[jw7-video]

390- Tefsir Ders 390 hayat veren nurun keşif notları

390- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 390

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenler,

 

Mûsâ Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm hakkında size özgür bilgiler verdik şimdi de bu konuda keşif notları üzerinde duralım bazı notlar keşif notları takdim ederim sizlere;

 

استعيذ بالله

(وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ)  Bir vakit Mûsâ genç adamına demişti ki: (مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ) iki denizin birleştiği yer ki diyor Hızır ‘la buluşacakları yerdi burası bu tabii Yahûdîler bu Mûsâ’nın (AS.) Hz. Mûsâ’nın bu kıssasını kabul etmek istememişler. Yani Hızır’la bir araya gelen Mûsâ (AS.) olduğunu kabul etmemişler. Muhaddisler ve tarihçilerden bunun Mûsâ Bin İmrân değil Mûsâ Bin Mişa olduğunu zannedenler de olmuştur. Mûsâ Bin Mişa Bin Yusuf Bin Yâkup. Ve bazılarına göre Mûsâ Bin Efraim Bin Yusuf’tur. Fakat Kur’an-ı Kerim’in beyân ettiği Mûsâ bilinen Mûsâ’dır. Yani Mûsâ bin İmrân’dır Yahûdîlere gönderilen Mûsâ Peygamberdir Tevrât verilen peygamberdir. Yahûdîler kabul etmeseler de gerçek budur. Cenab-ı Hak şanlı bilinmesi lazım gelenler bildirmiş tabii ki bu konuda da rivâyette ve dirâyette ki kaynaklarda araştırılmıştır.

 

Saîd Bin Cübeyr şöyle demiştir;  İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve  Erdahüm Ecmaîn) Nefi Bukali Hızır’ın arkadaşı olan Mûsâ’nın İsrâiloğulları’nın peygamberi olan Mûsâ değildir iddiasında bulunuyor. Ey İbn-i Abbâs! Sen ne dersin bu konu üzerine? Deyince, bunun üzerine İbn-i Abbâs Hazretleri: “Allah’ın düşmanı yalan söylemiş” deyip uzun bir hadis-i şerif ile bunu bunun bilinen Hazreti Mûsâ olduğunu Rasûlullah ’tan naklederek anlatmıştır yani Hazreti Muhammed ‘den nakletmiştir. Bu haberin kaynağında Buhârî Şerif, Müslim’i Şerif ve diğer kıymetli muhaddislerimiz ve hadis-i şerif kaynakları bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Mûsâ’dan diğer bir Mûsâ anlaşılmaz. Yani Kur’an-ı Kerim kesin bu Mûsâ’nın bilinen Mûsâ olduğunu açıklamaktadır. Mûsâ’nın yanında birde delikanlısından bahsedilmektedir. Mûsâ’ya orada yardımcısı hizmetçisi (AS.) bu kim olduğu konusunda da Yûşâ Bin Nûn’dur denmiştir. Bir hadis-i şerifte de: “Hizmetçilerinize kölem, câriyem demeyiniz delikanlım deyiniz” diye Hazreti Muhammed’den yine hadis-i şerif rivâyet edilmiştir ki bu hadiste yine Buhârî, Müslim ve diğer kaynaklarda bulunmaktadır. Çünkü İslam insan haysiyet ve şerefine büyük önem vermiştir.

 

Dakika 5:05

 

