[jw7-video]

445- Tefsir Ders 445 hayat veren nurun keşif notları

445- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 445

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Şûrâ Sûresi 44’üncü Âyet-i Kerime’den 53’üncü Âyet-i Kerime’ler)

(Zuhruf Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 25’inci Âyet-i Kerime’ler)

 

Fakat Peygamberimiz Aleyhisselâtu Vesselâm sebat etti. Hakk’ın kuluna kulağı, gözü ve bütün kuvveti olduğu o muhabbet derecesi dağ da bulunmadığı için “Cebel” (dağ) dahi hitabı işitmeye dayanamadı da hurdahaş oluverdi. Şunu da bil ki Yüce Allah’ın yaratıklarla konuşması ebedîyyen devam etmektedir. Şu kadar ki insanlardan kimisi onun hadîs yani (konuşma) olduğunu bilir. Mesela Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anhüm) ve ona vâris olan evliyâ gibi, kimisi de onu tanımaz da bana şöyle zuhur etti der durur ve onun kendisine Hak Teâlâ’nın bir sözü olduğunu bilemez.” Bu haberin naklini yapanda yine Âlûsî’dir.

 

Yine o adı geçen zât-ı muhterem der ki: Hazreti Ömer mutlak olarak uyanlardan idi ki Allah’u Teâlâ Celle Celâlühü onlara her şeyde söyler, fakat söylemenin lakapları vardır: Eğer onunla yüce Allah’a cevap veriyorlarsa ona “Hadis” denir. Ve eğer birbirlerine cevap veriyorlarsa buna “muhadese”, “muhavere” (karşılıklı konuşma) denilir ve eğer yüce Allah’ın sözünü dinliyorlarsa o kendileri hakkında “Hadis” değil bir “hitap” veya “kelâmdır.” Teheccüd namazını kılanlar hakkında; (innnehüm ehlül müsemerati) “Onlar müsamere ehlidir” diye bir rivâyet etmiştir. Şimdi şöyle bir bakalım bu müsamere ehli kimdir? Demek oldu ki vahiy, Yüce Allah’ın güzel kullarının kalplerine “hadis” tarzında vermiş olduğudur ki ondan onlar için herhangi bir durum hakkında bilgi meydana gelir. Eğer böyle olmazsa ne vahiy ne hitap olmaz. Çünkü insanların kartındaki zorunlu bilgiler gibi bazı insanlar kalplerinden bir işe dâir bir bilgi duyabilirler ve bu sahih bir bilgidir. Fakat kitaptan dolmuş bir bilgi değildir. Sözümüz ise vahiy denilen ilâhî kitap hakkındadır çünkü yüce Allah vahyin bu çeşidini kendisine gelen kimsenin bir bilgi elde edebileceği bir kelam yapmıştır. Şunu da bilmeli ki evliyânın kalplerine ilhâm vahyinden inebilen ancak meleklere mahsus ruhlardan uzanan bazı ince sırlardır, yoksa bizzat melekler değildir. Çünkü melek Peygamberlerden başkasına asla vahiy ile inmez ve kesinlikle ilâhî bir emir ile emretmez. Çünkü şeriat tebliğ edilmiş yerine oturmuştur, yalnız mübeşşirat (bir takım müjdeler) vahyi kalmıştır ki bu vahyin en genelidir.

 

Dakika 5:02

 

Yüce Allah’tan kula olur vasıtasız da olur, vasıta ile de olur. Vasıta peygamberliğe aittir. Dikkat et! Vasıtalı vahiy de meleğin aracılık etmesi kaçınılmaz, gerekli olur. Fakat melek vahiy indirme halinde görünmez. Hâlbuki peygamberler de öyle değildir çünkü onlar meleği söylerken görürler. Velî ise ancak vahiy indirme halinin dışında müşahede edebilir ve görebilir. Kelâmını işitirse göremez, görürse melek söylemez. Dikkat et buraya! Bir evliyâ bir velî kul meleğim kelâmını işitirse göremez, görürse melek söylemez. Demek ki Ârifler kendilerinden önce geçmiş olan peygamberlik payelerine eremezler. Dikkat et buraya! Arifler, evliyâlar kendilerinden önce geçmiş olan Peygamberlik payelerine eremezler, hiçbir evliyâ peygamber olamaz. Bununla birlikte haklarında “mübeşşirat” bâkidir. Ancak onda da insanlar bir değil birbirlerinden farklıdır. Kimisi vasıta beşaretinden ileri geçemez, kimisi de yükselir. Fertler gibi onlar için vasıtaların yükselmesiyle mübeşşirat vardır. Bununla birlikte peygamberlik yine yoktur. Onun için ahkâmda inkâr olunurlar. Meselâ bir evliyâ bana şöyle ilhâmlar geldi dese bunları şeriatın yerine koyamaz, o kendini bilgilendir. Çünkü şeriat tamamlanmıştır. Bununla birlikte peygamberlik yine yoktur. Onun için ahkâmda inkâr olunurlar. Yani bir veli şeriatın hükmünü ortadan kaldırıp kendi ilhâmını ortaya koyamaz. Çünkü o şeriat peygamber tarafından Allah’tan vahiy edilmiştir ve şeriat tamamlanmıştır ve son Peygamber de Hazreti Muhammed’dir. Onun için evliyâlıkla, enbiyalığı ilhâmla şerî hükümleri birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü Hakk’ın kendilerine tanıtımlarından gördükleri ile dış dünya da başlı başına bir şeriat imiş gibi amel etmeleri bakımından peygamberlere benzemek isterler. Fakat bu bir şeriat değildir onu beyândır. Şimdi dikkat et buraya! Evliyânın aldığı ilhâmlar şeriat değildir. Ya nedir? Şeriatı beyândır, şeriatın anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Dolayısıyla kesilmiş olan vahiy ancak teşri hukûki düzenlemeler getiren vahiydir. Buraya da dikkat et! Kesilmiş olan vahiy ancak teşri vahiydir ki, bunlar hukûkî düzenlemeler getiren vahiydir, yani şeriatın bizzat kendisidir. Bu artık kesilmiş, şeriat tamamlanmıştır. Sünnete mücmel olan şeylerin tarifine gelince, bu ümmet için o bâkidir ki insanları dâvet ettikleri konular da basîret üzere bulunsunlar, çünkü o ilâhî bir haberdir.

