2- Tefsir Ders 2 hayat veren nurun keşif notları

2- Kuran-ı Kerim Tefsir Dersi 2

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ*

وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ*

 

رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي* وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٢﴾

الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ ﴿٣﴾

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ ﴿٤﴾

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ﴿٥﴾

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ ﴿٦﴾

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ ﴿٧﴾

 

Kıymetli ve muhterem dinleyenler, Kur’an-ı  Kerim tartışmasız Allah’ın  kitabıdır. İslam, Yüce Allah’ın kanunlarıyla ortaya koyduğu bir dindir. Allah katındaki din sadece İslam’dır ( نَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ). İslam dini tamamen hayır, tamamen rahmet, hidayet, nur, tamamen fazilettir. İslam, iki cihanda tamamen kurtuluşun adıdır. Hayat veren sadece İslam’ın değerleridir. Gerçek hayat tarzı da İslam’ın ortaya koyduğu hayat tarzıdır. Onun için hayırda yarış İslam’da fazilet yarışıdır. Yükselir sürekli. En önde olma yarışıdır ki bu Allah’tan gelir, Allah’a gidişin yarışıdır. Bu bu yarışta başarılı olmanın şartı da takvadır.

İslam dini tamamen Müslümandan takvayı istemektedir. Kişi takvayla yükselir, takvayla Allah’ın rızasına vâsıl olur. Takvanın da ön şartı vardır, bu da imanın ilimle birleşmesidir. İman, ilimle birleştigi zaman en yüksek rütbeye ulaşmış olur. Burada kişi, onu kazanmanın yolcusu ve onu  kazanmanın mücadelesini vermiş olmaktadır. En üstün rütbeye ulaşmak için imanla ilim birleşecektir. İslam dininde yükseliş böyle olmaktadır. Cenab- Hak, Fatır Suresi ayet 28’de

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء   buyurmaktadır.

Allah’tan ancak âlimler korkar. Allah’a uçan iki kanadın biri sevgi, ikincisi korkudur. Korkudan maksat, küfürden, şirkten, nifaktan korkmak ve korunmaktır. Sevgiden maksat ise Allah’a itaat etmek, onun emirlerini bir bir yerine getirmektir. İtaat vardır, isyan yoktur. Burada takvanın iki kanadı ortaya çıkmaktadır ki yükseliş, uçuş, Allah’a gidişin birisi korku biri sevgidir. Bunun için de iman ve ilim gereklidir. Takvayı  ortaya bu çıkarmaktadır ve dünyadaki saadet buradan temin edilmektedir. Cenab-ı Hak, Bakara Suresi 208. ayet-i kerimesinde ne buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ﴿٢٠٨﴾

“Tamamen barışa, toptan barışa, İslam’a girin” diyor. Ey iman edenler, burada barışı, sulhu, adaleti, kardeşliği, sosyal düzeni, kendi aralarında kurulmasının şartı ortaya çıkmaktadır. İman edenlerin ruh dünyalarında, kalplerinde, ailelerinde, fertte, cemiyette ve devlette tam bir barış. İslam dini tam bir barıştır, bunu istiyor, “Toptan barışa girin” diyor. İçte barış sağlandığı  zaman  dışta barış hedeflenmektedir. İçteki barış dışa yansıyacaktır.

Dakika 7:10

Enfüsi âlemdeki barış afaki âleme yansıyınca cihanda barış sağlanmış olacaktır. Bu pencereden baktığımız zaman yeryüzündeki evrensel barışın adı, kendisi İslam’dır. Yeryüzünde İslam’sız barış olmaz çünkü İslam, yeryüzünde Allah’ın hakimiyeti, Allah’ın kanunlarının uygulanmasıdır. Ruhlarda, kalplerde bu barış kanunları hükmünü sürdürdüğü ve buradan da cihana yansıdığı müddetçe ilahi nizam, adaletin, sosyal dengenin, barışın, sosyal adaletin bizzat kendisi olarak ortaya çıkmaktadır. İslam, Allah’ın nizamıdır. Ezelde de ebedide de eşi benzeri yoktur, olmayacaktır. Müslümanların, müminlerin kendi içlerinde barışı sağlamaları şarttır. Kendi içlerinde barışın sağlanmasıyla İslam hayata geçirilmiş olacaktır. İslam, kıyıya köşeye mahkum edilecek bir düzen değil yerlerin, göklerin ezeli, ebedi, eşşiz tek nizamıdır. Allah’ın kanunlarıyla, dengeleriyle cihanın, dünyanın idare edilme tarzıdır. Bu âlem Allah’ın mülküdür. Allah’ın mülkünde “Ben, Allah’ı ve onun kanunlarını, onun nizamını tanımıyorum” diyebilecek bir güç var mıdır? Varsa Allah’ın adaletine çarpılacaktır, sonuca hazır olsun. Müslümanların bu barışı toptan sağlamaları bu ayet-i kerimede emrediliyor:

_إِنَّ الَّذِينَ فَرَّقُواْ دِينَهُمْ _    Sakın ola ki dininizi parça parça hale getirmeyin. Dinlerinde parça parça olanlardan olmayın. Birliğinizi, bütünlüğünüzü muhafaza edin, parçalanmayın. Eğer bölünür, parçalanırsanız ne birliği ne sosyal barışı koruma şansınız kalmaz. İlahı  mesaja dikkat et! İlahi düzen, ilahi kanunla Allah’ın ortaya koyduğu nizamda barışı sağla. Orada bir ve bütün ol. Tek bilek, tek yürek olacağın yer tevhid inancıdır. Âlemlerde Allah’ın hükümranlığının dışında hükümranlık yoktur. Bütün âlemde hükmedilecek hükümler Allah’ın hükümleri olmak zorundadır. Allah’ın hükümlerinin üzerine başka hüküm koymamız mümkün değildir. Tıpkı Allah’ın yerine başka ilahı koymak mümkün olmadığı gibi. Allah ezeli, ebedi, tek muktedir hükümdardır. Kemâl sıfatlarla muttasıftır. Noksan sıfatlardan münezzehtir. Zatında bir, sıfatlarında bir, efalinde birdir. Şeriki, naziri, dengi olmadı, olmayacaktır. Vacibu’l- vücudtur. Varlığı, kendi kudretinin varlığının iktizasıdır. Diğer bütün mahlukat ise onun yarattığı, onun kulları ve onun eserleridir. Bütün âlemlerdeki düzen onun kurduğu düzendir. Evrendeki  milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde, kendileri için tespit edilmiş yörüngelerinde hareket ederler. Niçin böyle yaparlar? Çünkü yaratma ondandır, emir ondandır. (أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِين ) Bu ayet-i kerimeyi hiç unutma. Kur’an-ı Kerim’in bütün emirlerini bütün varlığınla anla ve dinlemeye çalış. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın değişmez anayasasıdır. Ebedi, ezeli anayasa, ilahi kanunlar Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Kur’an-ı Kerim, geçmişin bütün kitaplarını, geçmişin şeriatlarını, geçerli yönlerini tamamen bünyesinde toplamıştır. Gelecek çağlarda, gelecek millet ve zaman içinde neler lâzımsa her çağın, her milletin ihtiyaçlarını da bünyesinde toplamıştır.

Dakika 14:10

Kur’an-ı Kerim bütün çağların kanunu, nizamı, anayasasıdır. Bütün milletlerin kanunu, şeriatı, anayasasıdır. Allah’ın nizamının, kanunlarının yerine başka kanun, başka şeriat koymak Allah’ı ve onun kanunlarını bilmemek demektir. Bu da insanlık için yapılacak en büyük kötülüktür.