Sahîh haberlerde Yûşâ olduğu belirtilmiştir o hâlde olay ‘’Tih Sahrasında’’ iken meydana gelmiş demek olur. Bu kıssanın sebebi bir rivâyete Şöyle nakledilmiştir: Mûsâ Aleyhisselâm Rabbine soruyor: “Ya Rab! Kullarının sana en sevgilisi hangisidir?” diyor. Cenab-ı Hak buyurmuş ki: “Beni zikreden ve unutmayan kulum” diyor Cenab-ı Hak en sevgilisi Allah’ı unutmayan ve Yüce Allah’ı zikreden diye Cenab-ı Hak böyle buyurduğu rivâyet olunmuştur. Yine diyor ki Hazreti Mûsâ: “Ey Rabbim! En hâkim kulun hangisidir?” demiş. Buyurulmuş ki: “Hak ile hükmeden ve arzularına uymayan kimsedir” demiş. Yani en hâkim kul hak ile hükmedendir diyor keyfi arzularına uymayandır diyor Cenab-ı Hak. Yine diyor ki Mûsâ Aleyhisselâm: “Ya Rabbi! En bilgili kulun kimdir?” demiş. Buyrulmuş ki: “Belki bir kelimeye rast gelirim de bir doğru yolu gösterir veya bir felâketten kurtarır diye insanların ilmini araştırmakla kendi ilmine ilim katan ekleyen kimsedir” buyurulmuş. Bunun üzerine Mûsâ Aleyhisselâm demiş ki: “Ya Rabbi! Kullarından benden daha bilgilisi varsa bana göster” Cenab-ı Hak’ta var buyurulmuş var demiş ve emir böyle buyurulmuş. “O hâlde onu nerede arayayım?” demiş Mûsâ Aleyhisselâm. Emirde her iki denizin birleştiği yerde kayanın yanında balığı kaybedeceğin yerde diye tarif edilmiştir. Demek oluyor ki azıklarında pişmiş balık var (مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ) buyuruyor âyet-i kerimede de. “İki denizin birleştiği yer.” Buranın Ka’b el-Kurazî’den  ‘’Tanca’’ yani ‘’Septe Boğazı’’ olduğu rivâyet edilmiş Übey ’den de “Afrikiyye” olduğu nakledilmiştir. Fakat Mücâhid, Katâde’den Îran Denizi ile Rum Denizinin birleştikleri yer olduğu rivâyet olunmuştur. Fakat bundan şu anlaşılıyor ki, bu olsa olsa diyor kâşiflerimiz Îran Denizinin bağlantılı olduğu Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında Süveyş Kanalı’nın açıldığın dar bir dil olsa gerekir demişler. Yine Kudüs’teki tanınmış “Sahratullah” Allah taşı olması çok muhtemeldir de denmiş. İbn-i Atiyye demiştir ki: o yani Îran Denizi Hint Okyanusu’nun bir koludur ki Azerbaycan’ın arkasından başlayan Îran toprağında kuzeyden güneye doğru uzanır. Tefsir bilginleri burada (الْبَحْرَيْنِ) Bahreyn iki deniz kelimesinin ‘’Bahir’’ deniz kelimesinin ikili olmak üzere deniz mânâsına sayılmış hâlbuki Mucemü’l-Büldân da anlatıldığı gibi (الْبَحْرَيْنِ) Bahreyn Hint Okyanusu denizi sahilinde Basra ile Umman arasında birçok ülkeyi kapsayan bir kıtanın özel ismidir.

 

Dakika 10:15

 

Yâkût el-Hamevî Mucemü’l-Büldân da böyle zikretmiştir. Yine sette boğazından daha yakındır daha önce ‘’’Medyen’e’’ gitmiş olan Mûsâ’nın ondan sonra Bahreyn’e bir seyahate çıkması da uzak görülen bir görüş değildir. Nitekim bunun İstanbul Boğazı hakkında ki yayılmış haber de böyledir. (مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا) “Biri acı bir tatlı” yani bir nehir olduğunu söyledikleri gibi diğer bazıları da Azerbaycan tarafında ki ‘’Kür’’ ve ‘’Ress’’ nehirleri olduğunu da söylemişlerdir. (وَأَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُونًا بَيْنَ ذَلِكَ) “Ress halkını ve bu arada daha birçok nesilleri imkânları yüzünden helâk ettik.” ‘’Furkan Sûresi 38’’ de buyurulduğu gibi, bu âyetin tefsirinde de buna değinilmiş. (مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ) Yani İki dilim denizi demek olan Mûsâ ile Hızır’ın birleştikleri yer demektir diyenler de olmuştur. Keşşâf bunun hakkında bid’at tefsirlerinden demiş. Ebû Hayyân da bu Bâtıniye Tefsirine benziyor demiş bu görüş daha birçokları ile beraber tasavvufçulardan olan Nîsâbûrî Tefsirinde bile ret ve tenkit edilmiştir. Bununla beraber şunu itiraf etmek gerekir ki, bu mânâ lafız itibariyle uzak olmakla beraber mânâya göre sabittir. Bundan dolayı burada diri değil balık ölü azıklarındaki balığın pişmiş balık olduğu; yani diri balık olmadığı pişmiş balığın orada denize gittiği görülmüş ve (فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا) “Hâlbuki o denizde ki yolunu tutmuş bir deliğe girmişti.” Yani burada bir mûcize meydana gelmiştir. Nitekim biz bunun Kudüs’teki herkesçe bilinen kaya olduğuna hükmetmek istiyoruz çünkü ‘’essahra’’ kayadan açıkça ve hemen anlaşılan budur. Orada bir su deliğine sıçramış olmasıyla açıklanabilir. Yine bu konuda çoğu Hızır Aleyhisselâm olduğunu nakletmişler. Yani Mûsâ’nın yanındakinin Hızır olduğunu nakletmişler ve açıklamışlardır. Tasavvufçular hadis bilginlerince sahîh olarak kabul edilmeyen bazı haberlerle Hızır’ın hiç vefat etmediğini ve ara-sıra görüldüğünü söylemişlerdir. Onun için buradaki rahmeti uzun süre yaşamak ile tefsir edenler olmuştur Muhyiddin Arâbî Hazretleri’nin El-Fütuhatü’lMekkiyyesinde  Hızır’ın hayatına dâhil bir takım bahisler ve hikâyeler görülür bunlar birer hikâye ve bahis konusudur. İbn-i Salâh ve Nevevî gibi bazı değerli zatlar Hızır’ın yaşadığı hakkında büyük âlimlerin görüş birliğini nakletmişler, fakat takip olunmuşlardır. Yani eleştiriye uğramışlardır.

