[jw7-video]

461- Tefsir Ders 461 hayat veren nurun keşif notları

461- Kur’an-ı Kerim Tefsîr Dersi 461

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

(Kamer Sûresi 41’inci Âyet-i Kerime’den 55’inci Âyet-i Kerime’ler)

(Rahmân Sûresi 1’inci Âyet-i Kerime’den 25’inci Âyet-i Kerime’ler)

 

İddia eden bir konu bize tenakuz gibi gelmektedir ki tenakuzdur. Yani İbn-i Sînâ orada yanılmıştır. İki hareketten birisine mâni olan durumun, hareketin kendisinden değil başka bir engelden olduğunu düşünmek gerekir. Burada kelâmcıların münakaşalarını izâh edecek değiliz. Ancak şunu da söyleyelim ki bu feylosofların yıldızları, taşıyıcıları olan yörüngelerle beraber hareket ettirebilmek için maddesiz cisimlerden saymaları da doğru değildir. Onlarda yeryüzü gibi maddi cisimlerden oluşturulmuştur. Dolayısıyla oluşum ve bozulmayı kabul ederler. Zamanımızın fenni ve felsefesi felsefi anlayışları da böyledir. Bakın bugünkü nazariye geçmişi bozmuştur. Hattâ bugün kabul edilen görüşe göre “Arz” güneşten ayrılmış olduğu gibi, “Ay’da” Arz’dan ayrılmıştır. İşte İbn-i Sînâ ne kadar çok yanıldığını bugünkü nazariye de ortaya koymuştur. Büyük insanların büyük değerleri vardır ama yanılmaları da vardır. Çünkü kimse masum değil layüsel de değildir. Peygamberler mâsumdur ve günah işleyemezler, doğrudan başka da bir şey söyleyemezler.

 

Bugünkü fen, ayı bir gök cismi kabul etmediği gibi yarılabilme kabiliyetini de inkâr etmez. İşte gördün bugünkü fen, Kur’an-ı Kerim’e yaklaşmıştır. Kur’an-ı Kerim, hak ilimlerin kaynağıdır çünkü ilâhî kelâmdır, Kelâmullahtır. Ancak yarılması için tatbik edilmesi lâzım gelen kuvveti veya kudreti tâyin edebilmek bir mesele teşkil eder. Yoksa gerek içinden bir parçalanma ve gerek dışından bir cereyan, bir dalga, bir çarpışmanın farz edilmesi ile parçalanması düşünülebileceği gibi, bir nevi elastikiyyet veya tazyikin farz edilmesiyle açılıp kapanmasını düşünmekte mümkündür. Burada söz konusu olan müessir tesir eden ise Yüce Allah’u Teâlâ’nın kudret ve irâdesidir. İşte son söz budur noktada buradadır. Âlemi yaratan Allah Ay’ı ikiye bölmesi basit bir şeydir, Allah için her şey kolaydır. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber için mûcize getirme imkânı yoktur.

(مَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ) “Rad Sûresi 38.” Bütün peygamberlerin mûcizeleri Allah’ın izni ve emriyle olmuştur Peygamber bir şey yaratmaz, yaratamaz. Mûcizeyi Peygamberin şahsında yaratan Allah’u Teâlâ’dır. O’nun yüce kudretidir ve yüce irâdesidir. Bunun için gerçekleri bilimsel olarak araştırma bilimin gücünün bir yere kadar olduğunu, yanılanlar olduğunu, isâbet edenler olduğunu görmeli, Allah’ın yüce kudret ve irâdesini iyi tanımalı Kur’an-ı Kerim’i ve sünneti ve icmâ ve kıyası ki aslî delilleri de iyi tetkik etmeli kritik bir araştırma akademik bir araştırmadan geçilmelidir. Bunun için bizim âlimlerimiz çok güzel çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.

 

Dakika 5:15

 

