451- Tefsir Ders 451 hayat veren nurun keşif notları
451- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 451
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
(Fetih Sûresi 27’nci Âyet-i Kerime’den 29’uncu Âyet-i Kerime’ler)
(Hucûrat Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 10’uncu Âyet-i Kerime’ler)
Diğer birisi de Alûsî’nin kaydettiğine göre hasenden şu da rivâyet edilmiştir; Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Medine’de oturmaya başladıktan sonra kendisine uzak yerlerden sefaret heyetleri geliyor pek çok meseleler soruyorlar çok söylüyorlardı. Rasûlullah başlamadan meseleye başlamaktan men edildiler. Ebû Hayyân Bahir’de der ki: Rasûlullah’a bir kavim geldiği vakit, nasıl selâm vereceklerini öğretmek üzere Ebû Bekir onlara bir adam gönderir ve Resulullah’ın huzurunda sükûnet ve vakar üzere bulunmalarını isterdi. Bazıları öne geçmeyi özel örneklerle tefsir etmişlerse de âyetten görünürde anlaşılan gerek söz ve gerek fiil hepsine umûmî olmasıdır. Resulullah’ın Meclisi’nde bir mesele geçtiği zaman ondan önce cevaba kalkışmamaları içinde olduğu gibi yolda giderken bir izin işaret veya ihtiyaç olmaksızın önünde yürümemeleri ve sofrada ondan önce yemeğe başlamamaları da içinde olur ki buna usulde, umûmî mecaz yahut beyânda kinaye tâbir edilir. Hakîkati irâdeye engel olmaz namazda hiçbir şekilde imamın önüne geçmenin câiz olmamasındaki mânâda budur. Rasûlullah’ın huzurunda birisi imam edilip namaz kılınacak olsa, onun izni olmaksızın sahîh olmaz. Bu şekilde bu âyetten her şeyde şeriata uymanın gerekliliğine delil getirilir. Yani her konuda şeriata uyduğun zaman işte Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmemiş, ona itaat etmiş olursun. Nerede şeriatın emirlerine uymuyorsan Allah’ın önüne geçmek isteyen, Peygamberinin önüne geçmek isteyen kişilerden birisi olursun. Bu da eğer itikatta, inancında tehlike varsa bu inanç yoluyla terbiyesiz ve îmânsızdır amel yönünde kusuru varsa amel yönüyle günahkârdır. Ahlâkî eksiklikleri varsa bunun da güzel ahlâktan yoksun olduğu ortaya çıkar. İşte bu âyet Rasûlullah’ın protokolü ile ilgili böyle bir ara prensiptir ki bundan sonra âyetin mânâsı da bunun anlamı içindedir. Bazıları bununla kıyasın aleyhine de delil getirmek istemişlerse de kıyas Allah ve Rasûlünün hükmünde öne geçmek değil ki uymak için mânâ araştırmasıdır. Evet, hiçbir şekilde Allah ve Rasûlünün önüne geçmek mânâsı bulunan hiçbir saygısızlık yapmayın (وَاتَّقُوا اللَّهَ) ve Allah’tan korkun. Gerek yapacağınız ve gerek çekineceğiniz her hususta, her söz ve fiilde bunun üzerine ve özellikle bu hususta ileri gitmekte Allah’ın gazâbından korkup, emrine uyup korunun. (إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ) Çünkü Allah işitendir, bilendir.
Dakika 5:00
Dikkatle dinlenmesi içinde Cenab-ı Hak (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا) “Ey îmân edenler!” diyor. Nefsi söz ve fiilin aslında ileri gitmek yasaklandığı gibi bunda da sözün niteliğinde yani söyleyişte aşırı gitmek yasaklanıyor. “Ve seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin” diyor. Bu bugün Müslümanların arasında bir terbiye kuralıdır. Müslümanlar büyüklerinin, âlimlerinin, önderlerinin ve diğer kendi aralarında da olsa terbiye kurallarına dikkat etmeli yüksek sesle konuşulmayacak yerde gâyet hafif sesle konuşmalı, terbiye kurallarına sesin tonajını dahi ayarlamalıdır. “Ve ona söz söylerken birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle söylemeyin”. Akran gibi de konuşmayın yani önceki ileri gitmeyi yasaklıyor bu cümlede aynı düzeyde olmayı yasaklıyor. Çünkü herkes haddini bilmek zorundadır. Küçükler, büyüklerine saygı göstermek zorundadırlar. Kimse peygamber olamadığı gibi birde peygamberlerin vârisleri vardır, âlimler. Çünkü peygamberler mal, mülk bırakmazlar, ilim bırakırlar ona da âlimler varis olurlar gerçek âlimler ki Kur’an âlimleri, sünnet âlimleri, icmâ kıyas âlimleri, gerçek vâris âlimlerdir.
Rivâyet edilir ki bu âyet inince Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh); Ya Rasûlallah! Vallâhi ben bundan sonra Allah’a kavuşuncaya kadar sana gizli veya gizli gibi konuşurum” demiş. Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh)’da, Peygambere öyle yavaş konuşur olmuştu ki, sormayınca işittirmezdi. Öyle yaparsanız öyle farkına varmadan amelleriniz boşa gider de haberiniz olmaz. Çünkü Peygambere saygısızlığa ve sıkıntıya sebep olabilen şeyler küfre varabilir; küfür ise amelleri bozar yok eder. “Kim îmânı kabul etmezse ameli boşa gider…” Bugün Kur’an-ı Kerim âlimleri de bizzat Kur’an ile hareket ettikleri müddetçe o vâris Ulemâ’ya da aynı saygı, aynı sevgide, hürmette edep ve terbiyede saygıda bulunulmalıdır. Çünkü Ulemâ Allah’ın emriyle emreder, nehyi ile nehyeder. Allah’ın Kitâb’ı Kur’an-ı, sünneti, icmayı, kıyası konuştururlar.