Allah’ı inkâr ederek bilim olmaz. Bilim, Allah’ın kulu üzerindeki terakki kuvvetini yaratmasıdır. Şöyle bir kainata bakın. Dünya, saatte 1670 km hızla kendi ekseni çevresinde dönüyor. Bugün en hızlı  merminin  saatte  ortalama 1800 m/s sürate sahip  olduğu  düşünülürse  dünyanın dev  boyutlarına   rağmen   süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır. İşte ona bu ayarı yapan, onu böyle takdir eden, böyle yaratan, bu nizamı böyle kuran Allah’ın kendisidir. Cenab-ı  Hak  öyle  yarattı. Emri öyle  verdi. Âlemler onun emrine göre  hareket etmektedir.  Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır, saatte 108.000 km. Şöyle bir bak. Onu bu hızla orda hareket ettiren kudret ve kuvvet  nedir? İşte emir  Allah’ın emri, kudret onun kudreti, yaratma onun  yaratması, kurduğu  düzen onun  düzenidir.

Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar. Örneğin güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km’dir. 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran samanyolu galaksisinin uzay içindeki hızı ise saatte 950 bin kilometredir. Bunlara, bugünkü düzene, gökyüzündeki düzene bakın. Bu âlemi kuran kudretin sınırsız bir kuvvete sahip olduğunu görmek zor değildir.  İlimle iman birleşince, Allah’ın emrinde iyi hareket edildiği zaman dünya Allah’ı iyi tanır. İşte o zaman dünya, sulha, barışa, kardeşliğe, sosyal adalete, huzurlu bir   düzene kalmış olur. Ne zaman ki insanlar Allah’ı ve onun ilkelerini bırakır da Allah sevgisinin yerine kalplerini başka sevgilerle, Allah’ın yerini başka şeyler doldurursa karanlıkta kalır. Kalp, ruh tamamen Allah sevgisi, Allah korkusuyla dolup taşacak.  İmanın mahali kalptir. Kalbin bütün mahali tamamen iman mahalidir. Kalbin imanla, Allah sevgisiyle, ona olan irfanla dolup taşması gerekmektedir. Kalbin tevhid nuruyla dolup taşacaktır. Eğer kalbine dünya sevgisi ve başkalarının sevgisi girer, kalbinden Allah sevgisi çıkarsa vehim denilen şey kalbe girer. Hz. Muhammed (s.a.v.) öyle buyuruyor.  Vehim girerse zafiyet başlar. Bu şekilde öncelikle ümmet-i Muhammed dinine sahip çıkamaz. Dinine sahip çıkmayınca da düşman ona çullanır. Enfüsi, afaki düşmanlar vardır. Enfüsi düşman kendi içindedir. Nefsin iblisindir. Akl-ı maâş, nefsin iblisin emrine geçer ve nefis, iblis ve akl-ı maâşın üçü eğer istişare kurulu oluşturur ve fetva buradan çıkarsa (burada kişinin şeyhi, fetva vereni, şeyhülislamı kendisidir) kişi şeytanın, iblisin kuklası olur. Önce kalbi dünya sevgisi istila eder, sonra da düşman ümmeti istila eder (kuşatır). Kalpte Allah, tevhid imanı, İslam, imanın ilimle birleşmesi olduğu müddetçe hak galiptir, batıl ise mağluptur.

Dakika 21:00

Ebedi olarak hakkın galip olması, batılın mağlup olması mukadderdir. Eğer hakkın mensupları bunu müdafaa etmezler ise o zaman meydanı batıl alacaktır. Hakkın mensubu olan insanlar görevini yapmadığı zaman meydan batıla kalacaktır.  Meydanın batıla   kalması dünyanın ıstırap çekmesidir. Bu, bütün insanlığın ıstırabıdır. Tepesine çöken bir kabustur. İnsanlığın saadeti, gerçek hayat vereni, nizamı İslam’dır. İslam, ruhlara, gönüllere, akıllara, beyinlere hâkim olmalıdır. İstişare kurulunda ilim, iman, Kur’an, iman ehli, ilim ehli olacak. İstişare kurulundan neticeler böyle elde edilecektir. İçtihat kapısı kıyamete kadar açıktır. Hakkı bileceksin. Hakkın istikametinde de içtihat edeceksin. Onun için de işi ehline vereceksin. Yeryüzünde içtihat edenlerden birisi nefsinden ve ideolojisinden alıyor ilhamını, vesvesesini; birisi ise haktan, hak ilimden, hak bilgiden alıyor. Hak ilmin, hak bilginin kaynağı vahy-i ilâhidir yani Kur’an-ı Kerim’dir. Yüce Allah geçmişin, geleceğin bütün değerlerini, İslam’ı Kur’an’da, Hz. Muhammed’in (s.a.v) şahsında bir bütün olarak dünyaya takdim etmiştir. İslam tamamen Allah’ın insanlık âlemine rahmetinin tecellisidir. İslamsız yaşamak demek Allah’ın rahmetine karşı Müslümanın rahmetten kaçması demektir.

Hem rahmeti yiyip, içip hem Allah’ın mülkünde barınıp hem de “İslam’ı tanımıyorum” demek Allah’ın kanunlarını, bütün peygamberlerini, bütün kitaplarını tanımıyorum demektir. Çünkü bütün kitaplar, bütün peygamberlerin getirdiği ve görevlendirildikleri hak dava Kur’an-ı Kerim’dedir. Yeryüzüne sadece İslam dini olarak gelmiş ve Allah tarafından ortaya konmuştur. Bütün peygamberler İslam’ın peygamberleridirler. Bu zincirdeki halkanın en sonu, son peygamber Hz. Muhammed’tir (s.a.v).

Dakika 25:00

Ondan sonra artık peygamber gelmeyecektir. Kur’an-ı Kerim’den başka kitap inmeyecektir. Bütün denizler, ırmaklar İslam şeriatında, onun deryasında toplanmıştır. Hepsi İslam ile yenilenmiştir. Eskimez, ezeli, ebedi yenilikler İslam’a, Kur’an’ın içeriğine konmuştur. Hz. Muhammed’in (s.a.v) getirdiği şeriat, eskiyi yenileyen, yenilerin en yenisi, çağların önünde bir yeni olarak, Cenab-ı Hakkın son düzeni olarak gelmiştir. Resuller, geçmişte şeriatlarla gelmiş, nebiler ise o şeriatlarla gelen peygamberleri desteklemek ve onların getirdiği şeriatı uygulamak için gelmişlerdir. Onun için önce insanlığın hakkın, hakkın dışında kalan batılın ne olduğunu teşhis ve tespit etmesi, gereken faydanın, kurtuluşun nerede olduğunu, kurtarışın kim olduğunu bilmiş olması gerekmektedir. Bunun için İslam bütün insanlığı hakka çağırıyor.

Modern ilimler, modern fikirler hazinesi Şanlı Kur’an’dır. Kıyamete kadar lâ-yezâl ebedi hayatın ta kendisidir. Gerçek, eşi bulunmayan hayat İslam’ın ortaya koyduğu hayat tarzıdır. Bu ilahi hayat tarzını kabul etmeyip başka hayat arayanlar yükseliş reçetesinin tersini kullanmaktır. Bu reçeteyi kullanmayanlar İslam’ın dışındaki bitkisel hayatı yaşarlar. Bir de bundan daha kötüsü, aşağı iniş vardır. Bu derekedir, tenzil-i rütbedir. İslam, insanı Allah-ü Tealâ’ya, onun rızasına, a’lâ-yı illiyyîne (en yüksek zirvesine) çıkarmak için gelmiş yüksek mi yüksek, yüce mi yüce hayat tarzıdır çünkü o Allah’ın (c.c) ortaya koyduğu hayat tarzıdır. Yarattığı bu fıtratı İslam ile yükselten bir hayat tarzıdır. Cenab-ı Hak fıtratı, bilhassa insan fıtratını, bütün kâinatı mükemmel yaratmıştır. Bütün âlemleri insan için yaratmıştır. İnsanı gerçek fıtratla yaratmış, bu fıtratın yükselişini de İslam’ın hayat tarzına bağlamıştır. Sen ters bir reçete kullanırsan, yaratanın yükselten reçetesini kullanmayıp da aşağı götüren reçeteyi kullanırsan kendine de   insanlığa da iyilik etmiş olmazsın. Kâinatta ebedi cennet çağrısının sesi çınlıyor. Hak kendine çağırıyor.  İnsan kaça kaça yakalanıp neticede teslim oluyor.