Şeyh Muhyiddin-i A’râbi Fütuhâtı’nın 330’uncu bâbında Hazreti Muhammediye’den ayın menzillerini bilme hakkında ruhani bir ifadeyle şöyle der; Ey okuyucu! Allah seni tarafından bir kuvvet ile güçlendirsin. Âmin. Bil ki: Ay hilâl ile bedir arasında ışığın fazla ve noksan bulunması hâliyle görünen ara bir makamdır. Görülünce hayret ifadesi olarak “aay!” diye sesler yükseldiği için hilâl denilmiştir. Görenin gözüne ışığın, dolunay hâlinde görülmesine de “bedr” denilir. Ay’ın hilâl ile bedi arasının dışında başka bir menzili yoktur. Ancak ay ile gözler arasına perde olan güneş ışınları altında gözlerin idrâkinden uzak kalan dolunay hâline “mihâk” denir. O vakit, Ay’ın güneşe gelen yüzünde, tıpkı bize doğru olduğu zamanki dolunay hâli vardır. Güneşin görünmediği yüzü de mihâktır bu iki makam arasında da bir yüzünde ışık göründüğü kadar, diğer yüzünden eksilir ve bir yüzünden eksildiği kadar da diğer yüzünde ışık görünür. Bu ise yörünge çizgisinin eğik olmasındandır. Demek ki, o hem dâima dolunay, hem dâima görülmez olur. Bu da Allah Teâlâ’nın Velî kullarına bildirmeyi istediği bir sır içindir ve güzel bilgiler devam etmektedir.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Maslahat hâsıl olmuştur mûcizenin yalnız insanların bakışlarında vuku bulmuş olması da muhtemeldir. Cenab-ı Hak her şeye kâdirdir. O, mûcizeyi istediği gibi yaratır, çünkü yaratmanın her türlüsünü bilmektedir gücü yetmektedir. “Yine bil ki, bakış ve varsayım, sır ve nurlardan ortaya çıkan ilimlerdendir. Nur da, gözle görmek içindir. O yüzden Allah’u Teâlâ bu makamı zikrettiğinde “Ey akıl sahipleri ibret alın” diyor. Basîret kalp gözleriyle idrâk edeceğiniz görüntü veya fikre geçiniz ki o en kuvvetli ve en mükemmel görüştür. Fikir o yüksek mertebeden aşağıda bulunan en aşağı görüntüdür. İkisi de açık olandan gizli ve batın olana doğru girer. “Sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır”. “Şüphesiz bütün bunlar da düşünen bir toplum için ibretler vardır.” Müttekiye Allah ilim öğretir yetiştirir. Müttekiler ise kendilerinde bulunan kabiliyetlerin gücüne göre ilim elde ederler. Onun için o bazen isâbet, bazen de hatâ edebilir. İsâbet ettiği takdirde de yollar çeşitli olduğu için o isabeti ifade eden kuvvet ile kendisine şüphe girmesi de mümkün olur.

 

Dakika 10:10

 

Kısaca mütteki basîret sahibidir, yani sevgi sahibidir. Mütefekkir ise (basar) görme ile basîret arasındadır. “Basar” ile kalmaz saf basîrete de varamaz. “İsmail Fenni Ertuğrul’da sözünün sonunda hiss-i takvası ile basîretine sahip olarak şu sağlam hakîkatleri hatırlatır: Muhyiddin-i Arâbî (Kuddise Sırruh) de hem âlimlerin hem şeyhlerin büyüklerinden hem de müfessirlerden olduğu için kendisinin ayın yarılması mûcizesini, bakışlarda meydana gelme ihtimâli olan bir hadise olarak görmesinde şüpheciler, kendi düşüncelerine uygun bir izâh tarzı bulabilirler. Lakin Allah’a şükür biz bu şekilde düşünenlerden değiliz. Allah’ın kudretinin her şeye yettiğine ve tabiat kânûnlarının (كُنْ) “ol!” emrinin neticesinden başka bir şey olmadığına ve şanlı Kur’an’ın sırf hakîkatleri ihtiva eden bir kitap olduğuna îmânımız tamdır. Madem şanlı Kur’an’da ay yarıldı buyrulmuştur, âlimlerin büyük çoğunluğu ve müfessirler bu yarılmanın kıyâmette meydana geleceği hakkında Osman Bin Ata’nın babasından yapmış olduğu rivâyeti, daha önce geçen Sahâbîlerin rivâyetleriyle… “Ayrıca bir mûcize görseler yüz çevirirler ve sürekli bir sihirdir derler” âyetinin açık delâletiyle reddederek Ay’ın yarılmasının Hazreti Peygamber zamanında mûcize olarak vuku bulduğunu icmâ ile kabul etmişlerdir gerçek budur. Bunu görenler olmuştur. Şerh-i Mevâkıf’ta Seyyid-i Şerif Cürcânî Ay’ın yarılması mûcizesinin mütevatir olduğunu da söylemiştir. Sübkî ’de bu görüşü tercih ederek der ki: Doğrusu Ay’ın yarılması olayı mütevatirdir inkârı mümkün değildir. Hadiseyi değişik yorumlayan ve tafsilâtını inkâr eden kimseyi tekfir etmek yine de doğru olmaz, çünkü dinden çıkarmak çok önemli bir iş olduğu için ihtiyatlı davranmak lâzım gelir. Kimse mütevatir haberi inkâr etmesin. Çünkü kendine zarar verir, îmânına zarar verir. Ama biz kimseye de kâfir demekten hiç hoşlanmayız, zevk almayız, demeyiz. Ama Kur’an’ın kâfir dediği kâfirdir. Bunu da herkes kabul etmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’i inkâr ettiği zaman mütevatir haberleri Kur’an’ın zahirini bugünkü hükümler Kur’an-ı Kerim’in zâhirinedir, fetvâlar zâhirîdir. Onun için kimse Kur’an-ı Kerim mütevatir haberlerin inkârına kalkışmasın. Kendine zarar verir mahvolur îmânı elden gitme tehlikesiyle baş başadır. Burayı da hatırlatalım, çünkü bu kadar güçlü haberlerin yanında diğer zayıf haberleri haber diye kabul etmek doğru olmaz.