“Haberiniz olmaz” îmânlarınız, amelleriniz perişan olur da haberiniz olmaz. Sesi yükseltmek ve kaldırmaktan maksat yalnız hafife almak ve saygısızlık kastıyla olanlar değildir. Çünkü o mü’minlerden çıkması mümkün olmayan açık küfürdür. Fakat açık küfür olmamakla beraber, dolayısıyla ona varan küfür zannedilen hâllerde vardır. Yani küfre götüren hâller açık küfür değildir ama küfre götüren hâller vardır. Bugün bazı serseri câhiller Kur’an-ı Kerim’i bilmiyorlar, bilmedikleri hâlde bilmediklerini de bilmeyerek Kur’an’ın hükmüne açıkça karşı koyanlar çıkıyor. Bu Allah’a karşı koymaktır sadece âlime karşı koymak değil ki. Kur’an’a karşı koymak Allah’a, peygambere de karşı koymaktır ki kişi dolaylı kendini küfre, kâfirliğe sevk etme tehlikesiyle baş başadır.
Dakika 10:30
Bazı fiiller vardır ki küfür kastıyla yapılmasalar bile küfür tehlikesini içinde bulundururlar. Peygambere sıkıntı bu şekilde olur. Buhârî ve Müslimin Enes’ten (Radıyallâhu Anh) rivâyet etmişlerdir ki, bu âyet inince Sabit Bin Kays (Radıyallâhu Anh) evinde oturmuş; “Ben cehennemliklerdenim” diyerek kendini hapsetmişti. Bu adam yüksek sesle konuşan birisiydi ama niyetinde saygısızlıkta yoktu. Fakat yapısın da böyle bir yüksek sesle konuşma durumu vardı. Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Sâ’d Bin Muaz’a: “Ey Ebâ Âmir, Sâbit ne hâlde rahatsız mı?” diye sordu. Sâ’d da: O benim komşumdur, rahatsızlığını bilmiyorum dedi ve gitti, sordu. Sâbit dedi ki: “Bu âyet indirildi, hâlbuki bilirsiniz ben sizin en yüksek seslinizim demek ki ben cehennemliklerdenim” dedi. Sâ’d bunu Peygambere söyledi. Rasûlullah; Hayır o, cennetliklerdendir, buyurdu. Diğer bir rivâyette de, Rasûlullah haber gönderip getirtti, sordu. Ya Rasûlallah, dedi: Allah Teâlâ sana bu âyeti indirdi benim ise sesim kuvvetli, korkarım amelim yok olur. Peygamberimiz Aleyhisselâtu Vesselâm buyurdu ki; Hayır sen hayır ile yaşayacak hayır ile öleceksin. Taberânî ve Hakîm’in rivâyetlerine göre Rasûlullah ona: Razı olmaz mısın? “Allah’a hamd ederek yaşarsın şehit olarak öldürülesin ve cennete giresin!” buyurdu. O da: “Râzıyım ve artık sesimi Peygamberin sesinin üstüne kaldırmam” dedi. Burada şehit olacağı bile müjdelenmişti. Hâkim el-Müstedrek Alâ Sahîhayn’da bu habere yer vermiştir. Sakındırmaktan sonra yapışmaya teşvik için buyuruluyor ki:
(إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ) “O kimseler ki Rasûlullah’ın yanında seslerini kısarlar, yasaklamaya muhalefetten sakınarak ve terbiyeye uyarak seslerini indirir pesten alırlar. Şüphesiz onlar o kimselerdir ki Allah Teâlâ onların kalplerini takvâ için imtihan etmiştir.” Fetih Sûresi’nde geçtiği üzere onlara takvâ kelimesini gerekli kılıp, türlü sıkıntılarla tecrübe sahasında takvâya alıştırmış, takvâlarını tecrübeyle ortaya çıkarmıştır. Onlara mağfiret ve büyük bir ecir vardır.
“Şüphesiz ki sana hücrelerin gerisinden bağıranlar var onlarda akılları ermeyenler.”
Şimdi hücreler, Sevgili Peygamberimizin odalarıydı, sevgili annelerimiz o odalarda bulunurlardı. Şimdi bu konuda da İnşâ’Allah bir sonraki dersimizde bunlarla devam edecektir.
Dakika 15:15
Cenab-ı Hak Rabbisine bütün gücüyle saygı gösteren, O’na itaat eden Habîbine bütün terbiyesi ve saygısıyla tâbî olan Yüce İslam’ın şeriat kurallarına bir, bir uyan ve yüce şeriatın emirlerini bir, bir yerli yerince uygulayan… Ve yeryüzünde ümmetin birliği beraberliği, İslam’ın zaferi ve cihâna İslam barışının egemenliğini Cenab-ı Hak nasîb-i müyesser eylesin.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Kıymetli dostlarımız,
Hucûrat Sûresi ile dersimiz devam etmektedir. Hucûrat Sûresi bu sûre-i celile de Medine-i Münevvere döneminde inzâl edilen sûrelerdendir. Âyet sayısı 18’dir. Yalnız (يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى) diyen, âyetinin Mekkî olduğu hakkında İbn-i Abbâs’tan bir rivâyette vardır. Fetih Sûresi’nin son kısmı Peygamber Efendimizin yanındaki Ashâbın ahlâk ve terbiyesi ile yetişecek mü’minlerin gelecekleri ile sona ermişti. Bu sûrede mü’minlerin iyilik ve refahını artıracak olan güzelliklerden söz etmekte. Allah ve Rasûlüne karşı uyulması gereken âdetlerin öğretilmesi ile başlamaktadır. Allah’a, Peygambere son derece edep ve terbiyenin, saygının özellikleri öğretilmektedir. Önceki sûre, mü’minlerle kâfirler arasında dış ilişkiler ile ilgili yol göstermeleri de ihtivâ ettiği hâlde bu sûre yalnız mü’minler arasında iç münasebetler yönünden eğitim, öğretim ve nizâmı haber vermektedir. Müslümanlar son derece eğitimli, öğretimli âdâb ve terbiye konusunda Allah’a, Peygambere âzamî derecede son derece saygılı edep ve terbiyeli olmayı emrediyor. Onun için öncekilerde kâfirler ile savaş konu edildiği hâlde bunda yol kesenler ile savaş zikredilmektedir. Netice olarak bu sûre bize gelişi ile özellikle şunu gösteriyor ki herhangi bir fetihten sonra en önce dikkat edilmesi gereken yön iç düzenlemelere dikkat etmek ve fethedilen yeni memleket halkının İslam’ın feyiz ve bereketinden istifade etmeleri için itaat ve terbiyelerine özen gösterme meseleleridir.