 

Dakika 15:15

 

Buna karşılı birçok âlimler de bazı hadislerle (وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ) “Ey Muhammed! Biz senden önce hiçbir insana ebedîlik vermedik” diyor Cenab-ı Hak. ‘’Enbiyâ Sûresi 34’üncü âyet-i kerimesinde.’’ Ebû Hayyân bunun Cumhur sözü olduğunu bu âyete istinâden ve diğer kaynaklara da nakli haberlere de dayanan bazı deliller getirerek Hızır’ın vefat etmiş olduğunu söylemişlerdir. Ebû Hayyân bunun Cumhur sözü olduğunu da kaydetmiştir. Gerçekten tefsir bilginlerinin çoğu birçok yerlerde olduğu gibi buradaki rahmeti de vahiy ve peygamberlik ile tefsir etmişlerdir. İbn-i Kayyım’ı Cevzî Hızır Aleyhisselâmın hayatı hakkında zikrolunan hadislerin hepsi yalandır demiş. Âlûsî de bu konuyla ilgili sözleri ve delilleri uzun uzadıya inceleyip araştırdıktan sonra demiştir ki: Her türlü hesaptan sonra Hazreti Peygamberin sahîh hadisleri ve aklım tercih ettiği deliller vefat etti diyenlerin sözüne tamamen uygun ve iddialarını tamamen desteklemektedir demiş Âlûsî inceledikten sonra. Olsa olsa çok hayırlı bazı Sâlihlerden ki sahîh olduğunu Allah bilir. Rivâyet edilen hikâyelerin dış görünüşlerini gözetme ve Muhyiddin Arâbî gibi Hızır’ın yaşadığını söyleyen bazı tasavvuf ulularına iyi fikir besleme meselesi kalır ki bu da bir delil meydana getirmez. Eğer yalnız söyleyen kimsenin değerinin üstünlüğünden ve onun hakkındaki iyi kanaatten dolayı o gibi sözlere değer verip de kabul edersen kıyâmete kadar Hızır’ın yaşadığına inanabilirsin. Hazreti Ali’nin: “Söyleyene bakma söylediğine bak” dediği gibi söyleyen kimsenin onurunun üstünlüğüne aldanmayıp sözü delilin bulunması ve bulunmamasına göre kabul veya ret edeceksen iki tarafın delillerini faydasına ve zararı olan delilleri öğrendikten sonra vicdanından fetvâ sor. Vereceği fetvâ ile amel et. Tasavvufçulara uymayanı hemen doğru yoldan sapıtmamaya kalkışma. Çünkü İslam hukûkuna göre veya akla göre bir delinin ret edemeyeceği konularda ehlinden işitilen bir söze inanmamak bir mahrûmiyet olabilirse de şerî veya aklî delilin reddettiği bir dava tasavvufçularca da kabul edilmez. Yine bu sözleri Âlûsî dile getirmiştir. (قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ) “Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir.” ‘’Mâide 75’inci âyeti kerime.’’

 

Dakika 20:03

 

