir hikmet yönü de düşünebiliriz. Bunlar en fazla noksan akıldan tam akla yaklaştıracak îmân delilleri olabilir. Yüce Allah’ın kudretinin en büyük âyetlerinden olan mi’râc mûcizesi üzerinde düşünmek aklın anlayış ölçüsünden çok yüksektir ki o mi’râc nitelendirilemeyecek kadar yücedir. O her şeye gücü yeten ve sevendir hiçbir şey onu âciz bırakamaz. Nurundan yarattığı dostunu Hazreti Muhammed’i ziyaretine dâvet etmiş meleklerinin ileri gelenlerinden gönderdiklerini göndermiş. Cibrîl binitinin üzengisini Mikâil de yularını tutmuş nihâyet bir sınıra kadar varmış sonra da noksan sıfatlardan münezzeh olan Yüce Allah dilediği şekilde o işi kendisi üslenmiş. Şimdi o Allah’ın dostuna uzun gelecek hangi mesafe ve nurlu cesedine engel olacak hangi cisim düşünebilir?

 

„Huzvâ’yı geç, orada latîf bir âlem vardır ki; Ruhlar onun cesetlerinin kalıntılarındandır.“

 

Dakika 1:50:45

 

Renk âleminden soyut olan mi’râc kıssasını yani sevgiye muhabbete dalmış bayılmış olan bana sorma. Damla deniz oldu yani ben bir damla iken deniz oldum bilmem ki Peygamber Muhammed ne oldu. (Aleyhisselâtu Vesselâm). Ancak bu makâm tefekkür edilirken hulûl bir şeyin içine girme ve birleşme kusurlarından sakınılması tenzihinden aslâ gaflet edilmemesi gerekir. Molla Cami Abdurrahman Kuddise Sırruhu sırrı mukaddes olsun Mi’râc’ın Arş’a kadar ruh ve cesetle birlikte gerçekleştiğini yazıyla tarif ederek demiştir ki: Refref onun şerefli vücudundan şereflendirilmiş olduğu zaman arş refrefin elinden onu süratle aldı. Arş refrefin elinden onu süratle aldı arş ovasında teni bir hırka gibi bıraktı. Sancağını yere ihtiyacı olmayana Allah’a hırkasız olarak kaldırdı. Bir gülü götürdüler bu aşağı dehlizden o yüce dergâha el, el üstünde yönü mühresi altı kapıdan kurtardı. Yeri biniti darlıktan sıçrattı yerden bile boş olan bir makâm buldu ki, oraya tende mahrem değildi canda. Öyle olmakla beraber Mescid-i Aksa ‘ya İsrâ’dan sonrasını ruh ile yapıldığını söyleyenler de vardır. Bazıları bununla ilgili olarak demişlerdir ki: Ruhun iki cesedi vardır. Birisi Gayb âleminden gizli bir cesettir onda unsurların bir etkisi yoktur. Biride görülen âlemde yoğun bir cesettir ki unsurlardan meydana getirilmiştir. Hazreti Peygamber Aleyhisselâtu Vesselâm Efendimiz göğe çıkarken, cesedi madde elementlerinden hepsini kendi küresinde bıraktı ve ancak latif cesediyle kaldı ve Yüce Allah’ın dilediği yere kadar onunla çıktı. Sonra da o bıraktığı cesede geri döndü. Rûhânî tabirinin sadece düşünce ile olan bir yükselme demek olmadığını anlatmakla beraber Mi’râc’ı sufilerin ruhun tamamen cesetten soyulması diye ifade ettikleri olay mahiyetinde gösteriyor demektir.

 

Dakika 1:55:10

 

Hâlbuki ruhun bedenden tamamen sıyrılması ümmetin fertlerinden nice adamlarda bile defalarca olduğu nakledile gelmiştir. Ve elbette Hazreti Peygamberin Mi’râc’ının ruhun bedenden sıyrılmasından çok yüksek ilâhî mûcize olduğunda şüphe edilmemesi gerekir.

 

‘’Muhammedden diğer yok dâhil olmuş Kâbe Kavseyn’e, Kirâm-ı Enbiyâ’dan girmedi bir ferd o mâbeyne. Haremgâhi risâle Ahmedî Tenhâbu Mevlâ, o halvet oldu mahsûs Hazreti Sultânı Kevneyn’e’’

 