Hepsinin varıp karar kılacağı bir gâye ve sonuç vardır ki, hakîkati o zaman ortaya çıkar. Sevgili Peygamberimizin işlerinin hakîkat ve yüceliği, onların arzularının mahiyeti ve uğursuzluğu, Allah’ın yanında belli olduğu gibi saati gelince ortaya çıkacaktır.

 

Dakika 15:10

 

Hikmet-i Baliğa, yüksek dereceye ulaşmış hikmet demek olur. Kuvvete, gâyeye, isâbet etme bakımından en yüksek dereceye ulaşmış hikmet demektir “Hikmet-i Baliğa”. Demek ki o uyarılar fayda vermiyor. O halde sen de, onlardan yüz çevir diyor Cenab-ı Hak. Bizim görevimiz İslam’ı tebliğ etmektir. Yaşamak, tebliğ etmek, doğruyu söylemektir. İnanır veya inanmaz herkes kendi bilir.

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Meşhur görüşe göre buradaki dâvetçi İsrâfil ’dir. Ebû’s-Suud da âyette geçen dâvetten maksat, (كُنْ فَيَكُونُ) “Ol der, o da oluverir.” Emir kâbilinden böyle diyor. Şimdi hesaba haşra veya haşr için neşre, çağıracağı gün münkere benzeri görülmedik müthiş bir şeye hesaba, haşra ve haşr için neşre, çağıracağı gün gözleri huşû içinde (خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ) Yani olayın dehşetinden gözler korku ve saygı ile düşkün bir hâlde kabirlerinden çıkacaklar. Sanki yayılmış çekirge sürüsü gibi mezarlarından çıkacak herkes, çekirge sürüleri gibi. O çağıran dâvetçiye doğru fırlayacaklar. Bu dâveti İsrâfil Aleyhisselâm olduğu söylenmektedir. Diyecek ki o inkârcılar, bu çok zorlu bir gün. Çünkü dünyada inkâr ettiler ölünce dirilmeyi inkâr edenlerin vay hâline! İnkâr ettin de kurtuldun mu? Bak mezarından fırladın. Ey inkârcılar! İnkârınızdan vazgeçin mezarınızdan fırlayacaksınız çekirge sürüleri gibi. İşte şanlı Kur’an, nur saçan Kur’an, Kur’an-ı Azîmüşşân sana bu gerçekleri söylüyor. Bunun için hem de zecredildi, çok azarlandı, incitildi, eziyet gördü. Şanlı Peygambere deli dediler, mecnun dediler, tutup bağlamak öldürmek istediler ve memleketinden çıkarmak istediler, hicrette zorladılar. Öldürmek için güçlü ordular hazırladılar. Nice teröristler tezgâhlandı, nice terör hareketlerinde bulundular o şanlı Peygamberi öldürmek için. Allah’ın koruduğuna kimse bir şey yapamaz, Allah’ın yardım ettiğine kimse bir şey yapamaz. Allah onu muzaffer bir Peygamber kılmıştır. O ebedî gâlip bir Peygamberdir Yüce Allah onu böyle dilemiş, bir murâd Peygamber kılmıştır. Herkes aklını başına alsın! Allah’u Teâlâ’ya kimsenin gücü yetmez.

 

Bunun için şöyle bir bakalım;

 

Cenab-ı Hak; Fakat hani düşünen diyor, biz şüphesiz onu yani gemiyi bir mûcize olarak bıraktık. Cudi Dağı’nda kaldı.

 

Dakika 20:00

 

(فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ) Fakat hani düşünen bakın Kur’an-ı Kerim geçmişi sana niye anlatıyor? Düşün diye, ibret al, dersini al diye Yüce Allah’ın anlatımı bu. Gerçek ezelî sahneler önüne konuyor, ebedî değerler önüne konuyor aklını başına alsana! Sahte ekranları seyredip duruyorsun gerçek ekrana niye bakmıyorsun? Ezelî ekranları Kur’an-ı Kerim’le Allah ortaya koymuş baksana, vahyin içine girsene, vahyin içinde bulun, vahyi kalbine yerleştir ve Kur’an ile bak cihâna o zaman geçmişi görür, geleceğe hazırlanırsın.

 

Müttekir kelimesinin zikirdendir. İftiâl bâbından İsm-i fâili “müztekir” gelir. Müzdecer de olduğu gibi ‘tâ’ dâl’a kalbedilmiştir. Cenab-ı Hak düşünen mi var diyor.

(فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ) Ki nasılmış azâbım ve uyarılarım? “Şüphesiz Kur’an’ı Kerim’i biz kolaylaştırdık, düşünülmek için (لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ) fakat hani düşünen?” diyor. Düşünen var mıdır? “Andolsun onlara kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.” Kur’an-ı Kerim’in haberlerine, Hazreti Muhammed’in ortaya koyduğu Muhammedî şeriata o yüce ilâhî ilkelere dikkat et. Sâlih Aleyhisselâmın durumu Hz. Muhammed’in durumuna daha çok benzemektedir. Ayrıca onun getirdiği mûcize diğer Peygamberlerin getirdiği mûcizelerden daha hayret vericidir. Gerçi Îsâ Aleyhisselâm Allah’ın yaratmasıyla ölüler dirilmekteydi lâkin ölü canlının mekânı idi. Demek ki o Allah’ın izniyle hayatı mümkün olan bir yerde ispat etmişti. Mûsâ’nın âsâsı da esası ejderha olduğu demek ki, Allah’u Teâlâ bir odunda hayat ispat etmiştir. Lâkin odun, nebattır nebatta da hayvandakine benzer bir büyüme kuvveti vardır. Bu, diğerinden daha enteresandır. Sâlih’in Aleyhisselâm elinde görülen mûcize ise taştan deve çıkmasıdır. Hâlbuki taş cemâddır hayata da, nemâya, (büyümeye) de onda imkân yoktur. Demek ki bu daha çok hayret vericidir. Müşrikler diyorlardı ki: “Göğe kimse ulaşamaz, onun yarılması ve kapanmasına imkân yoktur diyorlardı. Gözlerinin önünde yüce kudret Ay’ı ortadan böldü.” Sâlih’in enteresan olan mûcizesinden daha enteresan daha veli ve devamlıdır. Onun için Hazreti Muhammed’in mûcizeleri daha büyük mûcizelerdir. Yani onlar kendi aralarında kıskançlıkla geçimsizlik yaparlar da, bir yabancının başlarına geçmesini memnuniyetle karşılayarak esârete doğru giderler.

 

Dakika 25:03

 

“Nakâ” dişi deve demektir kıymetli dostlarımız. Yalçın kayadan ibaret bir tepeden çıkarılmış olduğu bilinmektedir. Bakın bir yalçın kayadan da Cenab-ı Hak canlı bir kuzulacı bir deveyi yavrusuyla yaratıyor. Mûcize bir imtihandır, bir fitnedir. Çünkü onunla sevap kazanacak kimsenin hâli, azâb görecek kimsenin hâlinden ayrılır. Devenin kayadan çıkarılması bir mûcize, salınması, aralarında dolaşması ve suyun taksim edilmesi de bir imtihandır. İmtihanı kazanmazsan kaybedersin işte kaybetti o kavim mahvoldular.

 

Cenab-ı Hak bu gerçeği de duyurduktan sonra Sâlih Aleyhisselâm onlara o deveyi kestikten sonra: “Yarın yüzleriniz sararacak” dedi. Dikkat et! “Yarın yüzleriniz sararacak, yarından sonra kızaracak, üçüncü gün kararacak sonra da sabahleyin başınıza Allah’ın gazâbı, belâsı, azâb gelecek” dedi. Tekrar ediyorum bakın; “Yarın yüzleriniz sararacak, sonra kızaracak daha sonra kararacak dedi ve azâb başınıza gelecek helâk olup gideceksiniz” dedi ve öyle oldular. Derken bu alâmetleri görmeye başladıklarında Sâlih’i Aleyhisselâm tutup öldürmek istediler. Bakın gavurluk üzerine gavurluk bu. İbret alıp tövbe edecekleri yerde îmâna gelecekleri yerde Sâlih’i öldürmeye kalktılar, bakın hiç ibret almak istemediler. O da Allah’ın emriyle beraberindeki mü’minlerle Filistin’e gidip kurtuldular. Dördüncü gün ki bir pazar günü idi, o bölgeye azâb geldiğinde gözleri baka baka, titreye titreye bir anda helâk oldular ve belâlarını buldular. Allah muhafaza buyursun ne korkunç bir durum. Biz onları üzerine şiddetli bir ses salıverdik şiddetli bir gürültü koptu. Yerden de bir deprem çobanın ağılında yaktığı çalı çırpının yanık kırıntıları gibi kırıla kaldılar. Cenab-ı Hakk’ın belâsı bunları kırdı geçirdi, tepelerine yıldırımlar yağdı. Geçtiği her yerde hususi bir noktasına işaret edildi. Cehennem Vâdîsinden istif edilmiş taşlar yağdırılıyordu. Lût kavmi de helak edildi cehennem taşları yağdırılarak. Yüzlerinde izleri bile kalmayacak şekilde gözlerini kör ettik diyor Cenab-ı Hak. Çünkü meleklere de saldırmak istediler. O zaman Allah gözlerini ellerinden aldı ve üstlerini altına, altını üstlerine çevirdi taş yağmaya başladı. Lût Aleyhisselâm ve inananlar kurtuldu az insanlardı zaten inananlar. Gerçek inananlar her zaman az olmuştur “Muhammed Ümmeti” çoktur.