 

Dakika 10:15

 

Yüce Allah’ın ilham eylediği kuluna görülmeyen bir melek aracılığıyla ihbardır, haber vermedin ilhâm ancak hayır hususunda olur. (فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا) “Sonra da ona kötülüğü ilhâm etti.” Şems 8’inci âyetinde, kötülüğün ilhâmı, sakınılması mânâsınadır. Yani kötülükten sakınman gerekiyor onun ilhâmı yapılmıştır. İlhâmın en mükemmeli şeriat uymak… Buraya dikkat et! İlhâmın en mükemmeli şeriata uymak ve şeriatı iyi anlamak ve iyi yaşamak ve ilâhî kitaplara bakmak ve onun sınırları içinde durmak ve emirlerini tutmak hususlarının ilhâm olunmasıdır, tâ ki tabiatın pası silinsin de onda âlemin sûretleri nakşoluşsun, kazınsın. Fakat                      (مِن وَرَاء حِجَابٍ) “Perde gerisinden” ifadesi kalbe değil, kulağa verilen ilâhî kitaptır ki verilen kimse onu kavrar da işittirenin gayesinin ne olduğunu anlar. Velîlerden kimisi her insana özel olan vahiy ve vahiyi verme halinde yüce Allah’tan tercime verir bunda söylenen veya yazılan harflerin biçimleri tercime edenin o biçimlerin ruhu ise Allah’ın kelâmı olur. Bazı kere de velî “Kalbim bana Rabbimden şöyle konuştu. Der ki: “Özel biçimde demek ister bunları öğren ve iyi düşün.”

 

İmâm Şa’ranî (Kuddise Sırruh) bu son hatırlatma ile “Peygamberlerden başkasının ilhâmı umum için bilgi sebeplerinden değildir.” Dikkat et buraya da! “Peygamberlerden başkasının ilhamı umum için bilgi sebeplerinden değildir” diye akaid ve usül de bilginler arasında bilinen esasa uyarı yapmış oluyorsun. Bundan da gaflet edilmemesi gerekiyor ki vahyi sırf sübjektif olan mücerret bir duygu yani (vicdan) olarak da kalmıyor. Haktan haber alan bir deneme nefsin ötesinde meydana gelen, duyuran bir ilmi yakîn ve hattâ aynı yakin olma özelliği taşıyor. Bunda göze kulağı kalbe ait üç özellik vardır ihtimâl ki (عٓسٓقٓ۠) “ayn, sîn, kaf” buna işârettir bu şekilde sûrenin başında (كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ)  “İşte vahiy veriyor sana, senden öncekilere de.” Şûrâ Sûresi 3’üncü âyet-i kerimede buyurduğu gibi burada da buyuruluyor ki: Ve (كَذٰلِكَ) Ve işte böyle, bu zikrolunan üç çeşit vahiyle veya sûrenin başında geçtiği üzere önceki peygamberlere vahiy edildiği gibi bu üç tarz ile ve (أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا ) “Sana emrimizden bir ruh vahiy ettik.” Yani ilim, irâde prensibi gibi bir manevi hayat prensibi olan şanlı Kur’an’ı sana vahiy ettik senin kalbine Kur’an’ı Kerim’i indirdik, yerleştirdik mânâsını da sana açıkladık.

 

Dakika 15:47

 

Diğer bir mânâ ile ruh-u emin olan Cebrâil’i Aleyhisselâm vahiy ile gönderdik diyor Cenab-ı Hak. Kimi? Hazreti Muhammed’e. (مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ) “Sen ne kitap nedir bilirdin, ne de îmân.” İmanın şartları arasında yalnız akıl yeterli olmayıp vahiy ile alınması gerekli olan noktalar vardır. Hattâ şeriat gelmeden tevhîd bilinse de îmânın vacip oluşu yani mükellef tutulma ve görev aklın değil, şeriatın gereğine tabii olduğundan vahiysiz bilinemezdi. Kitabın ne olduğunu bilmeyen bir kimsenin diğer bir şeriat ile ibadeti olabilirse de bilgisi ve taklitsiz kesin bilgisi olamaz.