Onun için buyruluyor ki;
استعيذ بالله
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿١﴾
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ﴿٢﴾
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ﴿٣﴾
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾
وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥﴾
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ ﴿٦﴾
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّـنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ ﴿٧﴾
فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٨﴾
وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿٩﴾
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟ ﴿١٠﴾
صَدَقَ اللهُ اْلعَظِيمُ
Dakika 21:50
Ey îmân edenler! Allah’ın ve Rasûlünün huzurunda öne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Kıymetli dostlarımız, Allah’u Teâlâ’nın ve Peygamberinin önüne nasıl geçilir bunların üzerinde birer birer keşif notlarımızla devam edeceğiz.
Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.
Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
(Rasûlüm!) Sana odaların arkasından bağıranların çokları, aklı ermez kimselerdir.
Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Ey îmân edenler! Eğer fasığın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz.
Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şâyet o, birçok işlerde size uyusaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size îmânı sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fâsıklığı ve isyânı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
Bu Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şâyet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafa tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adâletle düzeltin ve (her işte) adâletli davranın. Şüphesiz ki Allah âdil davrananları sever.
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.
Dakika 25:40
Şimdi kıymetli dostlarımız, Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyin geçirtmeyin diyor bu âyet-i kerimede. Şimdi (لَا تُقَدِّمُوا) buyuruyor.
Takdim, öne geçmek geçilmek nedir? Müteaddi bir fiildir bu iki vecih vardır; Birisi: Herhangi bir mefule bağlılığı görüşünden uzaklaşarak lâzım fiil yerinde fiilin kendisini kastetmektir ki, Allah’ın ve Rasûlünün önünde öne geçmek denilen fiili yapmayın, şunu veya bunu takdim, öne geçirmek diye düşünmek şöyle dursun, öne geçmek denilebilecek hiçbir fiil yapmayın, demektir. Yani Allah’ın emirlerini önüne başka bir emir koymayın kânûnlarının önüne başka kânûn koymayın başkalarını ilâhlaştırmayın. Allah’u Teâlâ’nın emirlerini ve peygamberini ve Peygamberin ortaya koyduğu Yüce İslam’ın kuralları yerli yerince uygulayın bunların önüne başkalarını geçirmeyin. İkincisi de Mef’ûlün umûmîlik için hazfedilmiş olmasıdır ki hangi meful takdir edilse, tercih sebebi olmadan tercih yapılmış olacağından Hazf olunur. Hiçbir şeyi, hiçbir emri, ne kendinizi ne başkasını aslâ öyle geçirmeyiniz, demek olur. Allah’ın emirlerinin dini İslam’ının Kitâbı’nın önüne kimse geçmesin, geçirmeyin, geçmeyin. Demek olur ki birincisi, fiilin kendisini yasaklamak itibariyle makamın hakkına daha uygun, ikincisi ise kullanılması daha çok ve genelde daha açık olması yönünden daha belirgin görülmüştür. Bu sözde iki mecaz olduğu hatırlatılır: Birisini (بَيْنَ) birisi (بَيْنَ يَدَيِ) tâbirinden ‘’Mecâz-ı Mürsel’dir.’’ Zirâ bunun gerçek mânâsı iki el arası demektir. Fakat örfte bundan mücaveret (yakınlık) alâkası ile sağ ve sol taraftan iki yönün paralelliği sebebiyle düşünülerek ön mânâsına kullanıldığı gibi burada Allah ve Rasûlünün önüne geçmek veya geçirilmek istiâre-i temsiliyyedir ki Allah ve Rasûlünün emri ve hükmünü gözetmeden hiçbir emri kestirip atmayın. Allah’ın emirlerine iyi bakın. Demek olup, Kitâb ve Sünnet’in ahkâmını göz önüne almaksızın yani kitabı sünneti onun ahkâmını göz önüne almadan acele veya baskı ile bir işe kalkışmaktan men etmektedir. Bir de ‘’Gaddeme’’ fiili ‘’Tekaddeme’’ mânâsına lâzım (edilgen) fiil olur. Nitekim askerin öncüsüne, mukaddime denilir ki, mutekaddime, öne geçen demektir. Burada bu mânâdan olarak Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin diye tefsir edilmiştir.
Dakika 30:20
Bunda mefûlü bih olan (بَيْنَ) mefulü bih çeşnisini almak yönüyle de müteaddi fiil neşesi verebiliyor. Ancak bunda yalnız kendiniz geçmeyin demek olur. Diğerini geçirmemek için de bir Emri Bi’l-Ma’rûf ve Nehyi Ani’l-Münker görevi gerekli olabileceğini ifade etmez. Meğerki işaret ettiğimiz şekilde geçmeyin, geçirmeyin diye açıklanmış olsun. Fakat bu da önceki geçişlilik mânâsından çıkabilecektir. Bazı tefsirciler de demişlerdir ki; Burada mânânın aslı Rasûlullah’ın önüne geçmeyin demektir. Allah’ın ismini zikredilmesi yalnız tazim ve Rasûlullah’ı, Allah yanında yüksek şerefini ve yüce özelliğini bildirmek içindir. Nitekim bundan sonraki âyetler yalnız Peygamber hakkındadır. Buna göre mânâ şu olur: “Allah’ın Rasûlünün önüne geçmeyin, çünkü onun Allah’a yakınlık duygusu vardır. O hep Allah’ın huzurundadır, onun önüne geçmek Allah’ın huzurunda cüretkârlıkta bulunmaktır.”