 

Dakika 30:00

 

Biraz İbrâhim’in birazda Mûsâ’nın ümmeti kendini gösterebilir. Diğerleri daha da azdır ama en kalabalık ümmet Muhammed’in ümmetidir Aleyhisselâtu Vesselâm buna hakîkî ümmet olmayı Allah hepimize nasîb eylesin.

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

وَلَقَدْ جَٓاءَ اٰلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُۚ﴿٤١﴾

كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كُلِّهَا فَاَخَذْنَاهُمْ اَخْذَ عَز۪يزٍ مُقْتَدِرٍ﴿٤٢﴾

 

Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi.

 

Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık.

 

اَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ اُو۬لٰٓئِكُمْ اَمْ لَكُمْ بَرَٓاءَةٌ فِي الزُّبُرِۚ﴿٤٣﴾

  اَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَم۪يعٌ مُنْتَصِرٌ ﴿٤٤﴾

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ﴿٤٥﴾

  بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ اَدْهٰى وَاَمَرُّ﴿٤٦﴾

  اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ﴿٤٧﴾

يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلٰى وُجُوهِهِمْۜ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ﴿٤٨﴾

اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ﴿٤٩﴾

  وَمَٓا اَمْرُنَٓا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَر﴿٥٠﴾

  وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ﴿٥١﴾

  وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ﴿٥٢﴾

  وَكُلُّ صَغ۪يرٍ وَكَب۪يرٍ مُسْتَطَرٌ﴿٥٣﴾

  اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ﴿٥٤﴾

  ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ﴿٥٥﴾

 

Aziz dostlar,

 

Yüce Rab ne diyor ne buyuruyor; Yüce emirler, yüce buyruklar;

 

Şimdi sizin inkârcılarınız, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir berâet mi var?

 

Yoksa “Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz.” mu diyorlar?

 

Her hâlde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.

 

Bilakis kıyâmet onlara vaad edilen asıl saattir. Çünkü cidden çok feci ve acıdır.

 

Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

 

O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” diye.

Haberiniz olsun ki biz her şeyi bir kadere göre yarattık.

Buyruğunuz yalnız bir tektir, göz açıp yumma gibidir.

 

Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Öğüt alan yok mudur?

 

İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.

 

Küçük, büyük hepsi satır, satır yazılmıştır.

 

Takvâ sahipleri cennetlerde, nur içindedirler.

 

Güçlü yüce hükümdarın yüce padişahın padişahlar padişahının huzurunda doğruluk o koltuklarındadırlar.

 

İşte cennetin cennet köşklerinde ama bunlar sadâkat kürsüleridir. Dürüstlerin Yüce Allah’u Teâlâ tarafından huzuruna alınmasıdır.

 

Dakika 35:00

 

İşte o sadakat kürsüleridir Müslümanım de Allah yolunda dosdoğru devam et eğrilme kıvrıl kıvrım, kıvrım yılan gibi eğrim-büğrüm Müslüman olmaz. Müslümanım de dosdoğru Allah yolunda yürü işte sadakat kürsülerine huzuru ilâhîde o büyük mevki makamlara ulaşmak istiyorsan. Allah’u Teâlâ tevfîk-i hidâyetiyle başarılar nasîb eylesin.

 

Kıymetli dostlar,

 

Son asrın insanlarından cemiyet ve medeniyet vasıtalarının çoğalacağına ve onunla iftihar edileceğine delâlet eder. Çünkü yoksa biz yardımlaşan düzenli bir topluluğuz öcümüzü alıp kendimizi kurtarırız mı diyorlar? Kimse kurtaramaz. Var mı bir tane kurtulan, Azrâil Aleyhisselâmın ordularından hiç kurtulan var mı? “Ya Rasûlallah! Hangi cemiyet bozulacak?” dedim. Ömer Bin Hattâb soruyor (Radıyallâhu Anh). Vakta ki “Bedir günü” oldu ve Kureyş topluluğu bozuldu. Rasûlullah’a baktığın arkalarından kılıcı çekmiş (سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ) âyetini okuyordu. “Bu sûretle söz konusu âyetin “Bedir günü” için bir mûcize olduğu anlaşıldı.” Bozgun tam cezâları değil, daha o bir başlangıçtır belanın başlangıcıydı “Bedir”. Küfrün beli kırıldı, şeddeli kefere hak düşmanları belâsını buldu. Dâhiye, kurtulma çâresi olmayan belâ ve musibet demektir. (وَالسَّاعَةُ أَدْهَى) Ki işte burada o saat ise daha büyük bir dâhiyedir. Dâhiye: Kurtulma çâresi olmayan belâ ve musibettir ve çılgın ateşler içindedirler çılgınlıklar, delilikler, feryatlar içindedirler hakkı inkâr etmenin cezasıdır.