 

“Onların içinde ümmîler de var ki Kitâb’ı bilemezler. Bildikleri bir sürü kuruntu ve yalandan başkası değildir. Onlar başka değil yalnız zanda kalmış bulunuyorlar.” ‘’Bakara Sûresi 78’inci Âyetinde.’’ Bu yüce ifadesinde bir zan ve telakkiden ibâret olur. İslam dini hakîkat olduğu için tamamen vahye dayalıdır. Fakat biz onu, -o sana vahiy ettiğimiz ruhu- biz nur kıldık yani şanlı Kuran bir nurdur.

 

Kıymetli dostlarım,

 

İşte sizlere hem metnini, hem mânâsını vermemizin sebebinden biri Kur’an-ı Kerim’in yüce nazmı da nurdur, mânâsı da nurdur. Onun için yüce Kur’an’ını lafzını, yüce nazmını, metnini okuyan mânâsını anlamak için de bütün gücünüzle gayret edin. Çünkü lafzı da nur, mânâsı da nurdur, “Nur’un Âlâ Nur’dur.” Kur’an-ı Kerim tamamen nurdur. Kur’an-ı Kerim’in İslam’ın dışındakiler nardır, ateştir ateşi, narı nur diye gösterenlere aldanmayın. “Onunla kullarımızdan dilediğimiz kimselere doğru yolu göstereceğiz onları murâda erdireceğiz ve emin ol ki sen herhâlde bir doğru yola kılavuzluk ediyorsun.” O yolda (Sıratillahi) yani Allah’ın yoluna Allah’tan gelen ve Allah’a götüren yol ki bu (Sırât-ı Müstakîm) olan İslam’ın, şanlı Kur’an’ın, İslam şeriatını bizzat kendisidir bu yolun yolcusu Ümmet-i Muhammed’dir. Tabii doğru gidenler bu doğru yola doğru sarılanlar, doğru anlayandır. Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur.

 

Dakika 20:03

 

O Allah öyle bir Allah ki Celle Celâlühü bütün âlemlerin eşsiz muktedir hükümdarıdır. Bütün âlemler O’nun mülküdür, bütün tasarruf hakkı O’nundur, hüküm O’nundur. Onun için her ne istenecekse O’ndan istenilmesi ve O’nun irâdesi şeriatı ve kânûnu dairesinde istenilmesi en doğru yoldur. “İyi bil ki bütün işler döne dolaşa nihâyet yalnız Allah’ın bizzat huzuruna varır.” Bütün hüküm Allah’a ait olur mü’min ve Amel-i Sâlih sahipleri murâda ererler ki her murâda ererler.

 

(Allahümmecalnâ mimmen hedeyte ilâ sıratıkel müstakîm)

 

Allah’ım! Bizi doğru yola ulaştırdığın kimselerden kıl. (Allahümmecalnâ mimmen hedeyte ilâ sıratıkel müstakîm) bu duayı sık okuyun. (اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ), (صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ) âmin, âmin, âmin…

 

Çok kıymetli ve muhterem izleyenlerimiz,

 

Şimdi de dersimiz Zuhruf Sûresi’ne gelmiştir. Şûra Sûresi’nin sonuna geldik, Zuhruf Sûresi ile de dersimiz devam etmektedir. Şûra Sûresi’nden nice ilhâmlar aldık,  nice ilâhî mesajlar aldık nur üstüne nur… Şimdi de Zuhruf Sûresi’nin nurlarıyla ebedî saadete götüren feyizleriyle dersimiz devam etmektedir. Zuhruf Sûresi de Mekkî Sûrelerdendir, yani Mekke’yi Mükerrem’e de inzâl edilen sûrelerdendir o dönemde Mekke döneminde inen sûrelerdendir. Âyet sayısı 89’dur, sıra numarası 43’tür. “Zuhraf” yaldızlı ziynet, süs ve özellikle altın ve gümüş demektir.

 

Kıymetli dostlarımız, bu Zuhruf sûresi bu ismi 33-34’üncü âyetleri dolayısıyla bu sûreye bu isim verilmiştir. Yani “Zuhruf” süs, ziynet, altın, gümüş gibi ziynetlerin ismidir. Bu kelime bu isim bu sûreye niçin verilmiştir? Dersin akışı içinde bunu anlayacaksınız, anlayacağız İnşâ’Allah’u Teâlâ. Aynı zamanda anlatmışız da olacağız zaten anlamış, olmadan anlatmış olamayız.