Özellikle Mûsâ, Hızır kıssası bir zâhir ve bâtın kıssası olduğuna göre o bâtın yani gizlilik Hızır meselesinin konusunu meydana getirir. Tasavvufçuların sözünde buna delil de yok değildir. Şeyh Sadreddin İshâk Konevî (Tebsıratü’l-Mübtedî ve Tezkiretü’l-Müntehî) isimli eserinde Hızır Aleyhisselâmın varlığının misâl âleminde olduğunu nakletmiş Abdurrezzâk-ı Kâşî Hızır Aleyhisselâm ruhun ferahlığından yani Hızır ruhun ferahlığından İlyas ruhun sıkıntısından ibârettir demiş. Bazıları da ‘’’Hızriyetin’’ Hızır Aleyhisselâmın derecesi üzere bazı Sâlih kimselerin erdiği bir rütbe olduğunu söylemiştir ki bu üç sözü bu konunun anahtarı olmak üzere kabul edebiliriz. Şimdi “Ledünden” bahsediyor şanlı Kur’an ( مِن لَّدُنَّا) diyor bakın, ilmin değil öğretmenin kaydıdır burada. Öğretmenin onun katından olması ilmin de onun katından olmasını gerektirmez değildir. Şüphe yok ki bütün peygamberlerin ilmi Allah tarafından vahiy ve öğretmen itibâriyle (Ledünnî ’dir) Allah katındandır. Fakat burada dikkate değer bir husus şudur ki: (وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا ) buyrulmaktadır. “Ve kendisine tarafınızdan ilim öğrettik” kaydıyla Hızır’a öğretilmiş olan ilim Mûsâ’nın ilminden bambaşka bir ilim. Yani Allah tarafından öğretilen ilimlerden özel bir ilim olduğu anlatılmıştır ki, âyet-i kerimede ki kıssalar karinesi ipucu ile tefsir bilginleri bunu gayblar ilmi ve gizli ilimlerin sırları diye tefsir etmişlerdir. Mûsâ’nın Aleyhisselâm ilmi şerî hükümleri bilmek ve dış görünüşe göre fetvâ vermekti, Hızır’ın ilmim ise işlerin iç yüzünü bilmekti. Sahîh-i Buhârî de rivâyet edilmiştir ki, Hızır Aleyhisselâm şöyle demiş: “Ey Mûsâ Aleyhisselâm! Allah’ın ilminden sana öğrettiği ilim üzeresin ki, ben onu bilmem” diyor. Şimdi bakın; “Ben Allah’ın ilminden bana öğrettiği ilim üzereyim ki sende onu bilmezsin” diyor. Demek ki Mûsâ’nın ilmini Hızır bilmiyor, Hızır’ın ilmini de Mûsâ bilmiyor. Burada herkesin ayrı bir görev sahası var. Bu haberinde kökeninde Sahîh-i Buhârî var. Bu şekilde ‘’İlmi Ledünnî’’ Allah bilgisi deyimi bu özel ilimde en özel bir mânâ ile terim olmuştur ki, buna hakîkat ilmi ve bâtın gözle görülmeyen şeyler ilmi de denilmiş ve tasavvufçular bu kıssaya bir delil olarak tutulmuştur. Özetle Ledünnî ilim kafa çalıştırmakla elde edilmeyip Allah tarafından sırf Allah vergisi olan bir mukaddes kuvvetin tecellîsidir.

 

Dakika 25:05

 

Etkiden etki yapana duygudan varlığa doğru giden bir ilim değil etki yapandan etkiye ize varlıktan duyguya gelen birinci derecede bir ilimdir. Buraya dikkat et! Etki yapandan etkiye yani ize varlıktan duyguya gelen birinci derecede bir ilimdir. Nefsin ola gelene geçişi değil ola gelenin nefiste meydana çıkmasıdır doğrudan doğruya bir keşiftir. Fakat Ledünnî deyimi bunun özellikle Allah’ın sırlarına ait olanından daha fazla deyim olmuştur. Türkçede bir işin Ledün’niyatı demek iç yüzündeki gizli incelikleri ve sırları mânâsında herkesçe bilinir bu kıssa da ilim için araştırma yapmak ve yolculuğa çıkmaya bir teşvik delili bulunmaktadır. Ve bununla beraber Ledünnî ilmin çaba harcamak ve istemekle kazanılmasının mümkün olmadığını anlatmak vardır. İktisâbî ilimler için çalışmalı gayret etmeli ama burada özel bir ledün ilmi ledün ise Allah vergisidir. Bu Rüşt burada Rüşt ilmi bu ayrıca bir Rüşt ilmi ki  bu sözde âlime karşı gâyet mütevazı alçak gönüllülüğün gereğine ve ilim tahsilinden esas maksadında Rüşt’ü kazanmak olduğuna ve ilim öğrenmede gönül mütevâzi gönüller alçak edep, nezaket peşine, ilim peşine, âlimin peşine düşme ve hizmetin şart olduğuna delâlet vardır. Bak burada Mûsâ Aleyhisselâm bu “Ledün İlminden” faydalanmak için Hızır’a o an için talebe olmuştur. Ve öğrenen ile öğreten arasında edebî kurallar nezaket kurallarına buradaki âyeti kerimeler dikkati çekmektedir. Bak ne diyor; (قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِي صَبْرًا ﴿٧٥﴾)  Mûsâ’ya dedi ki: “Sen benimle arkadaşlığa sabredemezsin” dedi. Demek ki âlime birisi talebe oluyorsa orada çok saygılı sabırlı olması gerekiyor. Çünkü âlim ömrünü ikime vermiştir âlim bütün insanlık âlemi içinde rahmettir, ilmin derecesi en yüksek derecedir. Bu İslam dininin ilme verdiği önem İslam’ın tamamen ilim, irfân dini hakîkat dini olduğunu unutma! Şimdi tartışma itiraz şöyle dursun sorup anlama için bile soru sorma ledün ilminde soru sormak yok orada bizzat ilmin tatbikini görmek vardır. Çünkü orada uygulama vardır. Uygulama ile Mûsâ’ya Hızır Aleyhisselâm “Ledün İlmini” göstermiştir okutma ile göstermemiş uygulamayla göstermiştir. Bu da neyi gösteriyor? Gemiyi, Gemi bir delikanlıyı öldürmesi Hızır’ın ve duvarı doğrultması üç konuda sebep ve hikmetlerini Mûsâ’ya anlatıyor.