 

O yüzleri üstü cehennem ateşi içinde sürüklenecekleri gün, (ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ) tadın bakalım sekarın dokunuşunu… Sekar: Yakmaktır ki rengi değiştiriverir. Tabii bu azâb ile azâb etmek Allah’a mahsustur ki cehennem bunun için yaratılmıştır. Kullar birbirine ateş cezâsı veremezler. İslam dini bunu men etmiştir bu Allah’ın vereceği cezâdır. Bir kelimeden veya bir bakıştan ibârettir. (اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَر) “Gözde bir bakış gibi” Gözde seri bir bakış anı yani bir şuur anı gibi ki onun işi bir şey yaratmak istediği vakit sadece “ol!” demektir ve o şey derhâl oluverir. Cemiyetler nasıl bozulacak, o saat nasıl olacak suçlular o takdirde nasıl sürüklenecek diye tereddüde mahal de yoktur.

 

Dakika 40:08

 

Hem benzerlerini hep helâk etmişizdir. Fakat hani düşünen? Bununla beraber işledikleri her şey kitaplarda satır, satır yazılıdır küçük, büyük hepsi yazılmıştır hem de satır, satır yazılmıştır. Defterini küfür ve suç ile kirletmez sevapla doldurursan, müttekilerden olursun. Şüphesiz müttekiler (فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ) müttekiler şüphesiz cennetlerde ve nur cereyanı içindedir. Buradaki Nehar’ın “nehr” gibi ırmak mânâsını da ifade ettiği ilk olarak akla gelirse de, Nehar’ın, nehrin nehir gibi ırmak, aydınlık mânâsına olması daha güzeldir.

 

(فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ) Sıdk makamında, yani sıdk meclisi, doğruluk kürsülerinde gâyet iktidarlı bir şahlar şahının yüce huzurunda. “Melik” ve “Muktedir” burada tenvin azâmet büyüklük içindir. Yüce huzuru yakınlığı üstü kapalı, muktedir mülk ve kudretinin hakîkatini bize ne yapıyor; Akılların idrâk edemeyeceğine ve onun yüce huzuruna yakınlığın, “Gözlerin görmediği ve kulakların işitmediği.” kabilinden tarif ve beyana sığmayacak gâyet büyük bir saadet ve kerâmet olduğuna işaret buyurmuştur. Âlûsî der ki: “Bazı eserlerde zikredildiğine göre duanın kabul olmasında bu iki yüce ismin keyfiyeti büyüktür.” İbni Ebî Şeybe Saîd bin Müseyyeb ’den şöyle dediğini nakletmiştir; “Mescide girdim, sabah oldu zannediyordum. Meğerse uzun bir geceymiş. Benden başka kimse de yoktu uyumuşum. Arkamdan bir hareket işittim, korktum. Ey kalbi korku dolan korkma da:

 

(Allahümme inneke melîkün muktedirun mâ teşâü min emrin yekün) “Allah’ım’ Şüphesiz sen, kudretli bir meliksin ne istersen o olur” de. “Sonra da gönlüne ne doğarsa iste” dedi. Ondan sonra Allah Teâlâ’dan ne istedimse kabul etti. Bu duanın tamamı şöyledir;

 

(Alahümme inneke melîkün muktedir mâ teşâü min emrin yekün feveffigli fi mâ ene bi-sâdedihi ve es’idnî fiddâreyni ve eidni min fitnetil mahyâ vel memâti ve neccinâ mimmâ nehâfu yâ hafîyel ertaf ve Sallallâhu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn velhamdülillahi Rabbil-âlemin).

 

“Ey yüceler yücesi olan Allah’ım! Sen kudretli meliksin ne istersen o olur. Şu anda içinde bulunduğum durumda beni başarılı kıl. Dünya ve âhirette bana mutluluk ver. Hayat ve ölüm fitnesinden beni koru ve korktuğumuz şeylerden bizi emin eyle. Ey gizli lütufta bulunan Allah’ım Celle Celâlühü! Allah’ın rahmeti Seyyidimiz, Efendimiz Hazreti Muhammed üzerine, ailesine ve Ashâbına olsun. Hamdüsenâ âlemlerin Rabbi Allah’adır.”

 

Bunu nakliyeden zât-ı muhterem Suyuti’dir. Nereden naklettiğini de sizlere duyurmaya çalıştım.

 

Dakika 45:50

 

Cenab-ı Mevlâ şanlı Kur’an’daki dualarla, Sevgili Peygamberimizin yaptığı dualarla bütün müjdelere mazhâr olmayı, korktuğundan emin olmayı Cenab-ı Hak bizlere gerçek inanan Ümmet-i Muhammed’e o mücâhit ümmete Cenab-ı Hak umduklarına nâil olmayı, korktuklarından emin olmayı nasîb-i müyesser eylesin.

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

 

‘’Elhamdülillahi Rabbil-âlemin vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmaîn.”