 

Dakika 24:32

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

 

حٰمٓۜ ﴿١﴾

وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ ﴿٢﴾

اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ ﴿٣﴾

وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ ﴿٤﴾

اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحاً اَنْ كُنْتُمْ قَوْماً مُسْرِف۪ينَ﴿٥﴾

  وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّل۪ينَ ﴿٦﴾

وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٧﴾

فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٨﴾

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ ﴿٩﴾

اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ﴿١٠﴾

  وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۚ كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ﴿١١﴾

  وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ ﴿١٢﴾

لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ ﴿١٣﴾

وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ ﴿١٤﴾

وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءاًۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ ﴿١٥﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

 

(حٰمٓۜ ) Hâ, Mîm.

Apaçık kitabı andolsun ki biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir şanlı Kur’an olarak size gönderdik, onu şanlı bir Kur’an yaptık.

 

Gerçekten o bizim nezdimizde bulunan ana kitapta mevcut yüce ve hikmet dolu bir kitaptır.

 

Siz haddi aşan bir kavim oldunuz diye yüce Kur’an size göndermekten vaz mı geçelim? Bu da tabii Kur’an-ı Kerim’i inanmayan zihniyete diyor Cenab-ı Hak.

 

Biz öncekilere de nice Peygamberler göndermiştik.

 

Onlar kendilerine gelen her peygamberler ile mutlaka alay ediyorlardı.

 

Biz onlardan daha kuvvetli olanları helâk ettik. Şanlı Kur’an’da öncekilerin örneği de geçmiştir.

Eğer sen onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette: “Onları çok güçlü ve her şeyi bilen Allah yarattı” derler.

 

O, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı ve doğru gidesiniz diye oralarda sizin için yollar meydana getirdi.

 

Allah gökten belli bir ölçeğe göre su indirdi. Biz onunla ölü bir memlekete yeniden hayat verdik. İşte sizde kabirlerinizden böyle diriltilip çıkarılacaksınız, mezarlarınızdan fırlayıp mahşere geleceksiniz.

 

Allah bütün çiftleri yaratmıştır. Sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir.

 

Siz onları onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: “Bunları bizim hizmetimize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi.”

 

“Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz.”

 

Buna rağmen insanlar, Allah’ın kullarından bir kısmını O’nun bir parçası saydılar. Gerçekten de insan apaçık bir nankördür.

 

Dakika 30:15

 

Allah’ın parçası olmaz, Allah’u Teâlâ azlık çokluk kabul etmez. Mahlûkatın hiçbirisi peygamberler, meleklerde dâhil, ruhlarda dâhil Allah’ın parçası olmaz. İttihat, imtizaç bunlar tenasüh, reenkarnasyon gibi, hulûl gibi, tenasüh gibi şeyler ittihat, imtizaç gibi şeyler şirktir, küfürdür. Bunlar son derece Müslümanlar bilhassa Müslümanlar uzak kalırlar ve bugünkü Hristiyanlığın düştüğü duruma Yahûdîliğin ve Budizm’in, Natüristlerin, Animislerin düştüğü duruma düşmezler. Kimseyi ilâhlaştıramazlar, çünkü Allahtan başka ilâh yoktur Allah’u Teâlâ’nın mahlûkata benzeyen tarafı olmaz. (لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ), (وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ) “Müslüman Rabbisini doğru tanımak zorundadır” ki her peygamber Allah’ı doğru tanımıştır. Îsâ’da, Mûsâ’da, İbrâhim’de, Nuh da ve diğer peygamberlerde Hazreti Muhammed’in tanıdığı gibi dosdoğru tanımışlardır.

 

(حٰمٓۜ ) “Hâ-mîm” de yemin mânâsı bulunduğuna göre ‘vav’ atıf ‘vavı olmadığına göre yemin içindir. O açık kitap, bir nur olan o parlak kitap şanlı Kuran’dır, bir nurdur. Levh-i Mahfuz yahut onunda aslı olan Allah’ın ilmidir, Kur’an-ı Kerim Allah’ın ilminden gelmiştir. Levh-i Mahfuz da mevcuttur orada Allah’ın ilmine dayalıdır. Onun için şanlı Kur’an kitapların hepsinden yüksek bir kitaptır, öncekileri yenilemiştir. Bir ruh olan bu Kur’an ile sizde yepyeni bir hayata çıkarılacaksınız. İşte insanları ölümsüz, yepyeni ebedî mutlu hayata hazırlayan Kur’an-ı Kerim, İslam dini, Hazreti Muhammed’in ortaya koyduğu Yüce İslam şeriatıdır.

 

Râzî’nin naklettiği üzere bazı tahkikçi bilginler demişlerdir ki; Allah’tan başka ne varsa hep çifttir. Yani tek bir tek Allah’tır öbürleri mahlûkat çifttir. Allah zihni sûret ile sınırlanamaz yani yüce Allah zihni sûret ile sınırlanamaz onun kendisini bilmesi de özel biçimde  değil huzurîdir. O her şey değil  (لَيْسَ كَمِثْلِهِ) şeydir. Nedir? Benzeri yok bakın o benzeri yok benzeri olmayan bir tek bir varlıktır.