Birileri “Ben, İslam’ın hayat tarzını uygulamam” diyor. Diliyle söylemese de yaşantısıyla İslam’ın tersini yaşayan herkes bunu ya kali’ ile yahut hâli ile söylüyor, yani yaşantısıyla gösteriyor.

Dakika 30:00

Peki, ne olacak o zaman?  Azrail’in (a.s.) emrinden kaçıp kurtulan var mı? Yok. Bu hayatı yaratan Allah mı? Allah. Ölümü yaratan Allah mı? Allah. Azrail’in (a.s.) emrinden kurtulacak var mı? Yok. Peki sen bu İslam’ın hayat tarzını kullanmazsan (Allah, İslam’dan başka din kabul etmiyorum, diyor), bunu bile bile yarattığı fıtrata yanı biye, yanlış reçeteyi kullanırsan, Allah’a rağmen Allah’ı, Kur’an’ı, Muhammed Mustafa’yı (s.a.v.), bu davayı iyi kavramış hakiki âlim müçtehidi dinlemezsen ne olur? Sen kaçarken yarın Azrail (a.s.) ordularıyla seni yakalayacak, kuşatacak ve Allah’ın huzuruna çıkaracaktır. Peki, kimin kanunlarıyla, hangi inanç sistemiyle Allah’ın huzuruna çıkacaksın? Allah, İslam’ın inanç sisteminin dışındaki dinleri kabul etmediğine göre sen hangi sistemle Allah’ın huzuruna çıkacaksın? Azrail (a.s.), sen istesen de seni Allah’ın huzuruna çıkaracak istemesen de çıkaracak.  El-mukadder. Gel kardeşim, aklını başına al! İman edersen, İslam’ı hayat tarzı olarak seçer, yaşantına uygularsan bunun kurtuluşu, mutluluğu sana aittir.  Senin cehennemde yanman beni üzer ama elimden bir şey gelmez.  Şu anda ben elimden geleni yapıyorum. Diyorum ki İslam haktır, gerçektir, tek dindir, Allah’ın kurduğu düzendir. Allah’ın kanunlarını dinle, onları uygula ve İslam’ın hayat tarzını yaşa.  Benim elimden gelen en iyi, en büyük iyilik sana hakkı tebliğ   etmemdir.  Allah insanları özgür, (hür) yaratmıştır. Her insana irade-i cüz’iyye vermiştir.  Cüz’i irade bizimdir. Küllî irade Allah’ındır. Cüz’i iradeler küllî iradenin etrafında yıldızlar gibidir.

Eğer cüz’i iradeler küllî iradeye, Allah’ın idaresine bağlanırsa Allah’ın ebedi rahmetine, lütfuna, keremine mazhar olacaktır.  Biz bunu diyoruz. Gel, Allah’ın ebediyyil ebed rahmeti, lütfu, ihsanı varken (adaleti çetindir) adaletine çarpılma! Çünkü küfrün, şirkin, nifakın, fâilin, fâcirin karşılığı kesin cehennemdir. Adalet-i ilahi böyle tecelli etmektedir. Allah vaadinden dönmez. Kur’an-ı Kerim’de başta sona Allah, kendi kanunlarını, kendi vaadini, kendi dinini bildirmektedir. Allah sözünden caymaz. Allah, inananlara lütfunu, keremini bahşederken, uçsuz, bucaksız lütufta, ihsanda bulunurken inanmayana da adaletini uygulayacaktır. Allah zulümden münezzehtir.  Onun için gel kardeşim! Kâinatta ebedi hayat çağrısının sesi çınlıyor. Bu ses Kur’an’ın, Muhammed’in, hakkın sesidir. Yani tek kelime ile İslam’ın sesidir. Onun kanun, kural ve şeriatıdır. Hak kendine çağırıyor, insan kaça kaça yakalanıp teslim oluyor.

Dakika 35:00

Dünyadaki bütün ordular, bütün generaller, bütün hâkimler Azrail’in (a.s.) ordularına, teslim olacaklardır. Allah’ın orduları o hâkimleri de o generalleri de o devlet adamlarını da o bürokratları da o gördüğünüz zengin kodamanlar âlemini de fakirin hakkını yiyenleri de fakir olup sapanları da yoklar. Zengin olup azanları da Azrail’in orduları büyük mahkemeye, Allah’ın huzuruna alıp götürecekler. Eğer bu kâinatın yoktan yaratıldığına inanıyorsan, bu kâinatın nizam ve intizamını Allah’ın kurduğuna inanıyorsan, Allah’ın insanı mükemmel yarattığına inanıyorsan gel kardeşim! “Bütün âlemleri, yerleri, gökleri insan için yarattım. İnsanı da beni tanısın, emrime girsin, bana kulluk yapsın diye yarattım” diyor Cenab-ı Hak. Gel görevinin başına. Görevin Allah’ı tanımak, ona itaat etmek, isyan etmemektir.

Kur’an-ı Kerim’i anlama ihtiyacı zaruridir. Gerçekleri anlamak için Kur’an-ı Kerim’in içeriğini anlamak gerekmektedir. Bütün dünya Kur’an-ı Kerim’i anlamalıdır; bilenleri, anlayanları dinlemelidir.  Bilenler, anlayanlar bu mesajı dünyaya vermelidir. Bu mesaj verilmezse insanlığa en büyük kötülük yapılmış olur. İnsanlara en büyük iyilik insanlara cihâd-ı kebiri, hakkın sesini, hakkın ortaya koyduğu hakikati tebliğ edebilmektir. Kur’an-ı Kerim’in hâkim olması için yüzbinlerce şehit kan dökerek gelmedi mi? (Bunlar insanlığın hayrına şehit oldular.) Yüz binlerce âlim de göz nuru dökerek gelmedi mi?

Yeryüzünün kadrosu şehitler ve âlimlerdir. Âlimler ilmiyle insanların gönül, ruh âlemlerini fethetmişlerdir. Âlimler; şirkten, küfürden, nifaktan, zulümden, fasık ve fâcirlikten insanlığın kurtuluşu için göz nuru dökerek, ömürlerini aşarak, tüm ömürlerini vakfederek gelmişlerdir.  Şehitler de hakka hücum eden, hakkı yok etmek isteyen ne kadar zorba, zalim, yetim hakkı yiyen, sosyal adaletin düşmanı zorbalar varsa bunlara da onların karşısında gerçek hürriyet yolunun açılması için gelmişlerdir. Hürriyetin kefili Allah-ü Tealâ’dır. Her nizam İslam’ın kendisidir. A’dan z’ye hür bir nizam vardır, o da İslam’dır. İslam hürriyet yoludur.  Cenabı Hak bu hürriyet yoluna kendisi kefildir. Allah’a bağımlı olursan bütün âlemlere karşı hür yaşarsın. Hür olmanın şartı budur. Allah’a bağımlı olmak, herkese karşı tam bağımsız, tam hürriyet içinde olmaktır. Hürriyetin kefili olan, hayat veren Allah’ı tanımadan sen hür olacağını mı zannediyorsun?