Şimdi bu kısa beyandan sonra bir de şöyle bu âyetinin sebebi nüzulüne şöyle bir bakalım. Buhârî Şerif’in Abdullah Bin Zübeyr ’den bir rivâyetine göre Beni Temim ’den Rasûlullah’a bir heyet gelmişti. Hz Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) Ka’ka Bin Ma’bed’i onlara emir yap dedi. Hz. Ömer de Akra Bin Habis’i yap dedi. Ebû Bekir: Sırf bana muhalefet etmek istedin dedi. Ömer de: Hayır, sana muhalefet etmek istemedim dedi, münakaşa ettiler, sesleri yükseldi. Bundan dolayı (يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪) “Ey îmân edenler! Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyin” âyeti nâzil oldu. Fakat yine Buhârî’nin ve diğerlerinin rivâyetlerine göre bu münakaşa bundan sonraki âyetin nüzulüne sebep olmuştur.
Abd Bin Humeyd ’in, İbn-i Cerir’in ve İbn-i Münzir’in Hasen ’den rivâyetlerine göre bazı kimseler kurban bayramı günü Rasûlullah’tan önce kurban kesmişlerdi. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem onlara yeniden kesilmesini emretti, bu âyet indirildi. Keşşâf’ın nakline göre bayram namazından önce kesmişlerdi bu âyet nâzil oldu, Rasûlullah da onlara yenir bir kurban keserek iade etmelerini emir buyurdu. Üçüncü bir rivâyette de İbn-i Cerir’in Katâde’den rivâyetine göre bir takım kimseler şunun hakkında şöyle nâzil olsa idi, şöyle, şöyle olurdu diye söyleniyorlardı bu âyet indi.
Dakika 35:00
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
Çok kıymetli ve muhterem efendiler,
Fetih Sûresi’nin 26’ncı âyetinin keşif notlarıyla dersimiz devam ediyor. Tarihte ‘’Hudeybiye Musâlahası’’ meşhûrdur zâhirine bakarsanız tabii ki hikmetini anlayamadığınız, kavrayamadığınız taraflar olabilir, ama iç yüzüne baktığınız zaman bütün zaferlerin müjdesi büyük bir fetih olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun zâhirini görüp, iç yüzünü göremeyenler niceleri şaşırmıştır ama tabii “Sıddıklar” şaşırmamıştır. Dolayısıyla Hz. Ömer de burada dur kendi iç dünyasını açığa çıkarmış ve ömür boyu da pişman olacak bir davranışın içinde bulunabilmiştir. Ve Allah yolunda çok azâb çektirilmiş olan işkence altında Müslümanlar vardı. Tabii bunun zâhiri noktasında Hazreti Ömer’in de çıkışları kendine göre meşhurdur ama karşısındaki bir Peygamber olduğu için Peygamberin Allah’u Teâlâ’dan aldığı emirlere göre hareket ettiğine göre ki kesin böyle… İnsanlar kendi heyecanlarını Yüce Allah’ın hikmetine, takdirine, irâdesine dürüm, dürüm hikmetlerine bağlayabilmelidir. Hazreti Ömer dayanamamış Hz. Peygambere gelmiş demişti ki; “Biz hak üzere değil miyiz?” Rasûlullah evet buyurdu. “O hâlde niçin dinimizde bu zillete söz veriyoruz?” dedi. Sevgili Efendimiz ben Allah’ın Rasûlüyüm, ben Allah’a âsî olamam O ne derse onu yaparım dedi O benim yardımcımdır buyurdu Sevgili Peygamberimiz. “Ya sen bize Beytullah’a varacağız, onu tavaf edeceğiz demiyor muydun?” dedi. “Evet, ama dedi bu sene varacağız dedim mi sana?” buyurdu. Hayır, dedi. Öyleyse yine varacaksın, tavaf edeceksin buyurdu Sevgili Peygamberiz.
Sonra Ebû Bekir’e varıp: “Bu gerçekten Allah’ın Peygamberi değil mi?” dedi Hz. Ömer.
Bakın “Sıddıklar” sarsılmazlar Faruklara Sıddık ama Sıddıklara da bir şanlı Muhammed lâzımdır Aleyhisselâtu Vesselâm. Ebû Bekir, evet dedi o Allah’ın Rasûlü’dür. “Biz Hak üzere değil miyiz?” dedi Ebû Bekir’e Ömer. Ebu Bekir; Hak üzereyiz dedi. “O hâlde dinimizde bu zillete niçin söz veriyoruz?” dedi. Ebu Bekir demişti ki: Be hey adam, bakın Ömer’i nasıl azarlıyor; Be hey adam, o Allah’ın Rasûlü’dür, Rabbine isyân etmez o vahiy ile konuşur, vahiy ile hareket eder. Ne demek istiyorsun sen? Sen ölünceye kadar onun eteğine iyi yapış ey Ömer! Sen ölünceye kadar onun eteğine iyi yapış ya Ömer!