 

“Bunları bizim hizmetimize veren Allah’ı tesbih ederiz, her şeyi bizim hizmetimize vermiş yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi” diyesiniz.” Bir örnek vereyim güneşi Cenab-ı Hak oraya asıp da tam onu dengeli olarak orada bize hizmet ettiren konuma  koymasaydı, yerdekileri bitirmeseydi, göktekileri indirmeseydi ve bizim hizmetimize bunları vermeseydi, bizim hangisine gücümüz yeterdi? Hiçbirine. O zaman Rabbini çok tesbih et, hamd et, zikret.

 

Dakika 35:50

 

(Elhamdülillahi Alâ küllî hâlin) (سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ)

(وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ) Sevgili Peygamberimiz dikkat et, hangi vasıtasına binerse ‘Bismillah’ der böyle hamd ederdi. Vasıtasına hemen bineceği zaman ve bindiği zaman bunu üç defa tekrar ederdi. Dikkat et! “Her halükârda Allah’a hamd olsun. Tenzih ederim o Allah ‘ı ki, bunu bize musahhar kılmış yoksa biz bunu yanaştıramazdık ve herhalde biz dönüp dolaşıp Rabbimize döneceğiz” der ve üç tekbir alır üçte tehlil yani ‘’Lâ İlâhe İllallah’’ der. Yine rivâyet olunmuştur ki: Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve sellem yolculuğa çıkacağı zaman, binitine bindiğinde üç tekbir alır sonra; (سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا) “Bunu bize musahhar kılanı tespih ederiz ve tesbih ederim” der sonra da şöyle dua ederdi;

 

(Allahümme inni eselüke bi seferi hâzel birri vet-takvâ veminel ameli ma terdaâ Allahümme hevvin aleynes sefara vetvianna buğdel ardi Allahümme entessahibu fisseferi vel halifetü alel ehli Allahümves habnâ fi seferinâ vahlufnâ fi ehlinâ)

 

Allah’ım! Ben bu yolculuğumda senden iyilik, takvâ ve hoşnut olacağın bir amel istiyorum. Allah’ım! Bu yolculuğu bize kolay kıl, yerin uzaklığını bize yakın kıl. Allah’ım! Yolculukta sahip ailem hakkında vekil sensin. Allah’ım Celle Celâlühü! Yolculuğumuz da bizimle beraber ol, Ailemiz içinde bizim vekilimiz ol. Sonra da ailesine döndüğü zaman ( “Aibunetaibune, abidune lirabbina hamidun.”) “Biz Rabbimize tövbe ve hamd ederek dönüyoruz” derdi.

Kıymetli dostlarımız, bu anlatılanların kaynağında bu haberlerin Fahrur Râzî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed Bin Hanbel yine Muvattâ gibi Buhârî Şerif, Müslim-i Şerif gibi diğer yine kıymetli muhaddislerimiz, kıymetli âlimlerimiz bulunmaktadır. Bu haberleri bize ulaştıran değerli âlimlerimizdir ki, Allah hepsine bol bol rahmet eylesin. Şunu unutmayalım Yüce Allah hulûlü Allah’ın kulların cesetlerine girdiğini iddia edenleri reddediyor ve onları iptal etmektedir bunlara dikkat lâzımdır.

 

Dakika 40:50

 

(اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ) “Çünkü insan apaçık çok nankördür.” İnkâr ve şirk nankörlüğün en açığıdır Allah’a olan iftiranın en büyüğüdür en büyük de zulümdür.

 

اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟﴿١٦﴾

وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌ﴿١٧﴾

اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ﴿١٨﴾

وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ ﴿١٩﴾

وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۗ اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَۜ ﴿٢٠﴾

اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً مِنْ قَبْلِه۪ فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ﴿٢١﴾ 

بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ﴿٢٢﴾

وَكَذٰلِكَ مَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ﴿٢٣﴾ 

قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِاَهْدٰى مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ اٰبَٓاءَكُمْۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ﴿٢٤﴾

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ۟ ﴿٢٥﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

Yoksa O, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de erkek çocukları size mi seçti? Bu nedir; Bu bir iftira şirktir.

 

Onlardan biri Rahmân olan Allah’a isnâd ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur.

 

Yoksa onlar, süs ve ziynet içerisinde yetiştirilip de mücadele de erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları mı O’na isnâd ediyorlar?

 

Onlar Rahmân olan Allah’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını görmediler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.

 

Onlar: “Eğer Rahmân olan, Allah dileseydi biz o meleklere tapmazdık” dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

 

Yoksa biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de onlar, ona mı sarılıyorlar?

 

Hayır, onlar sadece: “Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz” dediler. Hakkı, hakîkati kabul etmediler babaları putperesti onlar da putperest oldular. Babaları ateist ise onlar da ateist oldular. Îmân edenler müstesnâ.

 

Dakika 45:20

Ey Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm! Yine böyle biz senden öncede hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri, zengin kodamanları: “Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız” dediler. İşte izimciler var ya, bu izimciler bir türlü doğruyu bulamazlar. Çünkü izimler gözlerine, gönüllerine perde olmuştur hakîkati göremezler. Kur’an-ı Kerim gerçeğini, İslam gerçeğini, Muhammed’in hak Peygamberliğini, İslam şeriat ve nizâmını bir defa gerçek bunları Allah’u Teâlâ’nın ortaya koyduğu ezelî ve ebedî hakîkatler olduğu bilinmeli kalp bunu tasdik etmeli dil ikrâr etmelidir.