Dakika 40:00

İnsanlık âlemi şehitlerimize, âlimlerimize çok şey borçludur. Kur’an-ı Kerim, biliyorsunuz, kayıtsız, şartsız Allah’ın kitabıdır. İçindekiler peygamber sözü, melek sözü, insan-cin sözü değildir. Kur’an-ı Kerim, kelamullah, Allah’ın kelamı, Allah’ın kitabıdır.  Kur’an-ı Kerim, içindeki sureler ve ayetlerle dünyadaki en büyük medeniyeti kurmak için gelmiştir.  Kur’an-ı Kerim Allah’tan geldiği orijinal şekli ile ebedi korunarak gelmiş, ebedi korunarak gidecektir. Son kitap olduğu için İncil’in, Tevrat’ın başına gelenler Kur’an-ı Kerim’in başına gelmeyecektir. Kur’an-ı Kerim, İncil’i, Tevrat’ı, Zebur’u kendisine saklamaktadır. Onların geçmişteki zaman ve mekanla ilgili hükümlerini ortadan kaldırmış  ve  geçerli  hükümlerini  bünyesine  almıştır. Kur’an-ı Kerim geçmiş kitapları, geçmiş peygamberleri (hem mümin hem de müheymindir) himayesinde koruma altına almıştır ki İsa’ya, Musa’ya iftira edilmesin. İsa’nın, Musa’nın, İbrahim’in, Nuhların, Davutların, Süleymanların, Zekeriyaların dini de İslam’dır.

Allah bir olduğu için din daima bir olarak gelmiş, gelen peygamberler de İslam’ın görevlisi olarak gelmişlerdir. O bir olan dinin mekân içinde ihtiyaç hâli ortaya çıktı. Cenab-ı Hak resuller ve nebiler göndermiştir. Âdem de bir peygamberdir. O ilk insandır, cennetten dünyaya indirilmiştir.  Hem Müslümandır hem peygamberdir. İdrisler, Şitler, Nuhlar, Hudlar, Salihler bunlar birer birer İslam peygamberidirler, İslam dininde görevlidirler. Tek din İslam’dır. Âdem ile başlamış, öbür peygamberlerle devam etmiş, Muhammed (s.a.v.) ile zirveye ulaşmış ve kıyamete kadar devam etmektedir. Ki bu artık yenilikle, yepyeni kanunlarla ortaya çıkan Kur’an-ı Kerim ve İslam’ın son kitabıdır.

Bunu bilenler biliyor. Bunu bilenler böyle bilirse kendi kârları olur. Bilmek istemezler ise yazık olur. Kur’an-ı Kerim öyle orijinal, Allah’tan nazille, öyle yüce manayla gelmiş, öyle büyük bir mucizedir ki çağları, milletleri, devletleri de kuşatmıştır. Bütün milletlerin, bütün çağların, bütün değerlerinin çok daha fazlasını bünyesinde toplamıştır. Onun için her çağın dini, her çağın şeriatı İslam’dır. Bütün milletlerin, şeriatı, dini İslam’dır, İslam olmak zorundadır.  Allah birdir. Ortaya bu düzeni kuran Allah’tır (c.c.). Muhammed’e bu görevi veren Allah’tır. Kâinatın en büyük, evrensel, cihan peygamberi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Hz. Muhammed’dir (s.a.v.). Son peygamberdir. Bütün milletler inansa da inanmasa da Muhammed’in ümmetidir.

Dakika 45:00

İnanan inancının karşılığını görecek, inanmayan inanmadığının karşılığını alacaktır. Birisi lehine tecelli ederken biri aleyhine tecelli edecektir. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın dokumasıyla, canlı bir dokuma ile dizilip dokunmuştur. Eşi, benzeri bulunmayan en büyük mucizedir. Her bir cümlesi, kelimesi, ayeti, suresi büyük bir mucizedir. Çünkü Allah kelâmıdır. Bozulmadı, bozulmayacaktır. Birbirinin aynası halinde parlatılmıştır. Ayetler birbirinin aynasıdır parıl parıl; gönüllerde, dillerde ve gördüğünüz şu afaki âlemde, enfüsi âlemde parlamaktadır. Sadece inanmayanlar bundan mahrum kalmaktadırlar. Onlar da kendilerine yazık ediyorlar. Kur’an-ı Kerim sanki bugün, yeni inmiş gibidir. Her çağa taptaze, yepyeni cevap verir çünkü çağlar onun içindedir. Her çağ Kur’an-ı Kerim’in içinde yeni açan çiçeğe, yeni sayfası açılan bir kitaba benzer.  Bütün çağlar dürüm dürüm Kur’an-ı Kerim’in içinde dürülüdür. Kur’an-ı Kerim, her çağın ihtiyacına cevap vermek için ebediyetin kitabı olarak gelmiştir ve son kitap olmuştur.

Çağların kitabıdır. İlahi kelâmıdır. Allah kelâmı (sözü) olduğu için bozulmadı   bozulmayacaktır. Allah korunmasındadır. Kur’an-ı Kerim, ayetlerden, surelerden meydana gelmektedir. Şehri kuşatan surlara, yüksek rütbelere, yüksek medeniyetlere sure dendiği gibi yüksek medeniyetlere de sure denmektedir. Kur’an-ı Kerim’in en az üç ayetini ihtiva eden belirli kısımlarıdır. Dünyada eşsiz bir medeniyet kurmak istiyorsanız Kur’an medeniyetini kurunuz. O zaman dünya cennete dönüşür, Allah’ın seçtiği hayat tarzı ortaya çıkar. Sureler gezegenlere, ayetler de yıldızlara benzerler. Yerler, gökler Kur’an-ı Kerim’in nuruyla aydınlanır.  Yeryüzü ve gökyüzü medeniyeti Kur’an-ı Kerim ile kurulur. Yerlerin, göklerin aydınlığı Kur’an-ı Kerim iledir. Yeryüzü ve gökyüzü medeniyeti Kur’an-ı Kerim ile kurulur. İslam kanunlarını, İslam nizamını, İslam şeriatını öcü gibi gösterenler dünyayı sömürenlerdir; sosyal adaletten, gerçek hürriyetten haberi olmayanlardır.

Kur’an’ın bölümlerinden her birine ayet denir ki Kur’an-ı Kerim’in harfleriyle ayrılmıştır.  Fâsıla harfleri denir bu harflere. Ayetler bir veya birkaç cümleden oluşur. Ayetlerin ayrılışı peygamberimizin uygulamasına bağlıdır. Bilgiye, kavrayışa değil rivayete bağlıdır. Yani ilahidir.

Dakika 50:05

Peygamber, Kur’an-ı Kerim’i anlar, anlatır.  Onun anladığı murâd-ı ilâhî de sahabe ve müçtehidler tarafından korunarak gelmiş, ehl-i sünnet ve’l-cemaat de yolu kökleştirmiştir.  Ehl-i sünnetin dışında, ehl-i bidat ve dalalete karşı hak İslam anlayışı korunarak gelmiştir. Açık âlâmetin zirvesi ayettir. Mesela camii alâmet, minare ayettir. Güneş gündüz ayeti, ay gece ayetidir. Mucizelere, açık alâmete ayet denmiştir. Kur’an-ı Kerim eşsiz bir mucizedir. Kendisi de ayetleri de sureleri de mucizedir çünkü ilahi kelâmdır. Kur’an-ı Kerim, Ebû Bekir Sıddık zamanında toplanmış, Hz. Osman zamanında da teksir edilmiştir. Mekke, Medine, Yemen, Bahreyn, Şam, Kufe, Basra gibi merkezlere gönderilmiştir. Ana kitap da yanlarında bırakılmış orada iman edilmiştir.