Dakika 40:10
Vallâhi o şüphesiz hak üzerindedir Allah ne derse onu yapar. Ya bize Beytullah’a varacağımızı ve tavaf edeceğimizi söylemiyor muydu? Dedi. Evet, ama sana bu sene varacaksın dedi mi? Hayır, dedi. O hâlde varacaksın ve tavaf edeceksin dedi. Hazreti Ömer bunu kendisi nakletmiş ve Peygambere karşı Müslüman oluşunda beri bir kere olmak üzere yaptığı bu kusurdan dolayı da daha sonra kefaret olmak üzere birçok ameller yapmıştır ki, onları “Hadis-i Şerifler ve Siyer” kitapları anlatırlar. Muhammed Sûresi’nin 35’inci âyetinde: (فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ ) “Gevşeklik etmeyin ve daha üstün olduğunuz hâlde barışa çağırmayın.” Çünkü barışı kötüye kullanan karşınızda zorbalar var ve fırsatınızı arayan azılı düşmanlarınız var. Hazreti Ömer’in bu heyecanları, zâhire bir vazife demektir. Fakat işin iç yüzünü gören bilen ise Allah ve ona bağlı olan resulü idi. (فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ ) Müslümanlar dâima üstündürler bu üstünlükle ebedî barışı, sosyal adâleti, evrensel sevgi ve merhameti dünya da uygularlar. Buna karşı sekînetin ise ilâhî de kutsi bir insan olduğu anlatılmıştır.
Takvâ biliyorsunuz ki takvâ sözünden maksat kelimeyi tevhîd ve “kelime-i şehâdet” olduğunu söylemişlerdir. Allah’ın korunmasına girmektir takvâ O’na itaat etmek, isyân etmemektir. Kelime-i Tevhîd: ‘’Lâ İlâhe İllallah’’. Kelime-i Şehâdet: ‘„Eşhedü ellâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûluh“ „Lâilahe illallâh Muhammedü’r-rasûlullâh“. Kıymetli dostlarımız, kelime-i tevhîdi iyi okumalıdır. Tirmizî ve Abdullah Bin Ahmed ve Dârekutnî ve diğerleri Ubey Bin Kâ’b’dan merfu olarak rivâyet etmişlerdir ki takvâ kelimesi; ‘’Lâ İlâhe İllallah Muhammedurresulullah’’ çünkü bu kelimenin içini doldurmak gerekmektedir bunun içinde Allah’ın birliği ve Yüce İslam’ın tamamı bulunmaktadır. Buhârî Şerif, Tirmizî, Ahmed bin Hanbel bu haberi rivâyet eden muhaddislerimizdir. İbn-i Merdiyye dahi Ebû Hureyre’den Seleme Bin Ekvâ’dan öyle rivâyet etmiştir.
Dakika 45:00
Ebû Hureyre’den bir rivâyette ‘’Muhammedurresulullah’’ beraberdir. Bu haberin kaynağında da Suyûtî bulunmaktadır. Ahmet İbnu Hibbân ve Hâkim de Humrân’dan rivâyet etmişlerdir ki: Osman Bin Affan (Radıyallâhu Anh) Rasûlullah’tan işittim buyuruyordu. “Ben bir kelime bilirim ki onu kalbinden inanarak söyleyen kul, ateşe haram olur” diyordu. Bunun, haberin kaynağından Ahmet Bin Hanbel bulunmaktadır. Bunun üzerine Ömer Bin Hattâb (Radıyallâhu Anh) de dedi ki; Ben size söyleyeyim nedir o? O ihlâs kelimesidir ki, Allah’u Teâlâ onu Muhammed’e ve Ashâbına gerekli kıldı ve takvâ kelimesidir ki Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem amcası Ebu Talip’e vefatı esnasında telkin etmişti. (şehâdetü enlâ ilâhe illallah) Ebû Hayyân’ın nakline göre, Hazreti Ali’den ve İbn-i Ömer ve İbn-i Abbâs’tan rivâyet olunmuştur. Ebû Hayyân bunu da nakletmektedir. Hazreti Ali’den ve İbn-i Ömer’den ‘’Lâ İlâhe İllallahu Vallâhu Ekber’’ diye Misvet Bin Mahreme‚den ‘’Lâ İlâhe İllallahu Vahdehu Lâ Şerikeleh’’ diye bununda haberin kaynağında nakleden Suyûtî’dir. Atâ bin Ebî Rebâh ’tan ve Mücâhit’ten
‘’Lâ İlâhe İllallahu Vahdehu Lâ Şerikeleh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alaâ külli şeyin kadir’’ diye rivâyet de olunmuştur.
Bunun kaynağında da yine Suyûtî bulunmaktadır. Hasan-ı Basrî de nakledildiğini göre bazıları da sebat ve ahde vefa demişlerdir. Yani barış antlaşmasında sebat ile antlaşma hükümlerini yerine getirmeyi kabullenmişlerdir. Yine bunun haberlerin kaynağına da baktığımız zaman değerli muhaddislerimiz bulunmaktadır. Yine (وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا ) “Ve onlar buna pek lâyık ve ehil kimselerdi” diyor. Ehil ‘’Ehak’tan’’ daha açıktır ki hakka göre ‘’Ehak’’ ne ise ‘’Ehak’ka’’ göre de ehil öyledir derler. Bunu da müellif Elmalı nakletmektedir.
Kıymetli dostlarım,
Kelime-i Tevhîd, kelime-i takvâ kelimesi ‘’Lâ İlâhe İllallah Muhammedurresulullah’’ bunun böyle olduğu bir defa kesin olarak ortadadır. Niçin? Muhammed’siz İslam olmaz, İslam’ız Muhammed olmaz. Muhammed de Yüce Allah’ın emrinde bir Peygamber ve İslam tamamen Hz Muhammed edildiğine göre, bir defa Kelime-i Tevhîdi ortadan bölmeye kimsenin hakkı yoktur. Bunun için Kelime-i Tevhîdi, takvâ kelimesini de doğru anlamalıdır (وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا) “Ve Allah her şeyi bilendir.”