 

Kıymetli izleyenler,

 

Rahmân Sûresi’ne gelmiş bulunmaktayız. Bu sûre-i celile de Mekke döneminde inzâl edilen sûrelerdendir, âyet sayısı 78’dir. Kur’an-ı Kerim’deki sıra numarası da 55’dir. Tabii ki bu sûre hakkında da Zemahşeri der ki;

 

Aziz ve yüce olan Allah nimetlerini saydı ve bu çeşitli nimetler içinde en önde olanı evvela zikretti de buyurdu ki: “O, Din nimetidir.”  Din nimetleri içinden de en önce mertebesi en yüksek olanı takdim etti ki o da Kur’an-ı Kerim’i Yüce Allah ihsân etmiştir yani Kur’an-ı Kerim nimetidir, din nimetinin başında da o gelmektedir. Şanlı Kuran’ı ihsân etmesi, indirmesi ve öğretmesidir. Çünkü Kur’an-ı Azîmüşşân ilâhî vahyin rütbe bakımından en büyüğü, makam itibariyle en yükseği ve dine girişte tesir yönüyle en güzelidir. O bütün semâvî kitapların doğruluğunu ispat eden en yüce ölçüdür. Allah insanı yaratmasının zikrini Kur’an-ı Kerim’in zikrinden sonraya bıraktı ve insanı yaratmasındaki hikmetin sırf din ve ilim olduğunun bilinmesi için insanı, Kur’an-ı Kerim’den sorumlu tuttu. İnsanoğlu Kur’an-ı Kerim’den sorumludur. Çünkü maksat ilimden önce gelir sonra da insanın insanlığını ortaya koyan ve kalbindekini güzel bir şekilde ifade etmek ve bildirmek demek olan beyân,ı yani bilgi ve öğretimin en başta gelen sebeplerinden biri olan lîsân nimetini zikretti şöyle ki;

 

Dakika 49:45

 

 

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

 

 

اَلرَّحْمٰنُۙ﴿١﴾

  عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ﴿٢﴾

  خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ﴿٣﴾

  عَلَّمَهُ الْبَيَانَ ﴿٤﴾

اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ﴿٥﴾

  وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ ﴿٦﴾

وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ ﴿٧﴾

اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ ﴿٨﴾

وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ﴿٩﴾

وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ ﴿١٠﴾

ف۪يهَا فَاكِهَةٌۖ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ﴿١١﴾

  وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُۚ ﴿١٢﴾

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴿١٣﴾

  خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ﴿١٤﴾

  وَخَلَقَ الْجَٓانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ﴿١٥﴾

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴿١٦﴾

رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِۚ﴿١٧﴾

 فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴿١٨﴾

مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِۙ﴿١٩﴾

بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِۚ ﴿٢٠﴾

 فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴿٢١﴾

يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ۬ وَالْمَرْجَانُۚ﴿٢٢﴾

  فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴿٢٣﴾

 وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنْشَاٰتُ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۚ ﴿٢٤﴾

  فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ۟﴿٢٥﴾

 

 

Rahmân (çok merhametli olan Allah Celle Celâlühü)

 

Kur’an-ı Kerim’i öğretti.

 

İnsanı yarattı.

 

Ona beyânı öğretti.

 

Güneşte ayda bir hesap iledir.

 

Bitkiler ve ağaçlar secde etmektedirler.

 

Göğü yükseltti ve mîzanı koydu.

 

Sakın tartıda taşkınlık etmeyin.

 

Tartıyı adâletle yapın. Terazide eksiklik yapmayın. A

 

(Allah Celle Celâlühü) yeri mahlûkat için (aşağıya) koydu.

 

Orada meyveler ve salkımlı hurma ağaçları vardır.

 

Yaprakları taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.

 

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

 

Allah insanı, pişmiş bir çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.

 

Cinleri de halis ateşten yarattı.

 

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

 

(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.

 

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

 

(Acı ve tatlı) İki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar. Aralarında bir engel vardır birbirlerine geçip karışmıyorlar.

 

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

İkisinden de inci ve mercan çıkar diyor Cenab-ı Hak.

 

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

 

Denizde koca dağlar gibi yükselen gemilerde O’nundur.

 

Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

 

Kıymetli dostlarımız,

 

Burada Cenab-ı Hak insanı yarattı, O, Rahmân ki Kur’an-ı Kerimi öğretti, insanı yarattı, ona beyânı öğretti. Kur’an-ı Kerim bakın beyân ilmi din nimeti sayesinde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’e ve Kur’an’ın tefsir tercümesi nimetine ulaşmamız için Yüce Allah ne yaptı; Şanlı Kur’an’ı Hazreti Muhammed’e kendisi açıkladı doğrudan veya Cebrâil Aleyhisselâm aracılığıyla. Kur’an-ı Kerim’i açıklayan da, öğreten de Yüce Allah’tır. Göklerin, yerin varlığını sürdürmesi adâlet iledir. Adâleti de öğrenmek için yine beyânı, Kur’an-ı Kerim’i bilmek gerekiyor, İslam’ı bilmek gerekiyor. Şöyle bir düşünelim; Mîzanı koydu mîzan, adâlet kânûnlarını koydu Cenab-ı hak.