Tefsir ve tevile gelince elbette ki tefsir, “fesr” (bir şeyi keşfetmek, iyice ortaya çıkarmak, içinde gizlilik kapalılık bulunan sözü açıklamak) kökünden, tef’il ölçüsündendir. Gizlilik dört kısımda incelenmektedir: Hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbih. Mücmeli şari’ açıklar, yani Kur’an-ı Kerim’in açıklanması Allah-ü Teâlâ’ya mahsustur. Allah, Peygamberimize (s.a.v.) açıklamış ve bu anlayış sahabeye, tabiine, oradan daehl-i sünnete yerleşmiş, Allah’ın açıkladığı şekli ehl-i sünnet yoluyla korunarak gelmiştir. Mücmel, şari’ tarafından açıklanmıştır. Bu da rivayete bağlıdır. Rivayet de peygambere, sahabeye dayanmalıdır. Fıkıh ve hukuk açısından tefsir böyle ortaya çıkmıştır. Fıkıh da hukuk sistemi de Allah’ın ve resulünün açıkladığı şekil korunarak gelmiş, korunarak gitmektedir. Ehl-i sünnetin önemi işte buradadır.

Tecvit, Kur’an-ı Kerim’in telaffuzunu, manasını, hükümlerini, tamamlayıcı hususlarını açıklar ki sarf, nahiv, meânî, beyan gibi edebi yönleri vardır, pek çok ilmi kapsar.

Kur’an-ı Kerim’in hüküm kitap isimlerinde Arapça ile nitelendirilmesi nazmın önemini ispat eder.  El- Zikir, el- kitab-ı mübin gibi isimler hem mana hem nazımla ilgili isimlerdir. Furkan, huda, nur, ruh gibi isimler manası itibarı ile nitelendirilmiştir, Arapça olmakla değil. Kur’an-ı Kerim’in bir mana yönü vardır bir de nazım yönü. Mana yönünün Arapçanın da ötesinde bir ilahi beyana ihtiyacı vardır. Müslümanlara, İslam âlimlerine Arapça bilmenin yetmediği, onun furkan, huda, nur, ruh gibi isimlerinin de manasıyla ne kadar iç içe olduğu, mananın Allah ve resulün açıklamasıyla ortaya çıkacağı ortadadır.

Dakika 55:35

Tevil ise tef’il ölçüsündedir. “Evl” kökünden gelmektedir.  Dirayetin yorumudur ki o da mümkün olan manadan birini tercih etmektir. Naslar, zahiri mana ile yorumlanır. Yanlışı, doğruyu ayırmak için tevil de bir ilimdir. Tefsir ile tevil eş anlamlıdırlar.  Tefsirde ayetler ya başka ayetle ya hadis-i şeriflerle ya da sahabe ve tabiinin açıklamasıyla, Arapça ve şer’i ilimlerle tefsir ve tevil edilir. Kur’an-ı Kerim’in ilimlerini, tefsirini ortaya koyarken ilmi ehliyete ihtiyaç vardır. Hem ayeti hem rivayeti bilmek lâzımdır. Cenab-ı Hak, ümmet-i Muhammed’e Kur’an’ı iyi anlamayı nasip eylesin!

 

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ*

وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ*

 

Üçüncü dersimize de başlamak üzereyiz. Cenab-ı Hakkın bütün ümmet-i Muhammed’e, bütün insanlık âlemine lütf-u keremiyle muamele eylemesini ve Cenab-ı Haktan İslam hidayetinin herkese nasip olmasını niyaz ediyoruz!  Kur’an-ı Kerim’in fazileti hakkında Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bazı sözlerinden bahsetmekle dersimize başlamış olacağız. Kur’an-ı Kerim’in fazileti saymakla, anlatmakla bitmeyecek faziletler deryasıdır. Çünkü Allah’ın rahmeti, Kur’an’la Hz. Muhammed ile âlemlere tecelli etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Muhakkak ki ileride karanlık gece parçaları gibi fitneler zuhur edecektir”. Kurtuluş, Kur’an-ı Kerim’dir. “Kur’an’da sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrakilerin haberleri ve sizinle ilgili hükümler vardır”. O furkandır, ilahi kelamdır. “Onu terk edenin Allah belini kırar, sapıklığa düşürür. O, Allah’ın sağlam ipidir ve apaçık nurudur”. Zikr-i hâkimdir, hikmet dolu bir kitaptır. Sırat-ı müstakimdir, nefisleri sapıtmaz, görüşleri dağıtmaz, âlimler ona doymaz, müttekîler ondan usanmazlar. İlmini bilen ileri gider. Onunla amel eden sevaba kavuşur. Onunla hükmeden adalet eder. Sıkı sarılan hak yolu bulur. Geçmişin, geleceğin ilmini isteyen Kur’an-ı Kerim’i eşelesin, içeriğini anlasın.

Dakika 1:00:10

Her harfine en asgari on sevap verilir.  Kur’an-ı Kerim en üstündür. Onun dışında en üstün arayan Allah’ın büyüklüğünü küçültmüş olur. En üstün şefaatçi Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim kendine iman edenlere, kendine inananlara, kendi hükümleriyle amel edenlere şefaat edecektir. Onun şefaatinden daha üstün ne peygamber ne melek vardır. En şerefliniz Kur’an-ı Kerim’i taşıyanlardır. İman ederek, ilmine vakıf olarak Kur’an-ı Kerim’i taşıyanlar yüksek rütbeyi elde edenlerdir. Kur’an’sız ev değersizdir. Zor okuyana da iki sevap verilir. Kolay okuyanlar şerefli, itaatkâr meleklerle beraberdirler. Kur’an-ı Kerim okunan yerler parlar, oraya melekler iner. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) veda haccında dünyaya veda ederken “Kur’an-ı Kerim’e sıkı sarılın” diye vasiyetini yaparak veda etmiştir. Kur’an’ı kim iyi okur, diye bir soruya Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir: “Kim okurken Allah’tan korkarak   okuduğuna inanıyorsa işte odur”. Burada iman, ihlas, Allah’a itaat yönüne işaret edilmiştir. Papağanlar gibi okuyup da iman ve amel etmeyenlerin Kur’an’dan nasip alamadığı ortaya çıkmaktadır.

“Sana meşakkat için değil Allah’tan korkanlara öğüt olsun diye indirdik”. Taha Suresi 2. ayette böyle buyrulmaktadır.

Kıymetli efendiler, Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha-i Şeriftir. İlk sure her şeyin başı, açılan mevkisi, yeridir.  Arşın altından, bir hazineden Hz. Muhammed’in kalbine indirildi. Dirayette ve rivayette Mekkîdir. İşte bunun için ona Kur’an-ı Kerim’in annesi denmiştir. İsimleri; Fâtihatü’l-Kitab, Sûretü’l- Hamd, Ümmü’l Kur’an, Ümmü’l Kitab, el-Esâs, el-Vâfiye, el- Kâfiye, el-Kenz (hazine), es-Seb’ul Mesâni, es-Salât, namaz suresi, sure-i şükür, sure-i dua, sure-i şifa (Kalpte psikolojik hastalıklara da özellikle şifadır. Kur’an-ı Kerim, inananlara kesin şifadır.) ve talim-i meseledir (İstemeyi öğretme suresi). Allah’tan nasıl, ne isteyeceğini de Kur’an-ı Kerim’in bu suresi bize öğretmektedir. İstemenin şartı bilmek, hakkı tanımaktır. Hakkı bileceksin, hakkı tanıyacaksın. Bunun için ilim, amel, ihtiyacı hissetmek gerekiyor. Hakkı bilmek, hakkı tanımak, amel etmek ihtiyacı hissetmekle istemenin şartı böyle başlamaktadır.  Adabı ise övmektir, hamd etmektir, hâlini Yüce Allah’a arz etmektir. Bunun adabı böyle devam etmektir; şartı bilmek, hakkı tanımak, amel etmek, ihtiyacı hissetmek. Allah’a ebedi olarak muhtaç olduğunu bileceksin.