Dakika 50:05
Kelime-i Tevhîdi hem Hazreti Muhammed tebliğ edecek telkin edecek, hem de onun Peygamberliğini sen Kelime-i Tevhîd’in içinden alacaksın bu olacak iş değil. Buna dikkat etsin Müslümanlar Kelime-i Tevhîdi söylerken Allah’ın Peygamberini ona indirilen İslam’ın tümünü gözden kaçırmasınlar bu yoksa ortada İslam diye bir şey kalmaz.
استعيذ بالله
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً ﴿٢٧﴾
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداًۜ ﴿٢٨﴾
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً ﴿٢٩﴾
Andolsun ve Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Harama gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.
Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlardan kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu onların Tevrât’taki vasıflarıdır. İncîl’deki vasıfları da şöyledir; Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçılarında hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmek ile kâfirleri öfkelendirir. Allah’a inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir.
Kıymetli dostlar,
Abdullah Bin Übeyy, Abdullah Bin Nüfeyl ve Rifâa Bin Haris: Vallâhi ne kazıttık nede kıptırdık nede Mescid-i Haram’ı gördük, diye dokunmak istemişler onun üzerine bu âyet nâzil olmuştur. Demek ki bu Medine’ye döndükten sonra indirilmiştir.
Dakika 55:05
Bu adı geçen şahıslar münâfıklardır münâfıklar tabii ki Müslümanların mü’minlerin şaşırdığı yerde münâfıklar kudururlar. İşte bunlar da kudurmuş olan insanlardandır. Cenab-ı Hak ne vaad ettiği de yerine getirmiştir, gücü her şeye yetendir.
Diğer bir konu da şuna dikkat etmelidir hikmetin dış yüzünü görüp iç yüzünü anlayamayanlar acele etmesinler Allah’a iyi inanıp, iyi güvensinler. Sevgili peygamberimiz (Allahümağfir lil muhallikın) “Allah’ım! Başını kazıtanları mağfiret et” buyurdu. “Ya Rasûlallah! (وَمُقَصِّر۪ينَۙ) Ya kısaltanlar?” dediler. Hazreti Peygamber: (Allahümağfir lil muhallikın) Allah’ım! Başını kazıtanları mağfiret et” buyurdu. Üç kere yine “Ya Rasûlallah! (وَمُقَصِّر۪ينَۙ) “Ey Allah’ın Rasûlü! “Ya kısaltanlar” dediler. (وَمُقَصِّر۪ينَۙ) “Kısaltanları da” buyurdu. Bu haberin kaynağında muhaddislerden Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce, Dârimî, Muvattâ, Ahmed bin Hanbel gibi kıymetli muhaddislerimiz bulunmaktadır. Kadınlara gelince Ebû Davûd ve Beyhâkî, sünnette (leyse alennisâi halkun) “kadınlara kazıtmak yoktur” demişlerdir. Bu haberin kaynağında da Ebû Dâvûd, Nesâî, Dârimî gibi muhaddislerimiz bulunmaktadır bütün âlimlerinize Yüce Allah bol bol rahmet eylesin, mağfiret eylesin ve merhamet eylesin. Buradan da anlaşamıyor ki erkekler için başın kazıtılması daha faziletli, kadınlar için ise kazıtılmaz. Hayber fethini yaptı ve bunu o rüyanın doğruluğuna bir delil ve alâmet kıldı. Fakat sizin bilmediğiniz bir şey bir hikmet bildi de ondan önce o girişten önce (فَتْحاً قَر۪يباً ) yakın bir fetih yaptı. Hudeybiye barışını elde ederek, Hayber fethini yaptı ve bunu o rüyanın doğruluğuna delil ve alâmet kıldı. Hem bu açık fetih Mekke’nin fethi ile kalacak da değil. (هُوَ الَّـذ۪ٓي) “O Allah’tır ki (اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ) Rasûlünü hidâyetle ve hak din ile gönderdi” ki bu hak din İslam’ın sadece kendisidir. Bunun dışında bir hak dinden yüce Allah bahsetmiyor, Kur’an-ı Kerim bahsetmiyor. Çünkü bunun dışında hak din diye bir din yoktur. Öbürleri mecâzen dindir hep bunlar haklılığını kaybetmiş ve gerçek peygamberlerinin ve kitaplarının yolundan sapmışlar. Onun için Yüce Allah hak dini geçmişi yenilemiş İslam’ı ortaya koymuştur.
Dakika 1:00:15
Cenab-ı Mevlâ Rasûlünü hidâyetle ve hak din ile gönderdi. Rasûlü şimdi geleceği üzere Muhammed Sallallâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem ’dir. (لْهُدٰ) doğru yol gösteren delil (هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ) “Muttakiler için yol gösterici” (هُدًى لِّلنَّاسِ) “İnsanlar için yol gösterici” yine İmrân Sûresi’nin 4’üncü âyet-i kerimesinde, Bakara Sûresi’nin 2’nci âyet-i kerimesinde ve gittikçe rütbe derece büyüyerek devam etmektedir.