 

Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?” deyince, onlar: “Gerçekten biz senin tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz” dediler. İşte putları tanıdılar da Allah’ı ve O’nun ortaya koyduğu İslam gerçeğini tanıyamadılar.

 

Bizde onlardan intikam aldık. Kim diyor? Yüce Allah diyor. Allah mülkünde kendini inkâr ettirir mi? Edenlere bir müddet verir, ondan sonra ne olur? Alaşağı… Böyle yağma yok Allah’ın mülkünde sen Allah’ı inkâr edeceksin öyle mi, bu da yanına kalacak? Hiç kimsenin yanına kalmadı kalmayacak. “Bak Peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl oldu?” diyor. (فَانْظُرْ) bir bak diyor Cenab-ı Hak (كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ۟) böyle derken (فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ) onlardan intikam da aldık diyor. Aldı almaya da devam ediyor, tâ kıyâmete kadar cennet ve cehennemle işler sonuçlanıncaya kadar.

 

Allah cümlemizi Yüce İslam bizi Allah’ın rahmetine merhametine, uçsuz bucaksız lütuflarına cennet ve cemâline çağırıyor bu çağrıya bütün varlığıyla koşan uyan iki cihânda mutlu olan kullarından eylesin.

 

 

Dakika 50:05

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

 

 

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âli Muhammed”

 

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ ﴿٤٤﴾

وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ ﴿٤٥﴾

وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ ﴿٤٦﴾

اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ ﴿٤٧﴾

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ ﴿٤٨﴾

لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ﴿٤٩﴾

اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ﴿٥٠﴾

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ ﴿٥١﴾

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ ﴿٥٢﴾

صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ ﴿٥٣﴾

 

صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ

Kıymetli muhterem izleyenler,

 

Hayat veren nurun dersleri, keşif notları ve irşâd notları isimli dersimiz Şûrâ Sûresi’nin 44’üncü âyetine kadar geldik ve buradan da devam ediyoruz.

 

Yüce Allah Celle Celâlühü yüce Kur’an’ın nuru, İslam’ın nuru Muhammed’i nur ile ebediyyû’l-ebed bu tevhîd îmânının aydınlığında ebedî mutlu olan kullarından eylesin. Cenab-ı Hak ölümsüz bir hayatı da insanoğluna lütfetmektedir bunun adı İslam’dır, bunun kaynadığı nurun kaynadığı ebedî olarak nuruyla cihânı kuşattığı Rahmeti-Rahmân dünyada İslam ukbada Rahmeti-Rahîm olan Yüce Allah’ın lütfu keremi olan cennette ve Allah’ın Cemâli’dir. Yüce Rabbimiz bu âyet-i kerimelerde bakın bize hangi yüce emirlerini buyuruyor nasıl uyarıyor nasıl irşâd ediyor.

 

Allah kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir dost yoktur. Sen, azâbı gördüklerinde zâlimlerin: “Acaba dönecek bir yol var mıdır?” dediklerini görürsün.

Sen, onların aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken ateşe sunulduklarını görürsün, îmân edenler de: “Gerçekten zarara uğrayanlar hem kendilerine hem de ailelerine kıyâmet günü yazık etmiş olan kimselerdir” diyeceklerdir. İyi bilin ki zâlimler devamlı bir azâb içerisindedirler.

 

Dakika 55:55

 

Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onun için çıkar bir yol yoktur.

 

Allah tarafından, geri çevrilmeyecek kıyamet günü gelmeden önce, Rabbinizin davetine uyun, çünkü o gün, sizin için sığınacak bir yer yoktur ve sizin inkâr da edemezsiniz.

 

Ey Muhammed Mustafa Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem, Ey şanlı Peygamber âlemlere rahmet olarak gönderilen Ey Muhammed Aleyhisselâtu Vesselâm! Eğer onlar yüz çevirilerse bilsinler ki, biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak ona sevinir, ama elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isâbet ederse, o zaman görürsün ki insan çok nankördür.

 

Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’a aittir. O dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk bahşeder.

 

Yahut Allah onları erkek ve kız olmak üzere çift verir, dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz ki o her şeyi bilir. O’nun her şeye gücü yeter.

 

Allah Celle Celâlühü bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahiy eder. Şüphesiz o çok yücedir hüküm ve hikmet sahibidir.

 

İşte biz böylece sana da emrimizden şanlı Kur’an’ı vahiy ettik. Yoksa sen kitap nedir? Îmân nedir? bilmiyordun. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun.