Dakika 1:05:30

Allah övmenin, övülmenin tek sahibidir. Övme, övülme, hamd Allah’a mahsustur. Öyle ise öveceksin, hâlini ona arz edeceksin, ne istediğini bileceksin. Nimetin yolunda yardım ve başarıya ulaşmak ilk olarak Besmele-i şerif, Fatiha-i şerif, Kelime-i tevhid, ikranın son beş ayeti (okuma, kalemle yazma) vahiy edildi.

İslam, dersleri arş-ı âlâdan dünyaya gelen ilahi, eşi bulunmayan bir fakültedir. Burada okuyan herkes ilahi fakültenin bir talebesidir ve bu talebelik hayatı mezara kadardır. İman ve Allah’a itaat, ibadet mezara kadardır. Fatiha’nın ayetleri yedidir. Durak harfleri ise içeriğinde bellidir. Bunlar da tevkîfîdir, yani Peygamber Efendimizden (s.a.v.) işitmeye bağlıdır. Akıl ile delillenemez. Kur’an-ı Kerim’e bir harf iade edilemez, bir hak da alınamaz.

Allah’ın sözlerinde vücut ile ruhun birlikte görülen özel bir karışımı ve övgüsü vardır. İcazdır.   İnsan üstüdür, tabiat üstüdür hatta kâinat üstüdür. İnsanüstü ki karşısında in ve cin acizdir.    Kur’an karşısında bütün insanlık, cinler âlemi, tüm mahlukat acizdir. Meal olsa da tercümeler   Kur’an olmaz, namazda okunmaz. Namazda okunacak olan Kur’an-ı Kerim’in orijinalidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bir kelimenin birçok manası vardır. Bunu tercümelere döktüğünüz zaman o kelimenin anlamını ortaya hakkıyla, tam koyamazsınız. Orijinalini okumadıkça namazda okuduğunuz tercümeler Kur’an değildir, Kur’an’ın dengi olma imkânı yoktur. Bunun için namazlarda kişi Kur’an-ı Kerim’i bizzat okuyacaktır. Kur’an-ı Kerim kendini okumak, kendini anlamaktır.

Herkes Kur’an-ı Kerim’i gerçek âlimlerin anladığı gibi anlamaya gayret edecek, bilmediğini bilenden soracaktır. Bilmediğini bilenden sorması ve okuması daima farzdır.

DAKİKA 1:10:05

Zarûrât-ı dîniyeyi bilmek kadın, erkek herkese farzdır. Besmeledeki “bâ” edatının asıl manası   yapıştırmaktır. Üç kelime hükmündeki “ger” edatının karıştırma, yapıştırma, beraberlik yardım dileme, pekiştirme, yemin gibi mânâları vardır. Tefsirciler beraberlik ve yardım   dilemeyi   gösterirler. İsmin aslı sümüv (yücelik)ve vesm (damgalama) anlamındadır. Büyüklüğün, yüceliğin, en yüce şerefin, en yüce şanın, azametin ve kudretin büyüklüğünün ona ait olduğu anlatılmaktadır. Allah’ın rahmetinden medet, yardım istemektir. Allah’a sığınmaktır.  Rahmeti ile yardımı ile beraber olmaktır.  Besmelenin mealinden bu anlaşılmaktadır. Nedensellik, ilimlerin kanunudur. Besmele ile kul Yüce Allah’a sığınmaktadır. Rahmetiyle, yardımıyla beraber olmak dileğindedir. Bunun için besmeleyi okurken bu şuurla, bu manayı kalbinde hissederek oku.

Sebebin müsebbibiyle bağlantısı orantısı kalıcı oluşu vardır. Varlık gerçeklik prensipleri üzerinde yürümektedir. Tecelli; zatının, sıfatlarının, eserlerinin tecellisi ki isimlerinin tecellisi de bunlardandır.  İsminden fiiline, fiilinden eserlerine, eserden sıfatına, sıfattan zatına erilir. Onun rızasına kavuşulur. Kur’an-ı Kerim bize Yüce Allah’ı önce isminin tecellisiyle anlatıyor ki

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم 

burada üç tane ismi tecelli etmektedir:  Allah (c.c.), rahman ve rahim. Zat ismi kalpte tecelli eder, bu da yaradılışta saklıdır.

Allah’ın isimleri tevkîfîdir. Vahiy ile bildirilir. Kişinin, vahiyle bildirilmeyen isimlerin isim olmayacağını ve manası Allah’ın şanıyla çeliştiği zaman da kabul edilmeyeceğini önceden bilmesi lâzımdır. Kur’an’daki isimleri, peygamberimizin bildirdiği isimleri, dinin, İslam’ın ortaya koyduğu isimleri Allah’ın bilinen gerçek isimleridir. Eserlerine, kainata bak! Oradan sıfatlarının tecellisi ile zatının tecellisi için çırpınacağız. Vuslat rüzgârı esecek, nefs-i mutmainneliğe hitap gelecek.

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ﴿٢٧﴾

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً ﴿٢٨﴾

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي ﴿٢٩﴾

وَادْخُلِي جَنَّتِي ﴿٣٠﴾

Dakika 1:15:00

“Ey, mutmain olan nefs! Rabbin senden razı, sen Rabbinden razı olarak Rabbine dön. İyi kullarımın arasına katıl ve onlarla cennetime gir”. Değerli kardeşim, Rabbimize teslim olalım, İslam’ı iyi bilelim, İslam’la, Kur’an’la, Allah’ın emirleriyle Allah’a sarılalım. Allah’a itaat ederek Allah’ın rızasına ulaşılır, vuslata erilir.  Tevhid inancı temelde, en başta olmak şartıyla. Allah (c.c.), zat-ı vacibu’l-vücud ki bütün kemâl sıfatları kendinde toplamıştır, sahibi gibi ebediyet perdesi içindedir. Tabi buradaki perde onun kibriya perdesi, büyüklüğüdür. Büyüklüğünü tanıyıp hayret etmek, ona hayran olmak gerekir. O eşsiz, sınırsız, büyüktür, namütenahidir. Yücelik, büyüklük ondadır. Allah ismi özel ismidir. Başka kelimeden türememiştir.  Kelime-i tevhid hiçbir dile tam tercüme edilemiyor çünkü Allah isminin karşılığı dünyadaki diğer lisanlarda yok. Dengi, dünyadaki dillerde yok. “Allah” Arapça, “Tanrı” Türkçedir. “Mâbut, ilah, laha” gibi Süryanice isimleri Yahudi ve Nasrani kullanmaktadır.   “Gıyy” İbranice Allah anlamında kullanıyorlar. Anlamı denk değildir. “Dieu” Fransızca ilah anlamındadır. İsa’ya hulûl düşüncesindekilerin inancı ki bunlar gerçek İsa’nın inancı değildir. İncil’deki, Tevrat’taki tevhid inancı değildir. Bunlar, sonradan amacından sapmış, şirke saplanmıştır. “Gott-God” Almanca ve İngilizcesidir, ilah anlamındadır. Bunların hiçbirisi Allah isminin tam karşılığı değildir. “Lâ ilâhe İllallah Muhammedun Resulüllah”. İmanın aslî çekirdeği, aslı budur. Kur’an-ı Kerim, İslam, bütün peygamberlerin imanı burada saklıdır.  Bütün ilahi kitapların getirdiği tevhid inancı da buradadır. Kimsenin insanlığı yanıltmaya, aldatmaya, “Allah ikidir- üçtür” demeye hakkı yoktur. Allah birdir.