 

Dakika 30:10

 

Onun içinde bu ilime soru sorma soru bu ilimde yasaktır bundan öğrencinin nefsi faaliyetten çok kabiliyete hazırlanacaktır. Çünkü burada ki öğrencinin nefsi faaliyetten çok kabiliyete hazırlanacaktır. İşin hikmeti işin içyüzünü uygulamalı olarak görürsün “Ledün İlminin” özel bir yönü burasıdır bu işleri yapmakla bellenecektir. (فَانطَلَقَا) sen hâlâ kâtili bak mesela böylece ikisi yola koyuldular. Gerçekten işleri yapmakla bu ilim bellenecektir öğretmekle değil işi bizzat yapmakla. (حَتَّى إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ) Bak orada başladı. Nihâyet gemiye bindiklerinde ve Ebû Hatem’in Rebî Bin Enes’ten rivâyet ettiğine göre; yer korkunç idi gemiciler bundan şüphelendiler. Mûsâ ile Hızır Aleyhisselâm bindirmek istemediler. Fakat başkanları ben bunları yüzleri nurlu adamlar görüyorum bindireceğim dediği rivâyet olunmaktadır. Yine bunun da kaynağında Âlûsî bulunmaktadır. Buhârî ve Müslim ve diğer hadis bilginlerinin İbn-i Abbâs’tan rivâyetinde ne ise Hızır’ı tanıdılar ve ücretsiz bildirdiler. Bunun da kaynağında yine Buhârî, Müslim ve diğer kıymetli muhaddislerimiz bulunmaktadır. Fakat İbn-i Ebî Hâtem Saîd Bin Abdülaziz’den 20 yaşında bir genç olduğunu rivâyet etmiştir. Şimdi Hızır Aleyhisselâm gemiyi öyle yaptı. Mûsâ Aleyhisselâm da, gemiyi batıracak mısın? Dedi. Delikanlıyı öldürdü Hızır Aleyhisselâm yine Mûsâ Aleyhisselâm karşı çıktı. Neticede bunlar bir köye gittiler o köylü bunları misafir almadı ikrâmda da bulunmadılar. Buranında (فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ ) “Nihâyet bir köy halkına vardılar” buranın Antakya olduğu da söylemiştir. Yine “Übülle” denilmiştir, “Berka” denilmiş, “Nasıra” denilmiş, “Bacirvan” denilmiştir Endülüs’te Hadra Adası da denilmiştir bir köyde denilmiştir. Demek ki birçok bunlara yorumlar getirilmiştir. (اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا) “Halkından yiyecek istediler.” Yani o gittikleri o köy halkından yiyecek istediler. (فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا) “Köy halkı onları konuklamaktan kaçındılar.” (أَهْلَ)’nin iki defa söylenmesi şehrin asıl hükümeti biride genel halkı olması gibi iki mânâya işaret sayılabilir demiştir kâşiflerimiz. Sırf onları ayıplamak için de olmuştur. Bunun için kale duvarı gibi yüksek ve kalın bir duvar. Şimdi o köyün kenarında bir yerinde eğilmiş bir duvarı Hızır Aleyhisselâm doğrulttu. (فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ) “O vakit  orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular.

 

Dakika 35:20

 