(د۪ينِ الْحَقِّ) Dinil- Hak, hak biliyorsunuz Hakk’ın dini Allah’ın güzel isimlerindendir (الْحَقِّ) ismi Allah’ın esması Esma-ül Hüsna’sındandır. (د۪ينِ الْحَقِّ) Dinil- Hak, Hakk’ın dini bütün insanlığın hukûkunu yüklenen Hak Teâlâ’nın Hak Teâlâ’dan başkasına ibadeti kabul etmeyen İslam dini (لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ) ki onu dinin hepsinin üzerine hâkim ve gâlip kılmak için, çünkü öbürlerini Allah kabul etmiyor. Allah’ın kabul ettiği din makbul din İslam dinidir, bu da Hz. Muhammed’e inzâl edilen Muhammedî şeriattır. İslâmî, Muhammedî şeriat bütün kurallarıyla İslam’dır İslam Allah’ın dinidir, din Allah’ın kânûnlarından ibârettir. Birisi ilim yönünden delil ve vesika da üstünlüktür. (بِالْهُدٰى) “hidâyetle” buna işarettir. Birisi de amel yönünden fiiliyatta üstünlük ve hâkimiyettir ki, (د۪ينِ الْحَقِّ) Dinil- Hak, tabirinde de bunun gerçekleşmesine işaret vardır. İslam ile çarpışmak isteyen dinlerin, hepsi muhakkak mağlup olacaktı ve oldular. Bunlardan birincisinin tamamen ortaya çıktığında şüphe yoktur. İslam dini ilim yönünden de her dine gâliptir. İkincisi ise tarihte bir dereceye kadar gerçekleşmiş ve bir zamanlar Müslümanlar her kavme gâlip olmuş ise de bunun tamamı daha çok geleceğin gelişmelerinin bağrındadır. Bazıları bunun İslam bunun İsa’nın inmesinde olacağını söylemişlerdir daha iyisini Allah bilir… Tevbe Sûresi’nde bu âyetin benzeri olan 33’üncü âyetin tefsirine bakınız. (وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداًۜ) “Şahit olarak Allah yeter.”
O indirdiği âyetler ve fiilen ortaya koyduğu mûcizelere ile şehâdet eder. (مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ) ki Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Bundan dolayı, ona olan vaatlerini fiilen gerçekleştirerek ispat edecek olan da O’dur Allah’ın bu şehâdetine karşı Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür demek istemeyen inkârcılar gerçekte kendileri zarar etmiş olurlar.
Dakika 1:05:05
Çünkü Muhammed’in Peygamberliğine Allah kendi şahittir. Şahit olarak da Allah’u Teâlâ’nın kendisi yeterlidir bir de melekler şahit, âlimler şahit, mü’minler şahit ve inkârcılarının dışında bütün mahlûkat şahittir. (وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ) Onunla beraber olanlar da (اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ) kâfirlere karşı çok çetin, çok şiddetlidirler. Çünkü îmânı, barışı-adâleti, hakkı-gerçeği, sosyal adâleti dünyaya egemen kılmak için elbette îmânlıların peygamber yolundakilerin büyük kahramanlık yaptıkları ve yapacakları da ortadadır. Çünkü her mü’min Peygamberinin yolunda en büyük kahraman en büyük mücahittir. Çünkü Allah’ın himâyesinde, Allah’ın tarafındadır, O’nun emrindedir. Onun için aralarında hak sözü üzerinde toplanmaları da kolay olur. (رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً) Onları hep rükû ve secde hâlinde görürsün, birlikte Allah’ın huzurunda Ümmet-i Muhammed saf tutarlar, el bağlarlar ve Allah’u Teâlâ’nın emrinde birlikte hareket ederler. Allah’tan tuhaf ve rızâ lütuf ve rızâ isterler; Allah’tan lütuf ve rızâ isterler, daha fazla cevap ver hoşnutluğunu isterler, öyle çalışırlar ve dâima Allah’ın rızâsına doğru ilerlemeyi düşünürler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. “Gece namazı çok olanın, gündüz yüzü güzel olur.” Sevgili Peygamberimizin bir sözüdür bu böyle buyurmuşlardır. İbn-i Mâce’nin rivâyetidir. Ebû’s-Suud tefsirinde derki: “Çok secde etmekten meydana gelen izdir” diyor. Yine Hazreti Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm’dan rivâyet olunan (La tâlibu sûreküm) “Yani suratlarınızı sertleştirmeyiniz, sertlikle damgalamayınız” hadisi ile geçen yasaklama, alınlarını yere sürterek o simaları meydana getirmeye çalışanlar hakkındadır ki o sırf gösteriş ve fitnedir. Buradaki söz ise yalnız Allah için secde eden tam samîmî secde edenlerin yüzerinde meydana gelen izdir. Mücâhitten rivâyet edildiğine göre: İbn-i Abbâs (Radıyallâhu Anhüm ve Erdahüm Ecmaîn) demiştir ki; (س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ) bu âyeti kerimede ki iz, göreceğiniz iz değil fakat İslam çehresi, karakteri, tavrı, vakar ve tevazuudur. Bazı müfessirler de bunu dünyadaki secdelerinden, namazlarından kıyâmet günü yüzlerinde meydana çıkacak nur diye rivâyet etmişlerdir. Bu nurun alâmeti dünyada da, ukbada da görülmüştür görülecektir. “Yüzlerinde refahın parıltısını tanırsın.” ‘’Mutaffifin Sûresi 24 ‘’ “Bir takım yüzlerin ağardığı gün…” ‘’Ali İmrân Sûresi âyet 6’’ Bu zikredilen özellik onların Tevrât’taki vasıflarıdır.