Er-rahmân, Allah’ın sıfat ismidir, zat sıfatıdır. Sıfat-ı galibedir (üstün sıfatıdır). Yalnız Allah için kullanılan özel isimdir. Rahmeti çok, acıması çok, nihayetsiz, çok merhametli, çok rahmet sahibi, rahmeti sonsuz anlamındadır. Sıfat-ı müşebbehedir ki Allah’a mahsustur. İyiliği dilemesi, kastetmesi, sonsuz nimet vermesi, ezeli rahmet ki umumidir.  Rahmet-i rahmân umumidir. Tüm varlıklar bu rahmetin eseridir. Rahmet izi bulunmayan bir varlık düşünülemez. Mutlak ümit, ezeli lütuftur.

Dakika 1:20:00

Allah’ın rahman ismini duyduğun zaman bütün âlemlerin bu ismin tecellisi ile yaratıldığını unutma.

Er-rahîm ismi ise rahmetinin devamlı olmasıdır. Çok merhamet edici, demektir. Allah’ın sıfatlarındandır.  Özel isim değildir.  Fiil amelini yapar.  (Allah-u rahman-u rahim). Bunlar, Allah’ı görmenin ilk cemâl tecellileridir.  Bu isimlere, mahlukata bak!  Rahman ezele, rahim lâ yezale (ölümsüzlüğe) göredir. Ahzap Suresi 43. ayet-i kerimede “Ve kâne bil mu’minîne rahîm- Müminlere rahimdir, diyor. Allah müminlere çok merhametlidir. Çalışmanın, imtihanı kazanmanın neticesinde bağış ve mükâfatı elde etmek rahimiyettendir; rahmetin, rahimin tecellisine mazhar olmaktır, tüm şerlerden emin olmaktır.

Bütün şerlerden sığınarak Eûzu Besmele oku. Hem kuvvet hem kudret işte bu besmeledeki Allah, rahman ve rahim diye sığındığın Allah’a aittir. Her kuvvet de her kudret de ondadır. Her şeyi çeken kuvveti yaşamak için besmeleyi oku. Kur’an oku, Rabbine inan, Rabbine bağlan.

Natüristler tabiatı ilahlaştırmışlardır, hakikatten mahrumdurlar. Tabiattaki düzeni Allah kurmuştur. Allah’ın emri ve takdiri ile tabiat idaresi Allah’a aittir. Tabiat mahluktur. Ama natüristler tabiatı ilahlaştırmışlardır yani tabiata taparlar. Bilerek, bilmeyerek fark etmez.  Bunlar hakikatten mahrumdurlar.

Kur’an-ı Kerim ve ayetleri söz, mana, uyum, düzen yönünde bütün ilim ve sanatları yakından ilgilendirir. Kur’an’da bütün ilimlerin yerini, kaynağını, çekirdeğini bulursunuz.  Bu ilimlerin başta geleni nahiv (dil bilgisi), belağat (sözü yerinde söyleme sanatı), fesahat (açık ve anlaşılırlık) Kur’an nazmında sözün gelişi ve akışı, anlam ve kavram, uyum, sözün içeriği ve gereği, ibare, işaret, delalet, iktiza, açıklık ve gizlilik, hakikat, temsil, sarahat, kinaye, telmih, îmâ, mantık, hikmet, maksada uygunluk gibi beyan ilmini ilgilendiren yönleriyle

Dakika 1:25:00

sözün kulağa hoş gelmesi ve kolay anlaşılır olması gözetilmiştir. Ondan sonra sözün kalbe dolmasını ve etki yapmasını sağlayan fesahat, tatlılık, düzgünlük, akıcılık, incelik, ölçülülük, çarpıcılık, kolaylık, sanatlılık, yenilik, çok yönlülük, uyum ve ahenk, dile hakimiyet, dengeli   üslup, az ve öz sözle çok anlam ifade etme, ipdâ (ki taklidi değil), harikuladelik gibi pek çok güzellik ve estetik incelik bulunur. Tefsirin ruhundaki dil ve sözlük manaları açısından delalet ettikleri anlam, akıl ve mantık açısından delalet ettikleri anlam, zevk ve sezgi açısından delalet ettikleri anlam olmak üzere manalar sonsuza doğru uyum ve ahenkle yol almaktadır.  Dünyaya Kur’an-ı Kerim’in mana okyanuslarından, hayat veren suyundan bol bol içirebilmektir. Avam için dil açısından sözün manaya delaleti, âlimler için akıl ve mantık açısından delaleti, edebiyatçılar, estetikçiler ve hikmet ehli için zevk, sezgi, fıtrata uygunluk açısından delaleti önem taşır. Tercümelerde bu özellikler tam bulunmaz.

Sibâk (Sözün gelişi): Besmeledeki rahmetin Fatiha açıklamasıdır. Fatiha, besmelenin bir açıklaması, teşekkürü gibidir.  Besmele yedi kelimedir. “Bâ” edatı, müteallik (ilişiği olan), müteallak (kendine bağlanan) ve ilişki vasıtası olan üç kısımdan birleşen tam bir söz idi.

Biz   ezelde olduğumuz gibi fiillerimizle beraber saklı ve gizli idik. Allah (c.c.) var, biz yoktuk.   Besmele ile okuyunca bağlantı meydana geldi. Fatiha’da Allah’a teşekkür etmekle birlikte varlık âleminde ortaya çıkmamıza da sebep olmuştur. Rahman ve rahim tecelli ederek, ıslah ve tebliğ ile kendini tanıtıyor. Bizleri yaratmayı murad etmiş ve yaratmıştır. Öyle dilemiştir. Âlemleri bizim için kurmuştur. Bu dünyayı, yerleri, gökleri bizim için düzenlemiştir. Cenneti de bizim için hazırlamıştır. “Cehennem nereden çıktı” derseniz; insanoğlu bu rahmetin içinde bu yaratanına karşı nankör olmasaydı, küfre, şirke, nifaka, zulme saplanmazdı. İnsanoğlu kendi ateşini kendi hazırlamasaydı elbette ki cehennem yaratılmazdı. Allah’ın muradı kendini tanıtmak, ezeli-ebedi rahmetine kullarını gark etmek idi. Ama insan Rabbini tanımadığı gibi bir de ona nankörlükte bulundu, karşı koydu. O zaman da Allah’ın adaletinin gereği olarak cehennem yaratıldı.

Cenab-ı Hak kendini tanıtıyor: “ إِيَّاكَ نَعْبُدُ” diye bizimle bir bey’at anlaşması, ezelî bir rahmet ve  zevalsiz (lâ-yezâl) bir sosyal ve hukuki sözleşme yapıyor. Elham okuyan kişi dikkat etsin! Gözü görüp gözlerini açınca, Rabbini tanıyıp uçsuz bucaksız rahmetin içinde kendini bulunca “ إِيَّاكَ نَعْبُدُ” dedik hepimiz, tüm insanlık âlemi. Başta kâlû belâda onu tanıyanlar “أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ-kâlû belâ”   diyenler. Burada da her Elham’ı okuyuşta  إِيَّاكَ نَعْبُدُ bir  bey’at  anlaşması tazelenmektedir.  Ezelî rahmet ile zevalsiz (lâ-yezâl) ebedi bir sosyal ve hukuki sözleşme yapılmaktadır.