 

Göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan Allah’ın yoluna götürüyorsun. İyi bilin ki bütün işler sonunda yalnız Allah’a dönecektir.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Cenabı Hak gâyet hızlı ve gizli kalbe bırakıp ilhâm sûretiyle içe doğan ilhâmlar vardır bir de vahyi ilâhîler vardır bunlar içe doğması ve alınmasıdır. Hazreti Mûsâ’nın annesine olduğu gibi. Meselâ bir insan diğer insanlara dahi gerek yakaza uyanıklık halinde ve gerek uykuda olur gıyaptan da olur. Ru’yet yani görme hâlinde de nitekim “İsrâ Gecesi” Rasûlullah’a öyle olmuştu.

 

 

Dakika 1:00:30

 

(اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ) Veya perde arkasından ki, bazı cisimlerde ne kulaklarda kelam söz yaratılıp işittirir de işiten kimin söylediğini görmez. Nitekim Hz. Mûsâ’ya böyle olmuştu. Bu doğrudan doğruya kalbe değil kulaktaki işitme gücüne söylenmiş olduğundan, perde arkasından olmuş oluyor. Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Hazreti Muhammed de ise (Ahyânen yetini misle salsalatil cerasi) “Bazen bana çan sesi gibi gelir” dediği kısmında bu kabilden sayılması gerekir.  (اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً) Veya bir Rasûl yani tebliğ aracı bir melek gönderip Cenab-ı Hakk’ın (فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ) izniyle başarılı kılması ve yardımı ile dilediğini vahiy ettirmek sûretiyle ki, işte (مَا يَشَٓاءُۜ) meleğin vahyi gerek kalbe doğdurulma ve gerek sesle veya sessiz söz ile olabileceği gibi meleğin gelişi dâhi cismânî bir biçimde kirlenip şekillenmemekten daha geneldir ve daha geniştir. Mesela Cebrâil Aleyhisselâm ile olan vahyin ifade ettiği zorunlu bilgi hepsinden yüksek olmaktadır. Yüce Rabbimiz peygamberlerine böyle vahiy ediyor. Vahyin geliş yolları var, bunlardan biri de Rasûl göndermektir.

 

Alûsî’nin kaydettiği üzere: İmâm Ebû Abdullah Teymî el-İsfahânî demiştir ki; “Vahyin aslı anlatmaktır.” Kendisiyle bir şey anlatılabilen meselâ ilhâm, işaret, yazı hep birer vahiydir. Râgıb da müfredatında der ki: “Vahyin aslı hızlı işarettir, vahiy sürati de kapsadığı için Emr-ü Vahyi denilir” çok çabuk emir demektir. Bu bazen işaret, simge ve sözle dokundurma yollu konuşmakla olur. Bazen kelime ve cümle olmaksızın ses ile de olur. Nitekim

(فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ أَن سَبِّحُوا) “Onlara sabah akşam tesbihte bulunun” diye işaret etti Meryem sûresi 11’inci âyet-i kerimesinde bu manaya yorumlanmıştır. Buna “remiz” denilmiştir, itibar denilmiş yani yazı denilmiştir. “Şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına mutlaka telkinlerde bulunurlar”. Dikkat et!

 

Dakika 1:05:00

 

(وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ) “Şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına mutlaka telkinlerde bulunurlar.” En’âm Sûresi 121’inci âyet-i kerime.

(يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا) “Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızla birtakım sözler telkin eder.” B u da En’âm Sûresi 112’nci âyet-i kerimesinde bu çeşitler üzere

(مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ) “o sinsi şeytanın şerrinden” bak vesvese veriyor. Bu da Nas Sûresi’nin 4’üncü âyet-i kerimesinde ki bakın ifadesiyle işaret olunan vesvese tarzındandır. Şimdi vesveseyi, ilhâmı, vahyi ilâhî Peygambere geleni ve ilhâm yoluyla peygamber olmayanlara gelen ilhâmları, şeytanın verdiği vesveseleri ve nefislerin verdiği visvaslar ki hevacisleri bunları bir mü’min Müslüman birbirinden ayırabilmelidir. İlâhî kelimeye vahiy denilir.

(وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً) “hiçbir beşer için mümkün değildir ki Allah ona başka sûretle kelâm söylesin ancak vahiy ile söyler.” Şûrâ Sûresi 51’inci âyetiyle beyân buyrulduğu üzere birkaç türlüdür. Ya müşahede olunan bir elçi ile olur ki zât-ı görülür, kelâmı işitilir Cebrâil Aleyhisselâmın belirli bir sûretle peygambere tebliği gibi. Peygamberimize belirli bir sûretle Cebrâil Aleyhisselâm gerildi vahyi ilâhî getirildi veya görülmeksizin kelâmını işitmekle olurdu. Mûsâ Aleyhisselâmın da Allah’ın kelâmını işitmesi gibi yahut da kalbe doğdurulmak sûretiyle olur. Rasûlullah’ın (inne ruhel kudusi nefese fi rûhî) “Rûhu’l Kudüs” kalbime üfledi buyurduğu gibi veya ilhâm ile olur. Rûhu’l Kudüs Cebrâil Aleyhisselâm’dır. Bazen doğrudan doğruya kalbine üfler şekilde vahyi kalbine yerleştiriliyordu. Bunlar Yüce Allah’ın lütuflarıdır, yüce kudretinin her şeye kâdir olduğunun ayrıca belgeleridir. Birde ilhâm ile olur.

(وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى) “Mûsâ’nın anasına onu emzir diye vahyettik” diyor. Buradaki vahiyden maksat ilhâmdır. Kasas Sûresi 7’nci âyet-i kerimede olduğu gibi veya teshir yani emri âmâde kılma ile olur ki bu da (وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ) “Rabbim bal ağrısına dağlardan, ağaçlardan ve çardaklardan evler edin sonra meyvelerin her birinden ye de diye ilhâm etti.” Bakın bal arısına bile bir ilhâm var ki bu da onun ne yapacağını bal arısına bal yapmayı nasıl yapacağını ilhâm ediliyor. Buna da teshir yoluyla yani Yüce Allah kendi emrine âmâde kılma ile ona o sanatı ilham ediyor hem de teshir yoluyla. Bu da Nahl Sûresi’nin 68’inci âyetinde olduğu gibi veya rüyada olur. Nitekim Rasûlullah (S.A.V) buyurmuştur ki: (ingataal vahyü vebegıyyetil mübeşşirâtü rü’yen ru’yel mümini) “Vahiy kesildi mübeşşirat müjdeleyen ilhâmlar kaldı o da mü’minin rüyasıdır” buyurdular. Bu haberin kaynağında da Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Muvattâ, Dârimî, Ahmed Bin Hanbel gibi çok kıymetli muhaddislerimiz bulunmaktadır.

 

İlhâm, teshir, rüya bu üçüne (اِلَّا وَحْياً) bakın dikkat et! İlhâm, teshir, rüya bu üçüne (اِلَّا وَحْياً) ancak vahiy hâlinde ifadesi işaret ediyor. Sözü işitmeye (اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ) yahut perde arkasından sözü delalet ediyor. Cebrâil’in tebliğine de (أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا) yahut da tebliğ vasıtası melek gönderip ifadesi işaret ediyor. Vahiy sülasi yani üç harfli fiilden gelir ise de Kur’an-ı Kerim’de hep if’al ölçüsünde yani dört harfi gelmiştir. Öncekine vahiy elçi aracılığıyla olan üçüncüye “ihyâ” denilmiştir. Kısacası Yüce Allah hiçbir peygambere ne Mûsâ’ya ne de diğerlerine bu üç çeşitten başka bir şekilde kelâm söylememiştir ve hiçbir insanoğluna başka türlü söylemez. İnsanın, insanla konuşması gibi karşı karşıya ve apaçık belirli bir şekilde konuşmaz. (إِنَّهُ عَلِيٌّ) Çünkü o çok yüce, çok ulu mu ulu, çok yüce mi çok yücedir. Onun için insanoğlu onun yüksekliğine yetişip de kadim ezelî olan kelâmını olduğu gibi anlamaya dayanamaz. Fakat (حَكِيمٌ) hüküm ve hikmet sahibidir. Onun için hikmetine göre vahiy veya ihyâ ile söyler. Bu âyetin tefsirinde Şeyh Abdulvehhâb Şa’ranî’nin kayda değer bazı ifadeleri vardır.

 

Âlûsî bunları şöyle nakleder; “Şunu bil ki Hakk’ın kelâmını işitmekten men eden buna engel olan ancak insanlıktır. Kul ondan insanlık seviyesinden yükseldiği zaman, ona Yüce Allah vücutsuz ruhlara söylediği gibi söyler. İnsanlığa beşer denilmesi de ruhun derecesine ermekten alıkoyan işlere bulaşması dolayısıyladır.” Eremeyince de Yüce Allah ona eşyada söyler ve onlarda tecellî eder. Peygamberler gibi ona erenler ise öyle değildir. Onun için onların dışındakilere Hak Teâlâ perde olan vücutları içinde tecellî eyler.

 

Dakika 1:15:15

 

Eğer Yüce Allah’ın kuluna hidâyeti yani yol göstermesi olmasaydı O’nun Rabbi olduğunu tanıyamazdı. Şunu da bil ki Yüce Allah’ın kendisinin başkasına söylemesine yahut kendisinin başkasına işittirmesine insan gerçekten dayanamaz. O hâlde kuluna, işittirmek üzere seslendiği zaman onun bütün güçlerinin olması gerekir.

 

(Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm) (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh vemâ tevfîki illâ billâh)

 

Buraya dikkat et!  Kudret, kuvvet hepsi O’ndan ve tevfîk de başarı da O’ndan. O’ndan başkası değil ki. Çünkü münacat sırasında Yüce Allah onu bütün kuvvetleri olmaksızın “hadîsin” yani sonradan olan ezelî olmayan bir varlığın kelâmı kadimi yani ezelî kelâmı işitmeye güç yetirebilmesi mümkün değildir. Onun için Mûsâ Aleyhisselâm düştü bayıldı. Çünkü o makama lâyık olan tecellîyi kabul edecek yeteneği yoktu.

 

Dakika 1:17:13

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 86 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}