Muhammed’den başka (A.S.V) Kâbe Kavseyn’e mi’râc gecesinde Hz. Muhammedin Allah’a iki yay kadar yaklaşması yani kimseye nas3ib olmadı başkası yoktur diyor. Kâbe Kavseyn’e giren başka yoktur. Ulu Peygamberlerden hiç kimse o saraya girmedi sevgiliye kavuşma haremine Yüce Allah Muhammed Ahmet’i Mustafa’yı yalnız aldı. O halvet baş başa kalma iki Cihân Sultânına tahsis edildi. İbn-i Atiyye gibi bazı müfessirler yüce âyetin mânâsını şöyle açıklamıştır: Onu yani Muhammed Mustafa’yı (S.A.V) âyetlerimizden göstermemiz için geceleyin yürüttük bu şekilde mi’râc Peygambere âyet göstermekten ibâret değil Peygamberin kendisini bir âyet olarak kâinata göstermek olmuştur. Gerçekten (وَالنَّجْمِ) Necm Sûresi’nin inişi daha önce olduğuna göre Peygamber hakkında (لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى ﴿١٨﴾) ‘’Necm Sûresi 18’’ “Andolsun o Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.” (لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى ﴿١٨﴾) “Andolsun o Rabbinin âyetlerinde en büyüğünü gördü” ve o kendisi Allah’ın âyetlerinden en büyük bir âyettir. Buna da dikkat edin!

 

Dakika 2:00:00

 

O var ya o şanlı Peygamber o kendisi Allah’ın âyetlerinden en büyük bir âyettir. Ve İsrâ’nın hikmeti de ona göstermeden çok onu kâinata göstermeye daha uygundur. (إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ) “Muhakkak ki ancak o her şeyi işiten ve her şeyi görendir.” Tefsircilerin çoğu bu zamiri Yüce Allah’a işaret etmek üzere tefsir etmişler ve meâlini şöyle açıklamışlardır; “O, noksan sıfatlardan münezzeh zattır ki ancak O kulunun gizli ve açık bütün hâllerini gerçek anlamda gören ve haberdar olan ve bundan dolayı bu yüksek makâma ehil ve lâyık olduğunu bilendir.” Onun için bu makâmı ona tahsis etmiş ve ona bu şekilde ikrâmda bulunmuştur. İltifat ile başlamış iltifat ile son bulmuştur aynı zamanda inkârcılara kâfirlere karşı bir tehdit mânâsını da gerektirir. Ebû’l Bekâ’nın naklettiğine göre bazı tefsirciler de zamirin Peygambere işaret ettiğini söylemiş ve âyetin meâlinde demiştir ki: “Gerçekten sözümüzü işiten ve zâtımızı gören yalnız o kuldur.” Bu şekilde üçüncü şâhsa iltifat yoktur. Zâtınızı gören diye tefsir etmek için açık bir ipucu da yoktur. O gösterdiğimiz âyetlerin gören demek daha açıktır. Bununla birlikte Tîbî demiştir ki; Zamirin böyle iki ayrı yoruma muhtemel olarak gelmesinin sırrı Hazreti Peygamberin Yüce Allah’ı görmesi ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın sözünü işitmesi ve ancak… (bî yesmeû ve bî yubsirû) Benim yardımımla işitir ve benim yardımımla görür hadis-i şerifin mânâsı üzere olduğuna işaret olsa gerektir. ‘’Yunus Sûresi’nde ki (أَمَّن يَمْلِكُ السَّمْعَ والأَبْصَارَ) “Ya da o kulaklara ve gözlere kim sahiptir?” ‘’ Yunus Sûresi 31’inci Âyet de.’’ Yine Hz. Mûsâ’nın mikatı dolayısıyla Mûsâ’nın (Lenterânî) “Sen aslâ beni göremeyeceksin.” ‘’A’râf 143’üncü âyetinde’’ hitâbı ile karşılandığı (وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا) “Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya geldiğinde” bakın ‘’143’üncü âyetiyle’’ Hz. Muhammed’i Allah’ı görmeye götüren bu İsrâ âyeti arasında bir düşünülürse Allah ile konuşan Hz. Mûsâ’nın makâmıyla Allah’ın Habîbi Hz. Muhammed’in makâmı arasında fark açıkça anlaşılır. Buna işaret etmek üzere sözü İsrâ’dan Mûsâ’ya nakletmekle buyuruluyor ki;

 

Dakika 2:05:00

 

وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلاَّ تَتَّخِذُواْ مِن دُونِي وَكِيلاً ﴿٢﴾

 

“Mûsâ’ya da kitap verdik ve beni bırakıp başkasını vekil edinmeyiniz diye onu İsrâiloğulları için bir hidâyet rehberi kıldık.” (ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ)  “Ey Nuh ile beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar! (إِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا ) Doğrusu o çok şükredici bir kuldur.” Kim? Nuh (AS.)

 

Kıymetli dostlarımız, Cenab-ı Hak burada ne diyor; “Benden başka vekil edinmeyin İsrâiloğulları’na özellikle bunu söyledi. Cenab-ı Hak işlerinizi havâle edecek benden başka Rab tanımayın dedi. Ne yazık ki onlarda başka Rablar tanıdılar istisnâlar hâriç. Bunun için Cenab-ı Hak burada insanlığı yalnız kendi Vahdâniyetine Yüce Allah birliğine yalnız Allah’a kulluğa çağırıyor bütün insanlık âlemini. Tevhîd îmânıyla göğsü parlayan Hz. Muhammed’in yolunda gidip parlayan kullarından eylesin.

 

Dakika 2:07:44

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 196 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}