Hızır Aleyhisselâm hemen onu doğrultu.” İşte bu duvarın kale duvarı gibi yüksek ve kalın bir duvar olduğu da söylenmektedir ve bunun bir mûcize şeklinde doğrultulduğu da söylenmiştir. Nitekim İbn-i Abbâs’tan ve İbni Cübeyr ’den rivâyet edildiğine göre: “El ile dokunmuş ve duvarın hemen doğrultulmuş olduğu söylenmiştir.” Bu da bir mûcizedir. Gerçekten peygamberlerin durumlarına ve kıssanın meydana gelmesine yakışan da budur. Yine bu haberin kaynağında da Âlûsî bulunmaktadır. Gemi, oğlan ve duvar meselesinde Mûsâ ile Hızır Aleyhisselâm işte arkadaşlık yaptılar. Ve ‘’Ledün İlminden” gizli sırlardan bak neler ortaya çıktı. Bu gemiyi böyle yapmasının sebebi  bir Melik var Gassan Hükümdarı Cülendağ Bin Kerbelli denilmiş diğerinde de ‘’Endülüs Yarımadası’nda’’ Mıkvat Bin El Cülbent idi denilmiş ünü böyle zulüm destan olmuş. Yani bunlar (يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا) her gemiyi gasp ederek alıyordu. Kim bu zâlim hükümdar? Şimdi zorla alıyordu. Burada da Hızır Aleyhisselâm bunların elinden gemi çıkmasın diye geminin göze batan güzel yerlerini ne yaptı; Cilâsını bozdu. Neticede iki kötülüğün en az zararlısını seçti ki o fakir şirketin telinden bu gemi çıkmasın zâlim hükümdar almasın diye. O delikanlının öldürülme olayına Hızır Aleyhisselâm gemiden indikten sonra bir delikanlıyı vurdu öldürdü. Bu büluğa ermiş azmış bir kâfir idi ki anasını-babasını da küfür ve azgınlığının istilâsı altına almak üzere idi. (وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ) “Oğlana gelince onun anası-babası mü’min insanlardı.” (فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا ) “Bundan dolayı bunları azgınlık ve nankörler sokmasından korktuk” diyor Cenab-ı Hak. Yani o mü’min ana-babayı bu zâlim azgın delikanlı dinden çıkarabileceği burada tabii ki Cenab-ı Hak tarafından biliniyor Hızır’a bu bildiriliyor. Hızır görevlendiriliyor daha doğrusu. Bunun için de Cenab-ı Hak îmânlarında ki samîmîyeti ana-babanın îmânında ki samîmîyeti Allah tarafından böyle bir kötülükten korunmaya lâyık ve onun çocuk iken ölmesi hepsi hakkında hayırlıydı. Rivâyet edildiğine göre onun yerine Allah o öldürülen delikanlım yerine Yüce Allah Celle Celâlühü, bu ana-babaya bunlara bir kız evladı vermiş ve bu kız bir Peygamber annesi olmuş. Ve o Peygamberin eli ile ümmetlerden bir ümmet hidâyete ermiştir rivâyeti bulunmaktadır.

 

Dakika 40:10

 

Şimdi “o çok güvenilir bir adamdı.” Şimdi duvarın doğrulmasına da gelince; Duvarın sahibi ölmüş yerine iki yetim kalmış ve o duvar ören zât sâlih bir insanmış. “O, çok güvenilir bir adamdı insanlar ona emânetleri bırakırlar o da verdikleri gibi teslim ederdi.” İşte bu sâlih kişi ölmüş iki yetim kalmış. Nitekim Hızır Aleyhisselâm da o duvarı doğrultuyor. Yetimlerin duvarı bu o duvarın altında hazine var yetimler büyüyecek ve o duvarın altındaki hazine yetimlerin eline geçecek. Öyle ki o gizli sebepler açıklanınca zâhir ve bâtın birleşiyor. Şimdi Hızır Aleyhisselâm Mûsâ’ya açıkladı bunları niye yaptığını. Geminin cilâlarını tahtalarını niye kopardığını, cilâsını niye bozduğunu, delikanlıyı niye öldürdüğünü,  duvarı niye doğrulttuğunu Hızır Aleyhisselâm Mûsâ anlattı. “Öyle ki o gizli sebepler açıklanınca zâhir ve bâtın birleşiyor.” Dikkat et şimdi! İşte gizli hakîkatler şeriatın hakîkati burada birleşiyor Allah’ın hükmüyle çelişme kalmıyor kalmaz. O hâlde demek oluyor ki iç yüzün gereği görünüşün gereğine aykırı olabilir. Fakat bundan dolayı hakîkat ile şeriatın uyuşmazlığı gerekmez. Dış yüzü görülebilir ama iç yüz anlatılınca şeriatla bugün “Ledün İlminin” her ikisi de hakîkat olduğu ortaya çıkar. Çünkü şeriat Hakk’ın hükmüdür Hakk’ın hükmü de hakîkate gerçekte neyse odur. Onun için iç yüze göre emredilmiş olan Hızır Hakk’ın emri olan şeriat ile amel ettiği gibi şeriatla emir olunmuş bulunan Mûsâ da hakîkat yani gerçek açıklandığı zaman şeriat bakımından itiraza yer olmadığını görüyor.  Her ikisi de tam hakîkattir. Bunun için İmâm-ı Rabbâni (KS.) şöyle diyor; Mektubâtının 12inci cildinde 43’üncü mektupta demiştir ki; Bazı insanlar dinsizlik ve zındıklığa meyil ederek esas gâyenin şeriatın ötesinde olduğunu hayâl etmişlerdir. Dikkat et buraya! Bazı insanlar dinsizlik ve zındıklığa meyil ederek esas gâyenin şeriatın ötesinde olduğunu hayâl etmişlerdir. “Aslâ ve hayır!” diyor İmâm-ı Rabbâni; “Aslâ ve hayır!” sonra, “Aslâ ve hayır!” böyle kötü bir inançtan Allah’a sığınırız. Tarikat ve şeriat birbirinin aynıdır, aynıdır diyor. İşte Hızır’ın ilmi Mûsâ’nın ilmi burada açıkça bunu gösteriyor ki, ikisi de Hakk’ın tamamen emridir hükmüdür. Tarikat ve şeriat birbirinin aynıdır aralarında kıl ucu kadar uyumsuzluk yoktur, şeriata aykırı olan her şey ret edilir.