 

Dakika 55:05

 

Yerçekimi veya ağırlık kânûnunu bunun en açık görüntüsüdür. Semâ ve yerdeki bütün cisimler hakkında geçerli genel bir kânûn olduğu ve astronomi ilmi bakımından husûsî bir önemi bulunduğu artık iyice anlaşılmıştır. Denge kânûnu yalnız cansız, duygusuz ve fiziki olan çekim kânûnuna hasredilmeyip kimyevî ve ruhî münasebetleri dahi içine almaktadır. Mîzanı âlemdeki işlerin düzeni ve doğru hareket etmesi diye tarif etmiştir. Beyzâvî böyle tarif etmiş. Mîzan diyor âlemde ki işlerin düzeni ve doğru hareket etmesi diye tarif etmiş. Şeriat şöyle bir bakalım; üçüncüsü de amel defteri… Şeriat ve kânûna tecâvüz edip de haddinizi aşmayınız. Maddî ve manevî tartıda taşkınlık yapmayınız. Adâleti tam uygulayınız. İslam, Yüce İslam yüce bir adâlettir, hukûkun üstünlüğüdür, tam bir merhamet, tam bir barışır. Zulmün olduğu yerde adâlet, huzur, barış olur mu? İslam tam bir adâlettir tam bir barıştır. Yeryüzündeki yaratıklar şöyle bir bak Enâm (لِلْاَنَامِۙ) Enâm için diyor. Arzı da alta koydu niçin? (لِلْاَنَامِۙ) Enâm için. Onda birçok nimetler yarattı nice nimetler doldurdu, gökten indirdi, yerden bitirdi.

 

Ekmâm: Kapçık, tomurcuk, demektir. Buğday ve arpa gibi hububat ki

(وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ) buyuruluyor. (وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ) Ve Ekmâm’ı olan hurma ağacı vardır. Kapçıklar, tomurcuklar, çiçekler rengârenk daha neler ve neler…

 

Kıymetli dostlarımız.

 

Cenab-ı Hak kullarına Rahmeti-Rahmân olarak Rahmeti-Rahmân’ın iktizası o rahmeti ile âlemi kuşatmıştır inkâr ile nankörlük etmemelidir. İnsanlar ve cinler Cenab-ı Hakk’ın onlarda kullarıdır ve bunlar Allah’a kulluk etmeleri için yaratılmışlardır. “Hayır nimetlerinden hiçbir şeyi yalanlamayız, Ey Rabbimiz hamd sana” dediler. Kim dedi bunu? Cinler dedi bu âyetleri okurken. Buradan “salsâl” tıngır, tıngır ses veren kuru çamur demektir. “Fehhâr” iyi pişkin saksı yani fağfur (porselen) gibi çın çın ses verecek kadar kurumuş, hayattan o derece uzak kuru topraktır. Ki, Cenab-ı Hak işte bundan hayat yarattı, insan yarattı, Âdemi ve Havvâ’yı yarattı, canlı da yarattı. Neden? Ateşin alevinden.

 

Dakika 1:00:00

 

İnsan ve cin diye de ikisi de cins olarak zikrolunacaktır. Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ) Saf bir ateş gizli bir takım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaratılmıştır ki, bunlara “cânn” ismi verilmektedir. Bakın Cenab-ı Hak ateşten de cinleri yatıyor. Güneş ve Ay’ın doğuları ve batıları ki güneş ve gerek ay diğerlerinin doğusu demek olabilir ki bununla bütün cisimlerin doğu ve batısına işaret edilmiş olur. Allah’ın var olan ve olmayan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğunu beyân etmektir. Nimeti hem kudreti hatırlatmaktadır. Nimeti tembih, şükrü gerektirir, kudreti tembih de, nankörlüğe karşı kınamayı takviye eder. Nimetini görüyorsan derhâl şükret, kudretini görüyorsan boyun ey, O’na kulluk et. Sakın nankör olma inkârcı olma.

 

Tatlı sudan inci ve mercan çıkması, biraz tevile dayalıdır. Üçüncüsü, gök denizi ve arz denizi denilmiştir. Fakat ne denilirse denilsin bütün âlemlerin Rabbisi O’dur. Deniz arasında bulunan karaya da şöyle bir bakalım; Bunlara da berzah denmektedir “aralarında bir berzah vardır” buyuruyor. (بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ) buyuruyor Cenab-ı Hak. (وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ) Oysa sizi de yaptığınız bu şeyleri bütün amellerinizi de Allah yaratmıştır yaratmaktadır.” “Amennâ ve Saddaknâ”

 

Rabbiğfirli ve edhılnî fi rahmetike ve fi fazlike veselâmün alel mürselin Velhamdülillahi Rabbil-âlemin.

 

Dakika 1:03:11

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Visited 233 times, 1 visits today)
{"message":{"type":8,"message":"Undefined variable: show_right_meta","file":"\/home\/pwny9ik9\/public_html\/wp-content\/plugins\/cactus-video\/video-hook-functions.php","line":1155},"error":1}