Dakika 1:30:20

“ وإِيَّاكَ نَسْتَعِين diyor yardım istiyoruz. İrademizle اهدِنَا diyerek okuyoruz. İşte orada اهدِنَا isteklerimiz ortaya çıkıyor ki bize ne isteyeceğimizi de öğretiyor; sırat-ı müstakimi, imanı, ihsanı istiyoruz.  Münam aleyhim, kendilerine rahmet olunmuş, inam olunmuşların yolunu istiyoruz. Gazabına çarpılanların, dalalettekilerin yolunu değil, diyoruz.

Siyak (Sözün akışı): Bir öğretim şeklidir. Bunun en büyük ipucunu ikrada buluyoruz. İlk ayet ikrada ortaya çıkmaktadır. İkra deyince besmele, besmele deyince Fatiha, Fatiha deyince Kur’an-ı Kerim ortaya çıkmaktadır. İkra, okuma, nefse okutmak, kendine ve başkalarına okutmaktır. Kur’an-ı Kerim’in içeriğini hem kendine hem başkalarına okutmanın adı ikradır. Sadece okuma değil hem okuma hem okutma içeriklidir. Bize ilim, iman telkin ediyor. Biz besmelede ezelde gizli idik. Zatının değil isminin huzurunda idik. İlim ve iman ile huzura çıktık. Kul olan, görünen görünmeyen âlemde Allah’ı (c.c.) hazır ve nazır (gözetleyen) olarak bulur. Allah, ezeli-ebedi hazır ve nazırdır. Bizi şu anda da ezelde-ebedde gözetlediği gibi gözetlemektedir. Çünkü o zamandan, mekândan münezzehtir. “ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُdiyerek hâlini, ihtiyacını arz eder. Öğretim metodu telkin üslubudur ki Kur’an’ın icazı görülmektedir.

Fatiha, “Elhamdülillah”ın açıklamasıdır ve eşsiz bir kelâmdır.  Besmele bir taç, Kur’an’ı Kerim bir vücut, Fatiha onun başı, “Elhamdülillah” başın yüzü, rahmet ve hidayet, yüzün gözbebekleri, dünya dış yüzü, ahiret iç yüzü, kulluk ve yardım dileme dili, iman ise ruhudur. O yüz, çehre Hz. Muhammed’in yüzü, o vücud Allah’ın vahyi ile tecellisidir. Rahmetinin tecellisidir. Tebliğ eden Hz. Muhammed’dir. Kur’an-ı Kerim konuştukça, okundukça onun ruhu okunur. İman şaha kalkar. Kelime-i şehadet ki şühûd-i millidir, yani neşhedüler şehadetin  şühûd-millidir. “Eşhedü”ler “Neşhedü”ye dönüşmüştür. Hz. Muhammed “Eşhedü” dedikten sonra melekler ve ashaplar birlikte “Eşhedü”ler “Neşhedü” olmuştur. Ümmet-i Muhammed’in “Biz şehadet ederiz ki” demesiyle artık bütün “Eşhedü”ler milli “Neşhedü” olmuştur.

İman birliği, şehadet birliği, İslam birliği ile tek bilek, tek yürek ortaya çıkmıştır. İşte ezeli, ebedi (sonsuz) bütün hayat dengeleri Elham’ın içinde bulunmaktadır.

Dakika 1:35:10

Fatiha, bütün sırların toplandığı kanun-i küldür (genel temel ilkelerdir). Varlıklar denklemini kayda geçirmiştir. Onun için kıymetli efendiler, Fatiha-i Şerif’i okumalı, anlamalıdır. Bu kapıdan Kur’an deryasına girmelidir.  Kudsî hadis, “Ben namaz suresi olan Fatiha’yı kulumla kendi aramda yarı yarıya taksim ettim” diyor. “Kuluma istediğini veririm” kul “ يَوْمِ الدِّينِ ’’e  kadar  okuyunca.  Buraya kadar benimdir. “Kulum bana hamd etti, beni övdü, beni ululadı” der نَسْتَعِينُ ’’e  kadar  okuyunca. “Burası da ikimizin arasında” der.  “Ötesi kuluma aittir, istediği hakkıdır” der. Allah’ın lütfu tecelli ediyor.  Artık sana sırat-ı müstakimi, o yol için ne lâzımsa bütün iman ve ihsanını vermektedir. Yalnız ona itaat eyle!

Kâinatta adalet ve denge kanununu görüyoruz. Bütün kâinat kanunları, bütün dengeler   Kur’an’da görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri kâinatta okunmaktadır. Bütün kâinat Ettehiyyâtü, Elham, Kur’an okur. Kur’an’daki bütün kanunî dengeler kâinatta, kâinattaki bütün denge kanunları Kur’an-ı Kerim’de vardır. Cenab-ı Hak, denge kanununu ortaya koymuştur.  Ümmetin bütününün Allah’ın vekili, halifesi olarak fikir birliğinde olması gerekmektedir.  Ümmetin bütünü Allah’ın emrine bağlı kalacak, “Lebbeyk” diyecek, Allah’ın emrine göre   hareket edecektir.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ:  işte  bunu  anlatmaktadır. “Biz, ümmetin, inananın tamamı ancak sana kulluk ederiz” diyor.  Bunu kalbiyle, ruhuyla, şuuruyla söyleyen birisi hiç kula kulluk eder mi? Allah’tan başkasına kulluk yapar mı? Allah’tan başkasını hükümdar tanır mı? Ezeli, ebedi, mutlak hükümdar Allah-ü Tealâ’dır. İşte إِيَّاكَ نَعْبُدُ burada Allah ile kulun sözleşmesi vardır. Ümmetin bir bütün olarak sözleşmesi vardır. Bu sözleşme ezelde, kâlû belâda yapılmıştı. Bu dünyada İslam’ı kabul etmeyenler, ezeldeki kâlû belâdaki, bezm-i âlemdeki sözünden cayanlardır.

Tahlil ve Te’vil (Analiz ve Yorum): Hâmidiyet (hamd etmek), övmek, övülmek, mahmûdiyet, bütün cinsiyle, dereceleriyle, fertleriyle, çeşitleriyle Allah’a mahsustur. Hamd, Allah’ın hakkıdır. Allah’ın mülküdür. İyiliğin sahibine saygıdır, övgüdür. Bütün âlemleri rahmeti ile yaratanın elbette ki övme ve övülmeye hakkı vardır. Bu hak ona aittir.

Dakika 1:40:06

Gelmiş ve gelecek tüm iyilikler dahildir. Şükür, gelmiş olan bir nimete karşılık sözlü, fiili, kalbî saygıdır. İçten bağlılık, dostluk vardır. Medih ise yerli yersiz övmektir. Efendimiz (s.a.v.) “Meddahların yüzüne toprak saçın” demiştir. İslam’da meşru övgü vardır, yağcılık (dalkavukluk) ise yoktur. Gerçek övgünün sahibi Allah, Hak Teâlâ’dır. Nimeti gönderene de getirene de elbette ki teşekkür edilir ama esas hamd (övme ve övülme) nimeti gönderene aittir.  Getirene de teşekkür edilmesi gerekmektedir. Bu, yağcılık için değil Allah için ihlasla olmalıdır.

Miraçta Efendimiz’in (s.a.v.) ümmeti “hammadun” (Allah’a çok hamd edenler. Allah’ı güçleri nispetinde meşhur övgüyle övenler. Allah’ın sözleriyle Allah’ı övenler. Kur’an’la, Allah’ın esmasıyla ve Allah’ın ortaya koyduğu yüce kelimelerle onu övenler, iman edenler, amel-i salih işleyenler) ünvanı almıştır. İyilik eden değerli insanlar övülür ama bunlar Allah için övülür, Allah gibi değil. Cenab-ı Hak kendisine hakkıyla hamd eden kullarından eylesin!

Dakika 1:42:25

 

 

 

 

 

 

(Visited 1041 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}