 

Dakika 45:00

 

Şeriatın ret ettiği her hakîkat iddiası bir zındıklıktır diyor şeriatın ret ettiği hakîkat iddiası bir zındıklıktır diyor. Kim? İmâm-ı Rabbâni diyor. Yine aynı ciltte 41’inci mektup da şeriat, tarikat, hakîkat bahsinde demiştir ki; Meselâ, bilim yalan söylememesi şeriat, kalpten yalan hatırasını yok etmek eğer zorlanıp çalışmakla olursa tarikat ve eğer külfetsiz yapılması kolay olursa hakîkattir. Kısacası bâtın yani gizli olan tarikat ve hakîkat  görünen şeriatın bizzat kendisidir ve tamamlayıcısıdırlar. Yani bunlar şeriatın katmanlarıdır. Şu hâlde tarikat ve hakîkat yoluna girenlerden yol esnasında görünürde şeriata aykırı ve ona ters düşen işler görünürse hep bunlar o anki sarhoşluktan ve kendini kaybetmektendir. O makamı geçip ayıldıkları vakit o şeriata aykırı olan durum tamamen ortadan kalkar ve o zıt ilimleri tamamıyla dağılmış olur. Yine ortada şeriat ve onun hakîkati orada kalır diyor İmâm-ı Rabbâni. Hızır’ın öldürdüğü çocuk meselesi ki burada eğer bu çocuk buluğ çağına ermiş idiyse derhal küfür ve azgınlığına hüküm vermek şeriata uygun olur. Hızır Allah’ın kendisine bağışladığı ilim ile onun o zaman ki ve gelecekteki bütün gizli bilgilerini bilmiş olsa dahi bir çocuk şöyle dursun bir ergini bile ileride yapacağı suçtan dolayı öldürmek şüphe yok ki İslam hukûkuna aykırıdır. Çünkü Hazreti Ömer Radıyallâhu Anh bu Muğîre’nin kölesini görünce bu beni öldürecek demiş Hz. Ömer. Bakın dikkat edin! Hz. Ömer bakın kerâmeti açıkça diyor ki; Muğîre’nin kölesi bu beni öldürecek diyor Hazreti Ömer. Peki, kendisinin kâtili olacağını bilmişti. “O hâlde niye bırakıyorsun ey mü’minlerin Emiri!” deliklerinde: “Ne yapayım henüz bir şey yapmamıştır ve yalnız kalbinde ki şeyden dolayı da şeriata göre sorumlu olunmaz” dedi. Dediği gibi ertesi gün şehit oldu Hz. Ömer’i o adam hançerledi camide namaz kılarken ve Hz. Ömer şehit oldu. İşte görüyorsunuz bir insan suçu işlemediği müddetçe suçlu kabul edilmiyor sucu ispat edilecek ve işlemiş olacak. Şimdi burada çocuk değil ergin azgın bir azgın kâfir öldürülmesi vacip bir genç imiş Hızır Aleyhisselâmın öldürdüğü delikanlı. Şimdi buradan bu anlaşılıyor. İkincisi şeriatın hakîkati Allah’ın emridir. Dikkat et! Şeriatın hakîkati Allah’ın emridir. Hızır da, bunu kendiliğinden değil Allah’ın izniyle yaptığını söylemiştir. Yani Hızır Aleyhisselâm diyor ki, Mûsâ’ya; ben bunları diyor kendiliğimden yapmadım diyor Allah’ın emriyle yaptım diyor. Mûsâ’nın itiraz etmesine sebep de bu olmuştur.