Dakika 1:10:25
Hazreti Muhammed’i ve ümmetini Tevrât öve öve öyle övmüştür ki tamamen biraz önceki ama anlatılan ve bu âyetler Tevrât ‘ta da Hz. Muhammed övülmüş, ümmeti övülmüştür. (مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠) Bakın onlar Ümmet-i Muhammed Tevrat’ta övüldüğü gibi İncîl’de de övülmektedir. İncîl’de ki sıfatları da şudur; (كَزَرْعٍ) Bir ekin gibi (اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ) filizini çıkarmış yani çimi sürgünü yarmış, çatallanmış (فَاٰزَرَهُ) derken onu kuvvetlendirmiş, başak çıkarmaya başlamış. (فَاسْتَغْلَظَ) Derken kalınlaşmış, (فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪) derken safları üzere bir güzel dizilmiş gövdelerine zayıflık yok, yatık değil dik ve düzgün, öyle güzel bir terbiyeyle muntazam bir şekilde yetişmiş bir Ümmet-i Muhammed var. Öyle düzgün, öyle dolgun, öyle bereketli ki (يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ) öyle ki ekincilerin hoşuna gider. Toprak sahipleri ve eğitim-öğretim üstatları onları gördükçe imrenir. İşte Rasûlullah ve ashabı böyle hoş mükemmel intizamlı güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş bir ordudur ki, Allah’ın ordusudur. Muhammed ve ümmeti tabii Muhammedin Aleyhisselâtu Vesselâm ilk ordusu Sahâbeler idi. Ondan sonra kıyâmete kadar ümmetidir. Ümmeti de bu özellikleri taşırsa gerçek ümmet olacaktır. Birlik, beraberlik, bütünlük içinde tevhîd birliği, gâye birliği İslam’ın bütün emir ve hükümlerini barışı, adâleti, kardeşliği yeryüzüne yerleştirme birliği ve İslam’ın dünyaya hâkim olmasıyla yerde, gökte sevgi egemenliği, merhamet adâlet egemenliği, barış egemenliği ortaya çıkacak ve hak hâkim olacaktır. Hakk’ın hâkim olmadığı yerde, insanlık batılın buyrukları altında inim inim inlemektedir. Bunun için kıymetli dostlar, İslam’ın şu hâline bir bakın Müslümanların, Kur’an-ı Kerim’in istediği özellikleri tarihte Müslümanlar yerine getirdikçe yükseldiler. Bu görevlerini yapmayan ümmet bakın sonradan şimdi içinde bulunduğumuz duruma düştüler. Bunun sebebi şöyle açıkça meydandadır; Gönüller bütün kuvvetlerimiz maddî ve manevî kuvvetlerimizle başta gönüllerimizle Kur’an’ı Kerim’e Yüce İslam’a sıkı sarılıp Hazreti Muhammed’in önderliğinde dünya Müslümanları bir ve bütün olmak zorundadır. Burada Rasûlullah’ın ahlâkının bereketi eğitim ve öğretimiyle, ümmetine ruh ve cisim yönlerinden verilen hayâtî düzen ve neşenin bir ifadesi ve Mekke fatihlerinin bir geçit resmi vardır.
Dakika 1:15:00
Katâde Dahhâk ’tan rivâyet olunan tefsire göre: Bu tasvir Muhammed ümmetinin İncîl’de zikrolunan sıfatlarıdır. İncîl’de bir kadın çıkacak ki ekin yetişir gibi yetişecekler, onların içinden de bir kavim çıkacak iyilikleri emredecek ve kötülüklerden nehiy edecekler diye yazılmış olduğu da nakledilmiştir. Fakat diğer bir kısım müfessirlere göre üzerine atfedilerek yukarının kaydıdır. Yani “O Tevrat’taki ve İncîl’deki sıfatlarıdır” demektir. Allah tarafından yeni bir temsil Keşşâf sahibi şöyle der; Bu bir misaldir ki Yüce Allah bunu İslam milletinin başlayışı ile gelişme şekli hakkında getirmiştir. Ez-Zemahşeri de böyle demektedir. Çünkü Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, yalnız olarak kıyam etti, sonra Allah’u Teâlâ onu ekinin ilk çimi ondan doğarak etrafını saran filizlerle kodlanıp kuvvetlendirdiği gibi yanındakilerle takviye etti. Zirâ bunun görünen şekliyle zeri-i Peygamber, şat-i ise Ashâb’dır. Şu hâlde bu yalnız Ashâbın değil Peygamberle beraber Ashâbının bir temsili olmuş olur. Bunların böyle ne için böyle yetiştirildiğine gelince (لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ) “Onlarla kâfirleri öfkelendirmek için yetiştirilmişlerdir.” Veya önce geçen cümleye bağlı olarak onlarla kâfirleri öfkelendirmek için (وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً) “Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir.”
İşte kıymetli dostlar, neticede kıyâmete kadar İslam’a girecek olanlar, Peygamberin izinde yürüyecek olanlar hep buraya dâhildirler. Yukarıda (وَالَّذِينَ مَعَهُ) özellikleri açıklanan topluluktan sonra kıyâmete kadar Hazreti Muhammed’in dinine girecek olanların hepsi kastedildiği için burada filiz zamiri çoğul olarak getirilmiştir… (مِنْهُمْ) Kâfirlere gönderilmesi öfke illetine daha uygun olacağı görüşündeyiz. Yani Allah’u Teâlâ, Rasûlünün yanındaki Ashâbı ile kâfirlere hiddet vermek için onlardan; o kâfirler için ve îmâna gelip de iyi ameller yapan kimseler bağışlanma ve büyük sevap var buyurdu. Şüphe yok ki bu şekilde îmâna dâvet, câhiliyet taassuplarına dokunur, onları kızdırır. Nitekim oğlu Ebû Cendel ’in îmâna gelmesi babası Süheyl’i ne kadar kızdırmıştı. Bu sebepten burada hem Ashâba hiddet gösterenlerin kâfirler olduğu anlatılmış, hem Ebû Cendel ve Ebû Nâsir vakaları gibi kâfirleri kızdıran olaylara işaret edilmiş olduğu gibi geleceğin fetihleriyle İslam’a girip güzel hizmet edecekleri bağışlanması, mükâfat ve sevapları da ayrıca anlatılmış oluyor. İşte Yüce Allah’u Teâlâ, Peygamberine başı ve sonu mağfiret ve nimet olan bu süre ile böyle apaçık, böyle parlak ve etraflı bir fethi temin etmiştir. Bu şekilde “Fetih Sûresi’nin” sonu özellikle terbiye ve intizâmın önemine işaret ettiği için bunun üzerine iç terbiye ve ıslahatın tamamlanması hususun da “Hucûrat Sûresi” başlayacaktır.
Dakika 1:21:22