 

Dakika 50:00

 

Çünkü bu şekilde Hızır Aleyhisselâm özel durumlarda özel bir şeriat ile emredilmiş. Burada bir gizlilik var. Gizli işlerin gizli sırlarını O’nun gizli hikmetlerini Yüce Allah’tan başkası bilemez. Allah’ın bildirdikleri bilir ki Hızır Aleyhisselâm bu konuda görevlidir. Ve buradan bakıyoruz ki, bir Hızır Aleyhisselâm burada bakın şeriat ile emredilmiş bir peygamber olduğunu anlatmış demektir. Genel kurala aykırı olmakla beraber Hızır için özel vahye dayanan özel bir şeriat olur. İki Peygamberin şeraitleri arasında bir farka dayanır ve Mûsâ’yı Hızır’dan ayıran en önemli nokta da bu farktır. Biri zâhirî işle şeriatla görevli biride gizli sırlarla görevli. Gemi, genç ve duvar hakkındaki ilminde olduğu gibi eşyanın görünmeyen şeylerle ilgili olan Allah bilgi ve sırlarını, gelecekteki takdir edilmiş şeyleri, geçmişteki gibi hususları şimdi göz önünde olduğu gibi hemen bilgi anlaşılıyor. Onun için buna “Gayb İlmi”, gizli ilim özel mânâsı ile Ledünnî Allah’ın bilgisi ve sırları ilimi demişlerdir. Halktan Hakk’a doğru… Dikkat et buraya! Halktan yaratılmıştan Hakk’a doğru giden işler değil, Hak’tan yani Yüce Allah’tan halka doğru olan fiillerdir. Bundan dolayı Mûsâ gibi halkı Hakk’a götürmeye emredilmiş değil, Hak’tan halka olan Mukadderâtın yazılmış olanları yerine getirilmesine emredilmiş demektir. Ve şu hâlde oğlanı öldürmesi de Allah’ın emriyle ölen çocukların ruhlarını almaya ve vekil tâyin olunmuş olan Azrâil Aleyhisselâmın görev ve sorumluluğu gibi olur. Üçüncü bir durum ise İslam şeriatına uygun olmak başka bir ifadeyle güzellik ve çirkinlik açısından bakıldığı zaman Hızır’ın yaptıkları gözle görülmeyen gizli sebeplere dayandığı için görünürde çirkin ve hikmetsiz görünür. ‘’Hâşâ!’’ Sebeplerinin açıklanmasıyla gerçeğe uygun olduğu zaman ise üçte ikisi genel kurala uygun ve biri genel kurala aykırı bir istihzan olduğu anlaşılır. Yani güzel sayma. Ülü’l-Azm Mûsâ Aleyhisselâm biliyorsunuz ki ilmini tebliğ ve ortaya koymaya emredilmiş Ülü’l-Azm bir peygamber olduğu hâlde Hızır Aleyhisselâm tebliğe değil verilen emirleri hemen yerine getirmeye emredilmiştir. Bundan dolayı Hızır’ın bir peygamber değil bir Velî olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat yalnız Velî olsaydı oğlanı öldürmek için özel hükme sahip olamazdı. Bu da Hızır’ı peygamber olduğunu gösterir diyor kâşiflerimizden bazı kıymetli âlimlerimiz Elmalı’da bunlardan birisi.

 

Dakika 55:07

 

Bu şekilde kıssa Hızır’ın Mûsâ’dan daha faziletli olduğunu gerektirmez. Ancak Mûsâ’nın her şeyi bilen bir peygamber olmadığını ve Allah ilminden Mûsâ’ya verilmeyen şeyleri bulunduğunu anlatmış olur. Bu da hem Hızır’ın hem Mûsâ’nın Allah’ın lütfuna nâil olduklarını toplayan bir “Zülcenâheyn” yani göz önüne getirmeyi telkin ile Hazreti Muhammed’in makamının en mükemmel bir yüce makam olduğunu anlatmak için bir giriş yapılmış demektir ki,“ “Zülcenâheyn” demekte dünyada âhirete ait bilgisi geniş olan kimse demektir. Bunun için Hz. Muhammed’e bu ilimlerin tamamı verilmiştir. Bütün peygamberlere verilenler verilmiş birde fazlası verilmiştir.

 

Şimdi sizlere İnşâ’Allah Zülkarneyn hakkında şanlı Kur’an’ın nur saçan hakîkati ortaya koyan ölümsüz hayatı insanlığı hazırlayan yanlışları ortadan kaldırıp Hakk’ı ve en doğru en yüce doğruyu hakîkati ortaya koyan şanlı Kur’an’ın bu nur saçan derslerimiz İnşâ’Allah Allah’ın lütfu keremi ile devam edecekti. Lütuf O’ndan, kerem O’ndan, kudret kuvvet O’ndan, başarı O’ndan, bütün nimetler O’ndan, her şey O’ndan. Günahlar bizden biz tövbe istiğfâr edeceğiz mağfiret O’ndan. Cenab-ı Hak lütfu keremiyle rahmetinin içine aldığı,  fazlının içine aldığı selâmeti ile kuşattığı her sözü her işin nur ve hak olan kullarından eylesin.

 

Dakika 57:44

 

 

 

 

 

(Visited 66 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}